Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 3: Kalp Kırıklığı.

@pandoraa

Kırılan bir kalp tekrardan tamir edilebilir miydi? Nasıl ki kırılan bir cam bardak tamir edilemez ise aynı şey kırılan bir kalp içinde geçerliydi. Peki ya, kalp kırıklığının acısı nasıl geçerdi? Doğrusu geçer miydi ki? Nefes alacağız, yemek yiyeceğiz, uyuyup yanacağız ve bir gün bu eskisi kadar zor gelmemeye başlayıncaya kadar her gün bunları tekrar tekrar yapacağız.

Günlerdir havasız ve ışıktan mahrum kalan odasında göz pınarları kuruyuncaya kadar ağlayan Hayley şansına bir kere daha lanet etti. Yıllarca nefret ve tiksinti duyduğu ırka ait olduğunu öğrendiğinden beri gözyaşları bir an bile durmamıştı.

Bundan sonra ne yapacaktı?

Nasıl yaşayacaktı?

Arkadaşları ondan tiksinip nefret mi edecekti?

Peki ya Philip?..

Ya ailesi?.. Evlatlıktan ret mi edilecekti?

Nasıl olmuştu bu? Nasıl olurda onun gibi safkan bir Elemantal ailesinden gelme biri büyücü olurdu? Yoksa üvey miydi? Ama bu imkânsız. Hayley yeşil gözleri, kumral saçları ve teni ile tıpa tıp babası Bay Campbell’a benziyordu. Ayrıca annesi Bayan Campbell’ın, Hayley’e hamileyken ve doğum sırasında çekilmiş olan birçok fotoğraf vardı. Bunların hepsi onun bir Campbell olduğuna dair güçlü kanıtlardı. Peki ya o nasıl olur da bir büyücü olmuştu?

Acaba annesinin ailesi Russell Ailesinde gizli bir büyücü mü vardı? Ama hayır, bu teorisi de fazlasıyla uçuktu. Russell Ailesi yaklaşık on kuşaktır safkan ateş ve toprak elementine sahipti. Ayrıca Russell’lar büyücülerin üzerindeki baskıyı kuran en büyük etkendi. Büyücülere karşı duydukları nefreti hayat felsefesi haline getirmiş olan Russell’lar arasında gizlenmiş bir büyücü olma ihtimali sıfırdı.

Peki, o zaman Hayley nasıl olur da lanet olasıca bir büyücü olabilirdi?

Ah, düşünmekten ve ağlamaktan kafayı yemişti artık. O lanet olası Güç Testinden bu yana kendisini odasına kapatarak tüm dış dünya ile bağlantısını kesmiş ve hem şansına lanetler savurup ağlıyor hem de böyle bir şeyin nasıl olabileceğini düşünüp duruyordu. Bu bir haftada ne anne ve babasıyla ne de arkadaşlarıyla görüşmüştü. Gerçi eve gelen diğer Campbell ve Russell üyelerinin aşağıda çıkarttıkları kavga kıyameti yükselen seslerinden duyuyordu. Ve nasıl da dönüşü olmayan çıkmaz bir karanlığa saplandığını anlayabiliyordu.

Bir hafta boyunca tüm öğünlerini aksatmadan ona getiren ve odasının bir köşesinde sessizce durup küçük efendisi için fazlasıyla endişelenen Dino, elindeki tepsiyi masanın üzerine koydu.

“Dino, küçük efendisi için fazlasıyla üzülüyor. Küçük efendi böyle yapmaya devam ederse hastalanacak ve Dino efendisinin hastalanmasını istemiyor.”

Hayley kafasını kaldırıp bir haftadır gördüğü ve iletişime geçtiği tek kişiye baktı, bir ev lutini olan Dino’ya. Büyücüler dışında ki diğer ırkların kölesi olan yarı insan-yarı cin karışımı olan bu yaratıklara halk arasında lutin deniliyordu. Normal insan gözünden bir tık daha iri ve oval gözlere, sarkık kepçe kulaklara, ince ve çelimsiz bir vücuda, bedenlerine göre bir tık büyük olan bir kafaya, tüysüz bir kuyruğa, mavi ten rengine ve ortalama en fazla bir yetmiş ila doksan beş santim boya sahip olan lutinler efendilerine fazlasıyla sadık ve itaatkâr kölelerdi.

