Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Birinci bölüm: YENİ ÖĞRENCİLER

@oylesinee_isteee

Gözlerimi ilk açtığımda sabah olduğunu fark ettim. Saate baktığımda daha erken olduğunu ve alarmdan çalmadan kalktığımı fark ettim.

Geri yatmak için gözlerimi kapatarak bir süre beklemeye başladım.

Ama tabi sonuç nafileydi. Yataktan kalkmadan önce telefonumu elime alıp parmak izine okutturup alarm uygulamasına girerek alarmı yeşil kısmına basarak gri rengine çevirerek telefonu kapattım.

Kalkmaya çalıştığımda ilk önce ayaklarımı havaya kaldırıp parke zemine koyarak daha sonra kendimi oturma pozisyonuna getirerek ayağa kalktım.

Bir kaç kez esneyince perdeyi hafiften aralayarak hem kendi yansımamı hemde havaya görerek bakmaya başladım... Hava yine aynı şekilde yağmurluydu, sorun değil Japonya'da her gün yaşanan bir durum.

Kendi odamın lavabosuna giderek ilk önce lavaboya giderek rastgele elimi uzatıp sensörü olan musluk elimi algılayıp su hemen akmaya başladı, daha sonra ellerimi bir güzelce ıslatarak ve ardından ellerimi sabunlamak için ellerimi çekince su akmaya hemen durdu. Bende artık bu duruma alışarak takmadan ellerimi sabunluğa götürerek, bir elimi yukarıya kaldırıp sıkarak diğer elimi sabun gelmesiyle ellerimi yavaştan ellerimi köpüklemeye başladım.

Ellerimi köpükledikten sonra, köpüklü elimi musluğa götürerek hemen algılayarak ellerimi hemen suyun altına götürerek köpüklerin yavaştan yok oluşunu izlemeye koyuldum.

Daha sonra elim musluğa avucuma su dolmaya başladı. Daha sonra dikkatlice su dolu elime köpüklü olan yere dökerek musluğunda köpüğün gittiğini izledikten sonra, tekrardan ellerimi çekince musluk kendi kendine kapatarak ellerimi yine sıvı sabununa götürerek elimin bir kısmı sabun gelince ellerimi ovarak hafiften yumuşamasını sağladım. Daha sonra ellerimi yüzüme götürüp yüzümü köpüklemeye koyuldum...

İşlem aynı şekilde tekrarlanınca işlerimi bitirip hemen lavabodan çıktım. Okul yine her hafta olduğu gibi yarın yine okul vardı. Ama bugün günlerden pazardı. Bende yine boş durmayarak yine her zamanki gibi bugün yine günümü kütüphanede geçirecektim.

Canım matematik hocamız hem bize yirmi soruluk geometri ödevi hemde matematikten sayfa otuz yediden kırk üçe kadar deftere yazmamızı istedi.

Ya hocam kitaptan yazılan şeyi niye deftere yazıyoruz ki? Biz matbaa mıyız?

Neyse ki onları daha dün Hallederek biraz olsun rahat bir şekilde nefes almamı sağladı.

Tabi canım o matematikçinin verdiği yirmi soruluk ödevi bir tarafımıza girecek haberimiz yok.

Mutfağa giderek acaba kahvaltıda ne yesem diye düşünürken odamdan telefonumun çaldığını duyarak odama doğru adımladım, telefonumu elime aldığımda arayan kişinin babam olduğunu anlayarak yeşil tuşuna basarak babamla konuşmaya başladım.

"Kızım günaydın," şimdi birazdan babamla klasik konuşma yaparak beş dakikadan az gerçekleşecek hazır mısınız?

"Sanada günaydın baba."

"Bugün nasılsın iyi uyanabildin mi?"

Herhangi bir kişinin ailesi: iyi uyuyabildin mi kızım/oğlum?

Benim ailem: iyi uyanabildin mi kızım?

Herhalde benim ailede anormallik var? Bu sorular ne?

Gerçi normal uzun zamandır görmediği tek kızını yaşını sordular.

Daha fazla canım biricik babamı (!) bekletmeden sorusunu yanıtlamaya başladım.

"Evet iyi uyanabildim canım babacım,(!) ne oldu sen beni pek aramazdın. İçinde bir kurt mu düştü?" bunları en yakın arkadaşımdan öğrenerek aileme diyordum onlar benim durumuma alışmışlardır tabi.

Yani umarım... Umarım öyledir.

"Gerçekten okulda sadece bu kelimeleri mi öğreniyorsunuz diye şüphelenmeye başladım," babamın sözünü keserek hemen konuşmaya başladım.

"Baba biraz daha abart istersen hem sen her gittiğin başka ülkelerde hiç mi böyle konuştuklarını görmedin?" diyerek babamı biraz darlamaya başladım.

Aferin tam gaz böyle devam et adam çıldırsın.

"Hayır, hem ben senin gibi ilginç arkadaşlıklar kurmuyorum, güzel kızım." diyerek konuyu kapatmış oldu. Biraz sessiz kaldıktan sonra, babam sonra görüşürüz deyip telefonunu kapatarak kaç dakika konuştuğumuzu bakmak için telefonumu kulağımdan uzaklaştırarak otomatiktan telefonun kendi kendine açılışını seyretmeye başladım.

