@papatyahikayeleri
|
"En uzun, en çaresiz geceni düşün, sabahı olmadı mı? -Yine olur..." (Reşad Nuri Güntekin) ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••• 🌾 (Bir hafta sonra) Leyal'dan: Islandığum ilk yağmursun çölümde Kulaklarımı dolduran şarkının sözleriyle derince iç çektim. Odamdaki tekli koltuğa oturmuş, Halime teyzenin benim için yaptığı sütlü kahveden içerken yine onun açtığı en sevdiğim şarkıyı dinliyordum tekrar tekrar. Karadeniz şivesinde söylenen bu şarkı bana hep annemle babamı anımsatırdı. Yüzünü hiç görmediğim, hiçbir zaman da göremeyeceğim annemi, babamla yarım kalmış hikayelerini. Karadenizliymiş benim annem. Kimi kimsesi olmayan, Trabzon'da kız yetiştirme yurtlarının birinin buz gibi duvarları arasında büyümüş, minik kalbi daha çocukken parça pincik olmuş bir kadındı benim annem. Mis gibi kokarmış tıpkı benim gibi altın sarısı renkli saçları, deniz gibi bakarmış mavi, kocaman gözleri, dolgun kırmızı dudakları kiraz gibi, kokusuysa yaseminmiş. Anneme çok benziyordum ben. Yüzümde gözlerimin rengi dışındaki her noktam anneminkiyle aynıydı neredeyse. Babam anlatırdı annemi bana hep ısrarlarıma dayanamayarak. Anılarını, nasıl tanıştıklarını, sadece üç yıl süren evliliklerini, nasıl musmutlu olduklarını, birbirlerini nasıl sevdiklerini. Demir atar limana hüznün gemileri Şarkı devam ettikçe anılar mahzeninin en derinliklerinde kaybolduğumu iliklerime kadar hissediyordum. Babam arkadaşının annesinin tazısı için Trabzon'a gittiği zaman görmüş annemi. Yetimhaneden yeni çıkmış, 19 yaşında, babamın arkadaşının komşuluğunda iki kızla ortak paylaştığı küçük evde yaşıyormuş. İlk görüşte tutulmuş annemin altın sarısı saçlarına, deniz mavisi gözlerine. Peşini bırakmamış, onu da alarak İstanbul'a getirmişti. İşte böyle başlamıştı yarım kalmış hikayeleri... Fakat şimdi cennette birbirlerini bulduklarından emindim. Aniden çalan kapının sesi hafif irkilmeme neden olduğunda istemsiz olarak birkaç denemeden sonra Halime teyzenin elime bıraktığı telefondaki şarkıyı durdurmuştum. "Müsait misin Leyal?" Mirza'nın tanıdık sesi kulaklarıma dolduğunda titreyen ellerimle gözlerimden süzülen yaşları temizlemeye çalışmıştım. "Müsaidim," demiştim ben de sesimin dingin çıkması için efor harcarken. Hemen ardından kapı aralanmış, tok adım sesleri duyulmuştu odada. "İyi misin güzelim?" Mirza ağladığımı anladığından ve de yüksek ihtimal şarkıyı duyduğundan dolayı sormuştu bu soruyu. "İyiyim," demekle yetindim. Kısacık bir süre sonraysa "Bir şey mi oldu?" diye ekledim. "Niye süzüldü bu inci taneleri yine?" Sorumu sanki duymamış gibi, soruyla yanıtladığında sesiyle bu durumdan hoşnutsuzluğunu belli etmekten çekinmemişti. Baş parmaklarıysa çoktan yanaklarımı seviyordu okşar gibi. "Bilmediğin bir şey yok ki," dedim. Hüznüm ses tonuma bulaşmıştı. İç çekişi doldurdu kulaklarımı. Gerçekten de Mirza'nın bilmediği tek bir detay bile yoktu üzülmeme sebep olan şeyler içerisinde. "Sen niye gelmiştin?" dedim yanaklarımı okşayan parmaklarının huzuruyla dolup taşarken. "Yiğit Efe teyzoşunu özlemiş de, birazdan onu görmeye gelecekmiş. Ben de haber vereyim dedim." Dediğinde içimi sevinç kaplamıştı. Ballı elmalı pasta gibi tatlış yeğenimi çokça özlemiştim. "Yaa bu çok güzel bir haber. Çok özledim paşamı." Dediğimde sanki beş dakika önce anılar çöplüğünü kurcalayarak ağlayan, hüzünlerde boğulan ben değildim. "Bence daha güzel bir haber daha var." Elinin tersiyle yanağımı okşamaya devam ederken dediği şeyle içimi tekrar merak kurtçukları doldurmuştu. "Öyle mi? Ne ki o?" Merakım sesime yansıdığında kısık sesli gülüşü duyulmuştu odada. "Senin mutlu olduğunu görmem." Etkileyici ses tonuyla dedikleri kalbimin takla atmasına neden olurken sudan çıkmış balık misali ne yapacağını bilemez hale bürünmüştüm birkaç dakika içinde. "Ahsen'le hep yaptığımız muzlu pastadan yapalım mı?" Anın verdiği acemilikle nasıl geliştiğini bile anlayamadan saçmaladığımda dediğim şeyi idrak etmem gecikmemiş, az önceki mutluluğum uçup gitmişti. Ahhhh salak Leyal bu gözlerle, bu durumla nasıl yapacaksın o pastayı? İçten içe kendime küfürlerimi sıralarken aslında çok üzüldüğüm gerçeği de okkalı bir biçimde, en acımasız haliyle suratıma çarpıp duruyordu. "Yani, ben bi anda saçmaladım..." ne diyeceğimi bilememenin etkisiyle tekrar en dibi boyladığımda devam etmeme izin vermeyen şey Mirza'nın dudaklarımın üstünü örten parmakları olmuştu. "Yapalım tabii ki gül yüzlüm, istemen yeterli." dediğinde benim üzülmemem için yaptığının gayet farkındaydım. "Mirza, ben bir anlık hevesle dedim onu. Bu halimle, görmeyen gözlerimle olmayacak. Gözlerim düzelince...." yine ve yeniden devam etmeme izin vermemişti kalbinin güzelliği yüzüne yansıyan adam. "Şşşhhhh. Gözlerin ben olacağım senin ve o pastayı yapacağız. Birlikte. İtiraz kabul etmiyorum." Gözlerin ben olacağım... Ne kadar da anlamlı bir cümleydi. Fakat gerçek oydu ki, gözlerimin böyle olduğu şu günlerde gerçekten de gözlerim o olmuştu. Gözlerimi varlığıyla doldurmuştu. "Sen... sen... iyi ki varsın Mirza... iyi ki hayatımdasın." Anın verdiği dolmuşlukla kollarımı kaldırarak boynuna doladığımda parmak uçlarımda yükselmiştim istemsiz olarak. "Sen iyi ki varsın gül yüzlüm, bal gözlüm." Elleri belimi bulduğunda birbirimize vücutlarımız kenetlenecek şekilde sıkı sarılmıştık. "Hadi bakalım, istikamet mutfak, görevimiz pasta." Gülerek dediğinde temasımızı kesmemiş, bir anda beni kucağına almıştı. Yürek hoplatan türden hamlesine karşılık bağırmama engel olamadığımda can havliyle ona tutunmuştum. "Mirza yaaa, anladım beni taşımayı seviyorsun da. Bari haber ver. Kalp spazmı geçireceğim senin yüzünden bir gün." Sitemime karşılık güldüğünde odadan çıkarak aşağı inmek için hareketlenmiştik bile. "Çok konuşma da aç şu kapıyı küçük cadı." dediğinde hislerimin verdiği güçle kapıyı açmıştım. Fakat bana cadı demesi sinirimi bozmamıştı dersem yalan olurdu. "Hani gül yüzlündüm, ne çabuk küçük cadı oldum." Dedim sahte alınganlıkla. Artık koridoru geçtiğimizi ve merdivenlerin başına geldiğimizi hissediyordum. "Gül yüzlü küçük cadımsın işte." Gülerek dedikleriyle başımı olumsuzca sallamıştım. "Dua et kucağındayım, yoksa yumruğu yerdin." şaka karışık dediklerimle ben de dayanamamış gülmüştüm. "Gül yüzlü kadının yumruğunun deydiyi yerde acı olmaz ki." Demesiyle kendime laf dalaşımızı onun kazandığını itiraf etmek zorunda kalmıştım. O sıradaysa mutfağa girmiştik. Mirza beni dikkatlice yere bırakmış, dengemi sağlamamda yardımcı olmuştu. "Sustun bakıyorum." Alayvari sesi ve burnuma vurduğu fiskeyle yüzümü buruşturmuştum. "Şimdilik sustum diyelim biz ona canım." dediğimde aslında açık kapı bırakmak istemiştim ona. O çekinmeden sevdiğini hissettiriyordu. Dolayı yolla ben de zamanı gelince konuşacağımı söylemiştim. Fakat anlamış mıydı? O kısmı kocaman bir muammaydı. "Konuşacağın günü iple çekiyorum." Demesiyle anladığını anlamıştım. Yüzüm hafiften ısınmaya başlayınca bir şey dememiş, kelime oyunumuzu bitirmiştim. Hep yapardık böyle şeyler biz. O yüzden hiç garipsemiyorduk bu durumu. "Şimdi şöyle yapıyoruz. Sen usta şef oluyorsun, ben de çırak." Kısa süreli sessizliği bozan taraf Mirza olmuştu. "Nasıl yani?" Diye sordum merak kırıntılarıyla sarmalanmış ses tonumla. "Sen anlatacaksın ben yapacağım. Mutfakta çok kötü değilimdir biliyorsun, çözeriz." Dediğinde ne diyeceğimi bilememiştim. Anlık gafletle istediğim şey için Mirza o kadar uğraşacaktı. "Acaba Lale teyzeye mi desem o yapsa, sen zaten çalışıyorsun, benimle de uğraşıyorsun. Bir de bu çıkmasın başına." Vicdanıma yenik düşerek söylediklerimden hoşnut olmayacağını biliyordum. "Çocuklar, bir şey mi oldu? Ne yapıyorsunuz burada?" Mirza'nın bana cevap vermemesine engel olan şey mutfaktan duyulan üçüncü ses olmuştu. "Yok bir şey Halime teyze, biz Leyal'la halledeceğiz. Dinlenin siz." Mirza'nın hevesli çıkan sesini duyunca onların arasındaki konuşmaya karışmamak kararı almıştım. Birkaç dakika Halime teyzeyle konuşarak sonunda onu ikna etmeyi başaran adam soluğu tekrar benim yanımda almıştı. "Eveett, başlayalım bakalım sevimli çırağım." Ellerimi çırparak onun hevesine ortak olduğumda erkeksi gülüşü kulaklarımı doldurmuştu. "İsterseniz siz şöyle oturun, çok sevdiğiniz portakal suyundan için şefim, çırağınız yapacak pastayı." Hala gülen adamla başımı olumsuz anlamda iki yana sallamıştım. Kesinlikle iflah olmayacaktı. "Yok öyle bir şey, ben böyle iyiyim. Hadi çok konuşma da başla" gülerek dediklerimden hemen sonra masanın kenarına dokunarak Mirza'nın pastayı hazırlayacağı yere yakın bir yer bulmuş, o kısma geçmiştim. "Emredersiniz şefim." Dediğinde o da benim yakınlığıma gelmişti. "Öncelikle cam bir kab ve çırpmak için çırpıcıyı çıkar." İşaret parmağımı sallayarak ciddi bir tavra bürünmeye çalışıyordum. Fakat gülümsememi zapt etmeye çalışırken komik gözüktüğümü elbet biliyordum. "Hazırdır şefim." Birkaç haşırtı huşurtudan sonra Mirza'nın sesi doldurmuştu kulaklarımı. "Şimdi iki tane yumurta ve bir çay bardağı şekeri kaba ekleyerek şeker eriyene kadar çırp." dediğimde Mirza bir şey dememişti. Fakat gelen seslerden yumurtaları kırdığını anlamam uzun sürmemişti. "İnşallah doğru yapıyorumdur." Kendi kendine mırıldanmasıyla kahkaha atmıştım. Kendisi kaşınmıştı. "Kendin kaşındın." Dediğimde çırpma sesi durmuştu. "Sen de kaşımaktan çekinmiyorsun." Alayvari sesiyle dişlerimi sergileyerek gülmüştüm. "Kaşınmak isteyeni kaşımak boynumuzun borcudur." Kendimden emin biçimde dediğimde Mirza tekrar başlamıştı karıştırma eylemine. Duyduğum seslerden anladığım kadarıyla fena çırpıyordu. "Her konu için geçerli mi bu?" İmalı sesiyle dedikleriyle birkaç saniye ne demek istediğini algılamaya çalışmıştım. Jeton düştüğündeyse yanak içimi ısırmıştım sertçe. Allah kahretsin kendi kazdığım kuyuya kendim düşmüştüm. "Bakıyorum da çok konuşmaya başladın çırak. Hadi bir çay bardağı sıvı yağ doldur da karışıma ekle." Dağılan konuyu tekrar toparlayarak pastaya getirmeyi başardığım için kendimi tebrik edecektim en kısa zamanda. "Kaç bakalım... nereye kadar kaçacaksan..." diye fısıldayışını duysam da duymamış gibi yapmayı tercih etmiştim. O sıradaysa Mirza oluşmaya başlayan kitlenin yağını da eklemiş, güzelce karıştırmaya devam etmişti. Arada elini durdurmasını rica ederek biraz sütü ısınmak için ocağa koymasını rica etmiştim. "Şimdi ısınan sütümüzden bir çay bardağı alarak karışıma ekleyip tekrar karıştırmamız gerekecek." Dediğimde Mirza'nın adım seslerinden ocağa taraf gittiğini anlamıştım. "Bu böyle hep karıştırılıyor mu?" Sanki dünya harikalarını görüyormuş gibi acayip ses tonuyla dedikleri beni tekrar güldürmüştü. "Kolay mı sanıyordun pasta yapmayı?" Dediğimde homurdanmıştı. "Sütü de ekledim sırada ne var?" Meraklı sesiyle dedikleriyle aklımda bulundurduğum tarif defterine bakmıştım tekrar. "Kabartma tozu ve vanilyayı ekleyip karıştıracağız. Sonraysa üzerine bir elek oturtacaz ve kakao ile unu eleyerek ekleyeceğiz. Sadece kuru malzemeler homojen karışana dek çırpacağız." Uzunca anlattıklarım sonrası kısa bir an duraksamış, ardından tekrar işe koyulmuştu benim sevimli çırağım! Aradan geçen dakikaların ardından çırpıcıyı kenara bırakan Mirza ellerini birbirine çırparak temizlemişti. Mutfak bizim seslerimiz dışında sessiz olduğu için, çırağımın her hareketini duyarak kafamda canlandırabiliyordum. "Bak bakalım oldu mu?" Dediğinde tam 'nasıl bakayım?' diye soracaktım ki Mirza buna izin vermeyerek sağ elimin şehadet parmağını kavrayarak kitleye daldırmıştı. "Nasıl olmuş?" Parmağıma bulanan kitleyi ağzıma soktuğunda karışımın tadı ağzıma yayılmıştı. Fakat gerçekten de güzel olmuştu. İlk kez şimdi yaptığını bilmesem bu işte usta olduğunu düşünebilirdim. "Vaay çok güzel olmuş." dediğimde parmağımdaki kitlenin tamamını yalayarak yutmuştum. "Yaa harbi mi? Bakayım bir." Diyen adam tekrar benim parmağımı kavrayarak kitleye bandırmış, fakat bu kez kendi ağzına götürmüştü. Yaptığı hareket karşısında ağzım açık kalmıştı. O ise nefis bir şeymiş gibi parmağımı sümürmüştü resmen! "Mirzaaa, parmağımı da mı yutacaksın?" Diye sitem ettiğimde nihayet parmağımı bırakmış, hemen ardındansa gülmüştü. "Vallaha şefim parmağınız şu karışımından çok daha tatlı ne yapayım?" dediğinde arsızlığı karşısında ağzım açık kalırken, yanaklarımın da ısındığını hissediyordum. "Fırını ayarlar mısın 180 dereceye. Biraz ısınsın. O sırada da borcam kaplardan bir tane bulalım, kitleyi dökmek için." Eski taktiğime güvenerek yine konuyu değiştirmiştim. Mirza'ysa derince iç çekse de dediklerimi yapmak için hareketlenmişti. Dakikaların ardından fırını ayarlayan adam, borcamın da içine kitleyi yerleştirmişti. "Evet pişmeye koyduk. Şimdi ne olacak?" Diyen adama cevabım gecikmemişti. "Şimdi yirmi beş, otuz dakika kadar pişecek. O pişene kadarsa biz üç tane muzu halka şeklinde doğrayacağız ve de biraz da bitter çikolata eriteceğiz. Bir de file olmuş Antep fıstığı bulduk mu tamamdır. Bu son dediklerim üzeri için." Tek nefeste anlattıklarım bitince derin bir nefes koy vermiştim. Başta yapmayalım desem de, takım çalışması gibi çıkardığımız iş çok güzel ilerliyordu. Ayrıca da çok eğlendiğim gerçeğini de göz ardı edemezdim. "Tamamdır muzları da doğrayıp çikolatayı eritelim." Diyen Mirza bıçak ve tahta bularak tekrar işe koyulmuştu. Kırk beş dakika kadar sonra her şeyi hazırlamış, pastayı süslemiş dinlenmesi için buzdolabına yerleştirmiştik. "Çok iyi iş çıkardık ortak" diye gülerek yumruğumu tokuşturmak için havaya kaldırdığımda çırağım da hemen yumruğunu tokuşturmuştu. "Harikayız ortak." diyerek gülmüştü o da benim gibi. "Sizi kaçaklar, ne yapıyorsunuz burada?" Aniden mutfakta yankılanan Ahsen'in sesiyle neye uğradığımızı şaşırmıştık. "İiiiiğğğ, viğğğğ," mızmızlık içeren seslerse aşırı tatlılık içerek artık yedinci ayını doldurmasına az kalmış tombik yeğenim Yiğit Efe'ye aitti. "Oyşşş benim aşkımm gelmişşş" yanımıza kadar gelen Ahsen'in kucağından Yiğit Efe'yi aldığımda dudaklarımla yanağını bularak tombul yanağına öpücükler dizmiştim. Mis gibi bebiş şampuanı kokuyordu teni. "Bebeğimmmmm, ballı katmerimmm. Oyşş mis kokulum. Çok özlemişim seni" sevmelere doyamıyordum keretayı. Annesinden aldığı yemyeşil gözlerini de çok özlemiştim ama şimdilik göremiyordum. "Aşk olsun Leyal hanım. Beni özlemedin mi?" Sitemkâr sesiyle konuşan Ahsen beni bir kez daha güldürmeyi başarmıştı. "Pamuk yeğenimin annesini, güzel arkadaşımı özlememem mümkün değil ki." Dediğimde yanağıma öpücük kondurmuştu Ahsen. "Arkadaşlığımızdan önce yeğeninin annesi olduğumu söylemen gözümden kaçmadı haberin olsun. Ama affettim hadi yine iyisin." Dalgasını sürdürmeye devam eden arkadaşımla başımı olumsuz anlamda iki yana sallamıştım. "Siz ne yapıyordunuz burada? Hâlâ söylemediniz?" Diyen Ahsen'le aklımdan sinsi fikirler geçmişti. "Ağabeyine muzlu pasta yaptırıyordum. Maşallah pek bir hamarat kendisi." Sona doğru kahkahamı serbest bıraktığımda Ahsen'in tepkisi ve Mirza'nın homurtuları da benim gülüşlerime karışmıştı. "Ohaa, ciddi misiniz? Ağabeyim pasta mı yaptı? Hem de muzlu olandan?" Şaşkın nidalar atan kardeşine Mirza'nın ters bakışlar attığından emindim. "Sıfırdan pastane açmadık ya Ahsen'cim alt tarafı pasta yaptık." Bıkkınlık içerikli sesini Ahsen umursamamıştı bile. "Bu anı ölümsüzleştirelim biz yine de." Ahsen'in deliliği gerçekten de sınır tanımıyordu. "Gel dayısının aslanı gidelim biz. Annen ve arkadaşı olacak teyzoşun kafayı sıyırdı." Mirza Yiğit Efe'yi kucağımdan alarak mutfaktan çıktığında bizim gülüşlerimiz hâlâ devam ediyordu. "Dur kız cidden çekeceğim fotoğrafını. Nerede yaptığınız pasta?" Başımı olumsuzca sallamıştım. Fakat ben de gülmemi durduramıyordum. "Buzdolabında." Lafımı bile bitiremeden Ahsen çoktan buzdolabının önünde kurulmuştu çok muhteşem muzlu pastamızı foto model yapmak için... Aradan geçen iki bilemedin iki buçuk saat içinde bol bol eğlenmiş, sohbet etmiş, Yiğit Efe'yle oynamıştık. Tabii ki Ahsen dayanamayarak pastayı kesmiş hepimize tadına baktırmıştı. Pasta cidden çok güzel olmuştu. Mirza yemek konularında aşırı iyi olmasa da fena sayılmazdı. Fakat tatlı konusunda da bu kadar başarılı olacağını tahmin edemezdim. Ahsen ve yeğenim pasta kesilip yendikten sonra biraz daha oturmuş, ardından evlerine gitmek için çıkmışlardı. Tabii ki bir sonraki görüşme için beni onlara davet etmeyi es geçmeyerek. Şimdiyse Mirza'nın çalışma odasında oturuyorduk. Ben, Mirza ve Ender amca. Ender amca bizim aile avukatımızdı ve geçen konuşmuştum ben onunla. Parasal konuları halletmek için boş bir zamanında Mirza'nın evine davet etmiştim onu. O da bugün gelmeyi tercih etmişti. Aile avukatımız olmakla birlikte babamın yakın arkadaşlarından da biriydi Ender amca. Şöyle ki şimdiye kadar olan tüm hukuk ve evrak işlerimizle yakından ilgilenmişti. Halamın anlattığına göre babamın haberini duyduğu gibi Adana'ya da gitmiş, mezar ve tazı işlemlerine yardımlarda bulunmuştu. On yıldır yurt dışında okuyan kızı Asuman tıp bölümü mezunuydu ve Fransa'da bir hastanede stajını tamamlamak üzereydi. Yakınlarda döneceğini duymuştum. "Tekrar geçmiş olsun Leyal kızım. Senin durumunu Adana'dayken öğrendim. Bir türlü fırsat bulamamıştım yanına uğramaya. Kısmet bugüneymiş. Dilber yengen de geçmiş olsun dileklerini iletti. En kısa zamanda o da gelecek yanına." Tüm evrak kürek, para işlerini hallettikten sonra Ender amcayla konuşmaya başlamıştık. Dilber yengeyse onun eşiydi. "Allah razı olsun, çok sağ olun." Ne diyeceğimi bilemediğim için teşekkür dileklerimle yetinmiştim. "Haldun ve Yekta da son olanlardan sonra çok üzgün ve pişmanlar. Yekta kaç kere yanıma geldi benim. Çok pişman gözüküyor. Babanın fenalaşmasına sebep olmuş o telefon konuşmasını keşke yapmasaydım diyor sürekli. Senden özür bile dilemek istiyordu, konuşabildiniz mi siz?" Ender amcanın son dedikleri tüm vücudumu elektrik çarpmış gibi irkmişti beni. Neler dönüyordu burada? Yekta fenalaşmasına sebep olacak kadar ne konuşmuştu ki babamla? Her şeyden önemlisi niye benim bunlardan haberim yoktu. Halime teyze, Ahsen, Mirza niye bana bir şey dememişlerdi. Tüm beynim düşünme işlevini yitirirken ne diyeceğimi bilemiyordum. Hemen yanımda oturan Mirza'nın sertlenen nefes alış-verişleriyse bilmediğim daha çok şeyin olduğunun habercisi gibiydi... ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••• 🌾 05.12.2022 Huh! Sonunda bölüm bitti ve Leyal öğrenmesi gereken birkaç şeyleri öğrendi. Bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya alayım lütfen. Oy ve yorumlarınız beni çok mutlu ediyor. Eksik etmeyin lütfen. Sizi seviyorum, keyifli okumalar diliyorum. Sağlıcakla kalın 🌟🌟🖐🖐💚💚
|
0% |