
Hazan, neşeyle kahvaltı hazırlarken tabakları masaya koyduğunda mutfakta tuhaf bir enerji dolaşıyordu. İçinde tanımlayamadığı, sanki bir yerlerden fısıldayan bir mutluluk vardı. Nedenini bilmiyordu; belki de bilmek istemiyordu. Tabakları yerleştirirken bir anlığına pencereye göz attı. Güneşin ışıkları, dışarıdaki eski ceviz ağacının yapraklarının arasından sızarken tuhaf bir titreşim yarattı. Sanki ağaç ona bir şey fısıldamış gibi...
Her şey hazır olduğunda ailesi mutfağa geldi. Annesinin bakışları yine birer buz parçası gibiydi. Hazan, o bakışları görmezden gelerek gülümsedi. Ancak annesinin ses tonu, tüm huzurunu kaçırdı "Hazırlaya hazırlaya bunları mı hazırladın?"
Hazan, derin bir nefes aldı. Biliyordu, ne yaparsa yapsın annesi memnun olmayacaktı. Yine de babası, neşeli bir şekilde durumu kurtarmaya çalıştı:
"Ellerine sağlık, güzel kızım," dedi, sesi kucaklayıcı bir sıcaklık taşıyordu.
Hazan, teşekkür ederek masanın etrafında dolaşırken, bir anda başı döner gibi oldu. Gözleri boşluğa takıldı; ışık garip bir şekilde dalgalanıyordu. Ama kendine çabucak geldi ve konuşmaya devam etti. Fakat annesinin keskin sesi bir kez daha her şeyi bozdu:
"Koskoca kız oldun, bu çocukça hareketlerden vazgeç!"
Bu sözler Hazan'ın yüreğini acıttı. Annesinin gözleri sanki içindeki o saf çocuğu öldürmeye ant içmiş gibiydi. Oysa o çocuğu yaşatmaya çalışmak değil miydi hayatın anlamı? Yutkundu ve sessizce masadan kalktı. Yaşlı adam sinirine engel olamayarak
"Yeter hanım! Kız ne güzel günü güzelleştirmeye çalışıyor, biraz saygın olsun!"
Hazan odasına çekildiğinde, dizlerini kendine doğru çekerek pencereye yöneldi. Gözleri, dışarıdaki ceviz ağacında bir hareket yakaladı. Yaprakların arasında bir gölge dans ediyordu, ama bu gölge insana ya da herhangi bir yaratığa ait değildi. Kalbinin atışı hızlandı. Bu sırada mutfaktan babası ve annesinin tartışma sesleri geliyordu.
"Bu kıza böyle davranmayı bırak!" dedi babası sertçe.
"Saf o, Barış! İnsanlara çabuk kanıyor. Ya bir gün gerçeği öğrenip intikam almak isterse? O zaman nasıl o öfkeyle baş edeceğiz?"
Hazan, annesinin sözlerini duyunca titredi. Gözleri tekrar ağaca kaydı. O an, gölgenin ona baktığını hissetti. Sanki ağacın derinliklerinden bir şey çağırıyordu, umursamadı.
Yaşlı kadın, niyetinin kötü olmadığını gösterse de davranışları Hazan'ın kalbini yaralıyordu. Hazan, annesinin sevgisizliğini derinden hissediyor, umursanmadığını düşünüyordu. Babası Barış Bey, kızının yanına gitmek için kapısını çaldığında, Hazan hemen gelmesini istedi. Barış Bey, odaya girip yanına oturduğunda
"Nasılsın, küçük sincap?" diye sordu babası. Hazan iç çekti. Babası durumu anlamıştı. Kızının omzuna hafifçe dokunarak konuştu:
"Küçük sincabım, annen her zaman senin iyiliğini istiyor. Sevgisini tam olarak gösteremese bile o seni çok seviyor. Bunu sakın unutma, tamam mı? Bazen söylediklerini duymamış gibi yapman en iyisi."
