Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ozgeugur13

❝Sökülmüş kalbinin sevgisini şimdi bulmaya kalksan ne fayda?❞

❝Siper olan vücudumdu fakat hislerimden bir duvarla siper oldum sana."❞

Kuş dili/ Süreyya Akay

İnsan, "Sonunda başardım." Deyince rahat bir nefes almak isterdi. Sonunda başardığın şey kendini kurtarmaksa nefesi hayati bir boyutta alırdı. Yaşıyordum, şimdilik tek temennim buydu. Şiddetle esen rüzgar saçlarımı gözümün önünden uçururken onun keskin gözlerine baktım. Rüzgar ne kadar serin esse de güneş bir yandan doğuyordu. Rüzgar titrememe sebep olunca gözlerimi ondan kaçırdım.

"Askerin merhametiyle oynayan kadının ağzı mı söylüyor bunları?" Dedi. Merhamet oynanacak en son şey bile değildi.

"Yaşamak uğruna çok şey feda ediyor insanlar. Tabi ki benim dışımda!" Sesim bir tık yükseldiğinde alayla dalgalandı kaşları. Tepkisi alayla yükselip ciddiyete kadar uzandı.

"Türk olduğunuza inanıyorum doktor fakat İstanbul'a gidene kadar dikkatli olsanız iyi olur." Derken eli belindeki silaha uzandı apaçık bir şekilde tehdit ediliyordum. Acılı bir iç çekmeden edemedim. Onun tehdidi beni bu kadar yaralamamalıydı.

Eli kolu bağlı olmak.

Bu deyimi daha önce hiç düşmemiştim. Şimdi ise bir deyim sanki hayatımı yönetiyordu. Sarsıtıcı olan şey ise bilinmezliğin ortasında kalmaktı.

"Beni çok güzel tehdit ettiniz. Teşekkür hediyeniz muazzam." Dediğimde mavi gözlerimden yüzüme birkaç damla yaş süzüldü. Parmaklarımla yaşlarımı silerken Demir Çakırer tepkisiz bir şekilde durdu.

Çadırların birinden bir türkü sesi yükseldi. Selim öyle güzel türkü söylüyordu ki, kalbim sanki zelzele yaşıyor gibi atmaya başladı. Demir Çakırer'in yanından ayrılırken saçlarım rüzgarda uçuştu. Bozkırda uçuşan hayatım tıpkı saçlarım gibi gözümün önüne geldi. Selim'in olduğu çadıra doğru ilerledim içeriye girmeden sadece türküyü dinledim. Yüreğim öyle çok yanıyordu ki gözlerimden alev alev yaşlar düşüyordu. Sanki geniş bir mezardaydım ve duyguları ölmüş bir avuç insanla sınanıyordum.

Gözyaşlarımı koluma sildikten sonra çadırdan uzaklaştım. Ameliyat olan askerin çadırına girdiğimde asker gözlerini açmıştı ve üstünü giyinmek için debeleniyordu. "Durun lütfen ne yapıyorsunuz daha yeni ameliyat oldunuz doktorunuz olarak buna izin veremem."

"Doktor hanım görevime dönmem icap eder."

"Bakın görevinize dönemezsiniz." Elini koyduğu ameliyat yarasından kanlar sızmaya başlayınca kaşlarım hiç olmadığı kadar çatıldı. "Gördünüz mü iyi değilsiniz lütfen yatın."

"Sana minnettarım bacım ama görev-"

"Kanlar sızarken görevde diğer arkadaşlarınıza zorluk çıkartırsınız iyileşmeden olmaz." O kadar keskin bir cümle kurduğumu fark ettiğim an geri adım attım. "Öyle demek istemedim." Açıklamasız sade bir cümle kurdum fakat asker bana alay eder gibi güldü.

"Sen çok yaşa bacım, o kadar haklısın ki!"

"İyileşmen gerekiyor." Dedim farklı çıkan cümleler duymak beni garipsetiyordu. Teşekkür duymak bu kadar imreneceğim bir şey olmamıştı daha önce.

"Sen sağ ol bacım beni aileme bağışladın."

"Bu benim görevim." Dediğimde gözlerimdeki yaşlar beklenmeyen hamlelerle gözümden sızdı.

"Senin neyin var bacım sen neden buralardasın böyle?" Asker iri kara gözlerini bana çevirdi.

"Bilmiyorum inan bilmiyorum.." kendi kendime ne de çok acı çekiyordum. Yaşamla ölüm arasında sıkışıp kalan bedenim şimdi beni hangi yazgımla tanıştıracaktı? Gözlerimim önünden uçan şal yüzüme çarpmadan önceye dönmem mümkün müydü?

"Sana yardım etmek istiyorum bacım Sevda hemşireyle konuşmanızı duydum." Dediğinde tokat atmış gibi irkildim.

"Bunu neden yapasınız ki?" Bunu söylediğimde aklının karıştığını görebiliyordum.

"Kalbim ilk defa bana bir şey söyledi." Dedi kara gözlerini çadırın tavanına kaldırdı.

"Nasıl yani?" Dedim ona dikkatle bakarak.

"Benim kalbim taş gibidir saf bir buz kütlesi gibi ama sen konuşurken benim kalbimde bir şey kaynadı." İçim ürkse de, kalbim titrese de bunu kabul edecektim onun bana yardım etmesine izin verecektim.

Nereden başlasam bilmiyordum. Bir yol göstericim ya da pusulam yoktu. Her bir kararı özenle düşünerek vermeliydim. "Bozkırda karşılaştığım şey senin kalbinmiş meğerse." Bakışlarım çadırın aralıklı duran penceresine doğru kaydı. Askerlerin sesi yerine kulağıma köpek havlama sesleri doldu.

"Bozkır nedir? Rüyanda sayıkladığın yer mi? Yoksa sen ermiş misin?" Halkın belli bir kesimi kendini teskin etmek için ermiş gibi şeylere inanırdı fakat biliyordum ki ben asla ermiş değildim.

"Evet rüyamda bozkırın ortasındaydım çok garip bir rüyaydı. Gerçi şu an bile rüyada olabilirim."

"Benim de öyle hissettiğim çok an oldu özellikle sen o rüyayı gördüğünde ben de seni gördüm rüyamda bacım." Kaşlarım şaşkınca çatıldı. Ona gözlerimi kocaman açarak baktım. Onun ne demeye çalıştığını bir türlü anlamıyor ve neden beni rüyasında gördüğünü anlamaya çalışıyordum.

"N-nasıl?" Kekeleyerek dökülen kelime yere düştüğünde zelzele yaratacak türdendi.

"Ellerini bana uzattın ve yardım istedin. Sen bu yardımı isterken ben uykumdan uyandım ve Sevda'dan yardım istiyordun ben buna tevafuk diyorum." Dedi gülümsemesi kocaman büyüdü. Onun duygu yüklü sesi sanki damarlarımda gezindi.

"Tevafuk diyelim." Diyebildim sadece. Sonunda suskunluğumu yenerek, "Ellerimi çok doğru zamanda uzatmışım o zaman sana." Dediğimde iri gözleri yüzümü buldu.

"Ellerini tutmak şereftir çünkü o eller beni ölümden kurtardı." Son zamanlarda yaşadıklarım tüm ömrümü sınayacak türden şeylerdi. Uyumak şöyle dursun gözümü kapattığım her an kendimi farklı bir rüyada ve dünyada buluyordum.

Bir çocuk düşünüyordum. Annesiz ve babasız gözünü açtığı zaman hangi yalan elini tutup kaldırırdı? Hangi yalnızlık onu büyütürdü kucağında? Büyütemezdi ya da büyütürdü ama hangi acıyı onun bedeniyle ömrü boyu taşıtırdı?
"Bana yardımcı olman senin açından büyük sorun olmaz mı?" Diye sordum. Hala neden kendim dışındaki insanları düşünüyordum ki?

"Sen hiç sorun etmeden o silahın önüne atladın." Dedi hiç duraksamadan. İçimden geçirdiğim o pis düşünceden utanmama sebep oldu. Yüzüme bıraktığı gülüş dışında içimdeki o pis düşüncenin silinmesini sağladı.