Dino da Campbell Ailesi’nin hizmetkârlığını yapan bir ev lutiniydi. Ve doğduğundan beri Hayley’e karşı ayrı bir sevgisi vardı.

“Küçük efendi daha fazla yemek yemeden ve bu odadan çıkmadan ne yapmayı düşünüyor? Dino bunu fazlasıyla merak ediyor.” diye konuşan Dino merakla parlayan gözlerini yatakta bir enkazı andıran Hayley’e dikti. “Herkes onun hakkında konuşurken küçük efendisi burada böylece saklanacak mı?”

“Ne yapmamı bekliyorsun Dino?”

Ağlamaktan çatlayan boğuk ve tiz bir sesle konuşan Hayley acıyan boğazı yüzünden öksürdü. Dino hızla bir bardak dolusu suyu yatağında doğrulmuş olan efendisine uzattı. Hayley ona uzatılan bardağı alırken Dino’nun tiz ve cırtlak sesini duydu.

“Dino, küçük efendisinin kalbini görüyor. Küçük efendisi kim ne derse desin fazlasıyla asil, azimli, zeki ve kurnaz bir kişiliğe sahip. İşte!” diye bağıran Dino heyecanla ellerini birbirine çarptı ve irice açmış olduğu gözlerini yüzündeki küçük gülümseme ile Hayley’e dikti. “İşte sırf bu yüzden küçük efendisi herkese haddini bildirmeli. Dino’un tek bir isteği var; küçük efendisinin gözlerini açmasını ve düştüğü bu kötü durumda kimin dost kimin düşman olduğunu görmesini istiyor. Tam da bir Campbell’a yakışır bir şekilde davranmalı küçük efendisi.”

Boşluğa düşen gözleri ile bir düşünce seline kapılmış olan Hayley ile Dino onun elindeki boş bardağı aldı. Ne yapması gerekiyordu? Nasıl devam edecekti bundan sonraki yoluna? Hayatı boyunca büyütüldüğü tüm doğrular ve yanlışlar tek bir günde tepetaklak olmuştu. Tüm benliği, doğruları ve yanlışları birbirine girmişken ne düşüneceğini ne de ne yapacağını bilmiyordu. Bildiği tek bir şey vardı:

Tiksindiği ve nefret ettiği lanetli bir ırkın mensubu olduğuydu.

“Dino’nun küçük efendisi korkuyor. Ama neden? Arkadaşlarının tepkisinden mi? Ama gerçek dostluk karanlıkta parlayan bir yıldız demek değil mi? Küçük efendisi şu anda hiç tanımadığı bir karanlığın içinde. Belki de arkadaşlarıyla yüzleşirse o karanlığı aydınlatacak olan ışığı bulabilir. Eğer Dino yanlış ise küçük efendisi onu düzeltsin.”

Hayley, Dino’nun sözleri ile alt dudağını dişleriyle ezdi. Doğru, korkuyordu. Alacağı tepkiden ve onları kaybetmekten delicesine korkuyordu. İçinde bulunduğu bu karanlıktan bir çıkış yolu bulması için önce o karanlığı aydınlatan ışığı bulması gerekiyordu ve bunun içinde onlarla yüzleşmeliydi.

“Dino,” diyerek ayaklarını yataktan sarkıtan Hayley ile Dino heyecanla ona baktı. “Git ve küveti hazırla, duş alacağım. Aynı zamanda da bana rahat ama şık giysiler hazırlamayı da unutma.”

“Hemen, hemen! Küçük efendisinin istekleri Dino için sadece bir lütuftur. Dino, küçük efendisinin isteklerini hemen yerine getirecek.”

