@ozsoowan
|
Bir yangın adamın göğüs kafesi altında. Dün geceden kalan yağmur artığı bir parça koku... Aralıyor gözlerini sabahın erken saatinde. Baba yadigarı dükkanı açacak. Atıyor üzerinden battaniyeyi. Pencereye ilerleyip esneyerek bakıyor karşıya ay yüzlüsünü görmeyi ümit ederek. “Günaydın anam. “ diyor Devrim koca bir gülüş ile. Ama hemen ardından; “Ben sana demiyor muyum uyanma, kahvaltı istemiyorum diye!” kızıyor. Zehra sultan yüzündeki gülüşü silip; “Aç mı göndereyim aslan gibi oğlumu işe!” diyerekaynı şekilde kızıyor. “Hadi hadi giyin gel çay soğumadan.” Zehra Sultan çıkarken odadan Devrim başını iki yana sallayıp siyah, bacaklarını kusursuz saran pantolonunu giyerken gözlerini ortaya çıkaran, dar kesim mavi bir gömlek de geçiriyor üzerine. Açık kumral saçlarını parmaklarını geçirip geriye tararken hafif çıkmış sakalı ile kesinlikle yine kusursuz görünüyordu. Cüzdanı telefonunu alıp odadan çıkarken, merdivenlerden inip mutfakta çay içen annesinin yanına vararak büyük bir öpücük bahşediyor yanağına. “Bakıyorum babam olmayınca bir soluyorsun hatun. “ “ Höst! Ananla dalgamı geçiyorsun sıpa! “ Devrim kahkaha atarken yerine geçip; “ Sen iyice saygısız oldun! Bu yaştan sonra terlik tutturma bana! “ Devrim hala gülerken bir zeytin ağzına atıp çayını yudumluyor; “ Tamam tamam kızma. Babam yokken pek bir sinirli oluyorsun Vallaha korkuyorum. “ Zehra sultan da oğlunun gülüşüne katılırken bir süre sessizlik içinde kahvaltılarını yapıyorlar. Zehra sultan oğlunun haline bakınca derin bir iç çekiyor. Oğlu git gide eriyor gözü önünde. Haberi yok derdinden... Bir bilse her fırsatta adamın içine serpiştirdiği munzur tohumlar filizlenip aşk çiçeği açmış. Açmış da yakıyor genç oğlunu... Devrim sessizlik süresince birkaç lokma atıştırıp kalkıyor ayağa. Sığamadığı evden taşmak istiyor. Eğiliyor annesinin beyaz pamuk yanaklarına, öpüyor usulca. “Bugün dükkan da olacağım Zehra sultan. Önemli bir iki sipariş var. Babam gelene kadar ben bitireyim diyorum. Belki sonra galeriye geçerim. “ Anası oğlunun yüzünü avuçlayıp alnından öperken gururla bakıyor evladının gözleri içine. “ Hayırlı işler aslan oğlum. Çok yorma kendini. O taşları deleceğim derken de gözlerini ağrıtma. “ Gülümsüyor Devrim. Babasına dediklerini kendine tekrarlıyor bu defa. Babası, günümüz de artık çok az bulunan tesbih ustalarından biri. Ona da babasından kalmıştı. Her bir tesbih tanesini el ile işleyip inanılmaz harikalar çıkarıyordu ortaya. “Tamam anam. Sen düşünme bunları. Kocanı özle, şımarık oğlunu özle... Beni merak etme. “ Zehra Sultan başını sallıyor. İflah olmaz bu çocuk diye geçiriyor içinden. Nasıl düşünmez biricik, gözünün nuru evladını. Kısa bir vedanın ardından çıkıyor dışarı Devrim. Güzel bir rüzgar kanatlarını çırpıp uçuşurken mutluluk hissini de beraberinde getiriyor. Nemli saçlarından dolayı ufak bir ürperme yaşarken yavaş adımlarla kapıdan aşağı inen dört basamaklı merdivenden inip dış kapıya yöneliyor. Sabahın köründe okul vakti de olmayınca sokak iyice sessiz oluyor. Genç adam kısık koyu mavi gözleri ile ileriye dikiyor gözlerini. Gördüğü şeye emin olamayınca biraz daha kısıyor keskin gözlerini. Daha sonra yeni bir serap görmediğine emin olunca bu defa içini saran tuhaf bir duygu ile içini yine artık alıştığı bir kızgınlık sarıyor. Az ileride kırmızı bir kazak, belini saran kalın bir kemer altından akan geniş kumaş dizinin üstüne yetişmeden bitiyor. Altına giydiği tenini açık açık belli eden yırtık çoraba takılı kalıyor bir süre gözleri. O tene rüyalarında dahi perde örten gözler, şimdi öylece ortada olunca yumruklarını sıkıyor! Karşısında Aysima... Gözlerini tekrar yüzüne çevirdiğin de onun da kendisine gülen gözlerle baktığını görüyor. Dudağı naif bir şekilde kıvrılmış, o zarif bedeni ile adamın kalbine indirmek üzere. Gülüşü ayağına dolanıp düşseydi o an sevdiğinin kalbine. Sonsuz güzellikte bir kaza olurdu. Sakin ol... Diyor içinden. Görme o lanet eteği! Bir iki büyük adımda varıyor güzel Aysima’nın yanına. “Günaydın!” Büyük bir coşku ile konuşuyor Aysima. Bir bilse bu sesi kavanoza biriktirip saklamak isteyen bir adam var karşısında... “Günaydın. “ Devrim içinde yaşadığı duygulara rağmen kendinden taviz vermeyen sert sayılan bir sesle karşılık veriyor. “ Nereye böyle sabahın köründe? “ Bu kılıkla! Diye devam ediyor içinden. Aysima omuz silkiyor. Alışkın Devrim beye hesap vermeye. Küçüklüğünden beri bu böyleyken iki yıldır, hele abisi gittikten sonra daha çok sorgulanıyor genç adam tarafından. Tabi birde babası yüzünden olduğunu düşünüyor. Her fırsatta gözün Aysima’mın üstünde olsun oğlum, diyor. Mahallenin delikanlısına yine mahallenin kızını emanet etmek nedir biliyor Aysima. “Çarşıya ineceğiz. Nur ile Yasemin için unuttuğumuz birkaç küçük şey var. Düğüne kadar yetiştirmemiz gerekiyor. “ Devrim kaşlarını iyice çatarken; “ Bu saatte mi? “ diye soruyor yine. Aysima alt dudağını ısırıp diyeceği yalanı düşünürken, genç adam bu yaramaz kızın yine ne karıştırdığını anlamaya çalışıyor. İnsanlar büyüdükçe akıllanırken bu kızın asla uslu bir kız olmayacağını gün be gün daha iyi anlıyor. “Eee küçük hanım? Atacak yalan mı bulamadın? “ Dürüstlük abidesi adam hiç düşünmeden döküyor dilindekileri. “ Ne münasebet! Ne yalan diyeceğim! Çok işimiz var! O yüzden yani. “ diye cırlayarak açıklamaya çalıyor Aysima. Sinir oluyor her daim herkese hesap vermeye. Hele son zamanlarda işi abartan bu zabit katibi kılıklı adama! “ İyi öyle olsun. Tamam, Nur gelsin bırakırım sizi. ‘’ Genç kız her ne kadar reddetsede bu teklifi, Devrim ciddi şekilde kızıp konuyu kapattı. Zaten aklında iki kızı tek başına nasıl bırakacağı sorusu belirip çıldırtıyor. Çok beklemeden de Nur iniyor aşağı büyük bir keyifle. İnce bacaklarını saran dar pantolonu üzerine giydiği askeri yeşil üst ve vazgeçilmezi koyu renk ruju ile yine göz alıcı. Aysima gözlerini deviriyor o ruja. Her daim öyle ilgi çekici olma isteği nerden doğuyor bu kıza anlamıyor? “ Günaydın gençlik! Devrim, selamdan önce yine kaşlarını çatıp Nur’a bakıyor. Bu asabi kızla naif Aysima’sı nasıl anlaşıyor anlamıyor. Kısa bir selamlaşmanın ardından arabaya geçerken; Nur, Aysima’nın bacağını çimdiriyor. Genç kızın ağzından acıyla bir inleme kaçarken; “ Ulan çocuğun yanına bizi Devrim mi bırakacak? Oldu olası sen zahmete girme biz kendimizi de asarız de! “ Nur hayretle bakarken Aysima’nın korku ile atan kalbi daha bir hızlanmaya başlıyor. “ Off Nur! Sanki ben dedim bizi bırak diye! Tutturdu ben bırakacağım diye. Sanki bilmiyorsun bu sorgu memurunu! “ diye bıkkınca konuşuyor. Nur sinsice kıstığı gözleri ile; “ Bari bana yalan deme! “ derken sırıtmaya başlıyor. Aysima sinirle kızarmaya başladığında o beyaz yanakları ısınıyor aynı anda. “ Dedikodunuz uzunsa ben geceye kadar beklerim! “ Gelen sert uyarı ile ikisi de arabaya döndüklerinde Devrim’in arabada beklediğini gördüler. Nur, homurdanarak arabaya bindiğinde Aysima da hemen biniyor bekletmeden. Başını önüne düşürüyor, sanki yüzünün kızarışı anlaşılıyor gibi. Can dostunun onu böyle utandırmasından nefret ediyor bir kez daha! Sessizlik çöken arabadan ara ara Devrim’in sıkıntılı nefesi salınıveriyor. Kalbi avuçlarında un ufak ediliyor. İçinde anlam veremediği bir huzursuzluk... Gözünü kaldırıp camdan dışarı bakan ay yüzlüsüne bakıyor. Gözleri üzerine çektiği eyeliner... Kirpiklerine sürdüğü rimel... Kara sürmesi ile o ela gözler, gel kendini gözlerimden at aşka... Diye haykırıyor adeta. Kaçırıyor gözlerini Devrim, yumrukları direksiyonu sıkarken anlamlandıramadığı sinirini çıkarıyor. Az sonra varırlarken çarşıya, Nur sinirle kıstığı gözlerle etrafına bakıyor. Yine otobüse binmeleri gerekiyor anlaşılan. Asıl gitmek istedikleri yerden epey uzaklaşmışlar. Aysima gözleri takılan adama bakıyor bir süre kaçamak bakışlarla. Sert yüzü... Kıstığı mavi yeşil gözleri ile içinden birine kızıyor gibi. Titriyor Aysima, ne mümkün korkusuz bakmak o gözlere. Gözlerini Nur’a döndürüp kısık sesle; “ Ne bileyim kızım ya! Salaklığın yüzünden geldik buraya kadar. Çocuk bizi bekliyordur şimdi! “ “ Geri zekalıya bak! Bilerek yapmışım gibi konuşup durma! Zaten korkuyorum! “ Nur gülümsüyor dostunun haline; “ Tamam tamam durağın orda iner otobüsle geçeriz, anlamaz. “ Aysima Nur’un gamsız haline gülüyor. Hiçbir şey umurunda olmaması çoğu zaman çıldırtsa da kendisini arada rahatlattığını da inkar etmiyor. Nur dostunun ellerini avcuna alıp sıkarken; Minnetle baktığı gözlere; “ Sen olmasan ben ne yaparım! “ diyerek sözleri ile de destekliyor. Nur yine işi şakaya vuruyor. “ Kusura bakma da bensiz bir halt beceremezsin! “ Devrim, güzel gülüşlü sevdalısına döndü, sohbetlerini bölerek. “ E hanımlar nereye bırakacağım sizi? “ Bırakmak mı? Oysa akşama kadar durmadan gezdirebilirdi Aysima’sını yanında. Yeter ki gitmesindi... Ama ne var ki genç kıza açılmadıkça bu mümkün değildi! Korkusu reddedilmekti! Devrim Karan, reddedilirse ölüme kardeş olur da ölemezdi. Öyle bir tutsaktı ki bu kıza, onu asla başkasına bırakıp öylece ölüp gidemezdi! Yakardı gemileri... Reddedilirse yanardı, mahalleyi de yakardı! Lakin Aysima’sına sürünse kızamazdı. O küçük kızın küçük kalbi ısınmazsa kendisine... Aşık olmazsa ne yapardı bilmiyordu. Fakat düşüncesi dahi nefesini keserken böyle bir şeyin asla olmamasını diledi. Bu korkusundan sebep açılamıyordu Aysima’ya... “ Sen bizi bırak ilerdeki durağın oraya, gerisini biz hallederiz mahallenin iyilik abidesi! “ Nur yine kendi çapında konuşup gülerken Devrim aynada genç kıza ters bakış atıp arabayı sağa çekti. Torpido gözünü açıp inmek için hazırlık yapan kızlara; Nur bir peçeteye bir Devrim’e bakıp; “ Yahu bir evlen de rahat bırak artık bizi be adam! Git karına ne yasak koyarsan koy! “ diye çemkirirken Devrim derin bir nefes alıp gözlerini Aysima’ya dikiyor. “ O da olacak! Ama bu demek değil ki sizi boş bırakacağız! “ Çetin’in, Giray’ın, Ali ve kendisinin de gözü mahalledeki hem genç erkeklerinde hem de genç kızlarında idi. Devir