Çiğ kaplamış çimlerin kokusu rüzgarla yolunu bulup burnumuza kadar geldi. Derin bir nefes alırken, "Sorun teşkil etmez merak etme." Dedi asker.

"Adını öğrenebilir miyim?"

"Ben Kadir bacım."

***

Çadırın yarı açık duran kapısından çıktım. Ayağımdaki postallar çiğlere bastıkça ses çıkıyordu. Çadırdan çıktıktan sonra Kadir'le olan konuşmamı düşündüm. Kadir kesinlikle söylediklerinin bilincinde olan bir insandı. Söylediklerini o kadar rahat söylemesi de bunu daha önceden yapmış olmasıydı belki de..

Biraz daha ilerlediğimde kendimi istemsizce derenin kenarında buldum düşüncelerim yön değiştirdi. Demir Çakırer'in vurulduğu an geldi gözlerimin önüne. Çadırların biraz ilerisindeyken birkaç askerin beni görünce ekşiyen yüzünü gördüm. Onları görmemek için gözlerimi sadece dereye doğru sabitledim. Ayaklarım ne oldu da beni buraya kadar sürüklemişti?

O gece ne olmuştu da ben kendimi burada bulmuştum? Parmağımda takılı olan ağaç kabartmalı yüzüğe baktım. Daha önce bu yüzüğe bu kadar dikkatli baktığımı hatırlamıyordum. Parmağımdan çıkarıp her köşesine baktım. Hiçbir iz yoktu sadece bir kısmında belirli bir çıkıntı gözüküyordu.

Arkamdan omzuma dokunan el ile birlikte irkildim. "Korkma benim." Dedi onun duygusuz ses tonu.

"Gerçekten korkmamalı mıyım?" Diye sordum. Onun güvenini kazanmak asla kolay bir olay değildi ama İstanbul'a dönmeden önce bunu başarmayı amaçlıyordum.

"Korkacak bir şey yaptıysan kork ama yapmadıysan korkmana lüzum yok." Çığlık atmamak için kendimi zor tuttum.

"Yoksa ben sizi mi korkutuyorum?" Söylediğim onun hoşuna gitmiş olacak ki aptal bir gülümseme belirdi dudaklarında. Ona melül melül bakarken gülüşü soldu. "Sanırım haklıyım." Dediğimde başını geriye doğru atarak kahkaha attı.

"Dağların kartalı, iz süren dedim ama ufak bir hanımdan korkacağım aklımın ucundan geçmedi." Dedi evet resmen bu durumdan zevk alıyordu.

"Dağların kartalı, iz süren ya da Demir Çakırer eminim ufak bir kızı haksız yere tehdit ettiğiniz için pişman olursunuz." Bakışının aldığı o garip hal onun kalbine dokunduğumu gösteriyordu. Heybeti sarsılmazdı ama kalbine dokunmak çok kolaydı.

Yanından ayrılırken ardımdan baktığını hissedebiliyordum. Revire girmeden önce son kez ona dönüp baktım o sadece ruhsuz bir şekilde beni izliyordu. Revire girmeden önce yanına gelen komutanın karşısında el pençe divan olup asker selamı verdi. İstanbul'a yetişemeden öleceğimden öldürüleceğimden korkuyordum. Revire girdiğimde askerin uykuya daldığını gördüm gitmeden önce sobaya birkaç odun attım. Odun atmamla beraber Demir Çakırer'in çadıra girmesi bir oldu. "Boşa odun atmayın gidiyoruz."

"Hemen şimdi mi?" Şaşkınlığımı gizleyemez halde ona baktım.

"Geceye kalacak halimiz yok helikopter burada olur birazdan."

"Helikopter mi?"

"Niye sordunuz yoksa onu da küçümseyeceksiniz?" Dedi hiç sorgusuz bir şekilde bakmasına karşın dilim lal oldu.

"H-hayır küçümsemeyeceğim güvenilir olacak mı?"

