@papatyahikayeleri
|
🦋 *Tesadüf: Tanrı olayların altında kendi adıyla imza koymak istemiyorsa kullandığı takma isimdir.... Lalin'den: Yemyeşil kırlık bir alanda yavaş adımlarla yürüyordum. Belime kadar uzanan kahverengi saçlarım açıktı ve kafamda kır papatyalarından yapılmış çok güzel bir taç vardı. Üzerimde olan uzun beyaz elbisenin eteği ıslak kırlara dokunduğu için hafif kirlenmişti. Öylece yavaş yavaş yürürken nerede olduğumu anlamak ister gibi etrafa bakınıyordum. Dikkatle baktığımda buranın bir bahçe olduğunu anlamıştım. Bahçenin en başında çok büyük, duvarları beyaz renk olan iki, belki de üç katlı bir ev gözüküyordu. Evden biraz aralıda önünde oyuncaklar dökülmüş olan beş, bilemedin altı yaşlarında bir çocuk oturuyordu. Fakat çocuk oyuncaklara dokunmuyordu bile. Öylece oturuyor, gözlerini bir noktadan ayırmıyordu. Bakışları çok düşünceliydi. Sanki bu yaşında dünyanın yükünü omuzlarında taşıyordu... Tam bu anda etrafa karanlık çöktü. Şimşekler çakmaya, yağmur sel gibi dökülmeye başladı. Çocuk aniden çakan şimşekten korktu. Sıçrayarak ayağa kalkınca ağlamaya da başlamıştı. Öyle içli ağlıyordu ki... Ona yardım etmek için hızla koşmaya başladım, fakat birkaç adım sonra tökezleyerek yere çakılmıştım. İşte bu zaman çocuk beni fark ederek kollarını bana doğru uzattı. "Yardım et bana, lütfen. Bana yalnız sen yardım edebilirsin" sürekli bu kelimeleri tekrarlıyordu. Israrla yanıma gelmiyor, benim ona ulaşmamı bekliyordu. Zorlukla da olsa ayağa kalkmayı başardığımda yeniden çocuğa doğru koşmaya başladım. Fakat yine birkaç adım attıktan sonra yere düşmüştüm. Bunu gören çocuk hala yerinden kıpırdamasa da daha çok ağlamaya başlamıştı. "Yardım et bana, korkuyorum. Bana yalnız sen yardım edebilirsin" yine aynı şeyi tekrarlayan çocuğa yardım etmeyi ben de çok istiyordum. O yüzden bir kez daha yerimden kalkarak yeniden çocuğa doğru koşmaya başladım. Bu sefer düşmeden çocuğun yanına varmayı başarmıştım. Yere çökerek boyumu çocuğun hizasına getirdiğimde, anında kollarını boynuma dolayarak bana sımsıkı sarıldı. Ben de onu sımsıkı sararak hızlı yağan yağmurdan dolayı üşüyen bedenini bedenime hapsettim. Titremeleri hafifleyene kadar onu ısıtmaya çalıştım. "Bebeğim iyi misin?" onu kendimden ayırarak verdiğim soruyla yeşilin en güzel tonunda olan yaşlı gözlerine inat çok hafif gülümsemişti. "Sen geldin ya iyi olacağım. Meleklere benziyorsun ve melekler gibi imdadıma yetiştin," ne dediği, neden böyle bir şey dediğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Sanki büyümüşte, küçülmüş gibiydi. Bakışları, tavırları, konuşması her şeyiyle beni derinden etkiliyordu. Ağlasa da dedikleri çok farklıydı. Zira onu çok cana yakın bulmuştum... "Bana hep yardım edecek misin?" o kadar masum bakıyordu ki... Nasıl hayır diyeydim ki... Sıçrayarak rüyadan uyandığımda alnımdan boncuk boncuk terler damlıyordu. Rüya mıydı bu gördüklerim şimdi? Ama gerçek