teslim gibi ilerliyordu yıllardır. Şimdi mahallenin gözü kulağı olma işi bu gençlere kalmıştı. İyi örnek olup, mahallede ki yeni yetişen gençlere yol yordam gösterip yanlıştan çevirip doğruyu gösterecekler. Zamanı geldiğinde de bu defa bu iş onlara teslim edilecekti. Bu yıllardır böyle gelmiş böyle gidiyordu... Nur homurdansa da sonunda dudağında ki bordo ruju silip sinirle; “Oldumu komutanım! “ diye sızlandığın da Devrim; “ Tamam sen inebilirsin! “ dediği sıra gözü Aysima’ya kaydı. Nur ; “ Lütfettiniz paşam! “değip sinirle indiğinde Devrim’in dudakların da bir kıvrılma oluyor. Bir bu kız böyle laf ebeliği ediyordu her daim. Gerçi mahalledeki diğer gençler hem kız olsun hem erkek olsun çekinirlerdi. Aysima ve Nur’un özelliği annelerinin kardeş kadar yakın çocukluk arkadaşı olmalarıydı. Aysima gülerken Nur’un haline, Devrim’in oklarının bu defa kendine döndüğünden habersizdi. “Neyse hadi görüşürüz. Çok teşekkür ederim getirdiğin için,’’ değip tam inecekken, Devrim; “Hop hop hop! Küçük hanım sende iyi dinle” diye hafif kızarak kaşlarını kaldırıyor; “ Bende ne var acaba? “ diyerek şaşkınca bakıyor Aysima. Çünkü ne abartılacak bir göz makyajı ne de ruju var! “ İşiniz bitince arayın Ali’yi göndereceğim sizi alması için. Ve eğer hala bu köpek parçalamış çorabınlaysan, yolda sana çuval giydirip getirmesini söyleyeceğim! “ diyerek tehdit ediyor. Ali! O manyak adam çuvalı gerçekten giydirip birde bol bol fotoğraflarını çekip mahallenin girişine asıp rezil ederdi! Ama arsız bir kız için yeterince korkutucu değildi. Aysima gülümseyip; “ Sanırım şimdi tamam diyip sen gittikten sonra unutacağım. “ diyerek gülerken arabadan inip koşar adım Nur’un yanına varıp el sallıyor. Yüzündeki neşe bu adamın yaşama sebebi. Dalıyor bir süre Devrim karşısında ki tabloya. Ezberliyor yine yüzbinlerce kez ezberlediği yüzü, adımlarını, gülüşü... Her gün biraz daha aşık olurken, bir kez de bu aşkla ezberlememek günah diye geçiriyor içinden. Ve Allah’tan korkuyor Devrim. Bundan sebep, bıkmadan bir kez daha ezberliyor... Kızlar gözden kaybolurken içini kurtlar kemirse de basıyor gaza. Mahalleye dönüp önce babasının dükkanını açıyor. O sıra gelen çırak; “Günaydın Devrim abi. Ustam yok mu? “ diye soruyor. “ Yok koçum. Maalesef benimle idare edeceksin birkaç gün. Ustan, baba memleketine gitti. “ Genç çırak Hüseyin mahcupça gülümsüyor. “ Yok abi estağfurullah. Öyle demek istemedim. “ Sesindeki utanmışlık Devrim’i gülümsetirken çocuğun ensesine küçük bir şaplak atıyor. “ Hadi çok konuşmada şöyle tavşan kanı bir çay demle afyonumuzu patlatalım. “ Çırak başını sallar sallamaz koşuyor dükkanın küçük mutfağına. Devrim elindeki ceketi sandalyeye atar atmaz oturuyor masaya. Kasadaki değerli taşları çıkarıp dün yarım kalan özel tasarım tesbihin boncuk haline getirilmiş taşlara delikler açmaya başlıyor büyük dikkat ve sabırla. Normalde makina ile deldikleri için çok zorlanmıyor ama elinde ki hassas taş makinaya el verişli değil. İnce ince işliyor emeğini taşa. Gözünün nuru oluyor. İki saat sonunda üst üste çalan telefonla belini doğrultup bırakıyor elinden minik taşı. Telefon ekranında Çetin’in adını görünce basıyor küfrü. “ Ulan iki gün idare edemiyorsun! “ Telefonu açıp kulağına dayarken Çetin hemen atılıyor. “ Abi müşteri ile deneme sürüşüne çıkacağım Ali