Hazan hüzünle karşılık verdi:
"Bazen öyle laflar ediyor ki, baba... Canımı acıtıyor. Eğer sizin yanınızda, sevdiğim insanların yanında çocuk gibi olamayacaksam, nerede olacağım ki?"
Barış Bey, kızının bu sözlerinde haklı olduğunu biliyordu. İnsan, sevdiği kişilerin yanında içindeki çocuğu yaşatmalıydı. Bir süre konuştuktan sonra Barış Bey odadan ayrıldı. Hazan, pencerenin kenarına başını yasladı ve gökyüzünü izlemeye başladı. Ancak fark etmediği bir şey vardı; onu izleyen bir gölge, pencerenin dışında gizlice duruyordu.
Birden, bacadan sessizce içeri atlayan uzun boylu bir adam odada belirdi. Hazan çığlık atacakken, adam hızla elini ağzına kapadı.
"Sakin ol," dedi alçak bir sesle. "Ses çıkarmazsan, elimi çekerim."
Hazan, korkuyla başını salladı. Bu gördüğü iblisti elini çeker çekmez alaycı bir şekilde konuştu:
"Naber, cüce?"
Hazan, şaşkınlık ve öfke içinde omzuna vurdu:
"Ödümü kopardınız! Siz... O kartal kılıklı yaratık değil misiniz?"
Adam hafifçe güldü ve bilgisayar masasının sandalyesine oturdu. Sonra, Hazan'ın yanına yaklaşıp gözlerinin içine baktı.
"Evet, o kartal kılıklı yaratık benim," dedi sakin bir şekilde. "Ama önce şu 'siz'li biz'li konuşmaları bırakalım, cüce."
Hazan, adamın kendisine sürekli "cüce" demesine sinir oluyordu. Öfkeyle karşılık verdi:
"Bana cüce demeyi bırak!"
Dusan, gülümseyerek ayağa kalktı. Uzun, siyah saçları ve derin, karanlık gözleri odada tuhaf bir hava yaratıyordu. Teninin kumral tonu ve kaslı yapısı, Hazan'ı hem korkutuyor hem de meraklandırıyordu. Dusan, genç kıza doğru eğildi:
"Hayat garip, cüce. Nereden çıktın karşıma."
Hazan, bu tuhaf adamın ne demek istediğini anlamaya çalışırken gözleri, boynundaki yara izine takıldı. Elini uzatıp dokunmak istediğinde, Dusan hızlıca bileğini kavradı.
"Yaran derin görünüyor," dedi Hazan. "Mikrop kapabilir."
Dusan, kısık bir sesle cevap verdi:
"O kadar uzun boylu değil, cüce. Ben hallederim."
Ancak Hazan dinlemedi ve elini yaranın üzerine koydu. Bir anda, dokunduğu yerde bir enerji dalgası yayıldı. Dusan, şaşkınlıkla Hazan'ın eline baktı. Yara, saniyeler içinde iyileşti. Hazan, parmak uçlarında bir elektrik hissederek elini çekti.
"Bu... Bu nasıl oldu?" diye fısıldadı Hazan.
Tam o sırada annesi seslendi:
"Hazan! Filiz geldi, seni bekliyor!"
Hazan panikle Dusan'ı kapının arkasına sakladığında Annesi odaya girdiğinde sakin olmaya çalışarak, "Kulaklık vardı kulağımda, o yüzden duymadım," dedi.
Annesi birkaç şey söyledikten sonra odayı terk etti. Dusan, kapıyı hızla kapattı ve Hazan'a döndü:
"Gitme! Orası tehlikeli."
Hazan, şaşkınlıkla ona baktı:
"Tehlikeli mi? Sen kim oluyorsun da bana ne yapacağımı söylüyorsun? Hem sen nereden biliyorsun?"
Dusan'ın gözleri derin bir kararlılıkla parladı. "Senin bilmediğin şeyler var, cüce. Seni korumak zorundayım."
