@papatyahikayeleri
|
🌾 Mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur... Leyal'dan: (2 gün sonra) Gözlerimden hızla yanaklarıma ulaşan her gözyaşı damlasında farklı bir çığlık, farklı bir sitem vardı. Ben ve karanlığa hapsolmuş gözlerim neye yanacağımızı, ne için üzüleceğimizi şaşırmıştık. Acımasız hayat bundan daha fazla ne yapabilir ki diye sordukça kendi kendime, daha kötü, daha dayanılmaz şeyler yaşıyordum. Yetimdim artık ben, anasız, babasız, öksüz bir kız çocuğu. Kalbi buğulu, gözleri sisli... Çiçektim doğduğum zaman. Annem öldü dalımdan koparıldım, ama bir şekilde solmamayı başardım. Fakat babam da öldü. Dalından yıllar önce koparılan çiçek tamamen solduğunu hissetti. Hiçbir şeyi görmüyordum. Kapkaranlıktı her şey. Kasvetli, zifiri karanlık. Darmaduman olmuştum. Bir anda en sevdiği oyuncağını kaybeden ufak kız çocuğuna dönüvermiştim. Üzgün, savunmasız, gözleri dopdolu olan küçük kız çocuğu. Fakat yeni oyuncaklar bularak kendini avutmaya mecburdu içimdeki küçük kız. Kapkaranlık dünyasının az da olsa ışıklanmasını sağlamalıydı. Zordu ama, çok zordu hem de. Yeniden hayata tutunmak, bir şeyler için mücadele etmek... "Leyal, iyi misin güzelim?" Önce kapının gıcırtısını hemen ardından adım seslerini, daha sonraysa Mirza'nın şefkatli sesini duymuştu kulaklarım. "Çok ağır, çok zor şeyler yaşadığını biliyorum. Ama inan bana geçecek hepsi. Bazen kanatacak, bazen acıtacak, sonsuza kadar izi kalacak ama geçecek. Seni çok iyi anlıyorum güzelim" Beni en iyi senin anladığını çok iyi biliyorum Mirza. Sen de kaybettin hem anneni hem babanı. Üstelik amcan olacak amcaların yüz karası acınızı kullanarak sizi yaranızdan vurmaya çalıştı. Küçük kız kardeşine arka çıktın, babanın, annenin anısını korudun. Tüm bunları yaparken ne kadar heybetli gözüksen de içindeki nahif çocuğu görebiliyordum. "Yoruldum ben Mirza, çok yoruldum." dedim sadece hıçkırıklarımın arasından. Gerçekten de öyleydi. İliklerime, kemiklerime, saç tellerime kadar yorulmuştum. Bu sadece vücuden bir yorgunluk değil, aynı zamanda ruhi bir yorgunluktu, yıpranmışlıktı. "Yapma böyle ama" diyebildi yalnız. Sesindeki çaresizliğin bin bir tonu kalbimi paramparça etmişti. Elini altın sarısı saçlarımın uçlarında hissettim. Sağ omuzumun üstünden önüme gelen saçımın bir tutamını parmaklarıyla okşuyor gibiydi. "Mirza" dedim bir süre devam eden sessizliği bozarak, "Yük olmak istemiyorum size, zaten doktor geçici bir durum olduğunu, ameliyat sonrası tekrar görebileceğimi söyledi. Kendi evime götürürsün beni, Halime teyze var zaten, bir tane yardımcı da ayarlarsak sorun kalmayacak" beni kendi evine götürmek için ayarlamalar yaptığının farkındaydım. Fakat ben çok ağır gelecektim onun zaten yoğun olan hayatına. "Leyal" dedi sesinde alevlenen bir sürü ateş eşliğinde. Saç uçlarımı okşayan parmaklarını ise bu kez yanağıma kavuşturmuş, tüy gibi hafif dokunuşlarla yanağımı okşamaya başlamıştı. "Konuşma böyle güzelim, sen bana yük olmazsın. O yüzden itiraz kabul etmiyorum." Beni yük olarak görmediğini biliyordum. Ama