Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Bölüm On Sekiz

@panysoo

Ölümün olduğu bu dünyada,

Hiç bir şey çok da ciddi değildir aslında...

Franz Kafka

 

"Lan mal,madem böyle bir karar alacaktınız veya aldınız ki almışsınız da zaten,en son benim mi haberim olması gereki-" Cümlesini bitirmeden bir anda susmasıyla gözümü hafif aralayıp ne yaptığına baktım. Açtığım gözümle ona bakarken ellerini beline koyup,"Sen beni dinliyor musun? Havaya öylesine mi konuşuyorum ben?" deyince göz devirip tekrar kapattım. "Dinlememe gibi şansım varsa en acilinden kullanmak istiyorum." Oturduğum koltukla bedenimin birleşmesine yaklaşık bir 10 dakika falan kalmıştı. Zira şu an yaptığım şey hiç de kafa açıcı bir aktivite değildi,aksine kafa sevici bir aktiviteydi. "Yok canım öyle bir şans. Sen o şansı evleneceğinizi en son bana söyleyerek kaybettin. Bende diyorum ki Asena niye bugün ortalıklarda yok,niye beni aramadı? Ama olmaz çünkü hanımefendi karargahtan çıkmış,gitmiş,nikah işlemleri başlatmış ve en son bana haber verdi. Ayıp olmasın diye de nikahına çağırma tenezzülünde bulunmuş. Hani yabancı değilsiniz ama sizi nikahıma çağırmak,aynı timde olduğumuzu hatırlayınca aklıma geldi der gibi gruptan mesaj atıyor bir de. Alttan alta da konuya dalgayla giriyor ki kızmayayım." Tahmin ettiğim başıma gelmişti. Barlas beni eve bırakalı bir buçuk saat olmuştu,benim eve gelmemden 20 dakika sonra da Serdar gelmiş ve susmamaya yemin etmiş gibi dırdır etmeye başlamıştı. Barlas'a gitmemesi için yalvarmıştım ciddi ciddi. Başıma gelecek olanı biliyordum çünkü. 'Gitme hayatım kulun köpeğeen olayım' dememe ramak kalmıştı ki gururumu da o kadar ayaklar altına almamaya karar verip onu,"Gelirsen senin de kafanı kırarım." diyerek kapımdan kovmuştum. Ne de olsa yol boyunca ona neredeyse bin kez aynı şeyi söyleyip durmama rağmen dinlememişti. Yol boyunca ağzımdan çıkan şeyler sınırlıydı. 'Sende gel bak,sen olunca o kadar çok söylenemez. Yanan ben olacağım be adam hiç mi insafın yok,karın olacağım iki gün içinde. Sen şimdiden beni ateşlerin içine atıyorsun,nikahlanmadan gözüm mözüm açık giderse başkasını alırsın nikahına.' diye diye damardan girmeye çalışmıştım ama işlememişti hiç kansıza. 'Nizamiyeye gidip Nuri Albay'la konuşacağım,karargaha gelmiş.' deyip işin içinden sıyrılmıştı.