Hazan, bu garip ve gizemli adamın söylediklerine inanıp inanmayacağını bilmiyordu. Ancak içindeki bir his, onun sıradan biri olmadığını söylüyordu.
"Sebep? Hem beni takip ediyorsun, hem yanıma geliyorsun, üstüne üstlük gitmemem için bana emir veriyorsun! Kimsin sen? Dün bir, bugün iki?"
Hazan'ın sesi öfke ve korkuyla yükseldi. Dusan, aniden genç kızın belinden tutup kendine doğru çekti. Göz göze geldiklerinde aralarındaki hava aniden yoğunlaştı. İkisinin de içinde tarif edemedikleri bir enerji dolaşıyordu. Hazan, iradesine rağmen elini yavaşça Dusan'ın yanağına uzattı ve dokundu. Dokunuşuyla birlikte bir titreşim hissetti; bir ileri bir geri gidiyormuş gibi bir duyguya kapıldı. Hızla geri çekildiğinde, sendeleyerek yatağının kenarına oturdu.
Dusan, şaşkın bir ifadeyle ona baktı. Pelerini savurarak diz çöktü ve Hazan'ın elini tutup gözlerinin içine bakmasını sağladı.
"Hazan, sakin ol, güzelim," dedi yumuşak ama derin bir ses tonuyla.
"Bana... bana ne oluyor?" Hazan'ın sesi korkuyla titriyordu. Çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu.
Dusan, bir eliyle genç kızın kalbine dokundu, diğer eliyle avucunu kavradı. Mırıltılarla eski bir dilde birkaç sözcük söyledi. Hazan, içindeki korkunun ve karmaşanın yavaşça dağıldığını hissetti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
"İyi misin?" diye sordu Dusan, gözlerini açan Hazan'a.
Hazan başını hafifçe salladı. "Çok tuhaftı... Gözlerimin önünde beliren simalar vardı. Tanımadığım yüzler... Çok korktum."
Dusan, genç kızın yanağına nazikçe dokundu. "Geçti, güzelim."
Hazan, aniden bir kahkaha attı. Dusan, ne olduğunu anlayamayıp kaşlarını kaldırdı.
"Bir iblis bana yardım etti! Bu... bu komik değil mi?" dedi Hazan gülerek.
Dusan, gülmemek için kendini zor tuttu ama gözlerinde hafif bir parlama belirdi. "Hey, iblisler de güler, cüce," dedi alaycı bir şekilde.
Ancak hemen ciddi bir tavır takındı ve otoriter bir ses tonuyla konuştu:
"Bugün o saçma korku evine gitmek yok, anlaşıldı mı?"
Hazan inatla başını hayır anlamında salladı. "Sana boyun eğecek değilim!"
Bu zıtlaşma aralarındaki dinamiği daha da karmaşık hale getirirken Dusan bir an için duraksadı. Sonunda, gitme vakti geldiğini fark etti. Hazan'ın gözlerinin içine bakarak alçak bir sesle fısıldadı:
"Dikkatli ol, Hazan. Her zaman yanında olacağım."
Pelerini omuzlarından savurup, aniden devasa kanatlarını açtı. Parlak, tüylerden oluşan kanatları odayı büyülü bir ışıkla doldurdu. Kanatlarının güçlü bir hareketiyle havalandığında, odada kalan tek şey hafif bir rüzgar ve Dusan'ın ardından bıraktığı gizemli hava oldu.
Hazan bir süre yerinden kıpırdayamadı. Ancak kapının aniden açılmasıyla irkildi. Filiz, neşeli bir şekilde içeri girip, "Hadi ama! Daha hazır değil misin?" diye çıkıştı.
Hazan, o anda Dusan'ın söylediklerini hatırladı: "Gitme, orası tehlikeli." Ancak Filiz'in ısrarlarına karşı koyamayarak, "Tamam, hazırlanıyorum," dedi.