gibiydi. Hızla üzerime baktığımda hala bugün işe giydiğim siyah elbisemde olduğumu görmemle rahatlamıştım. Rüyaymış işte. Ama rüyam aklıma takılmıştı. Beni geren düşüncelerden ayrılmak umuduyla etrafa bakındığımda işden geldiğim gibi kanepede uyuya kaldığımı fark etmem uzun sürmemişti. İyi de hangi ara uyumuştum hiçbir fikrim yoktu. Hâlâ kanepenin üzerinde duran çantamdan telefonumu alarak saate baktığımda neredeyse bir saattir uyuduğumu gördüm. Ayrıca Gamze'den de bir cevapsız mesaj vardı. Zaten merak edememiştim. İşten içeri girdiğimde iki dakika kanepede dinlenecektim güya. Oysa ölü gibi uyumuşum. Kanepeden kalkarak odama geçtim ve hızla üzerimi değiştirdim. Ama hareketlerim robottan farksızdı. Çünkü aklım sürekli rüyamdaki çocuğa kayıyordu. O kadar gerçek gibiydi ki... Etkisinden çıkamıyordum bir türlü... Giyinme faslı bitince mutfağa geçmiştim. Yemek yemeği es geçerek kendime sert bir kahve yaptım. Belki aklımı toparlamama yardım ederdi. Ben bir çocuk psikoloğuydum. Ve mesleğime aşıktım desem yeridir. Her çocuğun sorununu kendi sorunum gibi algılayarak çözmeye çalışıyordum. Onların rengarenk dünyalarını keşfetmek benim için çok özeldi. Sürekli çok farklı sebepler yüzünden yardıma muhtaç çocuklarla uğraşıyordum. Kimisi genetik, kimisi depresif, kimisi herhangi bir olaya bağlı, kimisi de yaş devriyle ilgili sorunlar... Ama benim için her çocuk çok özeldi. Acaba bunun etkisiyle mi görmüştüm o rüyanı? Sonuçta her gün onca çocuğa yardım ediyordum, onca çocuk benim yardımımı bekliyordu... Kafam kazan gibi olmuştu. Bir rüya bu kadar takılmaz ki kafaya. Ama benim kafama nedensizce çok fazla takılmıştı. "Lalinn," diyerek bağıran sesle kanepede sıçramıştım. Allahtan kendimi frenlemeyi başararak, son anda elimdeki kahvenin dökülmesine engel olmuştum. "Kızım bir şey mi oldu? İki saattir sana sesleniyorum ama sende tık yok. Ayrıca betin benzin atmış," kuşkulu gözlerle beni süzen Gamze'ye gülümsemeye çalıştım. "Haa. Yok ya iyiyim. Sadece az önce bir rüya gördüm aklım ona takıldı işte." Pek inanmışa benzemiyordu. Ama ben de yalan demiyordum sonuçta. Aklım hep o rüya yüzünden karışmıştı işte. "Nasıl bir rüyaydı ki seni böyle sarsmış? Anlat bakalım" diyen arkadaşıma ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Zira rüyamı hiç kimseye anlatmak istemiyordum. Sanki anlatırsam büyüsü bozulacakmış gibi bir hisse kapılmıştım. Nedenini ben de bilmiyordum. "Boş ver canım yaa. Rüyaydı sonuçta geçti, gitti. Sen üzerini değiştir hadi. Bir şeyler hazırlayayım da yiyelim. Acıkmışsındır." Allahtan çok uzatmamıştı. Galiba çok acıkmış olsa gerekti. Yoksa tanımaz mıyım ben arkadaşımı? Öğreninceye kadar beni rahat bırakmazdı. "Tamam. Zaten ben de acıktım. Bugün işler o kadar yoğundu ki. Öğle arasına bile çıkamamıştım," yüzünü ekşiterek dedikleriyle anında kaşlarım çatılmıştı. "Kızım kaç kez diyeceğim sana öğün atlama diye," ben sinirle söylenirken o tatlı