Toplamda iki dakika elli yedi saniye sürmüştü yani yine dediğim gibi, beş dakikadan daha az sürdü.

Daha sonra mutfağa giderek gevrek yemeye karar kılarak aşağıya eğilerek dolabın kapağına açıp en sevdiğim gevreği alarak ayağa kalkıp tezgahın üzerine koydum.

Ayağa kalkıp dolabın üst kapağına açarak kaseyi almaya kalkıştım, ve sonunda alabildiğimde yüzümde hafiften bir tebessüm etmiştim.

Gevreği alıp kaseye dökülmesini izleyerek ne kadar koyabileceğimi karar kılmak için yine her zamanki gibi, kendi kendime tartışmaya başladım...

"Yok ya azıcık daha koyayım... Off bu sefer de fazla oldu, bari birazını paketin içine koyayım... Ama bu sefer de az oldu, ah her gün böyle şeylerle uğraşmaktan bıktım!" diyerek gevrek paketini alt dolabın kapağını açarak eski yerine koydum.

Arkama dönerek buzdolabıma doğru ilerleyerek sol kolumu kaldırıp buzdolabın kapağını açtım. Gözlerimi buzdolabın kapak kısmına göz gezdirerek sütü gördüğümde elime alıp hemen hızlı bir şekilde tezgaha doğru ilerledim, sütün kapağını açıp kaseye dökerek hemen kolay bir şekilde karar vererek tekrardan buzdolabıya doğru ilerledim.

O sırada buzdolabın kapağı kendi kendine kapandığını görünce ufaktan birkaç küfür savurarak biraz sinirli bir şekilde buzdolabına doğru ilerledim.

Niye kapandın ki ben kendimi boşu boşuna mı yarışa kaptırdım?(!)

Buzdolabın kapağını tekrardan açarak sütü buzdolabına koydum, ve kapağını birazcık hızlı bir şekilde kapatmış olabilirim...

Her neyse tekrardan tezgaha giderek çekmeceden bir kaşık çıkararak yemeğimi hızlı bir şekilde yemeye başladım.

Ama ne yemek yemek... En son lokmamla beraber öksürmeye başlayarak kendime gelmeye çalıştım.

En son sonunda kendime gelmeye başararak derin bir şekilde iç çekerek üst dolaptan bir bardak çıkararak kendime su doldurarak içmeye başladım.

Bardağı bitirince tezgâhın üstüne koyarak, mutfaktan ayrılarak kendi odama geçtim.

Oradan gardropun kapağını açarak kendime kıyafet seçmeye başladım.

En son kendime bol paça kot pantolon, bol beyaz tişört ve son olarak da, kendime gri bir ceket alarak kombinimi karar kıldım.

Çantamı açıp gerekli olan kitap ve defterleri koyunca çantamı kapatıp evden çıkmak için hazırlanmaya başladım.

Kapıyı açmadan önce hemen evin anahtarını alıp kapıyı açınca kapının yanında şemsiyem ve spor ayakkabılarım vardı.

Hemen elime siyah spor ayakkabı alıp giyince şemsiyemi alıp, dış kapıyı kapatıp kilitleyince merdivenlerden inmeye başladım.

Merdivenlerden inerken çantamdan kulaklığımı çıkarıp telefonuma bağlayınca müzik uygulamasından rastgele müzik açıp dinlemeye başladım.

O sırada binadan çıkmaya yakın şemsiyemi açıp doğruca kütüphaneye gitmeye başladım.

***

Kütüphanede hem müzik dinliyor hemde matematikten geometri sorularını çözmeye çalışıyorum... Ama olmuyordu ki bir türlü bu konularda kafam basmıyor.

Üçüncü soruya baktığımda bunun denklem olduğunu anlayıp denklemi kurarak ezber şeklinde denklemi çözerek soruyu yarılamıştım.

Oda bir kenarın olduğuna göre soru bitmişti sadece yüz seksen derece ile çıkarıp sonucu bulmaktı, ve sonuç altmış dokuzdu.

Güneş yavaştan batmaya başlayınca defterlerimi ve kitaplarımı çantamın içine yerleştirip kütüphaneden çıkmak için hazırdım.

Ayağa kalkıp tam çıkacakken telefonum çalmaya başlamıştı arayan annem olduğu görerek içimden sonra ararım diyerek aramayı reddettim.

Kütüphaneden çıkarken bende telefonuma geziniyordum. En son arkadaşlarımla kurduğumuz gruba baktığımda neredeyse iki yüze kadar mesaj attıklarını gördüm.

Mesajı tıklayarak eve ulaşıncaya kadar mesajlarını okumaya başladım.

Eve vardığımda hala mesajları okumaya devam ediyordum. Geometriden iki üç tane soru bulduğumda sevinmiştim.

Şimdi kendime akşam yemeği yapmak için ne yapacağımı bulma vakti gelmişti. Ama canım da birşey çekmiyordu, en son bende odama kapanarak tekrardan derslerimi çalışmaya ve ödevlerimi yapmaya başladım...

***

Evet akşam saatinde bitmek bilmeyen ödevimi tamamlamaya çalışıyorum...