O sıyrılmasına sıyrılmıştı da yanan bir ben vardım şu anda. Sol şakağıma balyozla vuruyorlardı sanki,Serdar'ın çenesinden o derece bir ağrı girmişti başıma. Kırk mahalleden beterler diye boşuna demiyordum."Ben kardeşiz sanıyordum Asena,ama bakıyorum ki sen beni satmaya çok meyilliymişsin. İnsan bu mutluluğunu ilk önce kardeşiyle paylaşır. Senin gibi hayırsızlık,mallık ve kafasızlık yaparak bir mesajlaşma uygulaması üzerinden,teknolojik bir alet üzerinden haber vermez. Sen gidip gruptan haber verdin bana,öyle mal gibi bir anda 'evleniyorum' yazarak hem de. Bilmiyorsan söyleyeyim,evlilik eşsiz bir mutluluk,huzur ve bağ duygularına sahiplik yaptığı için insanlar bunu sevdikleriyle yüz yüze paylaşır,bak yüz yüze diyorum. Ama senin gibi çağdan çok çok ileri yaşayan bir beyinsiz anca teknolojiyle haber verirdi zaten. İstersen nikah salonuna da gitme,imzanı elektronik olarak telefondan yapıp atarsın,nasıl fikir? Bence harika. Vasıfsız aptal,senin yerine gidip Alin'e sığınsaydım senin gibi yapmazdı o bana. Barlas'a Rabbim kolaylık versin,o kadar çok üzülmeye başladım ki ona. Hem de tam şu an başladım. Komutanımın da başını senin gibi ruh hastası biri yakacak. Gül gibi adamı buradan Bakırköy'e sevk ederiz artık. Sende arkasından gülerek 'gene gel kocacığım' diye el sallayıp ara sıra onun ziyaretine gidersin. Sonra da burada bacak çele çele oturursun 'Oh ne rahatmış sessiz sakinlik.' diye" Elimle şakaklarımı sıkarken arayane ara yaptığını kaçırdığım fesatlığı sokup konuyu nasıl başka bir olaya bağlayışını gayet net dinledim. Fesatlık sokma aşamasından sonra da acıtasyona geçiş yapacak ve biz konunun yavaş yavaş kapanma aşamasına giriş yapacaktık. Her dırdır başlangıcı ve bitişi böyle oluyordu çünkü. Başlangıcı susmamaya yemin edilmiş gibi söylenerek,ardından acıtasyon yapıp en uzun 20 dakika süren bir konuşmama süresiyle son buluyordu. "Allah'ın adını verdim Alin'e git seni bir evire çevire dövsün. Hatta şuradan bir yerden..." Elimle gelişigüzel bir yeri işaret ettim."...telefonumu ver,ben hemen ararım onu."

"Evleniyorsun,farkında mısın?

"İstersen seni de evlendirebilirim. İki yan taraftaki binada bir kadın var,kahverengi saçlı ve 48 yaşında."

"Beni 48 yaşında birine mi layık görüyorsun yani?"

"Yaş ilerledikçe organların işlevi azalır diyorlar. Senin bıdı bıdı ve yedi mahalle karısı hallerini duymazsa belki mutlu ve huzurlu bir evlilik sürdürebilirsiniz."

"Bu kadar çabuk mu kıyacaksın bana,48 yaşında bir kadının önüne mi atacaksın bu yegane vücudumu?" Ayıplarcasına tonlamasına omuz silktim. Derin derin nefesler vererek usulca açtım gözlerimi. Uzanır vaziyette olduğum koltuktan sakince doğrulup cevap vermeden ayaklanıp mutfağa ilerledim. Ben ayaklanmış mutfağa giderken bile o söylenmeye devam ediyordu. Yakın zamanda da ikinci baş kaynanam olacaktı bu gidişle. Birinci kaynanam bal şekerdi vallahi. Ama bu bok yiyeni gördükçe Semra Teyze'me şükürler yağdırıyordum içimden. Kadının bir ayda alacağı şükürü,ben ona bir günde etmiştim. Sigara içmem lazımdı şu an,başımın ağrısı daha da şiddetlenmeden biraz sakinlemesi gerekiyordu. Aslında ağrı kesici içmek daha mantıklıydı ama ilaçları hangi çekmeceye koyduğumu bilmiyordum. Ve en iyi çözüm Barlas'ın gelmesini beklerken Serdar'dan bir oda uzağa gidip onun içeride kendi kendine konuşmasını dinlemekti. Evet söylenmesini bekliyordum ama bu kadarını da gerçekten beklemiyordum. Kaç senedir içinde tutuyormuş gibi yaklaşık bir saatte on bin kelimeye yakın kurmuştu. Mutfağa geçerek biraz sessizlik sağlamak istedim ama maalesef ki mümkün olmadı,çünkü araba kulisi gibi arkamdan mutfağa gelip mutfakta söylenmesine devam etmişti. Dediğim ve yaptığım hiçbir şeye alınmayacağını bildiğim için bu kadar rahat davranıp ağzıma geleni söyleyebiliyordum. Yoksa bu kadar çeneyi sakin ve hoş karşılamam benden beklenecek son hareket olabilirdi. Çenesi ağrımamış mıydı o salağın acaba? Ben o kadar konuşsam iki gün ağzımı açmazdım. En sonunda lafını bölüp,"Serdarcığım,otur şuraya bir motorun soğusun. Yemin ederim başıma ağrı soktun çenenle. Allah seni alacak olana gani gani sabır versin." dediğimde susarak masaya oturdu ve bir sigara da kendisi yaktı. Sessiz sedasız sigaralarımızı içerken telefonumun melodisinin ara holden gelmesiyle kalkmaya yeltenince eliyle oturmamı işaret edip kendisi kalkıp getirdi telefonumu. "Kocan arıyor." dedi büyük bir hoşnutsuzlukla. Yüz ifadesine ağız burun eğip,elinden aldığım telefonu açtıktan sonra kulağıma koydum. "Alo." deyip biten sigaramı söndürdükten sonra yenisini yaktım. Bu da böyle bir illetti işte,bir tane içtim mi ikincisini de ardından içmeden bırakamıyordum. "Ne yaptınız,merak ettim."

