Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Ateş İle Barut

@panysoo

Ya bir yol bulacağım

Ya da bir yol yapacağım...

 

Geceyi Serdar'ın 'yılanın ona sarılması ve öpmesi' muhabbeti ile, Orhan'ın 'saç ektirse Orhan Gencebay olur mu?' düşüncesi ile ve Erdem'in ise kısık sesli küfür edip onlara alınmasıyla daha da eğlenceli şekilde bitirmiştik. Evlere dağıldığımızda ise saat epey geç olmuştu. Gece boyunca gözlerimizin buluşmasından çekinmeyip,insan var yok dememiştik. Kırgındım kendime. Neden o şekilde davranmıştım ki,yapmamalıydım aslında. Pişman olmuştum. Nedensiz yere de yapmamıştım,kendi düşüncelerime yenik düşüp bir anda patlamıştım. O da korkmuştu benim gibi,çekinmişti belki de. Bunları düşünmeden hareket etmiştim. Onun da elinde olan bir şey değildi. Yılların hasretini gidermemiz gerekirken ben mesafeye de mesafe katıp uzaklaşmıştım. Nedendi peki? Zarar veririm diye mi? Kesinlikle ondandı,başka bir açıklaması da yoktu.

Her zaman kendime hatırlattığım gibi gene hatırlatıyordum ki;Ben ölümdüm,zarar ve ziyandım. Bu lanetimin ona da bulaşmasını istemiyordum ama asıl laneti ondan ayrı kalarak bulaştırıyordum. Kalbim bir bardağın sekerek yere düşmesinin ardından bir anda tuz buz olmasından ibarettti. Her şeye rağmen kırılmadan durmuştum fakat ona olan sözlerimle son sekmeyi yaşayıp kendi kendimi mahvetmiştim. Izdırap çektiriyorduk birbirimize,daha doğrusu o sarmaya çalışırken ben sancı oluyordum. Mekandan eve gelene kadar,yatağa girip uyumaya çalışana hatta uyuyamayıp mutfağa da geçtikten sonra bir paket sigarayla sabahlayana kadar ne yapacağımı düşünmüştüm.

Doğru karara da varmıştım aslında ama gene de tırmalayan kurtlar mevcuttu her bir odacıkta. Ve doğurabileceği sonuçlarına kadar her bir haltı ölçüp tartmıştım. Verdiğim karar ise en doğru olabilecek seçenekti. Konuşup seçenekleri sıralamak ve sonucu ona bırakmaktı,aklımdaki doğruluğundan şüphe etmediğim düşünce. Bir cevap bulmalıydık,delirirdim yoksa. Ona yakınken uzak olmak mahşerde arafta kalmak gibiydi. Yaklaşsam canını yakacaktım,uzaklaşsam yüreğini incitecektim. Şimdi ise nerede miydim? Hemen söyleyeyim. Onun kapısında. Saat sabahın 07.00'sine kadar dayanabiliştim düşüncelerin ağırlığına. Kapısına dayanıp sonuca ulaştırmak için oldukça geç bile kalmıştım. Serdar haklıydı. Sevda zor işti. Seviyordum abi,ne gereği vardı saklamanın. Ama asıl o önemliydi. Bende yılların eskitemediği ona ne yapmıştı acaba? Kapısını yumruklamaya başladım. Sakin sakin vurmak yanaşmıyordu ruh halime.

Vurduğum her bir kapı darbesi yüreğimin atış sesiydi aslında. Hızlanan kalp ritmim,boğazıma kaçan soluğumdu. Kapıyı söylene söylene açtı,beni görünce yüzündeki yastık izi ve şaşkınlık ifadesi bile o kadar masum duruyordu ki bakmaya imrenirdi insan. "Asena." diye mırıldandı o halle. Cevapsız bırakıp omzuna çarparak içeri geçtim. Daha önce hiç gelmediğim için ne nerede bilmiyordum ama açık olan kapılardan içeri bakarak koltuk olan yere yani oturma odasına geçtim. O da arkamdan şaşkın şaşkın takip ediyordu. Haklı tabi yavrum. Sabahın köründe bir anda kapısına dayandım,dün ağzıma geleni saydım. Afyonu bile patlamamıştı daha. Soru sormuyordu ama kafasının ne denli karışık olduğunu yüz ifadesinden anlıyordum.