Ama ne ödevi?

Tabikide geometri! Tanrı aşkına neden matematik dersi var? Sorular o kadar çok zor ki... Yirmi sorusunun yarısını boş bıraktım, diğer soruları ya arkadaşlarımdan ya da bir şekilde internetten bulmaya çalışıyordum!

Ama internetten de birşey çıkmıyor ki...

Bende artık şuanlık sinirden soru kağıdını kaldırıp çantama koydum. Ve telefonumu açıp yarın ki ders programına bakmaya koyuldum.

İki ders Japon Dili,

İki ders Bilim,

Ve son olarak iki ders Matematik.

Hangi derslerinin olduğunu öğrendiğimde ona göre kitaplarımı, defterlerimi ve kalemliğimi alıp çantama koydum.

Çantamın fermuarını kapatınca hazır uyumama zamanım varken ayağa kalkıp kitaplığıma kadar yürüdüm.

Kitaplığıma ulaşınca rastgele kitap seçip telefonumdan yarım saat alarm kurup ne telefonumu kapatıp yatağıma geçip kitabı okumaya başladım.

Alarm çalmaya başlayınca alarmı kapatıp kitabımı komodinin üstüne bırakıp tekrardan telefonumu elime alıp alarm kurulumu diye bakmaya başladım. Kurulu olduğunu öğrenince yatağıma uzanıp yorganı üstüme çekmeye başlayarak yavaşça yorganı üstüme çekmeye çalıştım.

Yorganı tam bana göre çekince yorganı bırakarak artık altı saatlik uykumu çekmek için uyumaya koyuldum.

***

Ve evet yine bugün her zamanki gibi saat 6.00 kalktım ve bugün yine sıkıcı bir gün olacağını düşünerek yataktan kalkıp elimi ve yüzümü yıkamak için odamdan çıkmadan kendi odamın içinde lavabo bulunuyordu. Ve bende kendi odamın içinde bulunan lavaboya girdim.

Lavaboda işlerimi hallettikten sonra tekrardan odama dönerek hemen okul kıyafetlerimi giymeye başladım. Okul kıyafetim siyah beyaz olduğu için siyah kısım güneşe değdiği için yerleri çok kötü yakıyor ve yakmaya devam ediyordu.

Her neyse okul kıyafetimi giydikten sonra son bir kez kontrol amaçlı olarak çantamı kontrol ettim. Her şey yerli yerinde olunca çantamı alıp evden çıkmak için hazırlanmaya başladım.

Daha sonra telefonum çalmaya başlayınca telefonumu elime alıp arayan kişiye bakmaya başladım, arayan kişi annemdi. Babamla annem iş için uzun zamandır yurt dışındalar... Ve bende bu evde yalnız başıma kalıyorum. Ama ara sıra yakın arkadaşlarımda bu evde kalıyorlar.

Daha sonra arama kapanmasın diye aramanın tuşunu yeşile basıp annemle konuşmaya başladım.

"Günaydın," dedi annem.

"Günaydın," dedim bende...

"Nasılsın tatlım uzun zaman oldu bizi aramayalı?"

"Anne biliyorsun hem okul hem ders derken... Zaten başımı kitaplardan dolayı kaldıramıyorum ki..." diyerek yalandan isyan etmeye başladım. Aslında evet derslerimi çalışıyorum fakat o kadar değil yani.

"Merak etme, hem o kadar isyan etmeye hiç gerek yoktu. Bunlar senin işlerin zaten... Hem sen iş sahibi olunca bütün bunları başardığın için kendinle gurur duyacaksın tatlım."

"Eminim öyle olur fakat benim şimdi çıkmam lazım ve telefonu kapatmam lazım." diyerek evin kapısını açtım.

"Tamamdır tatlım iyi dersler." diyerek telefonu kapattı.

Klasik annemle konuşmalarımız işte...

Ailem genelde sık sık seyahate çıkıyorlar ve ben genelde ya anne tarafında yada baba tarafında kalırdım...

Ta ki ortaokula geçinceye kadar...

Şimdi ise bazen arkadaşlarımla kalıyorum yada arkadaşlarım benim evime gelip onlar kalıyor.

Uzun lafın kısası... Bende evin kapısını kilitleyerek merdivenlerden hızlı bir şekilde inerek dışarıya çıktım.

Yürümeye başlayınca binadan yavaşça uzaklaşmaya başladım. Telefonuma art arda bildirimler geliyor ve bende yavaş yavaş yürüyerek belki arkadaşlarım okulda karşılaşırız diye böyle şeyler yapıyorum.

Yoksa aksi takdirde ben onları beklemeye koyuluyorum... Ve bende onları bekleye bekleye güneşin altında her gün eriyorum.

Artık bildirim sesine daha fazla katlanamayacağımdan dolayı ufak bir sinirle telefonumu çıkardım. İlk başta saate bakarak kaç olduğunu öğrendim. Saat 6.45 geçiyordu.

Yani buda demek oluyor ki, daha derslerin başlamasına epey bir vakit var demek oluyor. Daha sonra telefonumdan mesaj kısmına girdiğim zamanda mesaj atanların en yakın arkadaşlarımla kurduğum gruptu.