bir şekilde gülmüş ve odasına geçmişti. İflah olmayacaktı bu kız. Midesindeki sorunlar yüzünden yeni tedavi görmüştü ve ben yine hastalanmasını istemiyordum. Allahtan ciddi bir şeyi yoktu. Gamze bir inşaat şirketinde , şirket sahiplerinden birinin yardımcısı olarak çalışıyordu. Daha doğrusu şirket sahibinin kız kardeşinin yardımcısı. Mühendislik bölümünü başarıyla bitirdiğinden dolayı işe girdiği andan zekasıyla hızlı bir şekilde yükselmişti. Onunla üç yıla yakın bir süredir tanışsam da en yakın arkadaşım olmuştu. En azından Türkiye'de. Evet ailem İngiltere'de yaşıyordu benim. Üç yıl önceye kadar ben de orda yaşıyordum. Orta okul döneminden babamın işleri yüzünden oraya gitmiş ve bir daha dönmemiştik. Ben lise son ve üniversiteyi orada okumuştum. Ama oraya asla alışamamıştım. Sürekli vatan özlemiyle yanıyordum. O yüzden geri dönüş yapmağa karar vermiş, aileme Türkiye'de çalışacağımı belirtmiştim. İlk başlarda istemeseler de, ısrarlarım sonucu kabul etmek zorunda kalmışlardı. Diplomam, başarılarım ve yurt dışı tecrübelerim yüzünden, orada katıldığım seminerlerde edindiğim tecrübelerimden dolayı Türkiye'nin en prestijli çocuk psikoloji merkezlerinden birinde iş bulmakta zorlanmamıştım. İşte Gamze'yle de buraya döndüğüm ilk anlarda tanışmış, aynı eve çıkmıştık... Aslında benim Türkiye'de çok fazla akrabam olmasa da halamlar vardı. Ama onlar İzmir'de yaşıyordu. Bense düzenimi İstanbul'da kurmak istediğim için ayrı ev bakınmıştım. "Neler hazırladın bakayım?" diye soran arkadaşım bir kez daha yüreğimi hoplatsa da bu sefer çaktırmamayı başarmıştım. "Aslında dünden kalanları ısıttım, bir de kahvaltılıkları çıkardım" öyle ölü gibi uyumasaydım bir şeyler yapabilirdim. "Aman yemek olsun da fark etmez" diyerek elini de fark etmez gibi sallayan arkadaşıma gülümsememle masada oturmuştuk. İştahla yemeğine odaklanan Gamze'nin aksine benim canım fazla bir şey yemek istemiyordu. Nedeniyse gayet belliydi. Rüyanın etkisi ve karman çorman olmuş düşüncelerim. "Sen iyi olduğundan eminsin değil mi?" ah işte yine sorgulayıcı bakışların hedefi olmuştum. "Evet canım, iyiyim gerçekten" gülümsemeyi de ihmal etmemiştim tabi. "Peki, rüyanı anlatmak istiyor musun?" ah anlatmak istemememi anlamıştı zeki kız. Anlamasa şaşardım zaten. Gamze bu sonuçta. "Aslında anlatmak istemiyorum. Belki sonra" dediğimde hiç uzatmadan onaylamıştı. İşte onun en çok böyle anlayışlı yönünü seviyordum. "Ee günün nasıldı? Neden mesaiye kalmak zorunda kaldın ki?" daha çok kafamı meşgul etmek, o yeşil ve yardım dileyen gözleri unutmak için konu açmıştım. "Ay sorma ya. Yeni bir otel yapımı projesine başladı bizim şirket. O yüzden fazladan çalışmak zorunda kalacağım bu aralar" sona doğru yüzünü buruşturması gözümden kaçmamıştı. Yoruluyordu zaten işlerinin yoğunluğu yüzünden, bir de bazen böyle sıkı çalışma haftaları oluyordu. Ayrıca dediğine göre büyük patronları fazla kendine kapanık, otoriter biriymiş. Allahtan ben öyle adamlarla uğraşmak zorunda kalmıyordum. "Ha bu arada sana bir şey söylemem lazım" diyen arkadaşım bir kez daha beni düşüncelerimin çıkmaz sokaklarında sıkışıp kalmaktan kurtarmıştı. "Söyle bakalım," dediğimde derin nefes alarak devam etti. "Bizim ekip başkanı Eda hanım var ya, onun yeğeni hastaymış, yani psikolojik sorunları varmış. Ve çocuk hiçbir psikologla anlaşamıyormuş. Bugün Eda hanım büyük patronla koridorda konuşurken tesadüfen şahit oldum. Artık 5. psikologmuş ilk görüşten redd ediyormuş. Ben de sonra onunla konuşurken dediklerini duyduğumu söyledim ve ona seni önerdim. Çok sevinerek numaranı ve iş adresini istedi. Ben de verdim. İnşallah yanlış bir şey yapmamışımdır?" Nihayet diyecekleri bitmiş olacak ki, koca bir soluk alarak önündeki bardakta olan vişne suyundan koca bir yudum içti. "Yok canım. İyi yapmışsın. İnşallah yardımım dokunur miniğe" dediğimde rahatlayarak bana hayali öpücük attı. "Seviliyorsun kuzu" dediğinde gülerek ben de ona öpücük attım. "Sen de seviliyorsun," diye yanıtladığımda o da gülmüştü. ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••• Yemeğimiz bittiğinde hızla mutfağı toparlayarak salona geçmiştik. Yarın olan randevularıma bakarak hazırlık yaparken, Gamze de bilgisayarda şirketleriyle ilgili maillerine bakınıyordu... Yarın boncuk hanımla son görüşümdü. Artık tamamen iyileşerek hastaneyle olan bağını kesecekti. Aslında adı Deniz'di. Sadece boncuk boncuk bakan mavişleri yüzünden ona boncuk diyordum. İlk başlarda beni kabul etmese de sonra aramızda güçlü bir bağ oluşmuştu. Çok sevdiği British cinsinden olan ve dört yıldır onunla yaşayan kedisinin ölümüyle çok ağır depresyona girerek, yemeden içmeden kesilince annesi yanıma getirmişti. Beş aylık devam eden seanslarımızı sonucu dokuz yaşlı boncuğum toparlanmıştı... Derken aklıma yine rüyam takılmıştı. Eğer rüyamda gördüğüm çocuk gerçek hayatta varsa ve yardıma ihtiyacı vardıysa, ben ona yardım etmeği her şeyden çok isterdim... Keşke bulabilse beni, keşke kesişse yollarımız...Keşke... Düşüncelerimden çalan telefonumla ayrılmıştım. Arayanın kim olduğunu görünce yüzümde kocaman gülümseme oluşmuştu. "Efendim, Anneciğim" diyerek tatlı bir sesle telefonu açmıştım. Oysaki azar işiteceğimden adım kadar emindim. "Aramasam, aramıyorsunuz Lalin hanım" al işte, dakika bir gol bir. "Öyle mi yapmışım Nevin Sultan?" diyerek işi şakaya vurmuştum. "Ah deli kızım. Nasılsın?" dediğinde sesi güler gibiydi. "İyiyim siz nasılsınız?" tabii sizi özlemek dışında iyiydim. "İyiyiz biz de, baban da konuşacaktı ama tam seni aradığım anda telefonu çaldı. Seni özlemek dışında iyiyiz işte" ah anneciğim neden dönmüyorsunuz ki? "Ben de sizi çok özlüyorum" dediğimde gözlerim çoktan dolmuştu. "Biz de kızım biz de. O yüzden baban toparlanarak temelli dönüş yapmak istiyor" Allah'ım doğru duymuştum değil mi? "Yaa gerçekten mi? Ne zamana peki?" sesim çok hevesli çıkıyordu. Sanki küçük bir çocuğa derslerini çalışırsa, ödül olarak çikolata alacaklarını söz vermiştiler. "Biliyorsun burada bir düzenimiz var. O yüzden bir iki ay çekebilir dönmemiz. İşleri yoluna koyarak orada bir düzen kurmalıyız" dedikleri umurumda bile değildi. Sonuç olarak döneceklerdi. "Olsun be annem. Döneceğinizi söyledin ya. İnan çok mutlu oldum." Daha sonra biraz daha benim işlerimden, onların dönmesinden konuşarak telefonu kapatmıştık... ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••• Sabah gözlerimi hafif bir baş ağrısıyla açmıştım. Bunun sebebi tüm geceni doğru düzgün uyuyamamamdı. Zira aynı rüyayı yeniden görmüş, tüm gece de aklımdan bir türlü çıkaramamıştım. Yani tüm gecem yeşil gözlü çocuğun yardım istemesiyle geçmişti desem yeridir. Nasıl bir işti bu hiçbir fikrim yoktu... Biraz daha yatakta kalırsam işe geç kalacağımın farkına varmamla, yataktan kalkarak banyoya girdim. Rutin işlerimi hallettikten sonra giyinmek için dolabın önüne kuruldum. Kısa bir süre kıyafetlerime bakındıktan sonra beyaz renk omuz detaylı, önden düğmeleri olan uzun kol gömleğimin altına yine beyaz renkte dizlerimin tam üzerinde biten kalem eteğimi kombinlemiştim. Bej topuklu ayakkabılarımı ve yine bej küçük çantamı alınca giyinme işlemi tamamlanmıştı. Saçlarımı hafif dalgalandırarak salık bıraktıktan sonra altın küpelerimi takmıştım. Sonraysa rimel, siyah göz kalemi ve uçuk pembe ton rujumdan oluşan sade makyajımı da yapınca hazırdım... Mutfağa geçtiğimde Gazme'nin artık mutfakta kahvaltılıkları çıkardığını görmüş, gülümseyerek ona taraf adımlamıştım. "Günaydın" diyerek geldiğimi belli ettiğimde bana dönerek gülümsedi. Her zamanki gibi çok güzel gözüküyordu. Kocaman ela gözleri ve altın sarısı saçlarıyla zaten alımlı bir kadındı. "Günaydın canım" diyerek cevap verdiğinde ben de kahvaltılıklara bakınarak eksikleri çıkarmakla ona yardım etmeye koyulmuştum... "Bugün de mesaiye kalacak mısın?" kahvaltımızı ederken bir yandan da konuşmak için konu açmıştım. "Bilmiyorum ki henüz, gidince belli olur artık. Ama merak etme sana haber veririm." dediğinde tam cevap verecektim ki çalan telefonum beni engelledi. Ekranda tanımadığım bir numara gördüğümde hiç şaşırmadım. Çünkü psikolog olarak numaram bilinen bir şeydi. "Efendim" kısa bir süre numaraya bakındıktan sonra telefonu açmış, kulağıma götürmüştüm. "Doktor Lalin Yılmaz'la mı görüşüyorum acaba?" sevecen bir kadın sesiydi. Ama tabii ki tanımıyordum. "Evet. Doktor Lalin Yılmaz benim" diyerek cevap verdim. Ve merakla ne diyeceğini beklemeye başladım. "Ben Eda Karabulut. Arkadaşınız Gamze'nin önerisiyle sizi rahatsız ediyorum. Acaba bugün size uygun olur mu? Yani yeğenimi yanınıza getirmek için?" dediğinde hızla çantamdan ajandamı alarak programıma bakmaya başlamıştım. "Memnun oldum Eda hanım. Evet bugün saat 12 bana uygun. Tabii size de uygunsa gelebilirsiniz" bugün ilk danışanım boncuk saat 9 da gelecekti. Ondan sonra boşluktu. Ve bir de akşama yakın 4 de bir danışanım vardı. "Bize de uygun. Yalnız benim işlerim yoğun olduğundan dolayı yeğenim amcasıyla, yani benim ağabeyimle gelecek. Sorun olmaz diye düşünüyorum." diye sormuştu düşünceli çıkan ses tonuyla. Fakat tabii ki de sorun yoktu benim için. "Hayır sorun yok. Gelebilirler" dediğimde beni onaylayarak telefonu kapattı. "Bu Eda Karabulut. Benim patron olan mı?" şaşkınlıktan açılmış gözleriyle bana bakan arkadaşıma gülümsedim. Kendi önermişti. Ama şimdi şaşırıyordu. "Evet ta kendisi. De sen neden şaşırıyorsun ki. Zaten sen önermemiş miydin?" soru dolu bakışlarıma karşılık hala şaşkın bakışlar atıyordu. "Ben önermiştim de. Bu kadar çabuk olacağını beklemiyordum doğrusu. Herhalde çocuğun sıkıntıları gerçekten fazla" dediğinde içim garip olmuştu. Hiçbir çocuğun sıkıntılı olmasına dayanamıyordum ki ben. Verecek fazla cevap olmadığı için, "Herhalde. Gelince öğrenirim artık," diye mırıldanarak kahvaltıya devam etmiştim. •••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••• İş yerime geldiğimde işe boncuğumla başlamıştım. İlk başlarda beni sevmese de şimdi ayrılmak istemiyordu. Ah şu çocuklar ve değişen ruh halleri. Hatta bazen yanıma daha çok gelmek için evde mızmızlanmalar, yalancı ağlamalar yapıyormuş. Bu durumdan annesi bana bahsedince ben de boncukla konuşarak ona demiştim ki benim yanıma gelmen için sorun ve probleminin olmasına gerek yok ki. İstediğin zaman annene söyle getirsin seni. Hem ben de özleyecektim onu... Boncuk hanımı uğurladıktan sonra kantine inerek kahve içmiş, biraz burada sekreterlik görevlerini yapan Melis'le sohbet etmiştim. Şimdiyse odam da Karabulutlar'ın yeğenini bekliyordum. İçimde benimde nedenini anlamadığım acayip bir heyecan vardı. Kapının çalmasıyla düşüncelerime bir son vererek 'girin' diye seslendim. "Pamir Karabulut" diyerek elini uzatan adamla kendimi toparlamak adına birkaç kez yutkundum. Ama psikolog olarak duygularımı karşımdaki insandan saklamakta ustalaştığım için, sorun yoktu. "Lalin Yılmaz" diyerek sert ve büyük olan elini sıktım. Sesi de fazla otorite barındırıyordu. "Bu da yeğenim Fatih" diyerek yanındaki varlığını bile unuttuğum çocuğu gösterdiğinde bakışlarım kaşlarını çatmış çocuğu buldu... Aman Allah'ım... Bu nasıl olurdu?... Emin olmak ister gibi gözlerimi kırpıştırdığımda değişen hiçbir şey olmamıştı. Gördüğüm manzara beni resmen dumura uğratmıştı. Put gibi kesilerek karşımda durarak başını aşağı eğen çocuğa bakıyordum. Evren benimle çok kötü bir oyun oynuyordu herhalde. Çünkü bu çocuk benim rüyalarımın misafiri olan yeşil gözlü, masum bakışlı o çocuktan başkası değildi.... 🦋 İlk bölümün sonuna geldik değerli okurlar. 13.08.2020. Bölümü yazdığım tarih. Siz de okuduğunuzu tarihi bırakabilirsiniz. Bölümü nasıl buldunuz? Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen ☺ Sağlıcakla kalın💛💛💛 |
0% |