@pandoraa
|
Akademinin kapıları hızla açıldı. Zümrüt yeşili bir cüppe giymiş uzun boylu, siyah saçlı bir büyücü adam duruyordu karşılarında. Çok sert bir yüzü vardı, Efsun’un aklına gelen ilk şey, bu adamla ters düşülmemesi gerektiği oldu. “Birinci sınıflar, Profesör McLaggen,” dedi Hughes. “Teşekkür ederim, Hughes. Bana bırak artık.” Kapıyı ardına kadar açtı. Giriş Salonu öylesine büyüktü ki, içine Ankara’da ki evi bile sığabilirdi. Taş duvarlar, tarihi saraylarda olduğu gibi, meşalelerle aydınlatılıyordu, tavan ise görülemeyecek kadar yüksekti, tam karşılarındaki görkemli mermer merdiven üst katlara çıkıyordu. Taş döşeli salonda Profesör McLaggen’ı izlediler. Efsun sağdaki kapının arkasından yüzlerce sesin oluşturduğu uğultuyu duyabiliyordu, okuldakilerin geri kalanı oradaydı herhalde, ama Profesör McLaggen onları salonun yanındaki küçük, boş bir odaya görürdü. İçeri girip birbirlerine her zamankinden daha çok sokuldular, çevrelerine baktılar tedirginlikle. “Mineraloge’a hoş geldiniz,” dedi Profesör McLaggen. “Ders yılı başlangıcı şöleni biraz sonra başlayacak, ama Büyük Salon’da yerlerinizi almadan önce seçim yapılacak, hangi binalara verileceğiniz saptanacak. Seçim son derece önemli bir törendir, çünkü burada kaldığınız sürece, binanız Mineraloge’taki aileniz gibi olacak. Derslere kendi binanızdakilerle gireceksiniz, kendi binanızın yatakhanesinde uyuyacaksınız, boş vakitlerinizi binanızın ortak salonunda geçireceksiniz.” Birkaç saniyelik durdu ve ona pür dikkat bakan yeni öğrencilere dik dik bakarak devam etti. “Dört bina var; bunlar İtiraf Büyücüleri, Düş Büyücüleri, Şifa Büyücüleri ve Ruh Büyücüleri. Her binanın kendi soylu tarihi var, her bina çok önemli cadılar, büyücüler yetiştirmiştir. Mineraloge’ta bulunduğunuz sürece yaptığınız iyi işler bina notlarını yükseltir, kurallara uymamak da bina notlarını düşürür. Yılsonunda toplam notu en yüksek olan bina, Bina Kupası’yla ödüllendirilir, büyük bir onurdur bu. Dilerim hepiniz kendi binanızın notlarına katkıda bulunursunuz.” Uzun sivri burnunun üzerinde ki iri turuncu camlı yarım ay gözlüklerinin üzerinden öğrencileri son bir defa daha süzdü. Çenesindeki et beninden fırlayan kıl göğsüne kadar uzanıyordu. Elzem ister istemez onu babaannesine benzetti. “Seçim Töreni biraz sonra avluda öğrencilerin önünde yapılacak. Bu arada beklerken hepiniz kendinize çekidüzen verin.” dedi Profesör McLaggen, cüppesinin eteklerini savurup gitmeden önce son sözlerini sıraladı. “Hazırlıklar tamamlanınca döneceğim. Lütfen sessizce bekleyin.” “Nasıl bir seçim yapıp da bizi binalara ayıracaklar?” diye sordu Max’e, Efsun. “Bir çeşit sınav herhalde. Zack’e bakılırsa, insanın çok canı yanıyormuş hatta kılıç çeken heykeller varmış, ama şaka ediyordur.” Hayley ve Efsun’un yüreği gümbür gümbür atmaya başladı. Sınav mı? Bütün okulun önünde? Ama hiç büyü bilmiyorlardı ki daha. “Endişelenmeyin, sınav falan olmayacak.” diyen Felix ile meraklı bakışlar onu buldu. “Dayımın söylediğine göre bina seçimini bizleri seçen heykeller yapıyormuş, kimseye zarar vermeden.” Tam rahat bir nefes alıyorlardı ki karşılarına çıkan üç çocuk ile durdular. “Doğru mu?” dedi ortadaki solgun yüzlü çocuk. “Bütün Orinlafec’te söylüyorlar, Dünya adlı başka bir evrenden bir büyücü gelmiş diye. Demek sensin o?” “Evet,” dedi Efsun. Öteki çocuklara bakıyordu. İkisi de iriyarıydı, son derece kötü kalpliye benziyorlardı. Solgun yüzlü çocuğun iki yanında, onun korumaları gibi duruyorlardı. Elzem’in onlara baktığını gören solgun yüzlü çocuk, “Sahi, bu Waves, bu da Velvet,” dedi. “Benim adım da Ramirez, Jefferson Ramirez.” Max ile Felix hafifçe öksürdü, bu öksürüğün arkasında alay gizliydi sanki. Jefferson Ramirez onlara baktı. “Adım pek mi komik? Senin kim olduğunu sormama gerek yok. Babam bütün Russo’ların cırtlak renkli saçlı, cılız olduklarını, yetiştirebileceklerinden çok daha fazla çocuk yapaklarını anlatmıştı.” dedi yüzündeki kendini beğenmiş ifadesiyle ve Efsun’a döndü yine. “Bazı büyücü ailelerin ötekilerden üstün olduğunu yakında anlayacaksın, Kara. Yanlış kimselerle arkadaşlık kurmaktan vazgeçersen, yardıma hazırım.” Tokalaşmak için elini uzattı Efsun’a ama Efsun onun elini sıkmadı. Soğuk bir sesle, “Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna ben kendim karar verebilirim, sağ ol,” dedi. Jefferson Ramirez kıpkırmızı kesilmedi, ama solgun yanakları hafifçe pembeleşti. Ağır ağır, “Senin yerinde olsam, ayağımı denk alırdım, Kara,” dedi. “Almaz ise ne yapabilirsin ki Ramirez?” diyerek Efsun ve Jeff’in arasına girdi Felix. “Burası senin malikânen değil, git ve orada havla.” Jeff birbirine sıkıca kenetlenmiş olan dişlerinin arasından öfkeyle bir soluk verdi. Tam konuşmak için dudakları aralanmıştı ki Profesör McLaggen geldi. Yeni öğrencilere, “Tek sıra olun,” dedi Profesör McLaggen, “Beni izleyin.” Ayakları kurşun gibi ağırlaşmıştı Hayley’in, kırçıl saçlı bir çocuğun arkasında sıraya girdi, onun arkasında da Max yerini aldı, odadan çıktılar, salonun sonundaki çift kanatlı kapıdan geçip avlu diye bahsedilen yere vardılar. Hayley ve Efsun daha çok garip, görkemli bir yeri hayal etmişlerdi ama kesinlikle yemyeşil bir bahçe ve bahçenin ortasına konumlandırılmış devasa boyuttaki dört heykeli hayal bile etmemişlerdi. Binanın balkonundan onları izleyen öteki öğrenciler ve profesörler vardı. Ortamı aydınlatan gökyüzündeki yıldızlara nazaran havada uçuşan binlerce mum vardı. Titrek mum ışığında kendilerine bakan yüzlerce surat, solgun fenerlere benziyordu. Öğrencilerin aralarında yer almış küçük ışıltılı periler, puslu gümüşler gibi parlıyorlardı. Hayley, kendilerine dikilmiş gözlerden kaçınmak için başını kaldırdı, yıldızlar serpiştirilmiş kadife gökyüzünü izledi. Birkaç ay öncesine kadar Diana’nın evinin çatısında arkadaşlarıyla izlediği yıldızları anımsattı. Lauren’ın, “Onyx düğümüne bastığımız vakit cevap veren oyma heykeline göre hangi binalarda olacağımız belirleniyormuş. Mineraloge Tarihi’nde okumuştum,” diye fısıldadığını duydu. Hayley başını hemen indirdi; Profesör McLaggen, yeni öğrencilerin önüne ince uzun tek ayaklı değişik motiflere sahip bir sehpa yerleştirdi sessizce. Sehpanın üstüne elindeki rulo şeklindeki parşömeni yerleştirdi. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra etraflarında uçuşan periler hep bir ağızdan bir şarkı tutturdu: “Bu heykeller, derseniz, ürkütücü mü ürkütücü! Ama öyle hemen karar vermeyin. Toz olur varsa onlardan güzeli, eşsizlerdir varoluştan beri. Ne büst dinlerler ne de röfley, şampiyonluk kaçmaz, hep onlara gelir. Mineraloge okulunun ruhlarıdır onlar, her gün, her ay, her yıl başka başkalar. Karşılarında şöyle bir ürperin biraz Orinlafec’te hiçbir şey gözlerinden kaçmaz. Eğer geçersen ortalarına gideceğin yeri söylerler sana. Seni Düş Büyücüleri’ne yollar belki, zamanla olursun kurttun teki, yiğittir orada kalan çocuklar, hepsinin yüreği, nâh, mangal kadar. Belki de düşersin Şifa Büyücüleri’ne haksızlığı hemen kaldırıp rafa adalet uğruna savaş verirsin alasığının yüreğini her yere sevgi ve mutluluk götürmek için. İtiraf Büyücüleri’dir kısmetin belki, oradakilerin hiç çıkmaz sesi, mantıktır onlarca önemli olan, öyle kurtulurlar tüm sorunlardan ama dikkat et onların akılbaz oyunları tehlikelidir. Düşersin belki de Ruh Büyücüleri’ne sen, Bir başkadır sanki oraya giden, Amaçları için neler yapmazlar Açıklasam bitmez sabaha kadar. Gücün farkındalığını ve en iyi şekilde kullananladır onlar. Geç ortalarına! Çekinme sakın! Birinci koşul bu: Korkmayacaksın! Hiç kimseye gelmez kötülük onlardan, Heykeller içinde en uysalıdır onlar.” Şarkı sona erince salonda bir alkış koptu. Periler eğilerek balkondaki profesörlere, öğrencilere ve avludaki yenilere selam verdiler. Hayley belli belirsiz gülümsedi. Evet, dört heykelin ortasına geçmek bir büyü yapmaya kalkışmaktan çok daha iyiydi. Ama keşke herkesin gözü önünde olmasaydı diye düşünüyordu. Profesör McLaggen elindeki parşömenlerden bir sürü soru soracaktı anlaşılan, Hayley’in ise ne cesareti üstündeydi, ne de hazırcevaplığı. Yüreği ağzındaydı. Eğer kendisi gibiler için bir bina olsaydı, her şey ne kadar kolaylaşacaktı. Profesör McLaggen, elinde uzun bir parşömen kâğıdıyla birkaç adım öne çıktı. “Adınızı söylediğim zaman dört heykellin ortasına geçecek ve Oynx düğümüne basakcak, hangi binaya ayrıldığınızı öğreneceksiniz,” dedi. “Amy Evans!” Sarı atkuyruğu saçlı, pembe yüzlü bir kız çıktı ortaya, heykellerin tam ortasındaki küçük masanın üstünde olan Oynx düğümüne bastı. Bir an sessizlik olurken aniden devasa boyuttaki alasığın heykeli hafifçe öne doğru hareket etti ve boynuzlarının arasından yeşil bir ışık parladı. Sağdaki balkondan bir alkış koptu, Amy gidip Şifa Büyücüleri balkonuna çıktı. “Susan Bones!” Alasığın heykeli ikinci bir defa daha hareket etti, Susan da seğirtip Amy’nin yanında yerini aldı. “Stefan Boot!” Bu sefer devasa boyuttaki kuzgun heykelinin kanat çırpışı tüm öğrencilerin kulaklarını doldurdu. Tam ortadaki balkondan bir alkış tufanı koptu, Stefan gidip İtiraf Büyülerinin balkonundaki yerini aldı. “Mary Lewis!” de İtiraf Büyücüleri’ne katıldı, ama “Katherine Debrova!” yeniler arasında ilk defa devasa bir kükreme meydana getiren kurt heykeli ile ilk Düş Büyücüsü oldu, en uçtaki sol balkon alkıştan inledi; Efsun, Max’in ikiz kardeşlerinden Zack’in ıslık çaldıklarını gördü. “Felix Edison Myleen!” Felix oldukça rahat hareketlerle ilerledi ve Oynx düğümüne bastı. Birkaç saniyenin ardından karar açıklandı: Alasığının boynuzlarından parlayan ışık ile o artık bir Şifa Büyücüsüydü. Seçildiği binadan kocaman bir alkış alırken Efsun da alkışa eşlik etti. Derken “Ethan Ryan!” ahtapot heykelinin alındaki mor renkli mücevherin parlaması ile ilk Ruh Büyücüler’inden oldu. Belki Hayley’e öyle geliyordu, ama Ruh Büyücüleri için anlatılan onca şeyden sonra, o masadakileri hiç gözü tutmadı. “George Patson! “Şifa Büyücü’sü!” Efsun’un gözünden kaçmadı, heykeller bazen hemen karar veriyor, bazen de karar vermek için azıcık düşünüyordu. Sırada Hayley’in yanında duran kırçıl saçlı çocuk, “Dean Mollison!” Düş Büyücüleri’ne ayrıldığını öğrenmek için heykellerin arasında tam bir dakika bekledi. “Rebecca Lauren Cattermole!” Lauren koşarcasına gitti, Oynx düğümüne bastı ve heyecanla beklemeye koyuldu. Yarım dakikanın sonunda kulaklarına ulaşan kanat çırpma sesiyle İtiraf Büyücülerinden koca bir alkış koptu. Max sırıttı. Boyuna kurbağasını yitiren Owen Lockheed, adı seslenildiğinde, heykellerin ortasına geçerken sendeledi, az kalsın düşecekti. Heykellerin karar vermesi epey vakit aldı. Sonunda kurdun kükremesi ile Düş Büyücülerinden coşkulu bir alkış tufanı koptu. Owen attığı kahkahalarla Düş Büyücülerin balkonuna doğru koştu. Adı söylenince, hemen ileri atıldı Ramirez, Oynx düğümüne basar basmaz karar açıklandı: “Ruh Büyücüsü!” Ramirez, son derece hoşnut, arkadaşları Waves ile Velvet’ın yanına gitti. Pek fazla kişi kalmamıştı şimdi. O sırada duyduğu isim ile bakışları hızla ismin sahibine döndü. “Hayley Campbell!” Adı söylenince avluda küçük bir sessizliğin meydana gelmesiyle yutkundu. Bir an için ne yapacağını bilmezken omzunu güven vermek istercesine sıkan Efsun ile beceriksizce tebessüm etti. Heykellerin ortasına doğru ilerlerken kalabalıktan yükselen fısıltıları duydu. “Campbell mı dedi?” “Şu toprak elementi olan Campbell’lardan biri mi?” “Duyduğuma göre kanı bozuk olduğu için büyücü seçilmiş?” “Büyücülerin yüz karası desene.” Oynx düğümüne basıp arkasını dönmeden önce Hayley’in son gördüğü şey, salondakilerin onu dikkatle süzmeleri oldu. Sonra da kulağına bazı sesler doldu. “Hmm,” diye incecik bir ses geldi kulağına. “Güç. Çok güç. Bakıyorum, bayağı gözü pek. Kafa da fena değil. Yetenek de var, evet, öyle kendini kanıtlama tutkusu... bak, bu ilginç...” Sessizliğin hüküm sürdüğü avluda tam bir dakika sonrasında ahtapot heykelinin alnında mücevher parladı. Bir Ruh Büyücüsü olduğunu belirten heykel ile kulaklarında büyükbabasının sözleri yankılandı. “O, bir lanetli! İğrenç bir türün mensubu benim torunum olamaz!” Hayley şansına lanet ederek heykellerin ortasından çekildi. Sessizliği bölen tek şey Efsun’un alkış sesiydi. Seçildiği bina bile onu kabul etmezken o nasıl olurda kendini kabul edebilirdi ki? “Maximilion Russo!” Adı okunan Max ile herkesin dikkati Hayley’in üzerinden çekildi. Max hızla öne doğru atılıp Oynx düğümüne bastı. Alasığın heykelinin boynuzları arasından parlayan ışık ile Şifa Büyücüler’in de bulunan kardeşlerinden Cody coşkulu bir alkış tufanı kopartırken Profesör McLaggen’ın sesini duydu. “Efsun Kara!” Büyük Salon ikinci bir defa daha sessizliğe gömüldü. Efsun titreyen bacakları eşliğinde ilerlerken kalabalıktan yükselen fısıltıları duydu. “Bu o! Bulutta ki kızlardan biri bu!” “Demek söylenenler doğruymuş!” “Bu kız, buraya bambaşka bir evrenden gelmiş.” Oynx düğümüne basar bazmaz duyduğu ince ses ile irkildi. “Vay canına,” diye incecik bir ses geldi kulağına. “İnanılır gibi değil... Hımmm, en az bir İtirafçı kadar zehir zemberek bir zekâya sahip... Aynı zamanda da Şifacılar’da bile görülmeyen yüce bir adalet duygusu... ve kendini kanıtlama tutkusu... Hımm... Ve kimsede görülmemiş bir cesaret. Evet, evet, anlıyorum. Tam bir Pandora’nın Kutusu...” Yaklaşık iki dakikalık sessizlik boyunca herkes merakla heykellerin cevabını beklerken kurt heykeli bir anda daha önce hiç görülmemiş bir şekilde gür bir sesle kükredi. “Düş Büyücüsü!” Efsun, duyduğu kükreme ile bir an için irkildi. Arkasını dönüp ağır ağır Düş Büyücülerinin balkonuna yürürken diğerlerinde olduğu gibi onunda bedenini bir ışık süzmesi kapladı; sıfır kol, V yaka, eteği siyah renkli, göğüs kısmının bir tarafı kırmızı diğer tarafı siyah, içinde de beyaz gömleği bulunan forması bedeninde hüküm sürmeye başladı. Sınıf Başkanı Billie ayağa kalkıp elini sıktı coşkuyla. Russo ikizlerinden Zack, “Kara bizde! Kara bizde!” diye bağırdı. Efsun daha önce gördüğü ışıltılı perinin karşısına oturdu. Peri hafifçe burnuna vurdu onun, Efsun hissettiği gıdıklanma ile küçük bir kahkaha attı. Ayrılacak üç kişi kalmıştı sadece. Lora Gaunt Ruh Büyücülerine, Rafael Kirby de Şifa Büyücülerine düştü. Samuel Quran ise Düş Büyücülerine düştü. Samuel, yanındaki iskemleye çökerken, ötekiler gibi Efsun da onu uzun uzun alkışladı. Bölüm başkanlarının eşliğinde balkonlardan çıkarak büyük salona gittiler. Herkes kendi bölümüne ait olan masaya kuruldu. Profesörlerin oturduğu masayı rahatlıkla görebiliyordu. Kendisine en yakın uçta Hughes oturuyordu, gözleri karşılaşınca Hughes başparmağını yukarı kaldırdı. Efsun da gülümsedi. Orada, masanın tam ortasında, kocaman yaldızlı bir koltukta Esperanza Gonzalez oturuyordu. Salonda perileri kadar ışıl ışıl parlayan tek şey, Gonzalez’in ateş kırmızısı renginde ki saçlarıydı. Efsun önündeki boş altın tabağa baktı. Ne kadar acıktığını şimdi fark etmişti. Balkabağı poğaçaları çoktan sindirilip gitmişti. Esperanza Gonzalez ayağa kalktı. Kendisini hiçbir şey bundan daha çok mutlu edemezmiş gibi, kollarını iki yana açıp öğrencilere gülümsedi. “Hoş geldiniz!” dedi. “Mineraloge’ta yeni bir yıla hoş geldiniz! Şölen başlamadan önce bir şeyler söylemek istiyorum. Ben Esperanza Gonzalez, Mineraloge’un müdüresiyim. Bu yılın hepiniz için güzel geçmesini istiyorsanız uymanız gereken bazı kurallar var: Öncelikle Karaağaç Orman’ına girmenin kesinlikle yasak olduğunu hatırlatmak isterim. Ayrıca hadememiz Bay Morgan da ders aralarında koridorlarda büyü yapmanın yasak olduğunu sizlere hatırlatmamı istedi. Slydiht seçmeleri ders yılının ikinci haftasında yapılacaktır. Kendi binalarının takımlarında yer almak isteyenlerin Madam Zallers’a başvurmaları gerekmektedir. Evet, ziyafet başlasın!” Sözlerini bitiren Profesör Gonzalez ile birlikte Hayley ve Efsun’un ağzının bir karış açılmasını sağlayan olay gerçekleşti. Önlerindeki tabaklar yiyeceklerle doluydu şimdi. Sofrada, yemek isteyeceği hiç bu kadar çok şeyi bir arada görmemişti o güne kadar: kızarmış et, kızarmış piliç, pirzola, sosis, sucuk, biftek, haşlanmış patates, kızarmış patates, cips, mayonez, bezelye, havuç, salça, ketçap, bir de, her nedense, nane şekeri... |
0% |