Grupta çok fazla aktif olamasamda yine ara sıre mesaj atar onlarla sohbet etmeye koyulurum.

Bende onlara artık mesaj atmaya başladım.

話を​​​​中断して申し訳ありませんが、少し早めに学校に来ませんか?(Hanashi o chūdan shite mōshiwakearimasenga, sukoshi hayameni gakkō ni kimasen ka?)

​​​​​​Lafınızı böldüğüm için kusura bakmayın ama şu okula erken mi gelseniz?

Diyerek yazdığım mesajı gönderdim. Grubun çoğunluğu attığım mesajı gördü ve sadece "tamam geç kalmayız" tarzında mesaj attılar.

Artık okula geldik yani yine söylediğim gibi bugün yine her zamanki gibi sıkıcı geçecek, aman ne güzel... Aslında etrafımdan duyduğum kadarıyla bugün yeni birkaç öğrenci gelecek diyorlardı ama... Neyse zaten okulda görüceğiz. Bizimkiler okula geldi mi diye telefonumu cebimden çıkarıp telefonumu açıp bakmaya başladım. Peki ya telefonumu kimler yazmış?

Tabikide yazan kimsecikler yoktu. Bende oflayarak telefonumu kapatıp eski yerine koydum. Ve sırtımı kocaman bir ağaca yaslayıp arkadaşlarımı beklemeye başladım...

Her neyse... Peki şimdi ben burda yarım saattir ne yapıyorum?

Burda hala mal gibi ayakta sırtımı kocaman ağaca yaslamış bir şekilde arkadaşlarımın gelmesini bekliyorum! Onları her zaman uyarıyorum tam vaktinde gelin diye ama beni dinleyen kim?

Daha sonra üstüme bir gölge düştüğünü görerek başımı yukarıya kaldırmak zorunda kaldım. Ve evet şuan karşımda duran neredeyse iki metre boyunda Kaiyo ile gözlerimiz birbirne değmiş birbirimize bakmaya başladık.

Kaiyo Kimura; dediğim gibi boyu neredeyse iki metre boyu olan çocuk, beyaz saçlı kehribar göz rengi ve okulumuzun öğrenci konseyi kulübüne katılmış kişi. Onunla okulun ilk gününde tanışmış ve şu ana kadar tek bir kavgamız olmadan en iyi arkadaşım olduğunu söyleyebilirim.

Bana sırıtarak bakıyordu ve en son konuşmayı hatırlamış gibi ilk o konuşmaya başladı.

"Günaydın,"

"Günaydın yine erkencisin." aslında bu onun görevi öğrenci konseyi katılan öğrenciler ilk bu okula gelip sabahın köründe görev yapmaya başlıyorlar.

"Öğrenci konseyinde olduğumu biliyorsun İsha Nakano. Ve ayrıca bugün yeni bir öğrenci konseyi gelecekmiş başka okuldan."

"Soyadımı söylemesen ölür müsün?" iç çekerek konuşmaya başladı.

"İsha biliyorsun şuan okuldayız ve senin ismini böyle söylemem gerekiyor... Yoksa biliyorsun ben en yakın arkadaşıma böyle şeyler demem bilirsin." Kaiyo konuşmasını bitirinceye kadar bende başımı onaylar şekilde başımı sallayıp durdum.

"Her neyse normalde bu okula hemen yeni gelenler öyle hemen hemen öğrenci konseyine giremez öyle değil mi?"

"Evet evet aslında dediğin gibi, ama dilekçe yazıp müdüre teslim etmiş ve müdürde bize emir verdi işte." bende anlaşıldı şekilde başımı salladım.

Aslında benim ismim İsha değil... Benim asıl ismim Shisha Nakano. Bilirsiniz Japonya'da shi dediğiniz zaman ya dört anlamına yada ölüm anlamına gelir, ve Japonya'da nereye giderseniz gidin bazı yerlerde dört rakamı yoktur. Ben aslında kendi ismimden nefret ederim hatta bir ara değiştirmeye kalkıştım fakat ailem izin vermedi...

Ben Kaiyo ile konuşmaya devam ederken Kaiyo tam benim söylediğim soruya cevaplayacakken bizim aramıza İzel girdi.

おはよう(ohayō)

Günaydın

"Günaydın." dedik ikimizde.

Evet İzel bir Türk kızıydı. Kendisi saçı sarı ama neredeyse beyaza yakın bir renkti. Göz rengi çok güzel... Okyanusa bakar gibi gözlerine bakardım. Buraya gelme sebebi ise birisini öldürüp hapise girmesi. Bana olayı anlatınca o zamandan beri ona haklı olduğunu düşünmüştüm ve evet, hala da haklı olduğunu düşünüyorum.

İzel bize günaydın dedikten bizde ona günaydın dedik. Daha sonra Kaiyo'nun telefonu çalınca bizden uzaklaşarak telefondaki kişiyle konuşmaya başladı. Bende İzel'le beraber okula doğru yürümeye başladık.

Okulun bahçesine girer girmez uzun süredir sessizliğini koruyan İzel konuşmaya başladı.

"Sessizsin?"