Lacivert bir Jean ve uyumlu bir tişört giydikten sonra saçlarını açık bıraktı. Odaya esen hafif rüzgarın Dusan'dan geldiğini düşünerek pencereyi kapattı. Filiz'le birlikte evden çıkarken içinde garip bir huzursuzluk vardı.
Dışarıda Eren, Yalın ve Simay onları bekliyordu. Grupla selamlaşıp yürümeye başladılar. Ancak Hazan, her adımda daha da huzursuz hissediyordu.
"Gitmesek olmaz mı? Ya da önce bir kafeye otursak?" diye çekingen bir şekilde sordu.
Yalın, gülümseyerek koluna girdi. "Korkma, güzelim. Hem bu proje için önemli," dedi.
Hazan mecburen onlara katıldı. Ama tüm bu süre boyunca, her hareketini gizlice izleyen Dusan'ın gözleri, karanlık gölgelerin içinden hiç ayrılmadı. Uzun bir yürüyüşün ardından korku evine gelmişlerdi.
Korku evi, kasvetli bir tepenin zirvesine kurulmuş, zamana meydan okuyan gotik bir yapıydı. Siyah ve gri tonlarındaki taş duvarlar, sanki yılların karanlık hikâyelerini içinde saklıyor gibiydi. Çatısı, kılıç gibi sivri kulelerle sonlanıyordu; bazıları yosunla kaplanmış, bazıları ise kırılmış ve içinden kuru dallar fışkırmıştı. Büyük, demirden yapılmış ana kapı, yılların pasını ve çarpıklığını üzerinde taşıyor, girişe tehditkâr bir hava katıyordu. Pencerelerden dışarı taşan karanlık, içeride gizlenen sırları ele vermemeye yemin etmişti adeta.
Bahçesi ise en az evin kendisi kadar ürperticiydi. Kuru, eğri büğrü ağaç dalları, birer iskelet elini andırarak gökyüzüne doğru uzanıyordu. Toprağın üzerinde garip gölgeler dans ediyor, taş yol boyunca dizili eski fenerlerin loş ışığı, evin üzerine kısık bir uğursuzluk perdesi seriyordu. Uzaktan gelen hafif bir rüzgar, bozuk kapıları ve paslı rüzgar çanlarını inleten melodiler yaratıyordu. Bu ev, yalnızca cesareti olanların içeri girmesini bekleyen bir tür canlıymış gibi görünüyordu.
Korku evinin karanlık havasından Hazan'ın içindeki ürperti daha da büyüyordu. Dusan'ın uyarı dolu sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyordu: "Hazan, sakın gitme!" Ancak onun uyarılarını duymadan, arkadaşlarıyla birlikte adımını atmıştı bu uğursuz mekâna. Yalın'ın neşeli, alaycı ses tonu ortamın ciddiyetini kırmaya yetmese de: "Başlasın eğlence!" diyerek kapıdan içeri girdiği an, Hazan'ın kalbine yerleşen huzursuzluk daha da artmıştı.
Yetkililer tarafından karşılanıp her biri ayrı bir odaya yönlendirildiğinde, Hazan'ın içine bir şeylerin ters gittiğine dair güçlü bir his doğdu. Ama geç kalmıştı. Onu yönlendiren görevli, diğerlerinden farklı olarak derin bir sessizlikle yalnızca başını sallıyor, hiçbir açıklama yapmıyordu. Oda kapısı sert bir şekilde kapandığında Hazan istemsizce sıçradı.
Odanın içi, siyah ve kırmızının ürkütücü bir uyumuyla kaplanmıştı. Pencerelerden süzülen ışık bile boğuk ve kasvetliydi. Duvarlarda tuhaf semboller dans ediyor gibi duruyordu; kimisi bir yılanın kıvrımlı bedenine, kimisi de karmaşık ve anlam verilemez şekillere benziyordu. İçeriye bir adım daha attığında, karşısına simsiyah bir şeytana benzeyen biri çıktı. Yüzü görünmüyordu, ancak ellerindeki siyah eldivenler ve yaydığı uğursuz enerji Hazan'ı geri adım atmaya zorladı.