"Neden güvenilir olmadığını düşünüyorsunuz?" Diye sordu dik dik yüzüme bakarak.

"İniş yapacağı yerde teröristler olabilir?" Dedim sorar bir bakışla dik dik yüzüne baktım.

"Biz de zaten burada tiyatro sergiliyorduk." Dedi sabır çekerek. Omuzlarım düştü nedensiz şekilde kendimi berbat bir hisle beraber buldum. Demir çadırdan öfkeyle soluyarak çıktı.

Sevda çadırın kapısını araladı ardından elinde valiziyle yanıma geldi. "Sabırsızlanıyorum validemi sana göstermek istiyorum, evimizi, sokakları.. ama tabi sen de bana yeni İstanbul'u anlatacaksın."

"Tabi ki, seve seve anlatırım."

"Nihan bacım bunu al İstanbul'a gidince muhakkak ara bu kişiyi."

"O da ne?" Diye sordu Sevda. Bunu söylemek ne kadar doğru olurdu bilmiyordum belki de söylememek en doğrusudur diye düşünürken her şeyi söyledim. "Sevda bana Kadir yardımcı olacak hüviyet için."

"N-nasıl bunu nasıl yapacaksınız imkansız bu?"

"İmkansız değil bacım hem de devlet dairesinden aldıracağım o kimliği."

"Kadir bunu nasıl yapacaksın?" Diye sordum bunu nasıl yasal bir şekilde yapabilirdi ki?

"Sen benim yurtdışında doğan kardeşimsin."

"K-kadir bu çok büyük bir fedakarlık biliyorsun değil mi?" Dedim gözlerim öyle buğulanmıştı ki dokunsalar ağlayabilirdim.

"Çok büyük fedakarlıklar senin gibi insanlar için var zaten." Dedi elleri göğe doğru açıldı. Allah'a canını bağışladığı için şükürler etti. "Rabbim Nihan bacımın yolunu aydınlat onu çok mutlu et."

Kalbim şiddetle attı. İlk defa belki de hayatımda ilk defa biri bana böyle içten bir dua ediyordu. Beni vefasız, tecellisiz bir yazgıyla bıraktığını düşündüğüm rabbim bana her şerde bir hayır olduğunu gösteriyordu. Kalbimden büyük bir şuh sesle şükür ettim sesini yalnızca kendimin duyduğu bir şükürdü. "Kadir eğee bu durum ortaya çıkarsa seni vatan hainliğinden bile asabilirler."

"Öyle bir şey olmayacak bacım sen bu kişiyi ara. Aradığında kim olduğunu öğreneceksin şu an ben söyleyemem sana." Dedi içinde bulunduğumuz durumu göstermek istercesine çadıra baktı.

Kadir'i çadırda yalnız bırakıp çadırın önüne çıktım. Sevda hemen peşimden geldi. "Neden bu kadar huzursuzsun Nihan?"

Bilmiyordum. Neden bu kadar huzursuz olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. Ben hastalar dışında kimseyi umursamazdım ki..

Esen rüzgar dağın eteklerindeki çiçeklerin kokusunu burnumuza kadar taşıdı. Derin olarak aldığım nefes ortancaların kokusunu da beraberinde getirdi. Hava kar yağacak kadar soğuk, güneş çıkacak kadar aldatıcıydı.

"Huzursuz değilim," dedim çimlere oturarak. "Tamam öyleyim çok endişeleniyorum. Ne olacak, gittiğimde ne göreceğim, beni neler bekliyor?"

Sevda iç çekti. "Açıkcası bir planın olduğunu sanmıyorum bu yüzden yanımdan ayrılma oraya gittiğimizde ilk işim bu kişiye ulaşmak olacak."

Çimlerin üzerinde bacaklarımı karnıma kadar çektim. Kafamı kollarımın arasına aldım. "En azından neden burada olduğumu bilsem belki bir planım olurdu." Şu an ki durumum asla en iyi ruh hallerimden biri sayılmazdı. Söylediklerim Sevda'nın canını sıkmıştı.