"Beni bilirsin karşımdaki kişi konuşmazsa bende asla ağzımdan bıçak açmam... Bu arada sizin orda öyle söylüyorlardı değil mi?" bazen Türkiye'de söylenilen kelimeleri hafızamda ister istemez tutuyordum. Çünkü bazı kelimeler akılda kalıcı şekilde olurken bazı kelimeler ise, ister istemez hoşuna gidiyor çünkü ilk başta çok tuhaf geliyor ama sonra ne demek istediğini öğrenince hoşuma gidiyor.

"Evet bizim ora genelde öyle söylerler ama sende artık konuşkan ol, yoksa bu gidişle yine yalnız kalacaksın." İzel yine bana hayat tavsiyesi verdikten sonra ikimizin telefonumuzun bildirim sesi geldi.

Gelen mesaj okulun açtığı gruptandı. Genelde öğrenci konseyinden başkan mesaj atardı insanlar konuşurdu. Bu seferlik mesaj atan kişi erkeklerden Sasuke idi. Sasuke ilk başlarda erkeklerin zorba grubunda takılıyordu. Aslında ara sıra yine onların yanına gidiyor. İnsanları zorbalıyorlardı.

Telefonu cebimden çıkarıp telefonumu şifresini girip mesaj uygulamasını girdim ve tabi mesajda bir değil iki tane vardı.

今日は新生徒会も新入生歓迎も兼ねて会議室にお越しください。(Kyō wa shin seito-kai mo shin'nyūsei kangei mo kanete kaigijitsu ni okoshi kudasai.)

Bugün hem yeni gelen öğrenci konseyi için hemde yeni gelen öğrenciler için derhal konferans salonuna gelin.

Gerçekten mi sırf yeni öğrenciler geldi diye niye konferans salonuna gidiyoruz ki? Gerçekten Japonya'da öğrenci konseyi kalkması gerekiyor...

Herneyse hızlı bir şekilde ikinci mesajı okumaya başladım.

ここからメッセージを送って腹を立てた場合は、喜んでグループから追い出します。その後、何か問題が発生した場合は、通知してくれる人を見つけるのに 2 分しかかかりません。(Koko kara messēji o okutte hara o tateta baai wa, yorokonde gurūpu kara oidashimasu. Sonogo, nanika mondai ga hassei shita baai wa, tsūchi shite kureru hito o mitsukeru no ni)

Ki buradan mesaj atacak olursanız sizi memnuniyetle gruptan atarak bir şey olduğu zaman, size haber veren kişileri bulmam iki dakikamı alır.

"Siz daha ne yapmayı çalışıyorsunuz?" evet bunu ilk soran İzel oldu. Ona baktığım sırada kaşlarını derince çatmış telefona bakıyordu.

"Orasını bilmem ama on beş dakika içerisinde orada olmazsak bize neler yapacağını sen düşün." diyerek konuyu hızlıca kapatarak ikimizde hızlıca okula girerek ayakkabılarımızı değiştirdik.

Genelde eğer geç kalınırsa veya biz birşey istedikleri yapmazsak bize ceza vermekten asla çekinmezler.

Hatta geçen gün bir kıza kırk dört tür koşu ve ardından tüm okulu kıza temizlettirdiler...

Bazı insanlar gerçekten çok cani...

Herneyse... daha sonra ikimizde hemen hızlıca sınıflarımıza dağıldık. Ben 3-1 sınıfına giderken İzel'de 2-1 sınıfa gidiyordu. Ben sınıfıma girip tam cam kenarı dördüncü sıraya çantamı koyduktan sonra sınıf arkadaşlarımdan birisi benim yanıma geldi.

"İsha sana birşey sorabilir miyim?" bu kız benim ismimi nerden biliyor?

Aptal onlar aynı senin gibi değil ki!

"T-tabi sorabilirsin," ilk başlarda kekeledim... Ama ne yapayım? İnsanlarla doğru dürüst konuşamıyorum ki...

"A japon dili hocası bize herhangi bir ödev verdi mi?"

"Hayır vermedi," yani öyle hatırlıyorum.

"Peki matematikten?"

"A evet ders kitabından sayfa otuz yediden kırk üçe kadar okuyup etkinlik olan yerleri defteri yazacağımızı söyledi." hadi bakalım istersen sen şimdi başlamaya koyulsan iyi olur.

"Anladım yardımların için teşekkür ederim (!)" diyerek yanımdan hızlı bir şekilde ayrıldı.

Bende daha fazla vakit kaybetmeden hızlıca sınıftan ayrıldım. Tam hızlıca İzel'in sınıfına girecekken bir erkekle çarpıştım.

Başımı yukarıya iyice kaldırırken çarpıştığım kişiyle bakışmaya başladık. Çarptığım kişi tabikide Kimura Kaiyo'ydu. Bana biraz daha dikkatli ol bakışını atarken bende tamam anladım şeklinde başımı salladım.

Daha sonra Kaiyo ağzını açarak konuşmaya başladı. "Hadi daha fazla geç kalmadan gidin, bizimkilerde zaten oradaymış," diyerek İzel'le beraber başımızı salladık.