"Hoş geldin, küçük yılan," dedi şeytan, sesi derinden yankılanarak. "Bu kadar erken tanışacağımız aklımın ucundan geçmezdi."
Hazan'ın kalbi deli gibi çarparken, bilinçsizce geriye doğru çekildi. Ancak arkasındaki kapı şimdi kilitlenmişti. "Neler oluyor burada?" diye bağırmak istese de kelimeler ağzında düğümlendi.
"Korkma, zarar vermeyeceğim," dedi şeytan, sinsice bir kahkaha atarak. Ama bu sözler, Hazan'ın içindeki paniği daha da körükledi. Şeytan, elini hafifçe havaya kaldırdı ve odanın her bir köşesinde garip bir hareketlenme başladı. Zeminden yükselen gölgeler, canlanıp birer labirente dönüşüyormuş gibi dans ediyordu. Hazan kaçmaya başladı, ama her dönüşünde aynı yere varıyordu. Arkasında yankılanan kahkahalar onu daha da korkutuyordu.
Bir süre sonra odanın karanlığının Gölgeler geri çekildi ve yukarıdan siyah bir pelerinle bir kadın süzülerek indi. Kadının kırmızı eldivenleri ve siyah, abartılı derecede dekolteli elbisesi, üzerindeki otoriter havayı güçlendiriyordu. Kadın yere indiğinde, arkasından genç bir adam belirdi ve hemen önünde diz çöktü.
"Sevgili kraliçem," dedi adam saygıyla.
Kadının bakışları Hazan'a döndü. Onu baştan aşağı süzerken yüzündeki küçümseyici gülümseme genç kızın titremesine neden oldu. "Bu muymuş?" diye sordu, sesi zarif ama tehditkârdı.
Hazan şaşkınlıkla bir onlara, bir kendisine baktı. "Bir dakika, neler oluyor burada? Siz kimsiniz?" diye sordu, sesi korkusunu gizleyemiyordu.
Şeytan Kadın, kahkaha atarak ona doğru birkaç adım attı. Hazan, korkuyla geri çekildi. Kadın, ona bir av gibi yaklaşıyor, her adımında pelerini bir gölge gibi yerde dalgalanıyordu. "Senin gibi aptal insanoğlu, hiçbir şey anlamaz," dedi, sesi zehir kadar soğuktu.
Bu sırada, Hazan'ın bu durumdan haberdar olan Dusan, içindeki öfkeyle harekete geçti. Kartal formuna bürünerek havalandı ve hemen Hazan'ın arkadaşlarının bulunduğu yere indi. İnsan kılığında belirdiğinde, sert bakışları herkesin dikkatini çekti. "Merhaba," dediğinde hemen konuya girdi "Ben Ateş. Hazan beni davet etti. Kendisi nerede?"
Yalın'ın yüzü bir anda öfkeyle "Hazan içeride," dedi soğuk bir sesle. "Henüz çıkmadı."
Bu cevap Dusan'ı çileden çıkarmıştı. "Ne demek çıkmadı?" diye homurdandı ve kapıyı açmak için aceleyle içeri girdi. Adımları ağır ve yankılıydı; her bir basışında, varlığı odanın enerjisini değiştiriyordu. Eski formuna döndüğünde, gözlerindeki kızıllık daha belirgindi.
Kadının kahkahası, Dusan'ın gelişine hiç aldırmamış gibiydi. "Bırak kızı!" diye bağırdığında, kadın başını çevirip küçümseyici bir gülüşle, "Bu aptal insanoğlu için mi korumacı tavır sergiliyorsun, sevgili lordum?" dedi.