olduğum konum beni yük dışında bir şey yapmıyordu. "Ama," dedim kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatarak. Devam etmeme izin vermeyen şey yine Mirza olmuştu. "İyi ki varsınız" dedim uzun denilecek kadar bir süre sonra. Yavaşça kollarımı kaldırarak önce omuzlarına ulaştım, sonraysa ona sarıldım. İyi ki varlardı. Ahsen de, Mirza da, Halime teyze de iyi ki varlardı. "Sen de iyi ki varsın " dedi boğuk çıkan sesiyle, burnunu saçlarıma bastırarak derin bir nefes çekmeyi ihmal etmeyerek. Bir süre yasladım başımı omuzuna, parfüm karışık kendi kokusu burnuma ulaştıkça ciğerlerim bayram ediyordu. Onun eliyse boş durmayarak sırtımı sıvazlıyor, saçlarımı okşuyordu. Çok iyi bir arkadaştı Mirza. Her şeyiyle, her şeyime iyi geliyordu hep. Çok merhametli, iyi kalpliydi. Bu dünyanın toz dumanına yakışmayacak kadar paktı. Temizdi, vicdanlıydı. Bana karşı olan hsslerinin arkadaşlıktan çok daha öte olduğunu fark ediyordum ben de. Fakat bu hislerin varlığını yıllardır ne o söyledi ne de ben kabul ettim. Kendimle bu konuda asla ama asla yüzleşemedim. Ona rahat girmesi için açık kapı bırakmadım. Bundan sonra da yapacak mıydım hiç bilmiyorum. Zira durumum gözler önündeydi. Kendime bile zar zor umut oluyorken ona nasıl vaatler verecektim ki? Başımı yavaşça kaldırdım yaslandığım omuzdan. Ellerimi de çektim kendime taraf. Hiçbir şeyi görmüyordum ama kalbimde her şeyi en derinine kadar hissediyordum. "Mirza" dedim titrek bir nefes koy vererek. "Bugün taburcu olacağım ya, ben Adana'ya gitmek istiyorum, babamın yanına. Beni götürür müsün?" Dedim, yine ve yeniden yanaklarıma yaşlar süzülmeye başlamıştı. Ah baba, yaktın ciğerimi, dağladın yüreğimi. Şimdi senin sıcaklığında, kollarının arasındaki güvene sığınmak varken, soğuk, kapkara toprağını görmek için gitmek istiyordum. "Güzelim, çok ağır bir kaza ve ameliyat atlattın. Bu kadar yolu gitmek seni kötü etkileyecektir." Mirza'nın endişeli çıkan sesiyle başımı hızla sağa sola salladım. Umurumda değildi kötü etkilenmek. Babama gitmek istiyordum ben. "Umurumda değil Mirza, lütfen beni de anla. Lütfen, götür beni oraya," dedim bu kez de hıçkırıklarımın arasından. Derince iç çekişi kulaklarıma dolmuştu karşımdaki adamın. "Önce Suat beyle konuşayım o zaman. Sorun olmayacağını söylerse götürürüm." Gergin çıkıyordu ses tonu. Oraya gidip fenalaşacağımdan korkuyordu. Aslında haklıydı, onun yerine ben de olsam gerilirdim. "Çok teşekkür ederim," dedim elime yatağın üstündeki elini bulmuş, sonra sımsıkı kavramıştım. Sıcak eli soğuk elime iyi gelmişti. "Teşekkür etme," diye fısıldadı baş parmağıyla elimin üstünü okşayarak. Gülümsedim. Upuzun zaman sonra buruk da olsa gülümsemeyi başarmıştım... Mirza doktorla konuşmak için odadan ayrıldıktan dakikalar sonra Ahsen gelmişti yanıma. "Nasılsın canım arkadaşım?" Diye sevecen bir sesle sorusunu yönelten Ahsen de tıpkı Mirza gibi yatağın boş kısmına oturarak ellerimi kavramıştı. Elleri benim ellerim gibi soğuktu. "İyiyim canım sen nasılsın? Yiğit Efe ne yapıyor, özledim ballı lokumumu" dedim ben de ona. Gerçekten de tombul yanaklarını, annesininki gibi çimen yeşili renkli, boncuk boncuk bakan gözlerini çok özlemiştim. "Biz de iyiyiz, ballı lokumun da teyzoşunu özledi." Dediğinde iç çekmiştim, belirli bir süre göremeyecektim onu, büyümesini, belki ilk kez yürümesini de göremeyecektim. Sargıyla kaplı göz pınarlarıma tekrar su toplandığını hissetsem de, Ahsen'i de üzmemek için dişlerimle dudaklarımı sertçe ısırarak ağlamamı engellemeye çalıştım. "Oyyşş buradan bir çıkayım, sevgi yağmurunda boğacağım paşamı" dedim içimdeki tüm burukluklara rağmen, kendimi toparlamayı başarmıştım. Gözyaşlarımı gerisin geri göndermiştim. Ahsen'in bir şey demesine fırsat kalmadan dikkatimizi dağıtan şey kapının açılması içeri birilerinin girmesiydi. "Doktorla konuştum Leyal, kendini çok yıpratmaman şartıyla gidebileceğimizi söyledi. Fakat pansumanın şimdi değişilecek, en az bir kere de orada değişilmesi gerekecek." Dediğinde kafamı Mirza'nın sesi tarafa çevirerek başımı belli belirsiz salladım. "Nereye gidiyorsunuz abi?" Ahsen'in meraklı sesi doldurmuştu odayı bu kez de. "Leyal, Adana'ya gitmek istiyor abicim. Ben de doktorla konuştum bu konuyu" dediğinde Ahsen'in hâlâ elimi kavrayan elinin tutuşu sıkılaşmıştı. "Yaa, emin misiniz? Ya kötü etkilenir de bir şey olursa?" Sesi tedirgindi. Hak veriyordum endişesine. "Eminim canım, beni de anlayın lütfen" Mirza'ya fırsat vermeyerek ben konuştum, Ahsen'in sıktığı ellerimizin üstüne diğer elimi koyarak. Dediklerim sonrası bir şey dememişti. "Peki sargılardan tamamen ne zaman kurtulup tedavi sürecine gireceğiz, abi?" Diye sordu beş dakika kadar sessizliğin ardından. Bu soru benim de bilmek istediğim soruydu. "Her şey yolunda giderse, doktorun dediğine göre, bir hafta, yani göz kenarı yaraların iyileşmesinden sonra, sargılardan tamamen kurtulacak, ondan iki üç gün sonraysa esas tedavi sürecine gireceğiz" tutuk sesiyle söyledikleriyle iç çektim. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Ya her şey yolunda gitmese? Daha uzun süre bu durumda kalmak zorunda kalsam? Ya aklımdan bile geçirmek istemediğim şeyler başıma gelse? Ben ömrümün sonuna kadar karanlığa mahkum kalsam? Allah'ım lütfen, sen imtihan süremi uzatma, sen daha fazla acı çekmeme müsaade etme. "İnşallah her şey yolunda gidecek" diyen Ahsen'in ardından Mirza da onu onaylamıştı. Ben ise çok kısık sesle "İnşallah " demekle yetinmiştim. Fısıltımı onların duyduklarından bile emin değildim... Aradan geçen saatlerin ardından hemşirelerin yardımı ile önce hastanenin uzun süreli yatılı hastaları için olan duş bölümünde duş almış, sonraysa gözlerimdeki ve başımdaki sargılar değişilmişti. Ahsen'in benim için getirdiği, mor renkli olduğunu söylediği eşofman ve kapüşönlü üstten oluşan takımı giymeme, siyah spor ayakkabılarını da ayağıma geçirmeme yardımcı olmuşlardı. Mirza'ysa bana doktorumun da tavsiyesi ile gözden engelli kişilerin kullandığı kol ağaçlarından almıştı bir tane. Hepsini yaşarken içimi hüzün kaplamıştı. Kapkaranlık ortamda kendimi işlerimi halletmeye alışmam uzun bir süre alacaktı belli ki. Gerçekten yıllarca bu hayatı yaşayan görme engelli kişileri şu an çok çok daha iyi anlıyordum. Zordu. Çok zordu. "Hazırsan eğer, çıkabiliriz?" Diye soran Mirza'nın sesiyle hafif irkilerek kendimi toparlamıştım. Mirza ve Ahsen'in yardımlarıyla arabanın yanına yaklaştığımızda Ahsen kollarını boynuma dolayarak bana sımsıkı sarılmıştı. Ben de hemen kollarımı sırtına sarıverdim. "Çabuk dönüm tamam mı? Bir de abi beni mutlaka sık sık arayıp haberdar et, aklım sizde kalacak yoksa," ağladı ağlayacak kıvamdaydı. Eşi Serhat sağ olsun, Adana'dan daha dün dönmüş, oradaki tüm işlemlerle doğrudan kendisi ilgilenmişti. Gerçekten de Allahın bana lütfu olan bu insanlara karşı biriktirdiğim bunca borcu nasıl ödeyecektim hiç ama hiç bilmiyordum. "Merak etme çimen gözlüm, seni habersiz bırakmayız. Aklın bizde kalmasın, en geç iki üç güne döneriz zaten" diye yanıtlamıştı onu Mirza. Ahsen ta lise yıllarından hepimizin çimen gözlüsüydü. Benim bal gözlüleri olduğum gibi. Aslında bana kalsa yarına kadar gittiğimiz gibi de dönerdik ama doktor çok yorulacağım için müsaade etmeyerek en az 24 saat dinlenmemi ve yola sonra çıkmamız konusunda uyarılarını sıralamıştı. "Tamam, su gibi gidip, su gibi dönün İnşallah" diye kız kardeşinin demesiyle, Mirza beni arabanın ön koltuğuna taraf getirerek kapısını açmıştı. Oturmama yardım ettikten sonra üstüme doğru hafif eğilerek kemerimi takmıştı. "Rahat mısın Leyal?" diye sorunca, başımı olumlu anlamda sallamakla yetinmiştim. Zira kokusu tüm algılarımı dağıtmıştı. Olumlu yanıtımı anlayan Mirza saniyeler sonra kapımı kapatarak sürücü koltuğuna yerleşmiş, arabayı çalıştırmıştı. Böylelikle de yola koyulmuştuk. Yolculuk uzundu fakat ben her zaman uzun yolculuğa çıktığımda yaptığım gibi başımı cam başlığına yaslamıştım. Fakat her zaman manzarayı izlerken şimdi sadece karanlığı izleyebiliyordum. Siyahın en korkunç hali olan karanlığı. "Radyoyu açar mısın?" dedim yola koyulduktan bir saat kadar sonra. Sıkılmıştım çünkü. Uyumayı denesem de, kaç gündür hastanede uyumak dışında bir şey yapmadığım için, uyuyamamıştım. Beni ikiletmeyerek radyoyu açtığında kulaklarıma dolan türkü babamın en çok sevdiği türkülerden biriydi. Dalgınca başımı arkaya yasladım. "Değiştirme türküyü" çokça hüzün barındığı için, değiştireceğinden emindim, o yüzden kısacık uyarıda bulunmuş ardından kendimi türkünün acılı satırları arasına bırakmıştım. Şu dağlarda kar olsaydım olsaydım Ah babam benim, dağlarda kar da olsaydın, bir asi rüzgar da olsaydın. Arardım, bulurdum seni. Ama içimi dağlayarak, ciğerimi yakarak mezar olmayı tercih ettin. Ah babam, rüzgar getiremeden burnuma kokunu son kez, gömdüler bedenini kara toprağa. Ah babam, başındaki kar gibi beyaz saçlarından öpemeden son kez, ayırdılar seni benden... Şu yangında har olsaydım olsaydım Bıraktın beni yangınlarda har gibi, yaslanamadım son kez güven veren kollarına, sığınamadım sıcaklığına. Okşamadın saçlarımı, müebbet yedin mahpus duvarları gibi soğuk ve karanlık bir mekanı. Mezarını. Geliyorum yanına, ağlaya ağlaya geliyorum bu kez. Her zaman güle oynaya, musmutlu geldiğim yamacına bu kez gözümden dökülen şelalelerle geliyorum... "Leyal," kulağıma dolan tanıdık sesle dudaklarımı kıpırdattım. "Uyan güzelim," bu kez sese yanağımı okşayan erkeksi bir el de eşlik etmişti. "Mirza" dedim bilmem kaç saattir uyumanın verdiği mahmurlukla, sesim garip çıktığı için boğazımı temizlemiştim. "Efendim?" Dedi sadece. "Neredeyiz? Kaç saattir uyuyorum ben?" Çok uzun süredir uyuyormuşum gibi hissetmiştim. Açıkçası uykuya bile ne zaman daldığımı hatırlamıyorum, en son hatırladığım şey türküyü dinlerken babamı düşünerek ağlamamdı. "Yedi saattir uyuyorsun neredeyse, varmamıza da az kaldı. Yemek yiyelim diye uyandırdım seni" dediğinde yedi saat aralıksız uyumam beni şaşırtmıştı. Fakat kaç gündür aldığım sakinleştirici içerikli ilaçların etkisini düşünürsek bu kadar uyumam normaldi. Bir şey demeyerek başımı sallamakla yetinmiştim. Az da olsa açlık hissetmeye başlamıştım çünkü. "Gel bakalım," diyerek inmeme yardım etmiş, dengemi sağlamda yardımcı olmuştu. Ardından omuzlarıma bıraktığı ceketiyle irkilsem de, kokusu burnuma dolunca rahatlamıştım. "Uyuyordun ya, üşüme diye" açıklama yaptığında ellerimle cekete iyice sarıldım. Haklıydı, uyuduğum için hafif ürperti karışık titreme yaşıyordum. Oysaki üstümde bulunan takım uzun kollu ve kalındı. Tam son bahar içindi. Restorandan içeri girdiğimizde Mirza benim koluma girmiş, yönlendiriyordu bedenimi. İki kişilik olduğunu tahmin ettiğim masalardan birine önce beni oturtmuş, sonraysa kendi karşıma geçerek oturmuştu. "Yemek ya da içmek istediğin bir şeyler var mı?" Diye sormuştu bana. Sessizlikle geçen on dakika kadar sürenin ardından yemeklerimiz gelmişti. Sağ elimi masada gezdirerek kaşığı bulduğumda ihtiyatlı davranarak çorbaya daldırmış, azıcık alarak ağzıma doğru götürmüştüm. Normalinden iki katı efor harcamıştım yaptıklarım için. "Yardım etmemi ister misin güzelim?" Diye soran Mirza'nın sesi beni incitmekten korkar gibi şefkatli ve nahif çıkmıştı. "Hayır, sadece biraz limon sıkar mısın çorbaya?" Dediğimde limonu alarak çorbama sıkmıştı. Fakat hemen geri çekilmeyince kaşlarım çatılmıştı. "Napıyorsun?" Diye merakla sorduğumda güldüğünü hissettim. "Sen ekmeğin içini çorbayla yemeği seviyorsun, biraz ekmek içi parçaları attım çorbana" dediğinde unutmadığı ayrıntıyla gözlerim doluvermişti. Mirza gerçekten çok güzel bir adamdı. Güzellik kavramının karşılığı Mirza'nın kocaman olan kalbiydi benim için. "Teşekkür ederim Mirza" dediğimde elimdeki kaşıkla çorbayı karıştırmıştım. "Teşekkür etme Leyal, sen çok kıymetlisin benim için." dediğinde sessiz kalmayı tercih etmiştim. İçimden sen de benim için öylesin diye geçirsem de, bunu ona söyleyememiştim. Nedenini bilmiyordum... Çorbalarımızı içtikten sonra Mirza kahve ben ise çay içmiş, sonraysa arabaya geçerek yolumuza devam etmiştik. Geri kalan yolculuk boyunca sessizliği bozan tek şey Mirza'nın önce halanlara mı gitmek istersin yoksa mezarlığa mı diye sorması olmuştu. Ben ise hiç düşünmeden babama gitmek istiyorum demiştim. Çünkü gerçekten de bir an önce babama gitmek istiyordum. "Geldik mi ?" Dedim titreyen sesimle. Daha babamın yanına gitmeden bile duygu patlamam başlamıştı. "Geldik" demekle yetindi sadece. Ardından arabadan inerek benim de inmeme yardımcı oldu. İkimiz de indiğimizde sağ eliyle sol omuzumu kavramış, sağ eliyle ise sağ elimi tutarak ikimizi de ilerletmeye başlamıştı. Birkaç dakikanın ardından durduğumuzda nefesimi tutmuştum. "Burası Leyal, geldik" geldiğinde tuttuğum gözyaşlarımı nefesimle birlikte salıvermiştim. Usul usul damlayan yaşlarla birlikte ellerimi havaya kaldırarak birkaç adım atmış ve yere eğilmiştim sonra. Mirza da benimle birlikte kıpırdıyordu. Zira her an tetikte olduğunun farkındaydım. Elimi kaldırarak aramaya başladığımda babamın soğuk taşını, içindeki toprağı hissettim. "Mirza beni biraz uzakta bekler misin?" Gözyaşlarımın arasından söylemiştim. Babamla biraz konuşmak istiyordum çünkü. "Tamam ama en ufak bir şey de çağır beni " demesiyle başımı salladım. Sonraysa onun adım seslerini ve uzaklaştığını hissettim. "Baba... babacım, ben geldim. Kızın, altın saçlım, güneş gözlüm diye sevdiğin Leyal'in geldi. Bana benimle gelme dedin geçen rüyamda. Hızla kayboldun, gittin. Son kez sarılmama bile izin vermedin. Bana daha çok yaşayacağın şey var dedin. Niye baba? Niye onca yaşayacağım şey varken beni yapayalnız bıraktın? Ben sensiz ne yaparım hiç mi düşünmedin?" Hıçkırarak ağlıyor, avuçladığım toprağını sıkıyordum. Bağırmak, dünyayı inletmek istiyordum. Acımla kor gibi yansın istiyordum dünya da, tıpkı benim günlerdir babasızlık hasretiyle yandığım gibi. "Annemin yanına gittiğini biliyorum, o yalnız kalmasın diye beni yalnız bıraktığını biliyorum. Yıllardır seninleyim, biraz da anneni özledim onunla zaman geçireyim dediğini duyar gibiyim. Bencilce belki ama, gitmeseydin keşke, annem anlardı ki bizi. Annem beni yalnız bırakmanı istemezdi. Ya da beni de alsaydınız keşke yanınıza. Ben de sizi yalnız bırakmazdım." Ağladıkça ağlıyor, zangır zangır titriyordum. Kulaklarım da uğuldamaya başlamıştı yavaştan. "Neden Allah'ım? Neden bana ikinci kez aynı acıyı yaşattın? Önce annem, sonra da babam. Kokularına doyamadan aldın onları benden, güvenli kollarının huzurundan ayırdın beni, özlemleriyle yakıp kavuruyorsun ruhumu, bu dünyada cehennemi yaşattın bana. Neden? Neden? Neden Allah'ım? Nedennnn?" Dermanı kalmayan vücudum yere doğru düşerken sesim zayıflıyor, bilincim kapanıyordu. "Leyallll" en son hatırladığım şey Mirza'nın feryat figan bağırmasıydı. Gerisi yoktu. Çünkü kocaman bir boşluğa doğru yuvarlandığımı hissediyordum...
🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾 19.10.2022 Merhaba çiçek gibi okurlarım. Yeni bölüm geldi sonunda, çokça ağlayarak yazdığım bir bölüm oldu. Leyal'in acısına üzülenler? Mirza'nın nahifliğine düşenler peki? Burada mısınız? Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Keyifli okumalar dilerim. Sağlıcakla kalın ⚘🌸💐🌻🌹 |
0% |