Emre eve geri döndüğünde, kardeşinin oturduğu yerden hala kıpırdamamış olduğunu gördü. Telefonundan kafasını kaldırmadan,
-Gitti mi?
-Hı-hı
Kız birden kafasını kaldırdı, mahcup bir yüzle abisine baktı;
-Abi Valla özür dilerim ya. Ama babam yolladı beni de, daha devam etmeyi düşünüyordu ancak abisi yüzünde şefkatli bir tebessümle susturdu onu
- Tamam, tamam derken az önce Melis’in oturduğu yere oturdu. Sol kolunu kaldırıp kardeşini omuzundan yakaladı ve kendine çekti. Abisinin göğsüne başını yaslayan Sude, telefon ekranını aşağı doğru kaydırmaya devam etti. Çizgifilm izliyormuş gibi görünen abisi ise bir yandan kardeşinin saçlarını okşarken, diğer yandan Melis’ten gelecek mesaj için telefonunu gözlüyordu.
************************************
Melis eve varana kadar, geceyi düşündü. Sude’nin bütün şımarık hallerini o kadar iyi tanıyor ve anlıyordu ki, bu farkındalık aslında onu biraz incitiyordu.
O sekiz yaşına kadar -yani kardeşleri doğana kadar- “bir evin bir kızı” olma lüksünü sonuna kadar yaşamıştı aslında. Her şımarıklığı yapabileceği, her şeyi çekinmeden isteyebileceğini bildiği bir babası vardı. Ve onun babasına yaptığı cilveleri gülümseyerek seyreden bir annesi. Gece uyanınca sırf ilgi görmek adına koşarak yatak odasına geçer ve aralarına girerdi. Uyandırmamak için gayret etmez, aksine onunla daha çok ilgilenirler diye biraz fazladan gürültü ve kaba hareketler yapıyor da olabilirdi. Ancak erken doğan ve fazlasıyla ilgi isteyen ikizlerin gelişi ile birlikte bütün bu büyü bozuldu. Birden evin “prensesi” olmadığını fark etti.
Bir çoğumuz içimizde “utanç” duygusunu gizleriz. Derinlerde bir duygu, gizlice yapılan bazı tuhaf alışkanlıklarımızdan duyduğumuz utancı dillendirmek ve hatta düşünmek bile rezalet gibi gelir. Herkes bir zaman zihninin okunuyor olma ihtimalinden korkmuştur. En ince ayrıntılarına kadar anlaşılma ihtimalimiz varken bu korkunun nedeni belki de sadece kendimize sakladığımız bu utancın da açığa çıkacak olduğu gerçeğidir. Bu nedenle çoğu zaman konu üzerine düşünmeyi bile reddeder o duyguyu görmezden geliriz. Çünkü yüzleşme zamanlarında ne kadar aciz ve bayağı olduğumuzu kabul etmek zorunda kalırız.
Melis’in bu utanç veren duygusu yaşadığı yoğun kıskançlık ve ilgi budalalığıydı.
“Teyzemi çok seviyordum, onunla gittim.”
Yalan!
Teyzesini çok sevmesi ve ondan öğrendiklerine beslediği tutkunun gerçekliği, kendisine utanç veren duyguları daha kolay saklayabilmesini sağlamıştı yalnızca. O “daha sonra” demeye başlayan anne ve babasını cezalandırmak istemişti ve en çok onunla ilgilenilen yerde “özel” olduğuna emin olarak hayatına devam etmenin daha iyi olduğuna karar vermişti. Sonrası ise atılamayan geri adımlar ve alışkanlık...
Zaman geçtikçe her ne kadar sevgi bağı kopmamış olsa da anne ve babasıyla yaşadığı ilişki daha mesafeli hale gelmişti. Artık ne o Sude’nin abisine şımardığı gibi şımarabilir ne de babası onu Emre gibi şaka yollu da olsa cezalandırabilirdi. Artık çok geçti. Büyümüştü.
İçinde çocukluğuna ve çocukluğundaki şımarıklıklarına duyduğu özlem yeşerdi.
Eve gelip yatağın ucunda kendisiyle yüzleşirken, hala kendisi için umut olup olmadığını düşündü. Saate baktı çok geçti. Babası çoktan uyumuş olmalıydı. Sonra birden düşündü ne olurdu ki sanki, zaten şu an tamamen yenikti. Israrlı aramanın sonunda kapatmak üzereydi ki; uykulu bir ses panikle cevapladı;
- Kızım! Ne oldu iyi misin?
- İyiyim baba.
- Ne oldu, derken adamın endişesi sürüyordu. Arkadan annesinin “ne oldu, kim o?” diyen sesini duydu. Bir an aradığına pişman oldu.
- İyiyim baba, sadece sizi özledim.
Kısa bir sessizlik. Daha sonra adamın endişeli sesine şaşkınlık ve mutluluk tonu da eklendi;
- Biz de seni çok özledik kızım. Tatil başlasın hemen yanına geliyoruz, sonra hemen değiştirme ihtiyacı duydu söylediğini;
- İzin alayım hemen gelelim.
- Hayır. Gerçekten sorun yok. Sadece sizi özledim, diye yineledi Melis ve sonra devam etti;
- Ama tatilde gelin olur mu?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
15.65k Okunma |
1.6k Oy |
0 Takip |
65 Bölümlü Kitap |