İzel'le beraber konferans salonuna inerken Kaiyo'ydu arkamızda bırakarak ikimizde sohbet etmeye koyulduk.

"Madem öğrenciler geliyor o zaman neden konferans salonuna iniyoruz ki? Zaten okulda göreceğiz." ne dediğini hiç anlamadım, sanırım İzel türkçe konuştu ondandır.

"İzel yanlış anlama ama dediklerini tam olarak hiç anlayamadım..." diyerek İzel'in o güzel gözlerine bakmaya başladım.

Daha sonra İzel "ah benim salak kafam" manasında sol elini kaldırarak alın kısmını vurdu. Daha sonra bana dönerek japonca konuşmaya başladı.

"Kusura bakma türkçe konuştuğumun farkında değildim... Dedim ki 'madem öğrenciler geliyor o zaman neden konferans salonuna iniyoruz ki? Zaten okulda görüceğiz' demiştim. Ama yinede kusura bakma bir an anlık olarak türkçe konuşmuşum," demek İzel türkçe olarak bunları söylemişti.

Belki de yaz tatilinde bende türkçe öğrenmeliydim. Çünkü İzel türkçeyi çok güzel konuşuyor. Bazen türkçe konuşarak kendini hayran bile bırakabiliyordu.

"Evet evet haklısın ama madem bu okulda müdür var neden okulu öğrenci konseyi yönetiyor ki?" diye bir soru yönelttim.

"Bilmiyorum eğer belki sana bin kere söylemiş olabilirim, Türkiye'de öğrenci konseyi diye birşey yok," dedikten sonra sözünü keserek hemen hızlıca konuşmaya başladım.

"E ne güzel işte daha ne istiyorsunuz ki? Hem zorbalanmıyorsunuz hemde istediğiniz herşey yapabilirsiniz." dedikten sonra İzel' de kaşlarını hafif çatıp konuştuğu yerden devam etti.

"Siz öyle diyorsunuz ama Türkiye hepsinden beter. Yine en azından buranın eğitim sistemi baya iyi." kaşlarımı hafif çatarak sorgulamaya başladım. Nasıl yani Türkiye'de ne yapıyorlardı ki? Yani en fazla ne yapabilir ki?

Acaba kaç dersten kalabiliyorlar dı?

Acaba Türkiye'nin okul forması nasıl?

Acaba Türkiye'nin sınav sistemi nasıl?

Türkiye'nin eğitim sistemi nasıl?

Acaba Türkiye'de Milli Eğitim Bakanı kim?..

Daha sonra kafamı yormamaya karar kılarak konuyu kapatmak için konuşmaya başladım.

"Aman neyse hadi şu konuyu kapatalım... Ah bizimkilerde buradalar." diyerek onların yanına adımlamaya başladık.

Bizi ilk gören Sakura oldu.

"A selam hoşgeldiniz bizde sizi bekliyorduk."

Sakura Kawano; kendisi simsiyah saçıyla gri göz renginde boyu tam olarak bir metre altmış sekiz santimde, koşuyu çok seven ve atletizm sporuna giden kız, aynı şekilde Sakura Kawano ile aynı sınıftayız. Sakura'nın annesi antrenör olduğu için spora baya bir hakim oluyor.

Benden önce İzel önce davranarak, "Hoşbulduk ama keşke önceden haber verseydiniz daha iyi olurdu." diyerek alttan alttan laf sokmaya çalışıyordu.

Daha sonra sonra Renjiro aramıza girerek konuşmaya başladı.

"Vay be sonunda gelebildiniz... Bu arada hoşgeldiniz,"

Renjiro Sakai; göz rengi açık kahverengi, gri saç rengi, boyu bir seksene yakın okulumuzun bilgisayar oyuncusu olarak bilinir. Onunla Kaiyo sayesinde tanıştık. Onunla her konuştuğumuz zaman illa hep oyundan da bahsedip duruyoruz.

Normalde boynunda hep kulaklık olurdu fakat bu sefer takmamış boynu boş kalmış...

"Hoşbulduk ama keşke haber verseydiniz, sizin yüzünüze yarım saattir ayakta sizi bekledim." bu sefer İzel'den önce ben konuştum.

"A benim telefonumun şarjı bitti o yüzden ben arayamadım." vay be Renjiro'nun telefonunun şarjı bitmiş.

Ben burada birisini öldürsem inanırım fakat Renjiro'nun telefonunun şarjını bitmesine inanmam.

"Ben seni hiç görmedim ki. Sahi siz neredeydiniz?" Sakura bize böyle bir soru yöneltti.

"Nasıl yani siz Kaiyo'u da mı görmediniz hiç?" Kaiyo'yu görmemekeri imkansıza yakın adamın boyu iki metre yani.

"Yok onu gördük ama telefonda birisiyle konuşuyordu." bu sefer konuşan Renjiro oldu.

"Hmm anladım. Herneyse konuyu fazla uzatmayalım. Öğrenci konseyleri de çıktı işte." Sahneye baktığımda kürsiyeye çıkan kişi Kaiyo olduğunu gördüm.

Kaiyo bize doğru baktığı sırada dudaklarının kenarı kıvrılarak bize gözlerini kırparak selamlarını iletti.