yok, Giray da Yasemin’le eve gittiler son işleri halletmeye. Bir uğrasan? “ Devrim derin bir nefes alıyor sinirle; “ Ulan elimde önemli bir sipariş var iki güne yetiştirmem lazım. Babam sıkı sıkıya tembihledi. Bir işi beceremiyorsunuz! “ diye kızıyor. Çetin yanında ki kıza gülümseyip; “ Tabi abi ne demek. Her zaman. Sen şimdi gel. Gece de beraber dükkana geçeriz sabaha kadar halledersin sen. “ diye sırıtarak konuşunca Devrim’de şalterler atıyor tabii. Yine Çeto bey güzel bir kız tavlamaya çalışıyor. “ Ulan it döndüğünde yumruğu suratına çakmayan ne olsun. Git bakalım! “ Çetin kahkaha atmaya başladığında Devrim çoktan suratına telefonu kapamıştı. Yerinden doğrulurken sesleniyor Hüseyin’ e; “ Hüseyin ben çıkıyorum. Buraya dokunma sen. Dediğim taşları yont. Makinayı yağlamayı unutma. “
Devrim küfürler eşliğinde galeriye gittiğinde, bir gün bile burayı boşlamaya gelmediğini anlıyor. İki saate kadar arabaların düzenlerini yapıp çırağa arabaları yıkatıyor. Sonunda gelen Çetin arabayı kıza sattığı için memnun bir gülümseme ile girerken kapıdan, yanındaki sarışınla birlikte, Devrim gözlerini dikip ters ters bakıyor Çetin’e. Yapılan işlemler ardından peşin verilen para ile sırıtan Çetin parayı pay edip bir miktarı da her zaman ki gibi sadaka kutusuna koyup ay sonu yine mahallelerinde olan ihtiyaç sahibi birkaç eve erzak ve kimsesiz yaşlı Ali amcanın kirasını ödemek için ayırıyor. “Rabbim bereketini arttırsın. Bu ayın hasılatı gayet iyi. “ Çetin gülümsüyor topladıkları paraya. Bu para aslında onların değil, kaç yıldır baktıkları o insanların kısmeti. Devrim’de gülümsüyor.” Rabbim kısmetleri nerdeyse yolluyor işte. “ Daha sonra Çetin’ e dönüp; “ Gel ulan buraya. “ dediği anda çakıyor sert olmayan bir yumruğu çenesine. “ Oğlum kendime küfür ettim. Vurmam lazımdı. “ diyerek sırıtıyor. Çetin’in aklına birkaç saat önceki telefon konuşması gelince o da sırıtmaya başlıyor: “ Öyle olsun paşa. Ama ben alırım öcümü. “ “ Hadi Çeto hadi. Çok konuşma. “ diyip omzuna vuruyor can dostunun. İşe koyulup birbirlerine çatarak şakalaşmaya devam ediyorlar. İşte! O an oluyor Devrim’e olan. Ali, gördüğü manzara ile yumruğunu sıkarken dostunun bu manzarayı görmesini istemese de başını kaldırdığı an Devrim’in gerilmiş yüzünü, dolan gözlerini görüyor. Aysima... Hani Devrim’in Aysima’sı. Bir adamın boynuna sarılmış... Adamın kolları kara sevdalısının belinde. İşte tam o anda kalbi deli gibi çarpıp sesleniyor Devrim’e ama o şu an başka alemdeydi. İçinde fırtınalar kopuyordu Devrim’in. Sevdiği kadın o adama sarılıyor yanaklarına öpücükler bırakıyordu. Öl be adam! Öl! Çatırdıyor kalbi, kanı donuyor. Bakmaya kıyamazken, şimdi gözü önünde ne yapıyor bu ay yüzlü kız? Seviyor mu? O an öldüğünü hissediyor Devrim. Şimdi tek düşüncesi sırada kimin olduğu. Ya beynini de öldürüp yok olup cayır cayır yanacak, cehennemin ta kendisi olacaktı. Ya da o piç kimse onu yok edecekti! Bakmaya devam ediyor karşısındaki manzaraya. Yanağından bir damla süzülürken sessizce mırıldanıyor hançer gibi yüreğine batan sözleri. Sen intiharımsın be küçük kadın! Benim olamayan, hayalinle, gerçeğinle sana tutunan dev aşkı olan bir adamın intiharısın!
***
BÖLÜMÜ YORUMLAMAYI, VE O MİNİK AMA BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ OLAN O YILDIZA BASMAYI UNUTMAYIN. AŞKLA KALIN |
0% |