"Sen olmasan ne yaparım bilmiyorum. Bana işkence ederler mi?" Derken mavi gözlerim yaşlarla doldu. Güneşin açtığı yalancı bir sabahın ışık hüzmeleri gözümde parladı.

"Nihan seni tuhaf bir umuda bağlamak istemem ama şu an devlet her konuda çok katı." Dedi sesindeki eminlik kalbimin korkuyla atmasına sebep oldu.

"O zaman işkence edecekler bana." Dedim gözlerimden birkaç damla yaş aktı. Tutsak olarak tutulacağım yeri düşündüm hiçbir şey 2024'de olduğu gibi olmayacaktı. Her şey en ince ayrıntısına kadar berbat olacaktı. Yatacak yer bile bulamayacaktım belki. Sevda'yla aramızda derin bir sessizlik oluştu.

Sevda bu suskunluğa bir son verdi. "O kağıtta yazan numarayı bende bir yere not edeyim İstanbul'a dönünce hemen ararım ben."

"Sevda teşekkür ederim. Eğer bana bir şey olursa bil ki en iyi dostum oldun hem de şu iki günde." Son kez gülümsediğimi hissettim. Son kez insanların yüzüne bakıp, son hastamı da iyileşerek uğurladım.

Şimdi ise kendimi telkin etme vaktiydi. Gerçi sanırım bunu hiçbir zaman başaramıyordum. Hep en kötüyü düşünüp, kendi yarattığım dertlerin enkazında kaldığım çok olmuştu. Ben dalgın dalgın düşünürken Demir Çakırer tam karşımda durdu. Onun gölgesi üzerime düşünce hemen ayağa kalktım. "Gidiyor muyuz?"

"Gidiyoruz doktor." Dedi keskin bir bakışla yüzümü inceledi. Derin bir nefes alıp ayağa kalktığımda komutanın askerleriyle göz göze geldim.

"Öyleyse hiç durmayalım." Dediğimde askerler kaşlarını çattı. Sanki içinde bulundukları tüm dertlerin tek sorumlusu benmişim gibi baktılar bana. Arkadaşlarını kurtarmış olmam, Demir Çakırer'in vurulmasını önlemem bile onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu.

Demir Çakırer ve onun taburu yürümeye başladığında onları takip etmeye başladım. Ellerim terliyordu eteğimin hışırtısı kulağıma doldu. Biraz daha ilerledikten sonra Sevda hemen yanıma geldi. "Ellerin," dedi. Ellerime baktım ellerimi sıkıyordum hem de öyle çok sıkıyordum ki, tırnağımın izleri geçmişti avcumun içine. "Çok sıkıyorsun sıkma böyle her şey çok güzel olacak."

Artık çadırlardan çok uzaktaydık. Ormanın içerisine doğru yürüdükçe çam ağaçlarının kokusu bizi karşıladı. Çadırlar artık tamamen gözden kaybolduğunda kendimi güvensiz hissettim. Çadırları göremeyişim bir an bocalamama sebep oldu. Demir Çakırer bunu anlamış gibi ardını dönüp bana baktı. O bana bakarken zaman durmuş gibi hissettim daha sonra kulağımıza hışırtı sesleri doldu. Herkes rüzgardan olduğunu düşünüyordu fakat benim içimi kaplayan büyük bir sıkıntı vardı.

Etrafa bakındım. Sonra tekrardan aynı sesler yankı yaptı. "Demir," dedim duraksayarak ona adıyla hitap ettiğimi anlayınca hemen, "yani komutan sizde duymadınız mı?" Diye sordum. Askerler hemen silahlarıyla etrafı kolaçan ettiler bu sırada Demir Çakırer'e biraz daha yakınlaştım. Bakışlarımı Demir Çakırer'e çevirdiğimde gözlerinde mesafeli bir bakış vardı. Derenin kenarında baktığı gibi baktı gözlerime.