Kadın bir hamleyle Hazan'ı omzundan geri itip yere düşürdü. Hazan inatla yerden kalkarken öfkeyle bağırdı: "Ben aptal değilim!" Ardından, cesaretini toplayarak kadının ayaklarına çelme taktı. Kadın bir an sendeledi, ancak koruması hızla müdahale edip düşmesini engellediğinde
Dusan, bu sahneye karşı koymak için kılıcını çıkardı ve soğuk bir gülümsemeyle Hazan'ın önüne geçti. Kadının karşısında dimdik dururken, derin bir kararlılıkla, "Bu oyunu burada bitireceğim," dedi. Kadın, sinsice gülerek, "Hadi öyleyse, iblis," diye cevap verdi. Ama bu karşılaşma, Havada kılıçlar sallanırken genç kadın, genç kıza yaklaşacağı sırada önüne geçti.
"Sakın ona dokunma!" Dusan'in öfkesi çevresindeki havayı fırtına gibi doldurdu adeta. Gözleri parlarken, sesindeki karanlık yankı her yere yayılmıştı. Genç kadın kılıcını sallarken Dusan'in kılıcıyla tekrar çarpışmak için birleşti.
"Ben mi o aptal mı?" Diye alayla söylerken Dusan öfkeyle "Kes sesini!" Diye bağırdığında Hazan sinirle "Ben aptal değilim!" Diye öfkelendi. Kraliçe ve Dusan kılıçlarını sallarken genç kadının koruması da Hazan'ın kolundan tuttuğu gibi kendine çekip bıçağı boğazına dayayarak "Yazık olacak narin boğazına." Dusan öfkeyle bağırdı. Sesindeki şiddet hava olayını değiştirecek düzeydeydi. "Sakın ona dokunma!" Hazan'ın gözleri öfkeyle parlıyordu adeta. En sonunda cesaretini toplayıp korumanın elini dişlediğinde korumanın sesi yankılandı. Bunlar nasıl iblisti, acıyı hissediyordu adeta? Tuhaftı.
Genç kız kurtulduğunda düşen kılıcı kavradı. Dusan gururla "Aferin güzel kızım." Hazan Ateşe sahici bir gülümseme bahşetti. Korumanın kendine gelmesiyle bu sevinç boşa gitti. Genç adam Hazan'ın bacağına vurduğu anda genç kız yere düşmesi bir oldu. Öfkeyle yere vurduğunda Yer sanki bir canlı gibi inleyerek ses çıkarmıştı. Tuhaf figürler ortaya çıktığında Hazan korkmamak için kendini zor tutsada içten içe korku vardı. Genç kadın Dusan'in dikkatini çekmek için "Seni öldüreceğim!" Demesiyle genç adamın kolunu yaralamıştı.
Havaya kan kokusu yaralamıştı adeta. Hazan Dusan'in durumunu görünce "Sevdiğim insanlara kimse zarar veremez!" Diye öfkeyle yere tekrar bastırdığında bir güç genç kızı koruyordu adeta. Kraliçe ve korumanın üzerine yayıldı. İkisi geriye doğru savrulduğunda Hazan biranda sayılması bir oldu. Dusan kolunun acısını aldırmadan genç kızın yanına gidip yanağına dokundu. "Kendine gel Hazan!" Kraliçe öfkeyle bağırdı.
"Aptal bir insanoğlu için mi bu endisen? İnsanlar nankordur lordum. Bir lord olduğunu unutma ve ona göre davran!" Dusan ikiliyi umursamayıp emin bir şekilde genç kızı kucağına alıp insan formuyla dışarı çıktığında genç kızın arkadaşlarıyla karşılaştı.
Korkudan bayıldığını ve onu evine götüreceğini söyledi. Yalın buna itiraz etsede umursamadi. Derhal yanlarindan uzaklaştığında kartal formuna dönerek gökyüzünde uçmaya başladı. Camdan direk odasına girdiğinde normal insan formuna dönerek genç kızı yatağına uzandirdi.
"Seni ben iyileştireceğim!" Lakin tuhaf giden bir şeyler vardı lakin ne?
Yeni bölümü nasıl buldunuz?
Karakterler hakkında neler düşünüyorsunuz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |