Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm Dört

@panysoo

Yoruldu göz kapaklarım
Kalbimdir uykusuz kalan
Gördüğü kabusları
Göz görse korkar açılmaya

 

 

"Sen gelmeden önce Gebze'de mi yaşıyordun?" dedi gözlerime bakarak. "Evet komutanım ama siz nereden biliyorsunuz?" dedim şüpheyle. Kalp ritmim oldukça fazla hızlanmıştı. Bayramda kapıyı çalıp şeker alan çocuğun heyecanı misaliyle hızlı hızlı konuşmaya başladı. "Bana,geldiğin gibi parfüm içeriğimi sormuştun. Küçükken de tek ayırt edebildiğin koku oydu,en sevdiğin olduğu gibi. Mideni bir tek o bulandırmazdı." diyerek küçük beni,büyük bana hatırlattı. "Yüzümdeki benleri sayardın hep,sonra da bende neden sen yok diye ağlardın. Annemin yemeklerine bayılırdın,gerçi o da seni tıka basa doyurmadan bırakmazdı." Oydu. Çocukluğum,komutanımdı. Özlemim yanımdaydı. Buruk olan tarafım sevinç nidaları atıyordu. Gözlerindeki parlamayı,gülüşündeki heyecanı görüyor ve hissediyordum. Gözlerim dolmuş,görüşüm bulanıklaşmıştı. Gözpınarlarımda toplanan yaşlar akmak için tek bir hareketi bekliyordu. Zaman durmuştu. O ve ben vardık şu anda. Ase ve Barla oalrak karşı karşıyaydık. Unutmamıştı beni,hatırlıyordu. Gözlerim dolu doluyken gülümsedim. Tüm hasretimize,hüzün,sevinç ve mutluluklarımıza hem ağladım hem güldüm. "Barla." dedim çatallı sesimle mırıldanarak. O olduğunu onaylar şekilde başını salladı. "Ase." dedi hüzün dolu. "Unuttun mu beni?" Merak,hüzün,burukluk ve birazcık da mutluluk akıyordu irislerinden. Başımı iki yana salladım usul usul. "Seni unutmak ölümle eş değerdi. Kalpte olan kalpte kalır. Unutulmazdı." Çatallı sesime bir gözyaşı ek olarak süzüldü çeneme doğru. Yanağımdan çeneme süzülen gözyaşını takip etti hareleriyle. Ama bir sorun vardı. Benim Barlas'ım sarılırdı. Karşımdaki Barlas adım atmaya korkuyor,öylesine duruyordu. "Hatırlıyorsun." dedi gülümsemesi daha da derinleşirken. Adem elması hareketlendi,gözlerine hüzün perdesi çöktü. "Sarılabilir miyim?" dedi çekinircesine. Cevap vermeden ben sardım kollarını onun beline. Yasladım kafamı göğsüne,kana kana içime çektim özlemini çektiğim kokusunu. O da benim sarılmamı bekliyormuş gibi anında elleri belimi buldu. Kokusunun burnuma tekrar ve tekrar nüfuz etmesiyle sessiz gözyaşlarım hıçkırıklara dönüştü. Göğsünde,sıcaklığında hıçkıra hıçkıra ağladım. Yeter dur demedi,saçımı okşayışı,incitmekten korkar dokunuşu,'İstediğin kadar ağla buradayım' diye bas bas bağrıyordu sessizken.

Yürek yangınıma su serpildi kokusuyla. Üşüyen kalbime güneş olup ısıttı bedeni. Tamamlanmayan her cümlemi tamamlayıp noktaladı her bir kelimesi.

 

Burnunu saçlarımın arasına daldırdı. Oksijen saçımdaki kokuymuş gibi derin derin soludu kokumu. Elimizden zorla alınanlarla,kayıplar vererek gene bir aradaydık. Buradaydık. Ama Ase ve Barlas olarak değil,Üsteğmen Asena Demir ve Kıdemli Üsteğmen Barlas Şahin olarak buradaydık. Uzun süre sonra sıcak anılarımızlaydık. Onsuzlukla hiç olmuştum,boşluk olmuştum. Dalından koparılan çiçek gibi solmuş,kurumuştum. Şimdi onunla tamamlanıyordum. Boşluk olan her milimi teker teker kapatmıştı varlığı,her bir solgun filizi canlandırmıştı atan kalbi. Ne kadar öyle durduk bilmiyorum. Arkamdaki bir karanlık içine çekti beni,alıştığım sıcaktan canice ayırdı bedenimi. "Bırakma beni." diye haykırdım. "Korkaksın." diye geri dönüş aldım. Aldığım geri dönüş tek bir kelimeyle sonlanmadı. "Duygularını açamayacak,kaybedince de ağlayacak kadar korkaksın."

Azıcık kestireyim diye uzandığım koltuktan ani şekilde fırlamam bir oldu. Yüzüm ıslaktı,yani gerçekten de ağlamıştım. Gördüğüm rüya mı kabus mu adlandıramıyorum,ama çok etkilemişti. İçime çektiğim kokusu gerçek gibi,tenime değen elleri ise binbir şifa gibiydi. Ama rüya olmadığını bilsem gerçek olduğuna kesinlikle şüphesiz inanırdım. Ama değildi. Söylediği her cümle tek tek aklımdaydı. Hiçbirini aklımdan silemiyordum. Hepsi bozuk plak gibi yankılı yankılı kafamın içinde dönüp duruyordu. Sehpanın üzerinde duran telefonuma uzandım. Saat 18.30'du ve ben saat 19.00'da mekanda olacaktım. Yani hazırlanmak ve kendime gelmek için yarım saatim vardı. Hızlı ama bir o kadar da uyuşuk adımlarla banyoya gidip elimi yüzümü yıkayıp az bile olsa kendime gelmeyi diledim. Banyodan ayrılıp odma ilerledim ve gardolabın karşısına geçip boş boş baktım bir müddet. Ama zamanım kısıtlıydı o yüzden de hızlı olmam gerekiyordu. Ceket pantolon takımında karar kılıp içine de beyaz bir büstiyer giyersem tam olurdu. Düşündüğüm gibi oldu da. Saçımı at kuyruğu yapıp maskara,allık ve parlatıcı sürüp odadan ayrıldım. Çantam ve telefonumu alıp ayakkabılarımı da giydikten sonra evden ayrıldım.

Lojmandan çıktıktan sonra karşı lojmana bakmaya gözüm gitmedi. İçim içimi 'bak' diye yese de es geçerek bakmadım ve mekana doğru ilerlemeye başladım. Hemen iki sokak aşağımda kenarda köşede kalan bir mekandı ve tatlıydı. Nostalji havası verilmiş olan mekan,eskilerden fırlamış gibi durup kenar köşede olmasına rağmen göz çekiyordu. Telefonuma gelen bildirim sesi ile çantamın fermuarını açıp telefonu çıkardım ve daha bu sabah alınmış olduğum gruptan gelen mesajı açtım

SERDAR TEĞMEN: Biz tam kadro buradayız ama asıl adına eğlence kurduğumuz hanımefendi halen daha gelmeye tenezzül edemediler. E tabi bir de Barlas Komutanımın yokluğu da hissedilir cinsten. Malum kendini özletmeyi pek bir sever de.

Attığı mesaja cevap vermeyip görüldü olarak bıraktım ama dudaklarımın kıvrılmasına da engel olamadım. Benimle birlikte görüldü atan kişiyi de yok sayamadım,gene yaktı geçti içimi. Serdar'ın da dalga geçiyorum ama alttan alta lafımı sokmayı da ihmal etmiyorum mesajıydı bu. Her zamanki hali işte. 'Keşke hepimiz her zamanki halimizle kalabilsek' diye fısıldadı kalbimin buz tutmuş ama erimeye de hazır olan tarafı. Aklıma geldi gene,onu ardımda bırakıp göz bile değdirmeyişim. Kim bilir nasıl kırılmıştır yıllardır dokunamadığım kalbi. Nasıl sırılsıklam kana bulanmıştır yüreğindeki sargı bezleri. Yüreğim burkuldu o halini düşününce. Nasıl da yeni bulmuşluğun heyecanı ve hasreti vardı gözlerinde. Ağzından çıkan her söze ne cevap vereceğim diye bekleyişleri mesela. Nasıl da umut doluydu. Kırdım o umutlarını bile isteye. Aslında istememiştim. Sadece kendi şerrimden korumak istemiştim lakin koruyayım derken daha da beter etmiştim. Gözümden bir damla yaş süzüldü çeneme. Uykudan uyandıktan sonraki halimi de düşününce gözlerim iyi bile dayanmıştı,herhangi bir yanma belirtisi göstermemişti halen daha. Derken derken düşüncelerle boğuşmalar eşliğinde mekana ulaştım. Mekan kapatılmış,uzun bir çilingir sofrası kurulmuştu,yüreğimdeki yarayı nasıl deşeceğini bilmeden. Kendimi gülmeye zorlayarak mekanın kapısını açıp içeri girdim. Kapı sesini ilk fark eden Orhan,"Üsteğmenim geldi." diye böğürdü resmen. Sonrası nedenini anlayamadığım bir alkış tufanı. Masaya ilerledim kimiyle el sıkıştım,kimiyle de sarıldım. Kapıdan girdiğimden ilk andan beri yüzüme dikkatli dikkatli bakan Serdar'a doğru ilerlediğimde tebessüm edip kollarını açtı. Gözlerim doldu gene. Barlas'ı heyecanlı heyecanlı anlatıp,bulamayacağımı ve tekrarı olmayacağını her düşündüğümde gidip de omzunda hıçkıra hıçkıra ağlamama müsaade edip abi edasıyla sarmıştı. O görüntüler aklımdan hiç çıkmazdı,dibi aydınlık kuyuda yer edinmiştiler kendilerine. Kollarına girip sarıldığımda boğazımdan bir hıçkırık koptu,onun göğsünde kayboldu. Bir eli sırtımda diğer eli saçımdaydı,eskisi gibi. Ama ben eskisi gibi miydim onu bilemiyorum işte.

"Ne sıktı benim kardeşimin canını?" dedi kulağıma doğru yumuşak sesiyle. Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Göz yaşlarım arasında gülümseye çalıştım ama nafileydi. "O buldu beni abi. Çok yakınımdaymış sabahtan beri. Kendi gelip anlattı,araştırmış,bulmuş ama korkmuş benim gibi,kokusundan bile tanırım onu oydu abi. Gerçekten oydu,ama kendi buruk olan tarafımın acısını ondan çıkarmak ister gibi tüm kelime zehiri akıttım yufka yüreğine." Bakışları yeni aydınlanmış edasıyla açıldı. "Hasiktir." diye hayretle bir küfür kopuverdi dudaklarının arasında. Yutkunup,"Sen gene de kimseye bir şey çaktırma. Akşam erken ayrılıp konuşuruz." deyip gözlerimi kimse görmeden sildim. Göz yaşlarımı silmiştim ama kızarıklıklara bir çare yoktu. Tam ondan ayrılıp ceketimi çıkartıyordum ki kapı tekrar açıldı ve ben daha kim olduğuna bakmadan onun geldiğini anlamıştım. Ondan önce kokusu doluşurdu burnuma. Ciğerlerimi talan eder,sonra 'ben geldim ruhum' derdi. Kokusu ruhuma işlemiş,kazınmıştı. Söküp atamıyordum. Ceketimi çıkartıp sadece ince ipli bir büstiyerle kalmıştım,içerisi sıcaktı çünkü. Barın Timi,gelen komutanlarını görünce,"Hoş geldiniz komutanım." diye hep bir ağızdan konuştular. Cevap vermedi. Önüme dönüp bana ayrılan sandalyeye oturduğumda tam karşımda kalıyordu. Gözleri şişmiş,yüzü gözü iki saat içerisinde halden hale girmişti. Yüreğimde fırtınalar çıktı,her bir duygum oradan oraya savruldu. Tek bir tanesi hariç;Özlem. Özlemiştim,yüzüne böylesine bakmayı özlemiştim. Ama daha ilk dakikasından kasırgama dahil etmiştim onu. Bakışlarımı yüzünden çekip diğerlerine çevirdim.
Serdar'ın,"Ustam getirebilirsiniz." demesiyle de masa 5 dakika içinde donatıldı. Arka fondan da Onur Can Özcan'dan Çilingir başladı çalmaya. Rakılar,şalgamlar,atıştırmalıklar,mezeler falan ortamı öyle güzel göstermişti ki bir an iyi ki kabul etmişim dedim. Sonra kırıp bıraktığım Barlas düştü zihnime. Zar zor gelen keyfim bir saniye içinde talan oldu. Ters duran rakı bardağımı düzüne çevirip Serdar'ın önüne koydum. Rakıyı doldurduktan sonra suyu ve şalgamı da doldurup önüme koydu ve yüzüne nur katan tebessümüyle, "Yarasın Can Parem." dedi. Gülümseyip başımı eğdim. Ama gülümseme demeye de bin şahit lazımdı,sadece dudak kıvrılmsıandan ibaret olan bir şeydi. O 'yarasın' kelimesi farklı anlamlar içeriyordu benim için. Serdar'da bunu en iyi bilenler arasındaydı. Diğer herkes içkisini içmeye başlamışken gözlerim ikide bir Barlas'ta takılıp duruyordu. O ise inatla gözlerini benden çekmiyor,tim ne düşünür demiyordu. Yarısını içtiğim ama içinde yarım olarak duran bardağı fondipleyip Serdar'ın önüne koydum tekrardan. Gözlerime bakıp güldü. En iyi o bilirdi sevda yarasının ne zor bir meret olduğunu. Anlardı yüreğimdeki kapanmayan yarayı. Rakıyı doldurup suya uzanacağı zaman,"Sek istiyorum yavrum." dedim. Hay hay dercesine başını eğip sadece rakıyla doldurdu bardağımı. Şalgamı da doldurduğunda ikisini de önüme çektiğim sırada Alperen, "Asena sen neden gelmiştin buraya?" diyerek asıl topun bana döndüğünü anlamış oldum. Bardakları önüme bırakıp kollarımı masaya koydum. "Emre itaatsizlik suçundan geldim. Bir operasyonda sağ getirmemiz gereken kancık vardı. Bende boynunu kesip öldürdüm." Alperen'in kaşları hafif de olsa birbirine yanaştı. "Neden peki?" Omuz silktim. "Vatanımın kadınını sadece soyunu devam ettirmesi gereken bir obje olarak görüp zorlayan adama mı merhamet uygulayacaktım Alperen? Adamı sağ götürsem ne olacaktı. Sorgu,belki az bir dayak sonra hapis sonra çık ve devam et. Aynı döngü yani. O kadının yerinde benim annem de olabilirdi." diyerek gerçek neyse direkt onu söyledim çekinmeden. Gözlerim bir ara Alperen'den çekilip tekrar Barlas'a değdi. Pür dikkat bendeydi,ağzımdan çıkan her sözden verdiğim nefese kadar.

"Peki aileniz nerede yaşıyor komutanım?" diyerek bambaşka bir konuya atladı Orhan. "Öldüler." dedim sadece. Başka açıklaması yoktu,lafı dolandırmakta manasızdı. Orhan'ın yüzü düştü. "Başınız sağolsun." dedikten sonra bardağından büyük bir yudum çekti. Ve hepsinden aynı cümle... Başımı salladım sadece. Cevap vermek lüzumsuzdu şu durumda. Zordu. Ağlatırdı. Cevap verdiremeyen her acı yaka yaka ağlatırdı. Bu da aynısıydı. "Serdar'la nasıl tanıştınız Üsteğmenim?" diyerek hüzün atmosferini dağıtmak için farklı konuya geçiş yaptı Erdem. Başarılı oldu da. Anında dağıldı o atmosfer. "Harp okulunda." dedim. Serdar başını iki yana sallayıp güldü. "Bu arkadaş." deyip kafasıyla beni gösterdi. "Benim hep götümü kurtarmakla meşguldü. Öyle öyle derken yakınlaştık,birbirimizin sırdaşı,abisi kardeşi olduk. Sonra dağılımı osu busu çıktı. Ayrılıklar girdi araya. Ara sıra muhabbet ederdik gene telefonda ama yüz yüze olana benzemezdi." Güldüm. "Doğru bu arada. Hiç rahat durmuyordu. Hatta bir keresinde kadın astsubayı öğrenci sanıp yürümüştü. Sonra da ıslak bir dayak. Temiz iş." Hepimiz güldük. Kalbi paramparça olan ikimizin bile yüzü güldü." O zaman da it kopuktun yani Serdar." dedi Alin gülmeye devam ederken. Haklıydı,öyleydi. Serdar dalga geçercesine saçma bir ses çıkardı. Mutluyduk,gülüyorduk. Sahteden de olsa. "Ne yani sadece rahat durmayan ben miydim?" dedi hem bana bakıp hemde yargılarcasına konuşurken. "Bunun da bir Barla'sı vardı. Sürekli salya sümük ağlardı onun için." Ağzın kopsun Serdar! Az önce anlattım sana hayvan herif. Ulu orta yerde söylenir mi bu. "Aşk konularına mı geçiş yapıyoruz ? Yavaş için öyleyse,ağır gelir." diyerek yarım ağız güldü Orhan. O sırada ben Serdar'ın gözünün içine bakıyordum bana baksın da anlasın susması gerektiğini diye ama umrunda bile değildi. Bana bakmayı bırak,kafasını bile çevirmiyordu. Ama altta da kalmazdım. Hemen çirkefliğimi ortaya çıkartıp,"Sensin lan salya sümük. Senin de ne Gamze'n bitiyordu ne Tuğçe'n. Hepsinin acısı farklı günde yükleniyordu." dedim yandan Serdar'ın koluna tokadı yapıştırırken.

"Benden çok ağlıyordun Asena. Seni seven çocuğun biri sana Ase dedi diye hastanelik etmiştin çocuğu hatırlatırım." dedi kınarcasına. Çenen kopmasın da tutulsun Serdar! Dost diye yılan götü kurtarmışız bunca yıldır. "Neden,Ase'nin anlamı ne ki?" dedi gözünden yaş gelene dek halimize gülen Alin. Serdar'da cevap verme derdindeydi garibim! Bir deri bir kemik kalacaktı da haberi yok. Kıyamam!

 

Keyifli okumalar.

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%