İki adam gittikten sonra Melis bir süre kafenin içinde, oradan oraya gidip geldi. Bir an yapılacak işler için hamle yapıyor, bir sonraki an ne yapmak için o yöne gittiğini unutuveriyordu. En son silkinip şaşkınlığına bir son verdi. Ağır ağır da olsa etrafı toplayıverdi.
Aklının bir köşesinde Refik Amca’nın anlattıkları duruyordu. Aylardır hemen her gün görüştüğü adamın aslında kim olduğu hakkında fikri olmadığını, henüz fark etmişti. Oysa hergün konuşur sohbet ederlerdi. Mesela inşaatta çalıştığını biliyordu, yurtdışında yaşayan bir kızı olduğunu ve eşinin öldüğünü biliyordu. Refik Amcayla ilgili bildikleri bundan ibaretti. Devamını sormamıştı. Sormak aklına bile gelmemişti.
Çocukken annesi hep anneydi, babası hep baba. Yaşlılar hep yaşlıydı. Eski anıları anlatırken onlar, onların geçmişleri olması hep anlaşılamaz gelirdi. Onların da çocuk olmuş olabileceğini hiç tahayyül bile edemezdi mesela. İşte Refik Amca’yı da hep öyle görmüştü. Hep böyle sanmıştı. Belki de sandığı kadar yetişkin olamamıştı hala.
Peki ya Emre? Gerçekten merak etmiş miydi yoksa onun için öylesine bir soru muydu? Her ne olursa olsun Melis’in hiç dokunmadığı bir noktaya dokunmuştu. Emre, hayatına yavaş yavaş girerken onu tanımaya başladığını fark etmişti. Emre ile birlikte Refik Amca’yı da tanımaya başlamıştı anlaşılan. Birinin hayatınıza girişi her zaman gördüğünüz şeylerin farklı yüzünü mü gösteriyordu? Yoksa gördüğünüzü zannettiğiniz şeyleri görmediğinizi mi fark ettiriyordu?
Belki de aşkın gözü o kadar da kör değildi. Sadece baktığınız yönü değiştiriyordu, hepsi bu.
Melis kafeyi kapatmaya hazırlanırken, dalgın bir şekilde düşünmeye devam ediyordu. O kadar dalgındı ki; Emre’nin içeri girdiğini fark ettiğinde yerinden hopladı. Onun dalgınlığını önceden fark eden adam, onu korkuttuğunu düşünerek “Pardon” demek istedi ama nedense ağzından o kelime çıkmadı. Melis ise ağzında anlamsız sözcükler geveleyerek, çeşitli el kol hareketleri ile sorun olmadığını anlatmayı denese de en sonunda bundan da vazgeçti.
İkisi de susmayı tercih ettiler. Sonra ikisi birden konuşmayı denediler. Böylece kelimeler birbirine karışıp anlaşılmaz oldu. Emre yavaş adımlarla Melis’e doğru yaklaştı. Aralarında sadece bir dokunma mesafesi kalıncaya kadar yanına sokuldu.
- Ben, dün için..
Cümlenin sonunu beklemeden Melis söze girdi;
- Fazla sert olmuş olabilirim. Biraz haksızlık etmiş olabilirim.
- Hayır. Hayır. Gerçekten tanımadığın birine neden güvenmediğin konusunda alınganlık yapmaya hakkım yok. Ben…
- Dedikten sonra sustu. Cümlenin devamını getiremedi. Melis ise adamın ona karşı kızgın olmamasından rahatlamıştı, ancak bu kadar yakın olmanın verdiği gerginlikle yüzüne bile bakamıyordu. Kafasını hafifçe öne eğmi, gözlerini adamın ayaklarına doğru çevirmişti.
- Rahatsız olmanı istemem, dedi Emre, oldukça yumuşak bir sesle. Sonra elini kaldırdı ve kadının yanağının üzerine gelen saçlarını, geriye doğru iterken;
- Bu seni rahatsız ediyor mu, diye sordu.
- Melis, kafasını kaldıracak cesareti kendinde bulamıyordu. Eğer adamın yüzüne bakarsa kalbi duracakmış gibi geliyordu. Hareket etmeyi aklına bile getirememişti. Sadece ufak bir baş hareketi yaptı. Kafasını hayır anlamında iki yana salladı. Emre;
- Peki bu, diye sorarken ellerini kadının saçlarından ayırmadan çenesine doğru kaydırdı. Kafasını nazik bir hareketle yukarı kaldırdı. Göz göze geldiler. Melis bu defa hiç tepki vermedi. O an nefes alış verişini bile hissetmiyordu. Gözlerinden kaygı, panik, mutluluk, heyecan ve daha pek çok karmaşık duygu geçiyordu. Ama bu duygulardan hiçbirinin rahatsızlık olmadığı aşikardı.
Emre aynı yumuşak ses tonuyla ama biraz daha sessiz sordu;
- Peki ya bu?
Bu sorudan sonra, Melis dudağında bir sıcaklık hissetti. Bedeninin titremeye başladığını fark etti. Kaçmak istemiyordu ama karşılık veremeyecek kadar da korkuyordu. O da teslim olmayı tercih etti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.9k Okunma |
906 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |