Yeni Üyelik
2.
Bölüm

🍂Bölüm~1🍂

@papatyahikayeleri

Medya: Madrigal: Kelebekler...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🌾
•••••

*Tam bütün cevapları bulduğunu düşünürsün, sorular değişir.....
(Paulo Coelho)
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Leyal'dan:
•••••••••••••••

Dolu dolu olan gözlerimi sabitlediğim tek bir noktadan ayıramıyor, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı düşünmeden duramıyordum. Gergince ayağa kalktığımda, duvarları üstüme üstüme gelen odamda ayaklarım benden bağımsız olarak, güçsüz bedenimi ileri geri hareket ettirmeye başlamıştı.


Elimi altın sarısı saçlarım arasına daldırıyor, çaresizce sağa sola savuruyordum saçlarımı. Kendimi çok çaresiz ve üzgün hissediyordum. Sebebiyse belliydi: babamın sözüne karşı çıkamamış, sevmek bir tarafa dursun, doğru düzgün tanımadığım bir adamla evlenmeyi kabul etmiştim.

Göz pınarlarımda toplanan su birikintisinden birkaç damla yanaklarım boyunca süzülmeye başladığında bunu yapmaya mecbur olduğumu biliyordum. Çünkü, benim babam, benim kahramanım, hayatımın ilk ve tek aşkı olan biricik babam hastaydı. Hastalığı o kadar ileri düzeydeydi ki, doktor ufacık bir umut kırıntısına bile tutunmama müsaade etmemişti.
Ben de, yirmi dört yıldır bana bir kere bile kaşını çatmayan, sesini yükseltmeyen babama hayır diyememiştim.

Annesiz büyümüştüm ben. Annem benim doğumumdan birkaç ay sonra yakalandığı hastalık sebebiyle göçüp gitmişti yanımızdan. Mis gibi kokusunu duymamıştım ben. Saçlarımı okşamasına, bana en içten şekilde kızım demesinin hasretiyle geçmişti çocukluğum. Kalbimde kocaman bir boşluk vardı ki, ismi annesizlikti. Öyle bir boşluktu ki bu, yeri yıllardır asla dolmamıştı ve dolmayacaktı da...

Babamsa sırf ben varım diye annemden sonra evlenmemiş. Hep ya üvey annem beni üzerse diye endişe etmiş. Annemin yerini doldurmasa da, çok güzel geçirmeme sebep olmuştu çocukluğumu. Yaralı kalbimi kırmıyor, isteklerimi başı, gözü üstüne kabul ediyordu.

Ama annem yetmezmiş gibi, hayat benden canımın diğer yarısını da almak istiyordu. Babam da, tıpkı annem gibi hastalanmıştı. O da tıpkı annem gibi, beni yalnız bırakacaktı. Aynı yerden ikinci kez yaralanmıştım ben. Yaralı kalbimde henüz kapanmamış yaram varken, bir yenisi daha eklenmişti hemen yanına. Ve oluk oluk kan dökülüyordu o yaradan. Yara yarayı tetikliyor, ikisi birlikte beni bitiriyordu...

Usulca kapattım gözlerimi, başımı kaldırdım yukarı. Elim ağrıyan boynumu ovuyordu. Tüm uzuvlarım sızlıyordu sanki. Omuzlarıma benden izin almayarak tırmanan yük, her geçen saniye biraz daha batmama neden oluyordu.

"Bugün varım, yarın yokum güzel kızım," demişti babam bana konuyu ilk anlattığında. Ne ağırdı değil mi? Hayatımın yirmi dört yılının her anısında olan adam, bugün vardı, yarınsa olmayabilirdi. "Kızının yuva kurmasını, arkasını yaslayacak birinin olmasını görmeyi çok istiyor yaşlı baban." Diye de devam ettirmişti, kalbimi zehirleyen kelimelerine. Dudaklarının arasından çıkan her kelime taş misali kalbime çörekleniyor, ağırlığı altında göğüs kafesimin sıkışmasına neden oluyordu. Babamsa bunlardan bir haber, taşların üzerine yenilerini eklemekten çekinmiyordu.

"Senin de rızan olursa eğer, Haldun amcan oğluna istiyor seni," damarlarımda akan kanın donduğunu hissediyordum. Haldun amca babamın çocukluk arkadaşıydı. İstanbul'da yaşamadığı için çok sık görüşmeseler de, sık sık konuşuyor, aralarındaki bağın kopmasına izin vermiyorlardı. Onun oğlu Yekta'yı ise sadece iki kez falan görmüştüm. Ve açık söylemek gerekiyorsa, ona kanım hiç ısınamamış, kendini beğenmişliğini daha yüz adım uzaktan hissetmiştim.

"Ben rızamı verdim kızım, her ne kadar senin cevabını duymadan onlara net bir şey demesem de." dediğinde içim sıkılıyordu duyduklarım yüzünden. Ben, sevmediğim biriyle, hatta insan olarak da beğenmediğim biriyle evlilik gibi kutsal bir yolculuğa nasıl çıkacaktım?

Titrek bir nefes koy verdiğimde bal renkli gözlerimi babamın umut dolu, rıza göster diye bas bas bağıran bakışlarına çevirdim. "Babacım, ben o adamı tanımıyorum ki," dedim, kalbini kırmaktan korkarak kelimelerimi özenle seçmeye çalışıyordum.

"Tanışacaksınız kızım, buluşur, uzun uzun konuşursunuz. İstemezsen olamayacak zaten," dese bile ne kadar çok istediği kırışlı yüz hatlarından, etrafı morarsa da, parlayan elalarından belliydi. Titrek bir nefes daha koydum. Ne yapacağımı kestiremiyordum. Onu kırmak istemiyor, belki de benden istediği son şeyi geri çevirmek istemiyordum.

Ama, geleceğim, hayatım da aklımı karıştırıyordu. İstemediğim bir adamla bir ömür aynı yastığa baş koyabilecek, yuva olmayı başarabilecek miydim? Gözlerimi ağırca kapatarak tekrar açtıktan sonra elimle babamın buz gibi olan elini kavramıştım. "Tamam babacım, gider görüşüm," dedim umut dolu bakışları altında yutkunamıyorken, onu geri çevirememiştim. Sanki geri çevirirsem, ellerim arasından kayıp gidecekmiş gibi hissediyordum.

Ve şimdi odamda kara kara, numaramı nereden bulduğunu bile bilmediğim Yekta'nın attığı konuma gitmemek için bahane üretmeyi düşünüyordum. Fakat, ben durumumun başa gelen çekilir misali olduğunu bildiğimden dolayı bugün olmasa da, yarın o görüşün gerçekleşeceğini biliyordum.

Derince nefeslenerek hazırlanmaya başladığımda dolabın önüne geçerek, hiç fazla oyalanmadan günlük tarz giyinmeye karar vermiştim. Zira özen gösterecek hevesi bulamıyordum kendimde. O yüzden kısa sürede konbinlediğim mavi kot pantolonumu, beyaz kazağımı ve sonbahar serininden korunmak için sarı hırkamı çıkararak üzerime geçirmiştim. Taba tonlarda olan kısa bot ve yine aynı tonlarda tek omuzluk çantamla kombini tamamlamış, ardından aynanın önüne geçerek omuzumdan biraz aşağıya kadar uzanan, genel bakıldığında kısa sayılan altın sarısı saçlarıma sadece fön çekmiştim. Makyaj yapmayı es geçtiğim için parfüm sıkarak, boynuma da kolyelerimden birini iliştirerek hazırlıklarımı tamamlamıştım. Son olarak çantama birkaç gerekli malzeme koyarak ve telefonumu da aldıktan sonra evden çıkmıştım.


Çağırdığım taksiye bindiğimde saat akşam yedi buçuğa geliyordu ve ben hayatımda bir ilk yaparak randevuya gidiyordum. Derince iç çekerek bakışlarımı cama taraf çevirmiş, akıp giden yolu izlerken bir yandan olanları ve olacakları düşünüyordum.
Aklımın en büyük kısmını kaplayan tek bir soru vardı: Bu işin içinden nasıl çıkacaktım?

Ben düşüncelerimle boğuşurken yolculuk bitmiş, araba yemek yiyeceğimiz, dışarıdan bile ben lüksüm diye cırlayan mekanın önünde durmuştu. Ücreti ödeyerek arabadan indiğim gibi istemsiz olarak derince iç çekmiş, hırkama sarılarak isteksiz adımlarla içeri doğru ilerlemeye başlamıştım.

Koyu ve açık kahve tonların hakim olduğu mekanın tavanından siyahlı, karamelli desenleri olan koca avizeler asılmıştı. Duvarlarında olan özel köşeler, o köşelerin üzerini süsleyen farklı süslükler, masa ve sandalyelerin oyma ahşaptan yapılması... tek kelimeyle mekan güzeldi, ama bu kadar abartılı yere gelmek gereksizdi bana göre.

Mekanı incelemem bittiğinde, ayakta fazla dikildiğim kanısına vararak bakışlarımı masalara çevirdim ve Yekta'yı aramaya başladım. Sonunda bakışlarım cam kenarında, tek başına oturarak bakışlarını üzerimden ayırmayan adamı gördüğümde adımlarının rotasını o yöne çevirerek ilerlemeye başladım.

Masaya yaklaştığımda yüzüme çokta içten olmayan bir gülümseme kondurmuştum. "Merhaba," benim geldiğim gibi ayaklanan adama tokalaşmak için elimi uzattığımda o elimi kavrayarak bana yaklaşmış yanağıma küçük bir öpücük kondurarak geri çekilmişti. Bu yılışık hareketiyle sinirlerim tepeme çıkarken çemkirmemek için zor frenlemiştim kendimi. Sadece baban için dayan, sonra bir şey düşünürsün, diye içimden geçirerek sakinleştiğimde yerlerimize oturmuştuk.

"Merhaba Leyal, nasılsın?" Diye sorduğunda zoraki gülümsemem devam ediyordu. Simsiyah saçları, koyu kahve gözleri ve esmer teniyle yakışıklı biriydi karşımdaki adam. Üzerinde siyah pantolon, siyah gömlek ve güzel işlemeli gri ceket vardı. Belki de onlarca kızın hayalini süsleyen biriydi. Fakat bir türlü ona ısınamıyordum. Onu itici bulmaktan öteye gitmeyecekti hislerim bu şimdiden çok belliydi.

"Teşekkür ederim iyiyim, sen nasılsın?" nezaket gereği sorduğumda başını belli belirsiz sallamıştı. "Ben de iyiyim," diye yanıtladığında yanımıza yaklaşan garsonla siparişlerimizi vermiştik.
Bana ne istediğimi sorduğunda seçimi ona bıraktım çünkü şu an kesinlikle yemek düşünecek halde değildim. O ise balık sevip sevmediğimi sormuş, olumlu yanıtımı aldıktan sonra ana yemek olarak portakal soslu levrek balığı, birkaç çeşit salata, içmeye ise sadece su sipariş etmişti.

"Evet Leyal, ne işler yapıyorsun?" konuya bir yerden başlamak ister gibi sorduğu soruyla iç yanağımı ısırmıştım sana ne diye bağırmamak için. Allahım, azıcık sabır ve akıl ver bana, bu işin içinden çıkmayı başarayım.

"İngilizce öğretmenliyi mezunuyum. Şu an özel kursların birinde ders veriyorum." dediğimde başını sallasa da, suratında memnun olmamış bir ifade vardı. Aslında mezun olduktan hemen sonra atanmayı başarmış, okulda bir yıl da çalışmıştım. Ama sonra babamın hastalığının ağırlaşması sonucu günlük derslere girmem zorlaştığı için, haftada üç kez derslere girdiğim bir kursla anlaşmıştım.

"Anladım, ben de avukatım. Kendi büromda ekibimle çalışıyorum," ben ondan sormadığım için bariz bozulsa da belli etmemeye çalışıyordu. Ama ben zaten 'Keskiner avukatlık bürosunda' baş avukat olduğunu biliyordum ki. Yani avukat olan Haldun amcadan sonra büro işleri ona kalmıştı. Her ne kadar beğenmesem de kişilik olarak, şehirde en çok tanınan avukatlardan biriydi.

Böyle, böyle bir süre konuşmaya başladığımızda hiç ortak yanlarımızın çıkmaması gözlerimi devirmeme neden olmuştu. O lüks düşkünü, kendini beğenmiş kişiliğe sahipken ben onun yanında çok sade ve basit kalıyordum.

"Zıt kutuplar birbirini çeker derler, bizde de öyle olacak gibi. Kıyafet tarzımızdan başlayarak her şey zıt," aşkın en saçma ve klişe tezini savunduktan sonra kiyafetime laf sokması dişlerimi kıracak kadar sıkmama neden oluyordu. Etrafımda tek günlük kıyafette olan kadın bendim, ama ben rahatıma düşkün biriydim. Ayrıca bilinçli olarak özel hazırlanmamıştım. Dahası, kıyafetime niye burun sokuyordu ki?

"Evet, ben sadelik taraftarıyım, sana zıt olarak," vurgu yaparak dediklerimle sinirlendiğini hissediyordum. Ama umursadığımı da çok fazla söyleyemem.

"Galiba ikimizin de tek ortak noktası, mizah anlayışımız. Çok şakacıyız ikimiz de baksana," diyerek geri çekildiğinde, aslında sinir küplerine döndüğünün farkında olmanın keyfini yaşıyordum.
"Yaa, ne demezsin," alayvari bir gülüşle onu yanıtladığımda gözlerini kısarak küçültmüştü.

"Tatlı da yemek ister misin?" yemeklerimiz bittiğinde sorduğu soruyla daha ılımlı yaklaşmak istediğini fark ediyordum. Fakat tatlı macerasını kaldıracak durumda değildim. Bir an önce buradan gitmek istiyordum.

"Hayır teşekkür ederim, babamı daha fazla yalnız bırakmak istemiyorum," açık açık gitmek istediğimi belirttiğimde hesabı istemişti.

"Tamam, zaten sık sık görüşeceğiz, tatlıyı da başka bir gün yeriz," kendinden emin çıkan sesiyle iyice gıcık olurken dişlerimi sıkarak gülümsemekle yetinmiştim.
Hesabı da ödedikten sonra dışarı çıktığımızda beni kendisi bırakmak konusunda ısrar etse de, kabul etmemiş, restoranın önünde bekleyen boş taksiyi fark ederek onunla gelmeyi tercih etmiştim....
Zira, yemekten sonra bir de onunla yolculuk çekecek gücü bulamıyordum kendimde.

Eve gittiğim gibi babamla konuşma kısmı gözlerimin önüne geldiğinde derince iç çekerek, kafamı az da olsa toparlamak umuduyla sahile inmeye karar vermiştim. Bu arada da olanları konuşmak için arkadaşım Ahsen'e mesaj atmak kararı almıştım.
Ahsen'le aynı yaştaydık ve lise son sınıfta bizim sınıfa geçmesi sonucu kaynaşmış, ondan sonra üniversiteyi de birlikte okumuştuk. Onun abisi Mirza, Ahsen ve ben, çok güzel üniversite yılları geçirmiş, iyi arkadaşlık kurmuştuk. Abisi bizden dört yaş kadar büyük olsa da, lise son sınıfta okurken tanıştıktan sonra Ahsen'in doğum günü partisinde iyice kaynaşmış, daha da kopmamıştık. Bir de arkadaş grubumuza Serhat dahildi. O zamanlar Mirza'nın arkadaşıydı. İki yıldırsa Ahsen'le evlilerdi ve Yiğit Efe isimli dünya tatlısı, henüz altı aylık olan oğulları vardı.

*Ne yapıyorsun canım?

Diye sormuştum ilk önce, müsait değilse konuyu hiç açmayacaktım. Sonuçta o bir anneydi ve ilgilenmesi gereken küçük bir oğlu vardı.

*Serhat'ın annesine geldik kuzum. Akşam yemeğine davet etmişti. Sen ne yapıyorsun?

Diye sorduğunda içten içe direkt konuya girmediğim için seviniyordum. Çünkü endişelenecek ve tüm gece aklı bende kalacaktı.

*Anladım canım. Ben de öylesine oturuyorum. Sonra konuşuruz o zaman, iyi eğlenceler sana ;)♡

Yazarak gönderdiğimde, cevap gecikmemişti.

*Sana da keyifli oturmalar :)

Yazdığında bir şey dememiştim. Konuşamamanın etkisiyle içim sıkılırken Mirza'nın profiline girmiştim. Ama bu kez konuşmak istediğimi söyleyecektim. O bekar bir erkekti sonuçta, bana biraz vakit ayırırdı. Ayrıca, Mirza şimdiye kadar ondan istediğim hiçbir şeyi geri çevirmemiş, hatta ben istemesem bile en zor zamanlarımda hep yanımda olmuştu.

*Müsait misin?

Kısa ve öz yazarak göndermiştim. Böyle yazdığımda bir şeylerin ters gittiğini hemen anlıyordu.

*Sorman bile hâtâ, sana her zaman müsait olduğumu biliyorsun. Bir sorun yoktur umarım?

Mesajı onca sıkıntıma rağmen yüzümü güldürmeyi başardığında, böyle merhametli bir arkadaşa sahip olduğum için, içten içe şükürlerimi sıralıyordum. Mirza gerçekten çok farklı bir yapıya sahipti. Çok iyi niyetli, merhametli bir erkekti. Ve konu ailesi ve ben olduğumda bu merhamet sınır tanımıyordu.

*Sahil'e, her zamanki yere gelebilir misin peki?

Geleceğinden adım kadar emindim.

*En geç yarım saate oradayım.

Okuduğum cevapla yanılmadığımı anladığımda derince iç çekerek telefonu kapatmış ve çantama atmıştım.

Geceye doğru ilerleyen saatlerin getirdiği karanlıkla eş zamanda sakinlik hüküm sürüyordu sahil kenarında. Sırtım bankın ahşabına yaslı, karşımda sonsuz gözüken mavi.

İnsanlara benzetiyordum denizleri. Çünkü denizler de insanlar gibiydi; bazen sakin, bazen hırçın, bazense dalgalı...
Ama en çok maviydi deniz, sonsuz gözüken mavi. Hayallerimiz, dileklerimiz, umutlarımız gibi: sonsuz, mavi...

Bugün dalgalıydı deniz, usanmadan, bıkmadan savuruyordu dalgalarını sağa, sola. Ben de dalgalıydım, tıpkı deniz gibi. İçimde biriken dalgalar bana hiç acımadan sağa, sola savruluyordu.

Yanımda hissettiğim hareketlilikle bakışlarımı denizin mavisinden çekerek, onun maviliklerine çevirdim. Tıpkı denizi andırıyordu göz bebekleri. Deniz kadar derin bakardı gözlerime hep. O derinliklerin arasından bir anlam çıkarmak istesem de, okumak çok zor oluyordu hep maviliklerini.

"Biraz deniz kenarı biriktirdim, biraz sessizlik, rüzgara sözüm var." gözlerinin içine bakarak sevdiğim bir dizeyi söylediğimde yüzünde küçük bir tebessüm olmuştu.

"İlhan Berk," dediğinde, ben de tebessüm ederek onaylar biçimde başımı sallamıştım hafifçe.

"Sessizliğine rüzgar olmaya geldim." diyerek dolasıyı yolla ne olduğunu sorduğunda gülümsemiştim. Severdik böyle kelime oyunlarını ikimiz de.

Fakat, gülümsemem kısa sürmüştü. Zira, buraya gelme sebebim, onunla konuşacaklarımın ağırlığı gülümsememi kolayca yok etmeyi başarmıştı. Derin bir nefes koy verdim. Gecenin karanlığına karıştı nefesimin buğusu. Ağır ağır çevirdim tekrar bakışlarımı karşımdaki maviye. Soğuktan kuruyan dudaklarımı ıslattım büyük bir ihtiyaçla.

Lafa nereden gireceğimi bilmiyordum. Zaten böyle bir şey nasıl söylenir? Ya da niye söylenir ki? Kafamda dönüp duran soruların cevabını bilmesem de, bildiğim tek şey vardı: omuzlarımı inciten yükü hafifletmek için konuşmam gerekiyordu.

"Sessizliğime çaresizlikte ekli ama, rüzgar olmak yetmeyecek," dedim hafiften dolan gözlerimi tekrar gözleriyle kavuştururken. Derince iç çekti. Göğsü kabardı soluklarının hızıyla.

"Sessizliğine rüzgar olduğum kadar, çaresizliğine de ilaç olurum." dediğinde, içimden keşke dedim. Keşke, yapacak bir şey olsaydı. Babama hayır diyemeyerek söz verecektim. Ve bu söz benim tüm hayatıma bedel olacaktı.

"Çaresizliğimin ilacı tamamen bende, fakat kullansam da yaralanıyorum, kullanmasam da," gözlerim biçimli kaşların anbean çatılışını izledi.

"Anlat önce rüzgar olalım, ilaç olma kısmını sonra düşünürüz," iyice meraklanan sesiyle dediğinde başımı belli belirsiz sallamıştım.

"Galiba evleniyorum," nereden başlayacağımı bilmediğim için üzerimdeki hırkaya asılarak pat diye konuya girmeyi tercih etmiştim. Yoksa hiçbir şey anlatamayacaktım. Tepkisini ölçmek ister gibi tüm yüz hatlarından dolaştırdım bakışlarımı. Suratının milim milim gerilmesinin şahidi oluyorken, kavisli kaşlarının altından bana bakıyordu.

"Galiba evleniyorsun," daha çok kendi kendine konuşuyor gibi mırıldandıktan sonra başını olumsuz anlamda iki yana sallamıştı.

"Ben sanırım yanlış duydum Leyal, sen az önce ne dedin?" ses tonu inanmak istemediğini ayan ediyordu. Ben de çok isterdim aslında yanlış duymasını...

"Evleniyorum dedim," diye yinelediğimde gözlerini kapattı. Birkaç saniye hazmetmek ister gibi kirpiklerinin titreyişini izlediğimde seslice nefesini vererek tekrar kavuşturdu gözlerimi denizleriyle.

"Hiçbir şey anlamıyorum Leyal, en başından anlatır mısın şu saçmalığı lütfen." Dişlerinin arasından konuştuğunda uysalca başımı sallamış, en başa dönerek her şeyi anlatmak zorunda kalmıştım.
Az önce gerçekleşen can sıkıcı görüş de dahil olmak üzere olanları anlattığımda, babam için kabul etmek zorunda olduğumu da söylüyordum ara ara cümlelerim arasında.

"Bir de görüştün yani? İstemediğin adamla görüştün?" dediğinde gözlerimi kapatarak açtım. Suçluluk duygusu vardı üzerimde. Kendi hayatımla oynamanın haklı suçluluğu.

"Mecburum, babama hayır demek, umut ışığıyla bana bakan gözlerinin ferini söndürmek istemiyorum. Durumunu biliyoruz," gözlerimden süzülen yaşları takip eden bakışları çokça gergin ve sinirli gözüküyordu.

"Güzelim," dedi şefkatli çıkmasına özen gösterdiği sesiyle, "Salih amca senin mutluluğunu görmek için istiyor değil mi bu evliliği?" cevabını gayet net bildiği soruyu sorduğunda onu onaylamıştım.

"Ama sen mutlu değilsin, eminim ki baban seni anlayacaktır," sesinin tınısı içimi burkmuştu. Zira, bu mutsuzluğa sürüklenmemi istemiyordu. Ben de onun yerine olsam istemezdim.

"Babamın beni anlayacağını biliyorum elbette. Ama ben böyle bir konuşma yapmak istemiyorum. Benim babam yıllardır tek bir isteğimi bile geri çevirmedi, tek bir kez olsun bile bana of demedi, kaşlarını çatmadı. Şimdi o hasta yatağındayken, ben onun benden ilk kez bir şey istemesini nasıl geri çevireyim ki," ağlamam şiddetlendiğinde elini koyu kumral saçları arasına daldırarak gergince dağıttı. Sert solukları, titreyen bacakları gerginliğinin kanıtıydı.

"Kendini mi yakacaksın o zaman?" dediğinde hiçbir şey demedim. Daha doğrusu diyemedim. Çünkü kendimi yakmak için her şeyi hazırlamıştım. Bir tek kibriti yakmak gerekiyordu ki, onu da yarın babamla konuştuğumda yapacaktım.

"Leyal, izin veremem böyle bir şeye. Göz göre göre aleve adımlamana izin veremem. Vardır bir yolu elbet," dediğinde karşı çıkmıştım ona.

"Yok bir yolu Mirza, biliyorum sunduğum sebepler saçmalık gibi geliyor kulağa, ama benim yerime koy biraz kendini. Geçemiyorum işte babamdan, benimle konuştuğundaki mutluluk ve istek elle tutulur cinstendi. Ben yirmi dört yıllık hayatımda babamın sesinin böyle istekli olmasını ilk kez duydum. Nasıl kırayım hasta ve yaralı kalbini? Yapamam ki," dediğimde hıçkırıklarım şiddetlenmişti.

Derince iç çektiğinde iki eli yanaklarımı kavramış, sağanak yağmuru gibi dökülen gözyaşlarımı silmeye başlamıştı.
"Ağlama, inan bana babanı kırmadan hallederiz bir şekilde," dediğinde ellerimi elleri üzerine bırakarak yanaklarımla olan temasını kesmiştim, ama elini tutmayı bırakmamıştım.

"Halledilecek bir şey yok maalesef. Ben seçimimi yaptım," güçlü gözükmek için çabalıyordum, ama nafileydi. Mirza böyle tepkiler veriyorsa, Ahsen duyduğunda kesin delirecekti.

"Atacaksın yani kendini göz göre göre alevin içine?" buğulanan mavilerine iç çekerek bakıyordum. Benim için endişesini anlıyordum, çünkü ben de olsam onun hayatıyla ilgili olumsuz bir şeye böyle tepkiler verirdim.

Sorusuna karşı hiçbir şey demediğimde sessizleşerek önüme döndüm, onun bakışlarını üzerimde hissetsem de, hiçbir şey demiyor, ona bakmıyordum. Bir süre öylece sessizlik ve karanlıkta ben denizi izledim o ise beni.

Sonunda çantamın askısını sımsıkı kavrayarak ayağa kalktığımda o da benimle birlikte kalkmıştı. Bir süre gözlerimi gözlerinin içinde oyalandırdıktan sonra parmak uçlarımda yükselerek hafif kumral sakallarının kuşattığı yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Yarı veda, yarı teşekkür öpücüğüydü bu. Bundan sonraki hayatımda varlığının ne denli olacağını kestiremiyordum. Çünkü hayatımın nasıl ilerleyeceğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu.

"Hoşça kal," gülümseyerek dediğimde o hiçbir yanıt vermeyince arkamı dönerek oradan uzaklaştım.
Arkamda ne denli bir enkaz bıraktığımı bilmeden hem de...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🌾
•••••

Merhaba güzel okurlarım :)

Yeni yolculuğumuzun ilk adımı yayımda

07.05.2021

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum

Keyifli okumalar diliyorum

Ve Naçizane ricam bölümle ilgili fikirlerinizi buraya bırakmanız.

Sağlıcakla kalın:) Allah'ın izniyle ikinci bölümde tekrar görüşürüz🌺🌺


Loading...
0%