Yeni Üyelik
5.
Bölüm

~Bölüm:4~

@papatyahikayeleri

🦋
••••

*Hayat sen ne planlarsan planla, bazen bazı kararları kendi almak ister. Sen kontrol edemezdin, kontrol ettiğini zannettiğinde bile akışa kapılıp giderdin...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Lalin'den
•••••••••••••

Sabah gözlerimi hafif baş ağrısıyla açmıştım. Ellerimi şakaklarıma dayayarak birkaç dakika masaj yaptıktan sonra yataktan kalktım. Ama aniden gözlerim kararınca yeniden yatağa oturmak zorunda kalmıştım.

Anlaşılan yine doktora gitmek vaktim gelmişti. Evet, bende olan kansızlık problemi sonucu sık sık tansiyonum düşer ve böylesi durumlarla karşılaşırım. Kan değerlerim çok sık oynuyor, sürekli düşüyor. Birkaç kez tahlil yaptırarak nedenini öğrenmek istediğimde aynı sonucu alıyordum. Bağışıklık sistemi zayıflığı. Zaten çocukluktan çok çabuk hastalanan, hep vitamin takviyesi yapılan bir çocuktum ben. Sürekli grip olur, kan değerlerim oynardı. Şimdi de kaç vakittir bu yönde ilaç almayınca sanırım yine bir süre tansiyon düşüklüğü, baş dönmeleri, hatta kusma durumları yaşayacaktım...

Düşüncelerime son vererek bu sefer yataktan kalkmayı başarmıştım. Hızla yatağımı toparlayarak banyoya geçtim. Rutin işlerimi hallettikten sonra dolaptan çok sevdiğim siyah, askılı kol tulumumu alarak üzerime geçirdim. Saçlarımı düzleştirdikten sonra salık bıraktım ve makyaj yapınca da hazırdım. Ayakkabı olaraksa siyah topuklularımı tercih etmiştim.

Nihayet işlerim bittiğinde mutfağa geçe bilmiştim. Çoğu zaman olduğu gibi Gamze artık kahvaltıyı hazırlıyordu.

"Günaydın canım" diyerek domates doğrayan Gamze'nin dikkatini kendime çekmeyi başarmıştım.

"Günaydın da sen iyi misin? Rengin solgun gözüküyor?" Endişeli gözleri yüzümün her yerini turluyordu.

"İyiyim canım. Hafif başım ağrıyor ondan herhalde," dediğimde kaşlarını çatmıştı.

"Yine kan değerlerin düşmüş olmasın?" Al işte. Beni bu kadar iyi tanıma yaaa.

"Olabilir. Zaten gideceğim doktora" dediğimde geciktirme git gibisinden bakış atarak, başını onaylar biçimde salladı. Bu arada konuşa konuşa ben de kahvaltı hazırlıklarına yardım ediyordum.

Hazırlık kısmı bittiğinde masaya geçmiştik. Ama ben hiçbir şey yiyemiyordum. Midem kasılıyordu sürekli. Gamze'ye baktığımda yemeğini yese de aklının burada olmadığını görür gibi oldum. Zira çoktan benim de yemem için ısrarlara başlardı.

"Canım. Bir şey mi oldu? Pek bir düşüncelisin?" aniden sessizliği bozunca hafif irkilmişti. Fakat kısa sürede toparlanmayı başarmıştı.

"Halamı düşünüyordum. İşlerim hafifleyince onu ziyaret etmeği düşünüyorum" Gamze annesini küçük yaşlarında kaybetmişti. Babası desen o daha doğmamış onu ve annesini terk etmişti. Hal böyle olunca da Gamze'yi tek halası olan Ayfer hala büyütmüştü. Ankara'da tek yaşayan halasını okul ve iş sebepleriyle bırakmak zorunda kalan Gamze'nin aklı sürekli halasında kalıyor, günde en az bir kere telefonda konuşuyordu. Ne kadar ısrar etse de onu bizimle yaşamağa ikna edemiyordu. Beni de çok severdi Ayfer hala. Sürekli Gamze'ye beni de alarak gelmesini söylerdi.

"Bak ne diyeceğim. Senin işlerin hafifleyince, ben de randevuları azaltayım bir hafta sonu gideriz Ankara'ya. Bu sefer halanı da alarak döneriz. Zaten bu evde boş bir oda var" ikimizin de işi o kadar yoğun oluyordu ki çoğu zaman hafta sonları bile çalışıyorduk. Dediklerimi duyunca deyim yerindeyse gülümsemesi gözlerine kadar ulaşan Gamze hevesli bir şekilde konuşmaya başladı. Sanki az önce karalar bağlayan o değilmiş gibi.

"Gideriz değil mi? Seni görünce de çok sevinecek. Ayrıca ikna ederiz gelir buraya. Benim ondan başka, onun da benden başka ailesi yok. Birbirimizden uzakta hiç içime sinmiyor." dediklerinde haklıydı tabi. Ama halasının da orada yıllardır kurduğu bir düzeni vardı. Bırakmak istemiyordu haklı olarak. Ama biz ikna ederdik onu. Yani öyle olmasını umuyorum...

"Tabii canım. Merak etme sen." Desem de içimden dualar ediyordum.

"Ayrıca Cenk'le de artık nişan gibi bir şey yapmak istiyoruz, halam da zaten bunu istiyor. Gelince onu da yaparız." ah evet, Cenk'le tanış olduğu günden Ayfer hala işin ciddiye binmesi konusunda baya ısrarlıydı...

Kahvaltının geri kalanı da böyle sohbet eşliğinde geçmişti.
Kahvaltımızı ettikten sonra Gamze'den önce beni işe bırakmasını rica etmiştim. Malum benim arabam tamirdeydi.

"Ne yani sen şimdi Karabulutlar'ın evine özel şoförle mi gideceksin. Vaay bee" benimle bilmem kaçıncı kez dalga geçen Gamze'ye göz devirmemek elde değildi.

"Gamzeciğim, susar mısın canım? Anlattığıma pişman ettin yaaa" ben sitem ederken o hâlâ gülüyordu. Ah bu kız hiçbir zaman iflah olmayacaktı. Bu artık değişmeyen kanundu.

"Kızım Pamir bey kendisi teklif etmiş, boru değil ki. Benim tanıdığım buz dolabı Pamir Karabulut asla böyle bir şey yapmazdı. Adamı nasıl etkilediysen artık" imalı imalı söylediklerini ağzım bir karış açık dinliyordum. Neler saçmalıyordu bu kız. Sabahtan başlayan baş ağrım da hafiften artarak beni iyice zorlamaya başlamıştı.

"Güzel arkadaşım. İstersen saçmalama. Anlattım yaa. Arabam bozuldu. Arabasına binmek zorunda kalınca da konu bir şekilde oraya gitti işte" tane tane anlattıklarıma bu sefer o göz devirmişti. Bıraksam ben ve Pamir'in izdivacını yapacak şuradaca.

"Ben haticeye değil, neticeye bakarım. Sonuçta Pamir bey kendinden beklenmeyen hareketler sergilemiş. Acaba neden?" Aman Allah'ım iyice Esra Erol'a bağladı konuyu(!).

"Gerçekten iflah olmazsın sen Gamze. Ben pes ediyorum. İstediğin gibi düşün" diyerek başımı cama yasladım ve gözlerimi kapattım. Belki böyle baş ağrım da hafiflerdi...

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Ofise geldiğimde bana gülümseyerek selam veren Melis'e gülümsemeye çalıştım. Zira gözümün önünde dans eden siyah noktalar buna pek müsaade etmiyordu. Melis'e dönerek odama bir tane sert kahve getirmesini istedim. Belki beni kendime getirirdi...

Ajandama baktığımda bu gün ilk danışanımın Uğur olduğunu gördüm. Uğur 10 yaşında akıllı ve çalışkan bir çocuktu. Fakat çok bağlı olduğu dedesini kaybedince tüm dengesi şaşmıştı. Aslen Muğla'dan olan Uğur her tatil Muğla'ya giderek dedesi ve babaannesiyle kalıyormuş. Ama geçen yaz Uğur orada olurken kalp sıkışmasından rahmetli olmuştu dedesi Beyazıt bey. Haliyle o anların şahidi olmak psikolojisini hiç iyi etkilememişti. Üç aydır yanıma gelen Uğur'la çok büyük yol kat etmiştik. İlk başlarda agresif, sinirli olan Uğur şimdi çok daha ılımlı yanaşıyordu terapilere. Hatta bu hızla devam edersek bir aya kalmaz sorunlarını tamamen çözerdik. Aslında hiçbir yara, hiçbir sorun asla tamamen iyileşerek, unutulmaz ama en azından yeniden hayata bağlaya biliyordum çocukları. Yanıma gelen her çocuk terapilerin sonunda ferahlayarak buradan ayrıldığında benden mutlusu olmuyordu...

Düşüncelerimden beni ayıran ses çalan kapıydı. Girin dedikten Uğur ve annesi içeri girmişlerdi. Annesi Burcu hanımla kısa bir konuşma yaptıktan onun lobide beklemesini rica ettim. Bazen çocuklarla tek seanslar yapıyordum, bazen de velilerle. Bu tamamen çocuğun psikolojik durumuna bağlı oluyordu.

"Bugün nasılsın bakalım, yakışıklı?" evet, bir çocuğa göre fazla yakışıklı ve efendi olan Uğur'a ilk günden böyle sesleniyordum. O da buna hiç itiraz etmiyor, aksine hoşuna bile gidiyordu.

"İyiyim, siz nasılsınız?" diye soran çocuğa tüm içtenliğimle gülümsedim.

"Ben de iyiyim. Hazırsan artık seansa geçelim mi?" her çocukla kendi davranış şekline uygun davranıyordum. Çünkü şahsiyet gibi yetişmelerinde onlara yardımcı olmam lazımdı. Biz çocukları istediğimiz gibi yöneltmeye çalıştıkça onlar bunun aksine tersi tepkiler vere biliyorlar. Bazense bu yönelmeye alışan çocuklar gelecekte kendi hayatlarını kurarken, özgür kararlar kabul ederken çok zorlanıyorlar.

Başını olumlu anlamda sallayan Uğur'la günün ilk seansı da başlamış oldu...

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Bugün sanki benim yorgun olduğumu ve başımın ağrıdığı anlayan evren işlerimi de arttırmakla iyice zorlamıştı. Önceden belli olan 2 danışanımdan ziyade 2 yeni çocuk da gelmişti. Anladığınız üzere baya yoğun gün olmuştu benim için. Dahası sırada Fatih vardı. İlk seansın üzerinden üç gün geçmişti ve ben bu günlerde onun ne yaptığını aşırı merak ediyordum. Ve bu üç günde benim araba tamirdeydi. Yeniden mi yaptırıyordu, ne yapıyorduysa artık(!)

Ofisten dışarı çıktığımda kapının önünde beni bekleyen arabayı görmemle hiç şaşırmamıştım.
Zaten benim de işime gelirdi. Şu an o kadar halsiz hissediyordum ki hiç taksi bulmakla uğraşamazdım.

Sakin adımlarla şoföre doğru yaklaştığımda beni fark ederek kendine çeki düzen verdi.

"Merhaba" diyerek duraksadığımda jeton düşmüş olacak ki adını söylemişti. Ben de tekrar adıyla selamladım onu.

"Merhaba Cesur bey" dediğimde o ise saygılı bir baş selamı vermekle yetinmişti. Amannn soğuk nevale patronun soğuk nevale çalışanı. Ne bekliyordum ki...

Sessiz ve can sıkıcı yolculuk nihayet sona ermiş, biz mekana varmıştık.
Gülümsemeye çalışarak arabamın kapısını açan Cesur'a baktım. Hangi ara gelmişti bu adam buraya Allah aşkına. Hızına hayret etmedim desem yalan olur.

Arabadan dışarı adımımı attığımda hafif baş dönmesiyle yerimde sendeleyince anlık refleksle Cesur koluma tutunmuştu. Tam bu esnada yanımızda beliren heybetli bedenin gür sesiyle Cesur elini sanki ateşteymiş gibi hızla çekmişti.

"Bir sorun mu var?" sesi de bakışları kadar sertti.

"Benim hafif başım dönünce düşmemem için yardım etti Cesur bey. Sağ olsun" neden açıklama yapma gereği duymuştum hiçbir fikrim yoktu. Bu sefer bakışları ilgiyle yüzümü turladı.

"İyi misiniz? Yüzünüz solgun gözüküyor" neee. Bu adam benimle mi ilgileniyordu. Yok daha neler.
Kendimi toparlayarak beni ilgiyle süzen adama odaklanmaya çalıştım. Cesur'sa çoktan gitmişti bile.

"İyiyim. Sanırım bugün kendimi fazla yordum" dediğimde cevaptan tatmin olmadım der gibi baksa da bir şey demeyerek, sessiz kalmağı tercih etmişti.

Evden içeri girdiğimizde Pamir'in telefonu çalınca yanımdan uzaklaşmış ben de Neslihan hanımla kalmıştım. Galiba Eda yoktu evde.

"Eda hanım yok mu?" merakıma yenik düşmüştüm.

"Yok, Barkın beyle çıktılar. " dediğinde anlamaz bakışlar atıyordum. Barkın kimdi yahu?.

"Barkın?" diye sorar gibi dediğimde kadın da yanlışını anlayarak gülümsedi.

"Ha pardon. Barkın bey Eda hanımın nişanlısı oluyor" işte şimdi harbiden şaşırmıştım. Eda'nın nişanlı ola bileceğini hiç düşünmemiştim açıkçası. Karşımda bana bakan kadına anladım der gibi başımı salladım.

"O zaman siz bana Fatih'in odasına kadar eşlik edin lütfen." Nedense tek dolaşmak istemiyordum bu evde. Zaten kadın da beni onaylamış ve biz merdivenlere doğru gitmeye başlamıştık...

Oda'nın kapısını hafif tıklattıktan sonra içeri girdiğimde Fatih yatağında oturuyordu. Beni gördüğünde kendini toparlayarak hafifçe gülümsedi. Ben de ona karşılık kocaman gülümseyerek yatağının karşısında olan koltuğa oturdum.

"Nasılsın bakalım Fatihciğim?" diyerek giriş sorumu sormuştum. Ama pek odaklanamıyordum. Başım dönüyordu çünkü hafiften.

"İyiyim, siz nasılsınız " diyerek klasik cevabı vermişti.

"Ben de iyiyim. Şimdi terapiye geçmezden önce. Benimle rahat konuşman için sana bir soru sormam lazım" dediğimde başını onaylar biçimde sallayınca ben de devam ettim.

"Bana nasıl hitap etmek istersin?" aslında bu soruyu sormakta amacım benim onun dünyasında olan yerimi öğrenmekti. Şimdiye kadar bana abla diyerek samimi olan çocuklarda olmuştu, doktoru olarak görerek mesafeyi asla aşmayanlar da. Ama Fatih için çok özel bir yerde olduğumu tahmin ediyordum.

"Öğretmenim diye hitap edebilir miyim?" biraz düşündükten sonra diye sorunca şaşırmıştım doğrusu. Aslında Fatih'ten farklı bir şeyler bekliyordum ama bu kadar farklısını ben de tahmin etmemiştim.

"Tabii ki, ama neden Öğretmenim?" diye sorduğumda gözlerini gözlerimden çekerek bir noktaya sabitledi. Bu da o demek oluyor ki, öğretmen kelimse Fatih'in dünyası için çok özel. Bakalım altından ne çıkacak.

"Öğretmenleri çok seviyorum, öğretmenlerimi çok seviyorum, seni de çok seviyorum o yüzden" bu da bir sebepti ama sanki daha başka bir şeyler de varmış gibi hiss ediyordum. O yüzden anlat der gibi suratına bakınca gözlerini kaçırmıştı.

"Biliyor musun? Benim annemin de mesleği öğretmendi" dedikleri bende deprem etkisi yaratmıştı. Bu çocuk bilinç altında beni annesinin yerine koymasa da, onu yalnız annesi gibi benim iyileştireceğimi, koruyacağımı düşünüyordu. Bunun da sebebi yüksek olasılıkla gördüğü rüyaydı.

"Tamam bebeğim, öğretmenim dersin artık bana" dediğinde gülümsemişti. Hazır konu ailesinden açılmışken biraz derinlere inerek Fatih'in kapalı dünyasını keşfetmeği karara aldım.

"Demek annen öğretmenmiş. Peki hangi dersi veriyordu? Bunu biliyor musun?" dediğimde hızla başını aşağı yukarı salladı.

"Sınıf öğretmeniydi benim annem" sesi özlem ve acı barındırıyordu. Ama üstü kapanmamış yaralar ilk önce kanatılarak mikrobu çekilir sonra yavaş yavaş kapanır. Ama yara derinse iz hep kalacak. İnsan duyguları, acıları da aynen böyle. O yüzden Fatih'i o acıyı yaşatarak kısmen toparlaya bilirdim ancak.

"Ne kadar güzel. Çocukları çok severmiş kesin" böyle konuştukça annesini hatırlamasını sağlıyordum.

"Evet, çok severdi ama en çok da beni severdi" dediğinde hafif güler gibi oldum. Bir yandan da öğrendiğim bilgilerden kendi defterime notlar alıyordum.

"Tabii ki en çok seni sevecek. Peki baban ne iş yapıyordu?" dediğimde duraksar gibi olsa da kısa sürmüştü.

"Amcam ve halam gibi şirkette çalışıyordu." dediğinde bir şey demeyerek, hem onun için hem de benim için çok zor olan soruyu sordum.

"Peki anne ve baban nerede şu an? Yani senin düşüncende onları koyduğun yer neresi?" bu sorunun cevabından çok kapalı kutular açılacaktı. Hiçbir şey demeden birkaç dakika sessizleşti. Ben de ona ayak uydurarak zaman tanıdım. Çünkü dağınık düşüncelerini toplamalıydı.

"Aslında bilmiyorum. Onların öldüğünü, artık yaşamadıklarını görsel olarak biliyorum. Ama duygularımda, hislerimde, düşüncelerimde onlar var, benimleler. Bu yüzden asla mezarlarına gitmek istemedim. Biliyor musunuz öğretmenim?. Onların mezarlarına gidersem tutunduğum dalı, kaybederek kimsesiz kalmaktan korkuyorum," durum ben düşündüğümden de ağırmış. Böyle vakalarda çocuklar ya ölümü kabullenerek yas tutarak depresyona girer, ya da kabullenmeyerek hep ailelerinin yolunu gözlerler ama sonuç hüsran olunca da kahroluyorlar. Fatih'in savaşı tamamen kendi içinde. Biz onların öldüğünü ona duygusal açıdan anlatmalı ve ölümü kabullenirse asla yalnız kalmayacağını anlamasını sağlamalıyız. Bu konuyla ilgili halası ve amcasıyla aynı anda konuşmayı aklımın bir köşesine not ederek yeniden Fatih'e odaklanarak seansa devam ettim...

Fatih'le olan seans bitince yine yanağına tüy gibi bir öpücük kondurarak vedalaşmıştım. Kapısından dışarı çıktığımda aniden başım dönünce duraksamak zorunda kalarak duvardan tutundum. Bugün doğru dürüst bir şey yemediğim için baş dönmelerim artmıştı. Yarın ilk iş doktorum Duygu hanımın yanına gitmeği aklımın bir köşesine not ettim.

Gözlerim iyice bulanıklaşmaya başlamıştı. Birkaç adım atarak yürüsem de düşecekmişim gibi hiss ediyordum. Bu zaman önünde durduğum kapı açıldı ve telefonla konuşan Pamir beyle karşılaştım. Durumumu anlamış olacak ki hızla telefonu kapattı ve iki büyük adımda yanıma yaklaşarak kollarımdan tuttu.

"Lalin sen iyi misin?" dediğini duyar gibiydim ama emin değildim. Zira gözlerim kararıyor, kulağım uğulduyordu. Başımı iyiyim der gibi sallasam da iyi olmadığımı biliyordu. O yüzden bir eliyle yanağımı kavradı.

"Hayır, hiç iyi değilsin sen," dediğinde ben de artık ipler kopmuştu. Ayaklarım bedenimi taşıyamayınca tam yere düşecekken hızla elini bacaklarımın altından geçirerek beni kucağına aldı. Benim başım onun omuzuna düşmüştü. Son hatırladığım şey buydu. Gerisi yoktu, gerisi karanlıktı...

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Pamir'den:

Bir anda kucağıma yığılan kızla neye uğradığımı şaşırmıştım. Ne olmuştu ki bu haldeydi? Aslında az önce arabadan inerken de durumu hoşuma gitmemişti. Sadece Cesur'un ona dokunduğu gerçeğini hazmedemediğim için onunla ilgilenememiştim. Hay aklımı sikeyim.
Gerçeği söylemek gerekirse ona bir şey olmasından korkmuştum, ona birinin dokunmasına kızmıştım. Bunlar hiç benlik duygular değildi. Garip bir şekilde kendimi bu kıza çekilirken buluyordum.

"Lalin, hadi kendine gel" bir yandan da merdivenleri inerek onu salondaki kanepeye uzattım. Ellerimle yüzüne hafifçe vursam da uyanmıyordu ve ben artık korkmaya başlıyordum.

Hızla mutfağa koşarak Neslihan ablayı ve kızı Burçin'i yardıma çağırdım. Burçin'in mesleği hemşireydi o bir şeyler yapardı...

Yaklaşık 20 dakika kadar Lalin'le ilglenen Burçin bakışlarını bana çevirdi.

"Tansiyonu çok düşük, böyle tansiyonla tüm gün ayakta kalması bile mucize" dediğinde içimden kendime saydırdım. İki saat önce bahçede karşılaştığımızda müdahale etseydim. Bayılmayacaktı.

"Peki ne yapalım?" dediğimde Burçin yeniden bana baktı.

"Bol bol sıvı, şeker, çikolata gibi şeyler tüketmesi lazım. Uyanınca nedenini sorarız ona uygun daha sağlam bir şeyler yaparız" dedikten sonra kolonyayla bileklerini ovmaya başladı. Sonra kolonyayı koklatınca Lalin de hafiften kendine gelmeye başlamıştı. Bunu görünce bakışlarımı çalışanlarıma çevirdim.

"Şimdi gidin o dediklerinden hazırlayın" dediğimde onaylayarak salondan çıkmıştılar. Ben de kanepeye yaklaşarak diz çöktüm. Yüzüne gelen bir tutan asi saç tutamını kulağının arkasına ittirerek onu uyandırmaya çalıştım.

"Lalin," diye birkaç seslendiğimde nihayet gözlerini hafiften araladı. Ben de içimden koca bir şükür çekmiştim.

"İyi misin?" dediğimde yüzünü buruşturarak elini alnına götürdü.

"İyi miyim? Hiç bilmiyorum" sakince mırıldanmıştı. Ah be kadın hastasın ne diye geliyorsun buraya.

Sonra elini koltuğa yaslayarak ayağa kalmaya çalışınca ona alan açtım ama her an tetikteydim. Çünkü ayakta dura bilecek gibi değildi. Ayağa kalkmayı başardığında hafif sendeleyince elimi beline atarak onu sardım.

"Ahhh. Dünya dönüyor" başını aşağı eğerek, kendine gelmeye çalışıyordu.
Başını yukarı kaldırınca gözlerime bakmaya başladı. Ne de farklı geliyordu bakışları bana. Sonra pozisyonumuzu fark ederek hemen kendini toparlayarak kollarımın arasından çıktı.

"Şey, ben çok üzgünüm sizi de endişelendirdim" sesi çok mahcup çıkıyordu. Ama önemli olan onun sağlığıydı. Hâlâ solgun gözükse de az önceye göre daha iyiydi.

"Önemli değil. Sen şöyle oturur musun? " dediğimde duraksasa da sonra oturmuştu. Ben de karşısındaki koltuğa oturunca Burçin ve Neslihan abla da gelmişti. Burçin elindeki bardağı Lalin'e uzattı.

"Bunu için lütfen, sizi az da olsa toparlayacak" Lalin sorgular gibi baksa da hiçbir şey demeden bardağı aldı ve içmeye başladı. Sanırım şerbet gibi bir şey yapmışlardı.

"Tansiyonunuz çok düşmüş, bu halde bu saate kadar ayakta kalmanız bile mucize. Bunun sebebini biliyor musunuz?" Burçin'in soruları tam da aklımdan geçen sorulardı.

"Evet, biliyorum. Zaten yarın doktora gidecektim" dediğinde kalbim teklemişti. Yoksa kötü bir hastalığı mı vardı? İyi de varsa bile ben niye bu kadar üzülüyorum ki.

"Özel değilse nedenini öğrenebilir miyim? Ben de hemşireyim belki bir yardımım dokunur." Burçin'e aferin.

"Yok özel değil, ben de çocukluğumdan kansızlık ve bağışıklık sistemi eksikliyi problemi var. Kronik hastalık yani. O yüzden her yıl tedavi alıyorum. İlk baharda ve son baharda. İngiltere'de de sürekli grip oluyor, böyle bihtap düşüyorum. Bu yıl hiç doktora gidemedim. Bugün de kendimi fazla yorunca sonuç böyle oldu işte" dediklerine sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Ciddi bir hastalığı yoktu şükür. Bununla ilgili bir şeyler duymuştum. Bu tip hastalar sürekli yemek ve uyku düzenine dikkat etmeliydi. Zira ilaçlarla yalnız bağışıklık geçici yükseliyor, sabit kalması için sürekli vitaminli gıda tüketmeli böyle hastalar.

"Anlıyorum. Böyle durumlar oluyor zaten. Kansızlık problemi bazen çok ciddi hastalıklarla alakalı olsa da, bazen de bağışıklık eksikliği zayıf olunca sürekli kan değerleri oynar. Ama bunun önlemi sürekli alınmalı. Yoksa ciddi hastalıklara yol açıyor. Siz düzgün, kuvvetli yemelisiniz ilk şart bu" Burçin'in dediklerini garip bir şekilde ben de aklımda tutmaya çalışıyorum.

Biz sohbete devam ederken Fatih de salona inmişti. Salonda Lalin'i görünce şaşırdı.

"Öğretmenim siz hala gitmediniz mi?" öğretmenim mi? Ne alaka lan şimdi.

"Ben de tam çıkıyordum" gülerek Fatih'in saçlarını okşadıktan sonra ayağa kalkmıştı. Ama bu halde bir şey yemeden gitmesini istemiyordum.

"Yemeğe kalsaydınız Lalin hanım?" soru dilimden tamamen benden bağımsız dökülmüştü. Ne oluyordu bana böyle. En kısa zamanda kendime çeki düzen vermeliydim.

"Teşekkür ederim, ama gitsem daha iyi olacak" dediğinde Fatih'inde benim gibi yüzü düşmüştü. Tek fark ben duygularımı belli etmiyordum.

"Keşke kalsaydınız öğretmenim " Fatih'in masum sorusuyla derin nefes almıştı. Kıyamayacaktı orası kesindi.

"Tamam, kalayım o zaman." Fatih'e gülümsedikten sonra bakışlarını bana çevirdi.

"Hem Eda hanım ve sizinle de konuşmam gereken şeyler var. Fatihl'e ilgili" sadece benim duyacağım biçimde dediğinde başımı anladım der gibi sallamıştım.

Her ne kadar duvarlarımı yıkmayarak herkesten uzak durmaya çalışsam da ilk kez bunu yaparken zorlanıyordum. Lalin beni kendine çekiyordu hem de kendi farkında bile olmadan.....
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🦋
••••

4. Bölümün sonuna geldik.

Umarım beğenirsiniz

20.08.2020

Keyifli okumalar...

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen 🌼💛

Sağlıcakla kalın 💚

 

Loading...
0%