Heyecan ve telaş yüklü sesiyle hızla odadan kaybolan Dino’nun arkasından küçük bir tebessüm etti. Aldığı derin bir nefes ile göğsünü şişirirken bir saat içinde önce yemeğini yemiş sonrada duşunu almıştı. Üzerindeki sıfır kol, düğmeli, belinde kahverengi ince bir kemeri bulunan lacivert renkli elbisesini son kez düzeltti. Yumuşak ve bir şelale misali omuzlarından dökülen saçlarını sırtına doğru savurdu. Derin bir nefesi içine çekerken küçük omuzlarını olabildiğince dikleştirdi.

O bir Campbell’dı ve şimdide bir Campbell’a yakışır bir biçimde hareket edecekti.

“Dino’nun küçük efendisi çok güzel ve güçlü.” diye cıvıldayan Dino ile kikirdedi.

“Şu an evde kimler var Dino?”

“Bay ve Bayan Campbell işte, Jackson ise odasında. Malum durum yüzünden arkadaşları ile kavga etti, bu yüzden dışarıya çıkmıyor. Dino, efendi Jackson’ın bu durumuna üzülüyor. Acaba bu yıl ki akademi döneminde onu ne gibi zorluklar bekliyor? Dino bunu fazlasıyla merak ediyor.”

Hayley, kendisinden bir yaş büyük olan kardeşi Jackson için üzülmüştü. Kendisi yüzünden ailesinin şu anda neler çektiğini anlıyor ve ileri zamanda neler yaşayabileceklerini de tahmin edebiliyordu. Bu durum zümrüt yeşili gözlerini kızartırken bir kere daha şansına lanet etti.

“Hayır, hayır! Dino bunları küçük efendisi üzülsün diye söylemedi ki. O sadece evdekiler hakkında küçük efendisini bilgilendirmek istedi. Ama Dino hata yaptı, bilmeden küçük efendisini üzdü. Bu durumda Dino kendisini cezalandırmalı.”

Hayley’in dolu gözlerini gören Dino, telaşla birbiri ardına sıraladığı cümleleri ile Hayley burnunu çekti.

“Sorun yok Dino. Sadece...” diyerek titrek ve kederli bir iç çeken Hayley bakışlarını pencereye sabitledi. “Ailemin benim yüzümden yaşadığı sıkıntılar canımı yakıyor. Ve bunun daha başlangıç olduğunun da farkındayım.”

“Dino’nun küçük efendisi çok yüce gönüllü.” diyerek hayran bir gülümseme ile iri gözlerini kızın yüzünde gezdirdi ve sonra bakışlarını onun dikkatle baktığı yere çevirdi. “Ne olursa olsun Dino küçük efendisini asla yalnız bırakmayacak.”

“Peki ya onlar?” dedi her an ağlayabileceğini haberdar eden titrek bir nefesle. Pencereden gözüken parkta oyun oynayan üç çocuğa büyük bir özlem ve korkuyla bakıyordu. “Sence onlar beni bırakacak mı?”

“Dino bu soruya nasıl bir cevap vermesi gerektiğini bilmiyor. Bildiği tek şey bu sorunun cevabını ancak küçük efendisi onlarla yüzleşirse alacak.” diyen Dino kaygıyla parlayan gözlerini kızın yüzünden çekip tekrar parkta oynayan üç çocuğa dikti. “Ama Dino sevginin her şeyden üstün olduğuna inanıyor. Küçük efendinin arkadaşlarının sevgisi büyükse onu bırakmazlar. Ama sevgileri küçük ise...”

Cümlesinin sonuna doğru sesi komple kısılan Dino ile derin bir nefes aldı. Daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu. Kaçınılmaz son er ya da geç yaşanacaktı. Ne kadar erken olursa o kadar çabuk bu duruma alışırdı. O yüzden hızla arkasına dönüp odasından çıktı.

Her an kararından vazgeçebilecek olan diğer tarafı yüzünden merdivenleri paldır küldür indi. Bir rüzgâr gibi evin kapısından çıkıp giderken çıkarttığı gürültüler yüzünden arkasından çıkan Jackson’ı fark etmedi bile.

Titreyen bacakları ile attığı hızlı adımlarla parkın girişine vardığında adımları bir bıçak gibi kesilmişti. Heyecan, korku ve tedirginlik ile göğsü hızla bir yükselip bir alçalırken o lanet günden beri görmediği arkadaşlarına baktı.