Onun yanına doğru reverans yaptım. "Dur n'apıyorsun?" Diye sordu kolumdan tutup. O kolumdan tuttuğunda çok daha garip bir his vuku buldu içimde. Gözlerimi sımsıkı yumduğumda kendimi bozkırda gördüm. "Kurtar onu kurtar." Diye bir ses geldi bozkırdan. Gözlerimi yumduğum gibi açtım etrafa daha dikkatli baktığımda ağaçların ardında bir gölge geçtiğini gördüm. Demir Çakırer'in arkasına geçtim o gölgeyi gördüğüm yere bakmaya yeltendim. Ağaçların arkasındaki kişi silahı doğrulttuğunda yine hiç düşünmeden siper oldum Demir Çakırer'e..

"Doktor.." dedi acı dolu bir tonda mıydı? anlayamıyordum. O bunu derken kolumdan akan kanlara baktım. Vurulmuştum o hainin kör silahı beni vurmuştu. Kolum cayır cayır yanıyordu. Terzi kendi söküğünü dikemezdi bu durum beni çok güçsüz düşürmüştü. "Beni yine kurtardın neden yapıyorsun bunu?" Diye mırıldandı Demir bunu duyan tek kişi bendim. O beni kollarının arasına alırken diğer askerler o hainin olduğu yere doğru koştu. Teröristi öldürdükten sonra varacağımız yere hiç durmadan gittik. Demir Çakırer beni taşırken baygınlık geçirmiş olacağım ki gözlerimi açtığımda kendimi helikopterin içinde buldum.

Kalkmak istedim kolumun acısı sanki tüm vücudumda yangınlara sebep oluyordu. "Nihan kalkma ben hallettim sıyırmış kolunu." Dedi Sevda donuk bir bakışla yüzüme baktı.

Komutan Demir Çakırer'e baktığımda bakışları ayağındaki postallardaydı. Bir süre daha ayağındaki çamur izlerine baktı daha sonra ruhsuz bir biçimde gözlerime döndü.

İfadesizce, "Böyle yapınca aklanacağını mı sanıyorsun?" Diye sordu buz gibi bir sesle.

Bakışlarım keskinleşti ona öfkeli gözlerle baktım. "Kalın kafalı olmanızın dışında her şey şahane." Dediğimde askerler kıkırdayarak güldüler.

Çenesini bana doğru kaldırdı. Kasılan çenesine baktım. Sıkı dişlerinin arasından, "Böyle anlarda aptal gibi davranmaktan başka ne işe yarıyorsunuz ?" Diye sordu hiddetle.

"Bir dahaki sefere çok dikkatli olun çünkü bundan sonra sizi koruyacak bir siperiniz olmayacak." Dedim dik dik yüzüne bakarak. Bakmaya devam ederken tek kaşı havalandı. Alayla güldü beni küçümsüyordu.
Anlamsız bir bakışma geçti aramızda. Askerler bizi izlerken zevk alır gibi gülümsüyorlardı.

"Neye bakıyorsunuz lan siz önünüze dönün." Diye bağırdı.

Bakışlarını bir anda kesip, helikopterin camından bulutlara baktı bir süre. Görevlerine engel oluyordum belki de, onların sırtında bir yük olmak istemiyordum. Bu vatan uğruna verilen her bir can kadar kıymetliydi askerlik. Kendime olan öfkem yüzünden bazı şeyleri görmezden gelemezdim.

Öfkemin saçma bir alev topuna dönmesine izin vermezdim. Her şeyden önce düşünmem gereken çok daha önemli konular vardı. Bu konular yüzünden de vatana zarar gelmesine izin veremezdim.

Elim kolum bağlıydı.

Yine kapana sıkışmış gibi hissediyordum.

Sevda hafif düşmüş bir gözle bana bakarken ona mimiklerimle ne oldu diye sordum. O da mimikleriyle hiç diyerek cevap verdi. Kollarını birbirine sıkı sıkıya bağlayış şekli bile onun ne kadar çok korktuğunu gösteriyordu bana. Elimi uzatıp onun yanında olmak istedim ama canım oldukça yanıyordu. Derin bir nefes verirken gözlerini kapattı korkusunun üstüne bir çizik attı. O çizklerin mürekkepleri öyle koyuydu ki, altında yatan korkuların hepsini gizleyecek türdendi.

Loading...
0%