"Şimdi mi merak edesin tuttu,adi herif. Başıma ağrılar girdi bunun çenesinden. Kaç saattir susmak bilmiyor,sen şimdi mi merak edip aradın." diye Serdar'a kötü kötü bakıp konuşunca kısık sesle,"Dua et kısa kestim." demesiyle gerçekten dua etmeye başladım. Elimi semaya açıp kısa bir dua da açık açık ettikten sonra yüzüme sürüp dudaklarımı oynatarak 'amin' dedim. Dudakları çok az kıvrılır gibi oldu ama hemen toparladı kendini. Gene de gözümden kaçmış değildi tabi. Çenesinin devamını ve de dahasını kaldıramazdım herhalde. Barlas'a kulak verdiğimde ise güldüğünü duymuştum. "İnsan evleneceği karısına bu kötülüğü yapar mı hiç,ayıp değil mi ya? Ben bunun acısını çıkarmaz mıyım?" dedim ağlamaklı ağlamaklı. Boğazını temizlese bile tebessümünün dudaklarındaki izini belli eden ses tonuyla,"Ben geleyim dedim sen istemedin gelmemi." deyip ters köşe yapmasıyla küfür edesim gelse de dilimi tutup etmedim ama bu,"Kesin öyledir. Aynen,benim ebem de İtalyan." diye dalga konusu yapmama da engel olmamıştı. "Serdar yanında mı hâlâ?" dedi sesine karışan rüzgar uğultusuyla. Masada ritim tutturduğum parmaklarımın hareketini durdurup anlık olarak Serdar'a bakıp çektim gözlerimi üstünden. "Tam şu an üzerime atlayıp boğazlayacakmış gibi baktığına göre kesinlikle apartman dışında olmalı." dedim. Her zaman yaptığı gibi söylediğimi gene ciddiye almayıp dalgaya vurdu. "Ha ha ve ha çok güldüm,paket yap yanına gelince gülmeye devam ederim." Canım müstakbel kocam,nasıl da güzel anlayıp her söylediğimi ciddiye alıyor diye başkasına söylesem çarpılma ihtimalim çok yüksekti. Çünkü kendisi bir mal olduğu kadar edepsizin de önde gideniydi.

"Gülmen için dememiştim." diyerek kendimce onu alt etmiştim. Ama edememiştim de. Farkında olmak koyuyordu ya insana. Gene de alt etmiş gibi davranmak hoşuma giden faktörlerdendi. Dediğimi takmayıp sıfır şakasız,"Bende ciddi bir soru sormuştum." dedikten sonra konunun ciddiyetinin farkına vardım. Veya zaten farkındaydım da sadece değilmiş gibi yapmıştım. Onu dinlerken içime bir duman çekip konuşmadan önce de içimi yakan dumanı mutfağın aralık camına doğru üfledim. "Yanımda,hatta ne hikmetse susup sakin sakin sigarasını içiyor." dememle Serdar,bakışlarını telefonundan kaldırıp bir anlığına gözlerime değdirdikten sonra ağzının içinde bir şeyler mırıldanarak telefonuna geri döndü. "İyi bakalım,geliyorum bende. Oturup enine boyuna birlikte konuşalım bir." demesiyle,"Ne zahmet ettin canım ya?" diye karşılık verdim. Ağzımı yaya yaya konuşmam,ciddiyet duvarlarımın tamamen yıkılmasıydı ama o bilmese de olurdu. Ya da bilsindi,ben mi öğretecektim her şeyi,aklı müstehcen konulara zehir gibiyse benimle ilgili olanlara da maksizehir olmalıydı. "Kızma boşuna sevgilim. Hem Nuri Albay'la konuştum,sana anlatacaklarım var." Nuri Albay'la konuşması iyiydi ama bana anlatacak kadar bir şey yoktu ortada. Yani Nuri Albay,kendisini feda etmeye kalkıp 'hayır evlenemezsiniz' diye feryatlar dağıtmadıysa yoktu herhalde. "Bir şey mi oldu?" dedim alacağım cevaptan korkarak. "Olmadı. Yani şu an olmamış,önceden olmuş." Gram bir şey anlamamıştım. İçimden geçeni okumuş gibi,"Anlamadığına kalıbımı basarım o yüzden gelmemi bekle,anlatacağım hepsini." diye söyleyince tamam diyerek telefonu kapattım. Kesin kötü bir durum vardı. Önceden de yaşansa geleceğimizi etkileyebilirdi ve bu düşünce hortum gibi içine çekiyordu zihnimi. Her şey iyiye gidecek derken daha kötüsü olursa nasıl olurdu,ne olurdu bilmiyorum. Ama kötü olmasını gerektirecek bir durum da olamazdı,bizimle ilgili. Benim yapmadığım bir şey veya Barlas'ın yapmadığı bir şeyin evliliğimizin düzenini bozmasına ikimiz de izin vermezdik. Fakat kötü bir şey olmasa Barlas,üstü kapalı bile olsa özet geçerdi. Ama geçmeyip 'evde anlatacağım bekleyin' demişti. Demek ki konu kısa kesilecek ve önemsiz bir şey değildi. Anladığım kadarıyla Serdar'ı da dahil ediyordu ki onun da beklemesi gerektiğini üstüne asa basa eklemişti. Doğru düzgün bir düşünce geçmiyordu zihnimden. Hepsi birbiriyle bağlantılı saçma sapan onlarca şey geçiyordu. Yaşadıklarımı bağdaştırsam bile Nuri Albay'ın alakasının olabileceği bir şey ne gözümün önünden ne de zihnimden geçiyordu. Ya benim gözden kaçırdığım bir yer vardı ya da hiç göremediğim.

"Serdar." Çıkan sesimin şelalesinden anlamsız korkular akıp her bir yere yavaş yavaş dağılıyordu. Telefonu kapattığımdan beri kendi telefonunu bırakmş beni izliyordu. Anlamıştı bir şey olduğunu. O her zaman anlardı beni,söylemesem bile. "Bir şey oldu,gene ne oldu?" Yılmıştık bir sorun olmasından,dört bir yandan problemlerle uğraşıyorduk ve biraz da olsun huzur bizim de hakkımızdı. Onun yılgınlık tınısıyla konuşması beni daha da endişe uçurumuna çekiyordu. Farkındayım o da bunalmıştı ama şu durumda benden daha çok evham yapıp bana yansıtması hiç yararına dokunacak bir durum değildi. O endişelense ben ondan da çok endişelenirdim. Değerlimin duygusunu ben en derinimde yaşardım. Sorusuna cevap aradım ama bulamadım bende bilmiyordum ne olduğunu ama bildiğim bir şey varsa da Nuri Albay'ın Barlas'a anlattığı şey her ne ise konusu bendim. Karargaha ilk geldiğim zamanda odasına girmiştim,bana beni tanıdığına delalet eden birkaç cümle çıkmıştı ağzından ama takılmamıştım. Benzetmiştir diyerek gülüp geçmiştim. Kollarımdan tutulup sarsılmamla masa üzerindeki küllüğe odaklı olan gözlerimi kaldırıp Serdar'ın beni inceleyen gözlerine baktım. "Ne oldu abiciğim? Söylesene." Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Çünkü ne olduğunu bende bilmiyordum,sadece iç güdülerime göre hareket edip ya haklı olarak ne yapacağımı bilmiyor ya da boş evham yapıyordum. Barlas gelince belli olacaktı ne yaptığım. "Bilmiyorum. Bir şey olmuş ama ben bilmiyorum." diye mırıldanabildim sadece. Boğazım kurak araziden farksız olmuştu iki dakikada. Gardım inmiş,gözler önündeydi. Korkum,geçmişimdi. Bilmediğim,doğru olduğunu sandığım lakin palavralar üzerine kurulu olduğunu öğreneceğim düşüncesiydi. "Su verir misin bana?" Sürahiden doldurup uzattığı bardağı alıp dudaklarıma götürdüm. Ama içebildiğim sadece iki veya üç yudum olmuştu. Sonrası anlamsız bir mide bulantısı ve Barlas'ı gerginlikle bekleyişimiz olmuştu.

Hadi ortalığı karıştıralım bir sonraki bölümde. Keyifli okumalar.

Loading...
0%