Beş kız ve dört erkek olmak üzere toplam dokuz tane öğrenci konseyi var. Yeni gelen birlikte toplam on kişi olacak.

Hepimiz sırayla oturarak konuşmanın yapılmasını bekliyorduk. Benim sağ tarafımda Sakura vardı, sol tarafımda ise İzel vardı. İzel'in yanında Renjiro oturdu. Daha sonra Sasuke kürsiyeye çıkarak biraz daha beklememizi biz beklememiz ardından konuşmayı öyle yapacaklarını duyurdu.

E biz o zaman niye burada mal gibi oturup bekliyoruz ki?

İnsanlar gerçekten değişik... Gerçekten.

Birkaç dakikadır oturuyorduk. Daha sonra Kaiyo birkaç şeyler dedikten sonra merdivenlerden tam inecekken "başımı çarpmayayım" manasında başını baya bir eğilerek öyle inebildi.

Boyu bu kadar uzun olunca normal tabi!

Daha sonra bizim yanımıza gelerek başını aşağıya doğru eğerek yukardan bize bakmaya başladı.

Ben hariç diğerleri Kaiyo ile konuşurken ben Kaiyo'nun arkasındaki kıza bakıyordum, eğer ismini yanlış hatırlamıyorsam ismi Taketa Mizuki idi.

Kaiyo'ya neredeyse birkaç dakikadır bakıp duruyordu.

Bence Mizuki Taketa Kaiyo'dan hoşlanıyor.

Normalde öğrenci konseyi birbirlerine bakarak pek konuşmazlar, ama Kaiyo ve Taketa ikisi iyi bir şekilde konuşuyorlar.

Sol tarafa baktığımda İzel Kaiyo ile konuşurken Renjiro yine başını telefona gömmüş oyun oynuyordu.

"Bu salak yine ne oynuyor?" diyerek bıkkınca soru sordum. Hayır yani konuşmanın ne zaman yapılacağı belli değil iken niye oyun oynuyor ki?

"Renjiro başkan seni bu halde görürse neler olacağını düşünsen iyi olabilir," diyerek uyardı Kaiyo.

"Ya bir durun şu canavarı bir öldüreyim söz hemen telefonumu kapatacağım." bunun telefonunun şarjı bitmemiş miydi ya? Ne ara şarja koyup oynayabiliyor ki?

"Oğlum senin telefonunun şarjı bitmemiş miydi ne ara şarja koyup oynamaya başladın?" İzel'de aynı benim düşündüğüm şekilde Renjiro'ya soru sordu,

"Bir oyuncunun telefonunun her zaman şarja koyacağı bir sırrı var... Lan sakın Kazuha'mı öldürmeye kalkışma ben daha onun seviyesini yükselteceğim sakın!" diyerek hem İzel'in sorusunu yanıtlamış hemde oyununa karakteri laf etmiş oldu.

"Tamam bu yine Genshin oynuyor." Sakura rahat bir şekilde Renjiro'nun oynadığı oyuna cevap vererek bende hafiften kıkırdamaya başladım.

"Tamam telefonunu kapatta sonra beraber oynarız. Bak söz veriyorum o düşmanı beraber öldürürüz." Kaiyo bunları söylerken hem sırıtıyordu hemde onun oynadığı oyuna uzaktan bir kontrol ediyordu.

"Ya zaten çok az canı kaldı... Heh sonunda öldürebildim," diyerek rahatlamış bir şekilde telefonunu kapatarak bize döndü. " E millet N'aber?" ben gülmeye başlayınca İzel'de burnundan güldü, Sakura ise gözlerini devirerek karşılık vermiş oldu. Kaiyo ise yune aynı sırıtma ile hepimiz Renjiro'ya bakıyorduk.

"Biz iyiyizde asıl sana sormalı ya canavarı öldürdükten sonra sanki bir dünya yazı yazıp bitirmişsin gibi bir halin vardı." Sakura bunları söylerken Renjiro'da gözlerini devirerek Sakura'ya laf atmaya başladı.

"E tabi kızım Kazuha'nın seviyesini yükseltmem için onun canavarını öldürdüm. Hem onun canavarını öldürmek için baya bir vakit gerekiyor." Sakura yine gözlerini devirince İzel bu oyuna merak etmeye başladı.

HADİ CANIM SENDE Mİ?

"Ya neden vakit gerekiyor ki?" İzel'in sorusunu Renjiro yerine Kaiyo cevaplamaya başladı.

"Çünkü İzel'cim Kazuha'nın canavarını öldürmek için savaşmamız gerekiyor." Sakura Kaiyo'nun lafını bölerek konuşmaya başladı.

"Hadi canım sen ciddi olamazsın! Sen öyle diyince yeni bir bilgi elde etmiş oldum çok sağol." diyerek Kaiyo'ya dalga geçmiş oldu.

An itibariyle Sakura kendi canını okumuş oluyor iyi seyirler...

Kaiyo gözlerini devirerek İzel'in sorusunu kaldığı yerden devam etti." Ve evet savaştığımız için bizede saldırıyor fakat bize ağır yani büyük darbe veriyor, Renjiro'ya da bu yüzden beraber oynayalım diyerek teklif etmiş oldum." İzel başını sallayarak anladığını belirtmiş oldu.