Diana turuncuya kaçan kızıl saçlarını tepesinden bir topuz yaparak ince ve kemikli yüzünü açığa çıkartmıştı. John elindeki kâğıda bakarak Diana ile heyecanla bir muhabbetin içine girmişti. Philip... Sırtını yasladığı ağaç ile bakışları heyecanla konuşan arkadaşlarındayken toprağı ayağının ucuyla ritmik hareketlerle eşeliyordu.

Normallerdi. Sanki bir hafta önce o berbat gün hiç yaşanmamış gibi normal ve rahatlardı. Bu durumu Hayley gibi pek bir kafaya takmamış gibi duruyorlardı. Hayley’in bir büyücü olmasını kafalarına takmıyor gibilerdi. Bu durum istemsizce Hayley’in yüzünde bir gülümsemenin oluşmasını ve içindeki tedirginliğin biraz da olsa azalmasını sağlamıştı.

Titrek adımlarla arkadaşlarının yanına doğru ilerledi.

“Hey, ne yapıyorsunuz?” diyerek Diana ve John’un oturduğu banka yaklaştı.

“Hayley...” diye sessizliğin içinde fısıldayan Philip’in şaşkın yüzüne bakarak gülümsedi.

“Ha!” diye şaşkınlık ve alay barındıran bir nida koparan Diana ile onun tiksintiyle buruşturduğu yüzüne baktı. “N’aptığını sanıyorsun sen?”

“Ne?..” diyen Hayley en yakın arkadaşının bu sert tavrı karşısında ne yapacağını bilemedi.

“Hayley, tatlım,” diyerek ayağa kalkan Diana yüzündeki alaylı gülümseme ile Hayley’i omzundan itekledi. “Senin gibi bir ucube ile arkadaşlığımızı devam ettireceğimizi sanmıyordun, değil mi?”

Ucube.

Tek bir kelime, birinin kalbini parçalara ayırabilir miydi? Çünkü Hayley’in kalbi Diana’nın söylediği tek bir kelimeyle parçalara ayrılmıştı.

Artık yüzünde nasıl bir ifade varsa Diana alay ve küçümseme dolu bir kahkaha patlattı.

“Ah, zavallı.” Diyen Diana bu sefer Hayley’i omzundan daha sert itekledi ve kızın sertçe yere düşmesine sebep oldu. “Tatlım unuttun sanırım ama bizim gibi elit Elementallerin senin gibi iğrenç büyücülerle işi olmaz.”

Diana’nın sert ve kırıcı tavrı ile gözleri boncuk gibi dolu dolu olan Hayley bakışlarını John’a çevirdi. “John...” diye fısıldadığında çocuk gözlerini kızdan kaçırdı.

“Ya!” diyen Diana yerden aldığı taşı Hayley’in kafasına attı. “Dalga mı geçiyorsun yoksa koca bir aptal mısın? Artık senin gibi bir ucube ile herhangi bir bağımız yok! Git buradan aptal!”

Yarılan kaşından akan kanın sıcaklığını hissederken geldiğinden beri bakmaya korktuğu kişinin sesini duydu. “Git...” diyerek ona sırtını dönmüş olan Philip’e baktı. “Git ve bir daha gelme Hayley.”

“Ne?..”

Ne diyordu bu çocuk? Ne saçmaladığının farkında mıydı? Git demekte ne oluyordu? Hayır, hayır! Ne kendisi giderdi ne de onların gitmesine izin verirdi.

“Philip biliyorum ben-“ diyen Hayley’in sözünü öfkeyle ona dönen Philip kesti.

“Defol!” diye nefes nefese bağıran Philip, ağlamaktan yüzü kızarmış olan kıza birkaç saniye bakarak arkasına dönüp koşarak oradan uzaklaştı.

Hayley’in ardı arkası kesilmeyen hıçkırıkları eşliğinde Diana ile John giden arkadaşlarının peşinden koştular. Arkalarında kalbi kırılmış küçük bir kız çocuğu bıraktılar.

Loading...
0%