Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Bölüm Yedi

@panysoo

 

 

 

 

 

Senin aşkın ateştir,ateşin gül bahçesi.

 

Güne güzel başlamıştık aslında. Serdar'a yakalanmasaydık tabi. Onu kapı önünde görünce oldukça şaşırmış sonrasında ise köpek gibi utanmıştım. Barlas arsızı ise oldukça rahat takılıyordu,yakalanan biz değilmişiz gibi. Öğlene kadar Serdar'la yüz yüze bakamamıştık ama öğleden sonra o mal da dalga geçmeye başlamıştı. İkide bir durup 'bende mi denesem Barlas Komutanımın kucağını?' diye alay edip sonra işine devam ediyordu. Şimdi de o zamandan biriydi. Saat öğlenle akşamüstü sırasının ortasında,kafamıza güneş geçip beynimizi eritmeye ramak kalmış zamanda,dışarıda oturmuş talim yapan erleri izliyorduk. Daha doğrusu ben izliyordum,Serdar beynimin etini yiyordu. "Nasıl oldu anlatsana lan?" Bıkkınca nefes verip gözlerimi kapatıp açtım. "o"na doğru dönüp,"Bak Serdarcığım sabahtan beri ayıptır söylemesi kafamı sevdin. Susuyorum susuyorum ama benim de bir sabrım var canım benim. İnsanlıkla uyarıyorum,zıvanadan çıkarma beni." dedim güzel güzel. "Sen anlatmadan susarsam öleyim." Ensesine bir sille çaktım. "Ağzını kırarım dengesiz herif." Gözlerini melül melül edip bakmaya başladı. "Anlat o zaman." dedi yılmışlığın tatlı tonuyla. "Sor ne soracaksan." dedim ağız burun eğerek. Bir anda enerjilenerek gülümsedi. Gözüme çocuk gibi göründü. En hiçimde de o vardı. En varlığımda da o oluyordu yanımda. Araya zaman girmişti ama eritememişti o bağı. Gözüme görünen hayali kılığına tebessüm edip soracağı soruyu beklemeye başladım. Ki o da çok bekletmeden sorularını sıraladı zaten. "Sabah ona mı gittin?"

"Evet."

"Öptü mü?"

"Birazcık olabilir."

"Sarıldı mı?"

"Sardı."

"Ne dedin ona gidince?"

"Ya benimle yan yana olup kor ateşimde yanarsın da ağzını açmadan elimi tutarsın ya da öbür dünyada kavuşuruz dedim."

"O ne dedi?"

"İster közünle yak,ister barut et kat birlikte harlayalım ateşi. Bırakırsam toprak kabul etmesin beni dedi."

"Aşkın tekrar birleşme anını tamamlamamışsınız. O da olunca tamamdır sizin iş." diyerek hunharca kahkaha atmaya başladı hayvan. Gözlerim açıldı dediğiyle. Algıladığımda topuğumla bacağına tekme attım. Acı inlemeyle eğilip vurduğum yerin acısını almak için ovuşturmaya başladı. Hem acı acı inliyor hem de gülüyordu ruhsuz salak. "Acıdı ama ya." diye sızlanmayı da ihmal etmedi. "Daha beter vurmadım dua et. Kıyamıyorum,tersime denk gelme." diye uyardım. Dediğimi takmadan gülmeye devam etti. İçimde bir zifirilik vardı. Küçük bir zifirilik. Aşkın beyazı kapatıyordu onu. Ama zifiri yutan elemandı. İçine alır,hapsederdi. "Ya Serdar. Aslında sana anlatmam gereken bir şey var Aslında anlatmak da değil,bilmiyorum nasıl isimlendirilir. Derdim var denilebilir galiba." Yüzüm anında düşmüştü zaten,beraberinde de modum. Yüzümün düşüşüne bakıp," Hayır olsun inşallah demir kız." dedi. "Biz,Barlas'la timde duyulursak ne olacak? Veya karargah da."

"Duyulsun. Ne var bunda?" dedi. Anlamamıştı sorunu halen daha.

"Serdar demezler mi,'yeni geldi hemen takmış kancayı koskoca Kıdemli Üsteğmene' diye?" Düşününce bile sinirden gözlerim dolmuştu. Dayanamıyordum bu tür muhabbetlere. Ne benim hakkımda bu şekilde söylemlere ağız kapatırdım,ne de yanımdaki insana söylenilene göz yumardım. Ağzımdan çıkanları duyunca o da yerinde dikleşti. Kaşları çatılıp nefes alışverişleri yavaşladı. Beklemiyordu sanırım böyle bir şey düşünmemi,fakat ben düşünürdüm çünkü bunlar günlük hayatta bile çok sık başa gelen şeylerdi. "Şimdi sana bir şey soracağım,bana dürüstlükle cevap ver." İçimi kamçılayan düşünce,olduğu yeri sıkıp duruyordu. Nefes alıp verdim. Başımı sallayıp gözlerine baktım. Dirseğini dizine yaslayıp elini de başına dayadı. "Sen Barlas'ı seviyorsun değil mi? En içten ve çocuksu duygularınla." sorusuna anlam veremesem bile cevapladım. "Çok seviyorum Serdar. Onun aşkı bedenimi çiçek bahçesine çeviriyor." Cevabımı beğenmiş gibi başını salladı,dudağının kenarı havalandı ve kısa süre içerisinde de indi. "Barlas'ın seni sevdiğini nereden anlıyorsun?" dedi cevabını bildiği soruyu soran edayla. Dokunuşu düştü zihnime. Kırılacakmışım,değerli bir inci tanesiymişim gibi. Dudakları tekrardan dokundu tenime. Tahriş etmekten korktuğun bir bebeği öper gibi. Her şeyi narindi,tüm sözleri bile. "Her şeyinden. Bakışından,dokunuşundan hatta gülümsemesinden bile. Uzaktan bakan biri onun öylesine güldüğünü düşünür ama ben onun gülüşündeki derinliği,samimiyeti ve aşkı görüyorum." Düşününce bile gülümsüyordum. Karşımdaki adam ise benim bu hallenmelerimi derin bir abi tebessümüyle izliyordu. "O zaman başkalarının diyecekleri seni ilgilendirmesin kızım. Birbirinizin sevgisinden eminseniz eğer ki başkalarının görüşlerini umursama. Her anını karartır sadece bu düşünce." dedi. Onun arkasından da,"Haklı." diye bir ses girdi araya. Kafamı çevirip arkama baktığımda Barlas,ağacın kavuğuna yaslanıp bizi dudaklarında az belli olan tebessümle izliyordu. "Ne kadarını duydun desem?" Gözümü kısarak baktım. Ne kadarını duyduğunu bilmiyordum. Bu düşüncelerimi yersiz bulması da ihtimaldi tabi. "En başından beri desem." Gözlerini kısıp,yaptığımı taklit etti.

Tamamen ona dönüp sırtımı Serdar'a verdim. "Haksız mıyım ama?" diye isyanlarda bulundum. "Haksızsın bebeğim. Bu konuda haksızsın ve Serdar ne dediyse hepsinde haklı." diyerek yaslandığı yerden doğrulup yanımıza adımladı. Serdar ayağa kalkıp Barlas'a yer açtı. Barlas da 'eyvallah' dercesine kafa eğip Serdar'ın kalktığı yere oturdu ve gözlerime bakıp nefes verdi. "Serdar yabancımız değil Ase, açık konuşacağım o yüzden." deyip yutkundu. " Kim ne derse desin umursamaman lazım. Ben umursamıyorum." Serdar lafını bölüp,hinlikle gülümsedi. "Bu sabah en güzel örneği." Barlas da ona bakıp güldükten sonra tekrar bana döndü gözleri. "Karargah ne derse desin takma. Gerçeği,ayrılıkları en önemlisi de içimizdeki hasreti biz bildikten sonra kimin ne düşündüğüne takılma. İnsanlar konuşur yavrum. İşi olmaz konuşur,dedikodu olsun diye konuşur,laf söz çıkarsın diye konuşur. Konuşur da konuşur yani. Biz hepsine takılırsak her Allah'ın günü lanet geçer bize o zaman. O bize bunu söyledi hemen moralimiz düşsün,o bize şöyle baktı hemen yapmaktan vazgeçelim. Olur mu hiç Ase,mantıklı geliyor mu yani sana?" Gelmiyordu. İkisi de söylediklerinde haklıydı ama ben düşünmeden duramıyordum. İlişkimiz açığa çıkınca zaten konuşmalar başlayacaktı. E illaki kulağıma da gelecekti. Barlas umursama dese bile umursuyordum. Kendi ismimim önemi yoktu ama onun isminin önemi vardı benim için. "Ya gelmiyor gelmiyor da..." Devamını getiremedim. Çünkü uygun bir kelime veya cümle yoktu. "Da'sı da yok o zaman Asena. Komutanım haklı. O yüzden konu lütfen kapansın ve yemekhaneye gidelim. Açlıktan öleceğim." Oturduğum yerden kalkıp yanından geçerken ensesine sert bir şekilde avcumu oturttum. Ne yaptığını göremedim ama Barlas'ın kahkahasından sonra, "Üç oldu kızım ya. Can benimki de ebonit değil ki." diye sızlanan Serdar'ı duydum. Görmediklerine emin olduğum için de gülüşümü saklamaktan çekinmedim.

Hızlı hızlı atılan adımlar ve çok az bir zaman sonra da parmaklarımı saran parmaklar gülüşümü silip,şaşkınlığımı ele vermeme neden olmuştu. Gözlerim açılmış şekilde şaşkın şaşkın parmakalrımı saran ele baktım. Sonra da avucunun ve parmaklarının içinde kaybolan elime baktım. Bu görüntü hoşuma gitmiş olsa da utanmamı engelleyecek bir şey değildi. Ben elimi elinden çekmek için cebelleşirken o daha da sıkı tutup bırakmamakta inatlaşıyordu. "Barlas,yapışmasana lan mengene gibi şu elime." Fısıltılı uyarıma karşı tınlamadı bile. Tınlamama perileri her daim üzerindeydi bunun da. "Lan oğlum manyak mısın yemekhaneye giriyoruz millet görecek." Burnundan bir nefes verip kafasını bana çevirdi. "Hayırdır askerlik arkadaşın mıyım? Devrem diye de söyle bari tam olsun." Dudaklarım uyuzca iki yana kıvrıldı. "Üzerimdeki kıyafet ne?"

"Kamuflaj."

"Kamuflajı kim giyer?"

"Askerler." dedi sıkılmışlıkla.

Canlılığını koruyan gülümsememle bir kendi üstümü bir de Barlas'ın üzerini süzüp tekrardan yüzüne baktım. Demek istediğimi anlamış gibi başını yana eğip 'ya sabır' hareketi yapıp elimi bırakmadan ilerlemeye devam ettim. O bırakmayınca belki canı acır da bırakır düşüncesiyle tırnaklarımı elinin üstüne geçirdim. "Has-" Küfürünün devamını getiremeyip yuttu sonra da ani şekilde bana dönüp,"Kızım karargahtayız anasını satayım lan. Derdin ne,öldürmek falan mı?" dedi. Elimi bir hışımla elinden ekip diz kapağına tekme attıktan sonra sinirli sinirli yemekhaneye girdim. Dalga niyetli olsa bile artık ölüm lafı duymak istemiyordum sevdiklerimin ağzından. Lanetlenmiş kelime olarak mıhlanmıştı her bir hücreme...Barın,bir masaya kurulmuş hem sohbet ediyor hem de karınlarını doyuruyorlardı. Tablolardan bir tane alıp masaya geçtim. "Afiyet olsun Barın." deyip cevap beklemeden hırsımdan yemeğe abandım. Hiç yememiş gibi yiyordum. Sinir o kadar baskındı ki kendimi masayı devirirken bile hayal etmiştim. "Üsteğmenim,iyi misiniz?" Alin'in tereddütlü sorusuna sadece kafa sallayıp onayladım. Bir anda iştahım kesildi sonra. Kaşığı elimden tamamen bırakıp nefessiz kalana kadar su içtim. O sırada Barlas'la Serdar gelip oturdu. İkisi de bön bön yüzüme bakıyordu. Su bardağını masaya bırakıp,"Size,bazılarınız hariç afiyet olsun Barın." deyip kalktım ve bahçeye çıktım. Laf yerine ulaşmıştı zaten. Ardımdan Alin'in, "Daha ne yediniz ki?" sorusunu bile duymamazlığa verip hangarlar tarafına doğru sert ama yavaş adımlarla yürüdüm. Kuytu bir yer bulup hırstan ve sinirden titreyen ellerimle zar zor bir sigara yaktım. Dal ayrı titredi,çakmak ayrı titredi. Kalçamı varile yaslayıp önümde kalan yeşilleri izlemeye başladım. Rüzgarın her bir gelişinde nasıl ileri geri sallandıkları takıldı gözüme. Güzel görünüyorlardı. Ama canları yanıyordu belki de. Rüzgar ileri geri sallaya sallaya köklerini açtırıyordu,bir süre sonra da dayanamayıp kopuyorlardı. Sigaradan içli bir duman çektim. Ciğerlerimi ayrı yaktı,boğazımı ayrı. Belki o köpek şimdi burada olsaydı ciğerime doluşan şey sigara kokusu değil onun kokusu olacaktı. Ama aptaldı işte.

Eve gidip dinlenmem lazımdı aslında. Dünden beri uykusuzdum. Gözlerim acı biber sürülmüş gibi yanıyorlardı. Dün uyuma,akşamında alkol al,gene uyuma,sabahında Barlas'ın kapısına dayan,adamı öp,bütün gün için içine sığmasın ama tek kelimesiyle sinirlerini en yüksek mertebeye çıkarsın. Reva değil de neydi bu? Adi köpek ben bütün gecemi seni düşünmekle feda etmişim,gururumu hiçe sayıp sabahında kapına dayanıp ilanı aşk yapmışım. Sen gel iki dakikada enerjimin içine sıç. Kafasız mal,ne olacak ki!

Sigarayı söndürüp Nuri Albayın odasına gitmek için karargah binasına girdim. Bina içerisinde bulunan askerler selam veriyordu lakin daha yeni geldiğim için birbirimizi tanımışlığımız yoktu. Bazılarıyla durup ayaküstü sohbet etmişliğimiz vardı sadece. Tanıdığımın da tanımadığımın da selamını alırken Nuri Albayın kapısına ulaştım. Nazik şekilde kapıyı tıklatıp gelecek cevabı bekledim. Nuri Albayın pes sesinin gelmesiyle içeri girdim. "Albayım." Hazır ol pozisyonunda,elim alnımda selamımı verdim. "Rahat,evladım. Hayırdır?"

"Albayım,benim bir işim kalmadı. Kendimi biraz yorgun hissediyorum,izniniz olursa eğer ki yarım saat erken çıkabilir miyim?" Yarım saat yarım saatti yani. Koskoca albayı ezip geçmek olmazdı. Yakışık almazdı bir kere.

"Tabi çıkabilirsin de ben sana bir şey soracaktım Asena. Şimdi geldi aklıma."

Olduğum yerde dikleştim. "Dinliyorum albayım." diyerek dikkatimi Nuri Albaya verdim.

"Ailen nerede yaşıyordu ?"

"Sizlere ömür ikisi de albayım." Yüzümde hiçbir duygu kırıntısı yoktu. Olamazdı çünkü. Biz duyguları en yoğun olanken,duygusu hiç olandık.

"Neden?" Tek kaşını kaldırdı. Sorduğu her soru altında bir bityeniği olduğunun sinyallerini veriyordu. Merak değil sorguluyordu kısacası.

"Annem kanserdi,babam da terör örgütlerinden birinin esiri altındaydı,daha sonra babamın da içinde bulunduğu binayı patlattılar." Yüzü bir şeyleri hatırlamak istiyor gibiydi. Ama sorun neydi bilmiyor,anlayamıyordum. Zihnim o kadar doluydu ki algılama yetimi kaybetmiş gibiydim sanki. Gözlerini kısmış,benden soyutlanmıştı. Bir şey düşündüğü bariz belliydi. Kaşları gözlerinin üzerine indi,gözleri ise şaşkınlıkla açılmış gibiydi. İfadesini toparlaması zaman alsa da başarabilmişti. "Anladım kızım. Çıkabilirsin sen." dedi alelacele. Başımı eğip onayladım ardından da selamımı verip," İzninizle." dedikten sonra odadan ayrıldım. Binadan çıktıktan sonra cebimden telefonumu alıp Alin'e mesaj attım.

SİZ: Çıkıyorum ben canım. Time haber verirsin.

Telefonumu tamamen kapatıp cebime geri koydum. Eve gidince de direkt kendimi yatağa atıp uyuyacaktım. Karargahtan çıkıp eve gelmem 15 dakikamı alsa da kafamda müthiş planlar oluşmuştu. Ben bugünkü o inatlığının,gıcıklığının,,dikkafalılığının intikamını fena alacaktım. Hani Ajda Pekkan diyordu ya;Kuş havalandı kaçış mübahtır, intikam soğuk bazen ara sıcaktır. Ha işte ben o ara sıcağı cayır cayır yapıp da yedirecektim ona da ilk önce enerji depolamam lazımdı. Dün olması gerekenden de fazla uykusuzluk ve yorgunluk eforu kullandığım için malum bugün pek kullanma şansım yoktu. Eve geldikten sonra kamuflajımı çıkartıp rahat olabileceğim bir pijama takım giydim. Telefonumu da kapalı halde baş ucuma koyup yatağıma uzandım. Akıllı saatin alarmını da ayarladıktan sonra tamamen kendimi uykuya bırakmaya hazırdım. Nasıl olsa sabah ola hayır olacaktı. Ama yarının sabahı olan sabahtı o...!

Keyifli okumalar

 

 

Loading...
0%