Kaiyo gözlerini Sakura'ya çevirerek ona yine her zamanki gibi yapmayacağı şeyi yine tehdit etmeye başladı.

"Ve Sakura sana gelince sırf benimle dalga geçtin diye sana bu okulu tek başına temizlettiririm haberin olsun." sesini otoriter kullanarak Sakura'ya korkutmaya çalıştı.

Ama Sakura yine her zamanki gibi Kaiyo'ya gülümsüyordu.

"Ya ama Kaiyo'cum sen bana öyle diyorsun ama hep laf bir kere bile icraat olmadı bari bir insanı gözünü korkatacak şekilde tehdit et." diyerek Kaiyo'ya meydan okumuş oldu. Kaiyo tek kaşını kaldırarak 'öyle olsun' işareti yaptı.

"Öyle mi Sakura Kawano? İyi o zaman bugün öğleden sonra yani saat üçte bu okulu tek başına sen temizleyeceksin." diyerek kollarını birleştirerek ve tek kaşıyla bütün yakışıklılığıyla herkese sergilemeye başladı.

Ben ise şaşırmaya başladım.

"Sen ciddi olamazsın?(!)" Sakura kaşlarını kaldırarak ve gözlerini büyüterek direkman Kaiyo'ya bakıyordu.

Kaiyo ise tek kaşını indirerek başını biraz sağa yatırarak "bunu sen istedin." bakışını atarak Sakura'ya biraz daha sinirlendirmeye çalıştı,

İşe yaradı da,

Hatta tam ayağa kalkıp Kaiyo'ya bağıracakken öğrenci konseyi tekrardan eski yerlerine yer aldılar fakat tek bir farkla Kaiyo bizim yanımızdaydı.

Tabi, Mizuki Taketa Kaiyo'yu çağırmayı da ihmal etmedi.

Kaiyo bizim yanımıza ayrılmadan bizimle vedalaştıktan sonra tekrardan sahneye çıkmak için yine başını iyice eğmek zorunda kaldı.

Mizuki Taketa'yı Kaiyo'yu çıkarken izlemeniz gerekiyor...

Eğer normal öğrenci olsaydı... Neyse kendimi küfür etmeme dair yemin etmiştim, o yeminimi tutmak zorundayım...

Ama öğrenci konseyine katıldığı için kimse tek bir kelime etmiyor, daha doğrusu edemiyorlardı. Yoksa herkesin bu duruma farkında olduğunu düşünüyorum.

Umarım öyledir.

Sasuke sonunda konuşmayı yapmak için kürsiyeye çıktı.

Sol gözünde siyah göz bandajı vardı, ve tabikide hepimizden iğrenerek bakıyordu.

Sanki kendi orada bir halta yarıyor da!

"Evet herkese günaydın!"

Aramızda birkaç kişi hariç hepimiz günaydın dediler.

"Evet umuyorum ki bugün bizim okulumuza yepyeni öğrenciler geldi, ve yeni gelen öğrencilerin arasında bir tanesi de öğrenci konseyi olmak üzere toplam 5 yeni öğrenci gelmiştir."

E tamam onları hepimiz biliyoruz geç sen oraları...

"Ve ayriyeten yine konferans salonuna geç kalan olmuş... Onlara yine ceza vermekten çekinmeyeceğiz." bunları söyleyince acaba ne hissediyor?

Hayır yani sırf geç kaldılar diye niye ceza veriliyor ki?..

"Evet daha fazla uzatmadan yeni öğrenci konseyimizi tanıtacağız! Ve şimdi kürsiyeyi sayın Montaro Miura, sahneye çıkıyor!" herkes ona alkışlarla karşılık verirken bende ister istemez alkışlamak durumunda kalmıştım.

Daha sonra onu gördüm...

Montaro Miura'yı...

O kadar çok yakışıklıydı ki...

Sahneye çıkarken ilk olarak gözlerine baktığımda o kadar güzeller ki... Göz rengi sanki... Amazon yeşiline benziyordu...

Hele ki saçları...

Saçları... Nasıl anlatayım? Gece mavisinin bir iki daha koyu tona benziyordu... Ama bu ona o kadar çok yakışıyor ki...

Boyu ise bir metre doksan santim varla yok arasında...

Sahneye çıktığında herkese bir göz gezdirmişti. Daha sonra bana da bir bakmıştı, ama nedense bana bakarken hafiften kaşlarını çatmıştı.

A doğru benim saç, göz ve kirpik renkleri,

Benim saç rengim bakırdı, göz rengim ise pembe... Ama kirpiklerim pigmentlerden kaynaklı kirpiklerim beyaz kaldı...

Daha sonra gözlerini benden zar zor ayırarak son kez insanları izlemeye koyuldu...

Ve artık vakti geldiğini düşünerek konuşmaya koyuldu.

*

*

*

*

Evet herkese selam!

Birinci bölüm hakkında düşünceleriniz neler?

Ana karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yan karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu arada oy vermeyi ve yorum yaparsanız sevinirim :)

İkinci bölüme kadar sağlıcakla kalın ve Allah'a emanet olun :)

Loading...
0%