Dikildiğim salonun ortasında karşıma,tam dibime geçti. Yüz ifadesi o kadar karmakarışıktı ki rüya gördüğünü sanıyor bile olabilirdi. "Ne oluyor lan?" dedi anın getirisindeki tını ile kendi kendine. "Sana iki seçenek sunacağım Şahin. Ya benimle yan yana olup kor ateşimde yanıp,ağzını dahi açmadan yanımda durur elimi tutarsın." dedim tane tane. "Ya da bu dünyada tamamen kopup mahşerde benim olursun . Benim yüreğimde ne senin hasretini taşıyacak derman,ne de yanında bir kez daha olamamayı kabullenecek yer kaldı. Şimdi ya kurtaracaksın ya kül edeceksin." Söylediklerim aniden tokat gibi çarpmıştı suratına. Beklemiyordu bu sözlerimi. Tükürdüğünü yalayanlar sırasında en üstteydim,rekorumu geçecek kapasitede biri henüz yoktu. Dün gözüne dahi bakamadan arkamı dönüp gitmiştim. Ama şimdi gözümü bile kırpmadan ağzından çıkacak sözleri bekliyordum. Duyacaklarıma cesaretim vardı. Güçlü Üsteğmen olarak karşısındaydım şimdi. Yaraları kanamaya devam eden Ase değil,kapatmak için varını yoğunu harcamaya hazır olan Asena'ydım. Tek bir sözüne tüm zincirleri kırmaya hazırdım. O buradaydı çünkü,artık yanıbaşımdaydı. Dağılsam toplar,düşsem kaldırırdı.

Yüzüme sessiz sedasız bakmaya devam etti. Gözlerim,hareket eden adem elmasına kaydı. Dediklerimi düşünüyordu veya ne kadar dengesiz bir insan olduğumu. Dudağının kenarı duyduğu sözlerin samimiliğinden ötürü şahlandı. Ağzımdan çıkan tüm sözleri yeni yeni algılıyordu. Çocuğu uykusundan uyandırmıştım,bir anda algılayıp hemencecik cevap vermesini beklemiyordum zaten. Ona zaman tanıyışım da bu yüzdendi. Kollarını göğsünde buluşturup kesin bir dille konuştu. "İster közlerinle yak beni,ister barut et kat o közüne,birlikte harlayalım ateşi. Olur da bırakma gafletine düşersem toprak kabul etmesin beni. Varlığınla dimdik duruyorum,yokluğunla kalbim kambur olur bedenime." Fısıltısı ulaştı kulağıma. İstediğim cevabı almıştım. Yenilemezdik hayatın tek sillesine. Sesinden dışarıya taşarak içine çeken tutkunun girdabı tam ortamızda duruyordu,iki adımlık mesafe olan aramızda.

Anladığım şey ise birazdan içine çekecekleridnen ötürü pişman olmayacağıydı. "Fakat şimdi sen buraya bu saatte gelip bu şekilde konuşuyorsun ya,nasıl bir ateş yakıp ikimizi de kül ettiğinden habersizsin." demesiyle belimden tutup kendisine çekerek sıcaklığını dudaklarıma katması bir oldu. Hunharca ama bir o kadar da narince öpüyordu. Gözlerim onun dokunuşlarıyla kapanmıştı,tamamen onda bırakmıştım irademi. Hasretin her bir kırıntısını dudaklarından kalbime aktarmak ister gibi öpüyordu. Acılarımı bedenimden söküp kendine aktarmak ister gibi çekiyordu nefesimi içine. Belimi öyle bir tutuyordu ki rüya olmasını istemiyor,gerçekliğini sorguluyor gibiydi tutuşu. Sonu olmayan,sonsuzuymuşum gibi öpüyordu. Diğer eli saçlarıma ulaşmış,acıtmaktan korkar gibi yavaş yavaş seviyordu her bir telini. Yılların uzunluğunu,dudaklarımızın bir olması yok ediyordu. Nefesini nefesime katıyordu,sanki aldığım her nefes o değilmiş gibi. Dudaklarımız birken geriye doğru adımladık. Sırtım duvara değip soğukluğundan ürperince nefes alma ihtiyacıyla dudaklarından ayrıldım,onun nefesiyle nefeslendim. Üstüme abanıp dudaklarıma birer birer öpücükler bıraktı.

Gözlerimi yavaş yavaş açıp bana hayranlıkla bakan,nefes nefese kalmış adamın bir gün bile aklımdan çıkaramadığım kahveleriyle göz göze geldim. Nefesini dudaklarıma verip yüzümü inceledi. Her bir noktasını,tane tane. "Şimdi..." deyip yutkundu,hızlı hızlı verip henüz düzene koyamadığı nefeslerinin arasından. "İstediğin kadar söndürmeye çalış bu ateşi. Rüyanda dahi sönmez de harlanır. Sen benimdin,benimsin. Bunu değiştirecek kanun varsa da ben buradayım." dedi. Kalbim ağızımda atıyordu. Sözleri,yemini gibi çıkıyordu ağzından. Yemini gibi çıkmasa bile inanırdım,bana şeffaflığından şaşmazdı. Bilirdim.

"Biraz daha oyalanırsak,geç kalacağız karargaha. Gönül,bu şekilde kalmak için hayırlar dahi yağdırsa,işe gitmemiz lazım. Evine gidip üzerini değiştir,dün gece bu şekilde gördükçe başıma ağrılar girdi. Kamuflajla daha da çekici oluyorsun ama maalesef ki ona yapabileceğim bir şey yok." diyerek yanağıma ve dudak kenarıma tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. Belimi bırakmadan ilerleterek duvardan sırtımı ayırdı. Bacaklarım gözle görülür şekilde titriyordu. Heyecandan,mutluluktan ve kokusunun ciğerime doluşuyor oluşundandı sanırım. Ona olan dikkatimden titrediğimi bile anlamamıştım,iradem yeni yeni geliyordu. Mantıklı düşünemiyordum hiç bir şeyi. Aklımda olan tek şey dakikalar önce hissettiğim nefesin,şimdi bile varlığını koruyor olmasıydı. Belimi salsa yere yığılırdım. O da farkındaydı belki de bu yüzden de bırakmıyor olabilirdi. Ah bir de kucağına alıp eve taşısan ya be aslanım. Hayaller kucak hayatlar ayak gücü!

Belimi bırakıp portmantonun önündeki anahtarı ve telefonunu cebine koydu. Kapıyı açıp ayakkabılarımı giymek için hareket ettiğim sırada kolunu kapıya uzatarak geçmemi engelledi. Ne yaptığına anlam veremezken açık olan kapıdan kendisi çıkıp ayakkabılarını giydi. Bana bakıp kenara çekildikten sonra," Giy bakalım ayakkabılarını." dedi ve ekledi. "Ya da boş ver giymene gerek yok." deyip ayakkabılarımı bir eline aldı. Kolunu bacağıma sardıktan sonra da sanki çocuğu kaldırıyormuş gibi kolaylıkla bedenimi kaldırarak kendi bedenine yasladı. Refleksle kolumu boynuna dolayıp," Barlas ne yapıyorsun? İndirsene beni be adam." dedim hayretle. O ise cevap vermedi,malum yerlerine bile takmadan merdivenlerden inmeye başladı. Allah'ım ben içimden geçirdim de laf olsun diye geçirdim ya. Hani ciddiyetle olan bir şey değildi,bu öküz beni yere bile fırlatırdı. Ya da fırlatmazdı. Kıyamazdı bana." Barlas." Soracağım şeyi söylemeden bile bir şey soracağımın vurgusunu ismini söylerken yapmıştım zaten. Gözlerime bakıp tek gözünü kırparak susuyorken cevapladı. "Ensene vursam beni yere fırlatır mısın?" Gözlerimden çekip yola çevirdiği irislerinin rotası yine gözlerim olmuştu. Bıkkın bir nefes verdi. "Hayır."

"Peki sırtını ısırsam?"

"Hayır Asenacığım,neden fırlatayım?"

"Üstüne tükürsem?" Dediğimde yüzünü buruşturdu.

"Pisleşme,ama hayır fırlatmam."

"Saçlarını bozup çekiştirsem bile mi?"

"Sadece beni coşturmuş olursun. Evde olsak gönül rahatlığıyla yapabilirsin fakat dışarıdayken sıkıntı yaratabilir." Durdu. "Ve gene de fırlatmam."
"İyi o zaman beni yere indirebilirsin." Umursamadı. Dümdüz yürümeye devam etti. "Lan koca kafalı sana diyorum. Hiç takmıyor bile ya.Çocuk muyum ben? Ayaklarım var mesela yürüme falan da biliyorum." diye söylenirken bile sadece gülümseyip durdu. Sanki ona değil de havaya konuşuyordum. Ağzını bıçak açmıyordu aptalın. O sustukça ben daha çok utanıyordum. Utanç,evden çıktıktan sonra bastırmıştı,hatta kucağına aldığı ilk andan itibaren. Susmamalıydı,konuşup utanç duvarımı kırmalıydı. "Barlas,ağzına çakacağım elimin tersiyle. Konuşsana salak." Kafasını geriye atıp da güldü. Ademelması gözler önüne serilince el mecbur öpüverdim bir anda. Sinirliydim ama öpmem de lazımdı. Hem kokusunu çektim hem öptüm. Adımları yol ortasında dondu kaldı. "Ha şimdi burada da dikil,biz yeni kavuşmuşken bir de Allah'ımıza kavuşalım."

Tekrar adım atmaya başladı. Benim kaldığım lojmanın önüne gelip kapısını açtı ve içeri girdi. "Ayrıca ben niye kucağında gidiyorum eve. Ayaklarım var ya hani mesela. Yürümek için kullanılıyor falan." diye tane tane açıkladım,mala anlatır gibi. Az önce dediklerimi tekrarlamıştım aslında. Belki ilkinde anlamadı ama ikincisinde algılar diye. Gene de işlememişti tabi. Koca kafalı diye boşuna demiyordum! Başını bana çevirip burun buruna gelmemizi sağladı. " Hatunum onu öptüğümde tir tir titremeye başlayınca sebep olduğum şeyi düzelteyim dedim." Açık açık dalga geçiyordu adi. Dudaklarının kıvrımlarını öpesim vardı ama durmam lazımdı. Benim bu adamı sürekli öpesim vardı. Öpersem de bende sinir namına bir şey kalmazdı. Ama öpmeyip sövmem lazımdı. Sinir ediyordu çünkü. Yüzündeki dik bakışlarımı eksiltmeden ensesine yapıştırdım bir tane. "Sus lan,ben kasım kasım kasılayım sen dalga geç. Öküzün önde gideni. İndir beni,kendim yürürüm. Sana kalmadım." diye diye inmek için debelenmemi bile takmadı.

Gözlerini ya he he der gibi sağa çevirip tekrar önüne baktı. Ağız dalaşına gire çıka katıma gelmiştik. Gelmesine geldik de kapıda karşılaştığımız manzara hiç de iyi olmamıştı. Şayet utançtan mıdır bilmem kıpkırmızı olmuş bir yüzle bize 'ne yapıyorsunuz siz?' der gibi bakan Serdar vardı. Aşağıdaki konuşmalarımızı bile duymuştu o zaman. Allah'ım ne günah işledim ya,tamam bu meymenetsiz nur yüzlümü öptüm de böyle bir şey yaşanmasına hiç gerek yoktu yani!

Barlas'la ben Serdar'a,Serdar ise sadece Barlas'a odaklanmıştı. Bana yandan bile bakmıyordu,tek odak noktası Barlas'ın gözleriydi. Suratlarımız dümdüzdü. Yüzde mimik ve tepki sıfırdı. Birimiz şaşkınlıktan,ki o ben oluyordum,diğeri de şaşkınlıktan öylece duruyorduk ama diğer öküzü anlayamamıştım. Utanmazdı o mal,arsızların feriştahıydı kendileri. Bu odaklanma işinin bozulması uğruna boğazımı temizledim,Barlas'ın kulağına da," İndir artık sende beni." diye fısıldadım. Ayaklarım yere sağlam basana dek belimi bırakmadı sonra ise elini çekmeyi akıl ederek belimi bırakmıştı. Cebimden çıkardığım anahtarla kapıyı açıp içeri girdim ve kapının kenarında durup geçmelerini bekledim. "Geçsenize içeri. Konuşalım biz bir." Utançtan kıpkırmızı olmuştum. Kapının karşısında bulunan aynadan görmüştüm kendimi. Önce Barlas ardından da Serdar içeri suspus olmuş şekilde girmişlerdi. "Nereye geçelim Asena ?" diye yüzüme zar zor bakarak konuştu Serdar. "Mutfağa geçin canım." dedim ondan farksız. Gizlimiz saklımız yoktu birbirimizden ama o halde yakalanmamız da iyi olmamıştı tabi. Abi yerine koyup saydığım insandı sonuçta,ayıptı.

Serdar mutfağa geçtikten sonra,mutfak kapısına yaslanmış duran Barlas'la göz göze geldik. Kızarmış suratıma eğlenen gözlerle bakıyordu. Derin nefes verip," Ya sabır Allah'ım ya. Akıl ver şuna biraz da kullansın." diye söylene söylene yanından geçip mutfağa girdim. Serdar masaya oturmuş,telefonla kafa dağıtıp utancını azaltmaya çalışıyordu yavrum. Kıyamam,bizim yüzümüzden o da kıpkırmızı kesilmişti.
"Kahve içer misiniz?" dedim makineyi dolaptan çıkartıp tezgaha dönerken. "Serdar,içer miyiz koçum?" Barlas'ın ses tonu 'içmezsen ağlatırım seni' der gibi çıkmıştı. "İçeriz abi." dedi mırıldana mırıldana. Onlar operasyondan konuşmaya başlamışken ben hızlıdan onlara sade türk kahvesi,kendime de dibek kahvesi yapıp masaya oturmuştum. Serdar sabah sabah durup dururken gelmezdi. Bir şey olmalıydı. Sigara paketimi alıp bir dal yaktım. "Sen neden gelmiştin Serdar?" dedim yaktığım sigaradan içime çekerken. Ortaya bıraktığım paketten bir dal da o alıp yaktı. "Seni merak etmiştim. Dün gece iyi değildin..." Manalı manalı Barlas'la benim aramda gezdirdi gözlerini. "Ama görüyorum ki gayet iyisin. Komutanımın kucağında geldiğine göre kötü olma ihtimalin yok." Gözlerimi devirip sigaramı küllüğe bırakıp kahvemi elime aldım. "Suratına fırlatmamı istemiyorsan sus."

"Ama kucağında geldin."

"Kahve,dibek kahvesi."

"Kucağının konforu nasıldı Asenacığım?"

"Çok sıcakmış içemiyorum bir türlü."

"Anladım,gayet rahatmış. Kızardığına göre."

"Yok öyle bir şey kes sesini."

"Tekrarlamak istersen karşı lojmana geçmen yeterli."

Barlas'ın hara güre kahkaha atması aramızdaki saçma diyaloğu sonlandırdı. Aslında saçma değildi. Ben utanıyordum ki gayet normaldi ve Serdar'da bunu lehine kullanıp kendine dalga malzemesi bulmuştu. Yüzüm ateş gibi yanıyordu. Yandığına göre de gerçekten kızarmıştım. Onunla laf dalaşına girdikçe aklımda o dakikalar canlandı. Laf yetiştireyim derken sigaram da yanmıştı. "Ulan Serdar." Yanan sigaramı küllüğe bastırıp söndürdüm. "Sigaram yandı it. İki dakika kapatamadın şu çeneni. Dün gece de gözünün içine baktım sus da sus diye,sen inadına Barlas'ın yanında anlattın her boku." Bu sefer Serdar da gülmeye başladı. Bir ben gülmeyip somurtuyordum şu an. O da utançtan dolayıydı. İlk defa bu kadar çok utanmıştım sanırım. İşaret parmağımı yüzüne kaldırıp, "Timin yanında da çeneni açarsan tek yumrukla kırarım ağzını haberin olsun. Ar damarı çatlamış köpek." dedikten sonra kahvemin son yudumunu içtim.

"Ne yaptım da ar damarım çatlamış lan?" diye diklendi. "Mal herif,dün akşam Alin'i alttan alttan süzüp ağzının suyunu akıttığını görmedim mi sandın lan? Kız sana sataşıyor,ağzını açmayıp sadece Mecnun gibi gülümsüyorsun kıza. Ben desem aynılarını,mezarıma dizilecek tahtaları montalarsın beynime.." diye bende ona diklendim. Barlas ise sessiz sedasız bizi dinleyip gülüyordu. Serdar'ın yüzü gözü birbirine girdi. Ne diyeceğini bilemeyerek sıcak kahvesini tekte dikti kafaya. Sonra da yanındaki soğuk suyu dikti. Yanmıştı demek ki. Anlamıştım ben bir şeyler lduğunu da neyse deyip geçiştirmiştim. Böylelikle gün yüzüne de çıkmıştı. Barlas,kahvesini höpürdeterek içtikten sonra keyifli olduğu belli olan ses tonuyla konuştu.

"Eee Serdarcığım,rüzgar eken fırtına biçer demiş atalarımız,bildikleri varmış demek ki."

Loading...
0%