Yeni Üyelik
9.
Bölüm

~Bölüm:8~

@papatyahikayeleri

🦋
••••

*Yaşamadığı şeylerin değil de, yaşadığı şeylerin keşkesini biriktirmeli insan...
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Lalin'den:
••••••••••••••

Çiftlik evinden içeri girdiğimizde içerisinin de dışarısı gibi büyüleyici olması beni hiç şaşırtmamıştı. Eski ve yeni tarzın birbirini tamamlaması gibi dekore edilmiş salon beni kendine hayran bırakmıştı. Duvarın içine yerleştirilen şöminenin kenarları nehir taşlarıyla süslenmişti. Havaların sıcak olmasından dolayı yanmayan şömineye bakmak bile insanın içini sıcacık etmeye yetiyordu. Yere serilmiş eski tarz halı zarifliğiyle göz okşuyordu. Beyaz, açık yeşil tonlarda olan koltuklar ve onların ortasında olan sehpa ise modern tarzda olsa da ortamla çok güzel uyum sağlıyordu. Dışarının güzel manzarasını yansıtan camlara baktıkça bakası geliyordu insanın.

"Ee, beğendin mi Lalinciğim?" Eda'nın sevecen sesini duyduğumda beni büyüleyen evle ilgili olan düşüncelerimden kurtularak Eda'ya yönelttim meraklı bakışlarımı.

"Burası gerçekten büyüleyici, çok beğendim," dediğimde tatmin olmuş gibi gülümsedi.

"Öyledir gerçekten de, yazın ayrı bir güzel, kışın çok başka güzel oluyor buralar" kışın her tarafı beyaz karla hayal edince gerçekten de güzel olacağını anladım. Cayır cayır yanan şöminenin yanındaki koltuğa oturarak sıcak çikolata içeceksin, manzaranın tadını çıkaracaksın, ya da kitap okuyacaksın...

"Hoş geldiniz, efendim " diyerek içeri giren yaşlı çift çok sevecen gözüküyorlardı. Eda ve Pamir hemen onların yanına gitmişlerdi.

"Hoş bulduk, Ayşe teyze, Hilmi amca" diyerek her ortamda sevecen olan Eda yine cıvıl cıvıl sesiyle etrafa neşe saçmıştı...

Eda bizi tanıştırınca anlamıştım ki onlar kaç yıldır hem bu çiftlikte yaşıyor, hem de çalışıyorlardı. Ayşe teyze beni çok sevmişti. Bunu bana olan ilgisinden anlamıştım. Onlarla tanıştıktan sonra yukarı yerleşmek için odalara geçmiştik. Bana evi gösteren Eda'yla bir yandan da sohbet ediyorduk. Son olarak bana ayrılan misafir odasına geçtiğimizde sevinmiştim. Odam Fatih'in odasının yanındaydı.

"Evet, canım burası da senin odan. Yemeğe kadar dinlenmek istersen dinlen" dediğinde hiç yorgun hissetmediğimi anlamıştım.

"Yok dinlenmek istemiyorum. Ama Gamze'yi aramalıyım. Hatta geç bile kaldım. Meraktan delirmiştir şimdi" iki kez mesaj atan Gamze, belki müsait değilim diye aramıyordu.

"Evet, çok iyi anlaşırız biz de Gamze'yle. Bir gün sen bizim şirkete gel. Orayı gezdirelim sana," aslında Gamze'nin ilk girdiği zamanlar gitmiştim oraya ama hiç öyle etrafı dolanmadan Gamze'yi görerek geri gelmiştim.

"Olabilir, hatta öğlene yakın gelirim. Yemeğe falan çıkarız" dediğimde gülerek beni onayladı.

"Ben de tam onu söyleyecektim. Kalp kalbe karşıymış" diyerek kıkırdayan Eda beni de güldürmüştü.

"Özel değilse, Barkın'la nasıl tanıştın anlatır mısın?" Barkın'ı tanıdığımdan aklımı kurcalayan soruyu nihayet sormuştum.

"Yok canım ne özeli. Barkın'la aynı bölümde okuyorduk biz. Ama ben üniversiteye girdiğimde o son sınıftı. Bir kere kantinde bir çocuk bana çarpınca ben çok kötü düşmüştüm yere. O zaman Barkın da oradaydı. Bana yardım ederken çocuğa kızmıştı. İşte öyle tanıştık. Sonra da hiç kopmadık. İlk gördüğümde etkilenmiştim ondan. Tabii o zamanlar o sevgilisinden yeni ayrılmıştı. Biraz zor dönemlerden geçtik ama çok seviyoruz birbirimizi. Ağabeyim de başlarda kabullenmek istemedi. Hatta Barkın'ı bir güzel dövmüşlüğü bile var. Ama sonralar alıştı işte bu duruma" tam da Pamir'den beklenen bir durumdu. Şaşırdım mı? Tabii ki hayır.

"Anladım canım. Peki nişan yaptığınıza göre, düğün ne zaman?" dediğimde gözleri parlamıştı.

"Yaz sonu. Neredeyse üç ay kadar sonra işte. Yazın düşünüyoruz. Ben gelinlik seçimlerine falan başladım. Ama çok kararsızım. Yardımcı olur musun bana?" masum bakışlar atarak sorduğu soruya gülümsedim. Anlaşılan Eda'nın da benim gibi fazla arkadaşı yoktu.

"Tabii ki olurum. Yazda düğün var demek" diyerek göz kırptığımda gülümsemesi genişlendi.

"Seni davet etmeme gerek yok. Geliyorsun kesinlikle" elbette gitmeyi çok isterdim. Daha tanıdığım bir ay bile olmasa da Eda'yı çok sevmiştim. Onun mutlu gününde yanında olmak beni de çok mutlu ederdi.

"Evet, kesinlikle geliyorum" diyerek ona sarıldığımda o da bana sarılmıştı...

Yemeklerimizi yedikten sonra herkes çiftliği keşfe çıkmıştı. Ama ben çalan telefonum yüzünden onlara katılamamıştım. Arayan İzmir'deki halam olunca da baya konuşmuştuk. Kendisi biraz fazla konuşur da.

Telefon konuşmam bitince ben de dışarı çıkmıştım. Evden biraz mesafe de yerleşen at çiftliğine taraf baktığımda Eda ve Barkın'ın kendi hallerinde olduğunu görmemle gülümsemiştim. Onlardan biraz aşağıda atları seyir eden amca yeğen de dikkatimden kaçmamıştı. Adımlarımı hızlandırarak yanlarına vardığımda beni ilk gören Fatih gülümsedi.

"At binmeği biliyor musun Lalin abla?" diye soran çocuğa ne diyeceğimi bilmiyordum. Çünkü hiç at binmemiştim ben. Yani bilmiyordum.

"Hayır canım, hiç öğrenme fırsatım olmadı." Dediğimde gözleri parladı. İyi de neden?

"O zaman amcam ikimize de öğretir. Beraber öğreniriz değil mi amca?" diye soran çocukla Pamir şaşkınca bize baktı.

"Öğrenirsiniz de. Hani sen öğrenmek istemiyordun az önce" şaşkın bakışlarına ve şaşkın sesine gülmemek için yanağımın içini ısırıyordum.

"Şimdi istiyorum" diyen Fatih kaşlarını çatınca dayanamayıp güldüm.

"Tamam, bebeğim öğreniriz birlikte" dediğimde kaşları düzelse de gülmedi. Anlaşılan amcasına bozulmuştu minik yaramaz.

Pamir'in sevdiği koyu kahverengi ve siyah tüyleri olan at çok güzel gözüküyordu.

"Senin atın mı?" diye sorarak Pamir'e bakınca o da bana bakmıştı.

"Evet" ata çok nazikçe dokunarak okşuyordu. Galiba çok seviyordu atını.

"Hmmm, peki bir ismi var mı?" diye sordum bu kez de. Meraklı bakışlarım bir ata bir de atı seven Pamir'e kayıyordu. Tabii Fatih de merakla bizi dinliyordu. Onunla da bir ara sohbet etmeyi aklımın kenarına not ettim. Zira bu kaçamak seanslara çok iyi gelecekti. Şimdiden belliydi.

"Evet, adı Şah" dediğinde şaşırmıştım. Şah... Çok güzel geliyordu kulağa.

"İsmi de kendisi gibi çok güzel. Sevsem kızar mı? " dediğimde üst dudağı kıvrılmıştı. Aniden elimi kavrayan eli beni şaşırtsa da belli etmemeye çalışmıştım. Elinin sıcaklığı tüm bedenimi esir alırken, eli elimi hafifçe ata dokundurdu ve hareket ettirdi.

"Ben izin verirsem kızmaz" diye ukalaca söylediğinde gülmeye çalıştım. Ama elimi kavrayan eli buna pek izin vermiyordu. Elinden sanki elektrik akıyordu tüm bedenime.

Sonra elini çekmesiyle bir an boşluğa düşmüş gibi hiss etsem de, hızla toparlanarak atı daha çok okşadım. Gerçekten çok güzel bir duyguydu. Biraz sonra at da kendini elime bastırınca kocaman güldüm.

"Galiba beni sevdi" diye heyecanla şakıdığımda o da hem şaşkın, hem hayran bakışlarla beni süzdü. Eh tabii utanarak gözlerimi kaçırmam kaçınılmaz son oldu.

"Evet, sevdi seni. Çünkü onu gerçekten sevmek istediğini gösterdin. Atlar kendilerini gerçekten sevenleri hissederler. O yüzden onlardan korkmak değil de, onları sevmek gerek. Böylelikle seninle çok güzel yol arkadaşı olurlar." derin derin bakarak konuştukların da sanki kendini anlatmak ister gibiydi. Ya da bana mı öyle gelmişti bilmiyorum. Bildiğim tek şey çok güzel ve doğru konuşmasıydı. Atları bu kadar iyi tanıması da çok güzeldi.

"Fatihciğim senin atın var mı peki?" aramızda oluşan bakışmayı kesmek için bizi dinleyen Fatih'i sohbete kattım.

"Evet, var ama ben uzun süredir ona bakamadım" sesi üzgün çıkan çocuk yine tasalanmasın diye hızla eğilerek yanaklarını kavradım.

"Olsun bebeğim. O seni beklemiştir emin ol. Şimdi onu çok daha güzel severek gönlünü alırız. Hadi tanıştır beni atınla" aslında atının olduğunu Eda'dan öğrenmiştim. Maksat Fatih'i konuşturmak, ilerlediğimiz yolda daha da güzel sonuçlar almağa çalışmaktı. Aslında Fatih şu ana kadar beni fazla zorlamamıştı. Ama ailesiyle ilgili derinlere daldıkça sorunlar çıkacaktı. Bundan adım kadar emindim. O yüzden şimdiden aramızda kuvvetli bir bağ oluşturmalıydım ki bu zaten gördüğümüz rüyaların etkisiyle hiç de zor olmuyordu.

"Beklemiştir değil mi. O zaman amca bizi atımın yanına götürsene" deyince onu onaylayan Pamir yeğeninin elinden tutarak atına taraf götürdü. Tabii ben de onları takip ediyordum.

Bal rengi ve sarı tonlarda olan tüyleriyle çok güzel bir at daha görmüştüm. Daha önce neden at binmediğim için kendime kızıyordum bile. Her zaman istesem de bir türlü yapamamıştım. Kısmet bugüneymiş galiba.

"İşte benim atım, Balca" dediğinde Fatih'in elinden tuttum ve birlikte atı sevdik. Ya ama bu his çok güzeldi. Atlarla çok iyi anlaşıyordum. Bu kesindi artık.

"Ne güzel bir ismi var. Tüyleri de bal renginde," hayran hayran atı süzdüğümde Fatih kıkırdamıştı.

"Zaten tüylerine göre bu ismi verdik" diyen çocuğun burnuna parmağımla hafifçe vurdum. Benimle dalga geçiyordu resmen. Atın büyüsüne bu kadar kapılırsam çocuğun diline malzeme olacaktım tabii.

"Çokbilmiş seni," dediğimde Pamir de hallerimize dayanamamış olacak ki gülmüştü...

At sürmek için dört tarafı çitlerle kapalı olan geniş alana geldiğimiz de Eda bindiği beyaz tüylerinin üzerinde açık kahve renkli benekleri olan atının üzerinden inerek atı görevliye verdi ve yanımıza geldi. O sıra da Pamir Fatih'i hazırlanmak için götürdüğünden dolayı ikimiz kalmıştık.

"Senin de atın çok güzelmiş. Var mı bir ismi?" dediğimde gözleri dolmuştu.

"Evet, ismi Armağan" diye cevap veren Eda ağladı ağlayacak kıvama gelmişti.

"Biliyor musun, rahmetli ağabeyimin bana son doğum günü hediyesiydi bu at. O yüzden ismini Armağan koydum. Bundan önce benim bir atım vardı. İsmi Benekli'ydi. Onu bir hastalık yüzünden kaybedince kaç yıl at binmedim. Sonra ağabeyim ölmeden önce katıldığı son doğum günümde Armağan'ı bana armağan etti" ben daha soru sormadan anlattıkları ikimizi de ağlatmağa yetmişti. Gözlerimizden süzülen damlalar durmaksızın akıyordu. Her süzülen damlanın yerini hızla başkası alıyordu.

"Başın sağ olsun canım, çok üzüldüm gerçekten" dediğimde güldü. Ama bu sefer ki gülüşü etrafına neşe saçan Eda'nın değil de, o neşeli hallerinin altında saklanan yaralı kadının gülüşüydü...

"Üzülme, zaten alıştım ben. Neyse gideyim üzerimi değiştirip, duş alayım. Yol yorgunluğu, ata binmek baya yordu beni" dediğinde onu onaylayınca gitmişti...

Uzaktan yanıma doğru yaklaşan amca ve yeğeni gördüğüm an hızla gözlerimi kurulamaya başladım. Ama en ufak bir damla da bile kızaran gözlerim şimdi ne haldeydi kim bilir.
Yanıma yaklaştıklarında Pamir ağladığımı anlamış olacak ki kaşlarını çatarak gözlerimin içine baktı. Ama sonra yanımıza yaklaşan görevliyle dikkati dağıldı.

"Ali, Fatih'le gidip Balca'yı getirin. At binmeği öğrenecek Fatih." dediğinde Adının Ali olduğunu öğrendiğim genç adam Fatih'in elinden kavrayarak gittiler.

"Sen ağladın mı?" diyerek direk soran adam beni bir kez daha şaşırtmıştı. Zaten anlamıştı diye yalan söylemeden başımı olumlu anlamda sallayınca kaşlarını daha derinden çattı.

"Neden?" sesi bu sefer fazla sert çıkmıştı ki bu da beni dumura uğratmıştı. Neden bu kadar takıyor ki?

"Eda biraz Armağan'dan bahsedince duygulandım işte. O kadar" neyi kastettiğimi anlamıştı. Onun da yarasını deşmek istemezdim, ama yalan da diyemedim.

"Anladım'' sesi yine sertti. Ama o sert sesin altında çok hüzün yatıyordu. Baş parmağını kaldırarak sağ yanağımda kalan ıslaklığı kuruladığında nefesimi tutmuştum. Hiç ondan beklemediğim çok yumuşak ve hafif dokunuşundan etkilenmemek elde değildi.
Zoraki de olsa gülümsemeye çalıştım. Zaten sonrasında Fatih ve Balca da gelince Fatih'in dersleri başlamıştı.

Çok pratikçe, çabucak olayı çözen Fatih beni sevindirmişti. Birkaç tur amcasının desteği ile sürse de şimdi hızlı olmasa da özgür süre biliyordu. Hatta bazen gülerek ona el sallayınca bana aynı şekilde karşılık veriyordu. Eda söylemişti atları çok sevdiğini, çocukluktan onlarla ilgilendiğini, o yüzden bu kadar çabuk öğreniyordu.

"Seni bir atla daha tanıştırmak istiyorum" Fatih de olan bakışlarımı Fatih'in yanından yeni gelen adama çevirdim.

"Yaa. Bu kez kimin atı?" diye hevesli bir şekilde sorunca, dudakları kıvrılmıştı.

"Bu kez senin atın" dediğinde gözlerim şaşkınlıktan açılmıştı. Benim mi?

"Benim mi?" dediğimde başını salladı, ama cevap vermedi. Çünkü Ali tıpkı Şah'a benzeyen ama ondan biraz daha ufak bir atla yanımıza gelmişti.

Ali'ye başıyla gitmesini söyledikten sonra bana baktı.

"Bu at Şah'ın küçük kız kardeşi. İsmi de Sultan. Bundan sonra Sultan senin atın. İstediğin zaman onu görmeye gelebilirsin" dediğinde gülsem mi şaşırsam mı bilemedim. Bu at çok güzeldi. Ama böyle bir şeye gerek yoktu ki.

"Bu gerçekten çok güzel. Ama gerek yoktu ki." dediğimde kaşlarını çattı. Ne çabuk da çatılıyordu o kaşlar.

"Olsun. Yine de senin. Sevsene hadi. Seni tanısın" dediğinde gülümsedim, gerçekten de çok ince düşünmüştü. Bu çok anlamlı bir hediyeydi benim için. Aslında kabul etmek istemiyordum. Çünkü ben bir daha buraya neden geleyim ki. Ama bunu ona söyleyip kırmadım tabii. Sonuçta nazik bir jest etmişti.
Fazla oyalanmadan Sultan'ı sevmeye başladım. Sevdikçe yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamıyordum. Gerçekten de çok mutlu hissettirmişti atlar bana.

"Yaa bu çok güzel ama. Teşekkür ederim Pamir" gülümseyerek bakışlarımı ona çevirdiğimde göz göze geldik. Bu adam beni mi izliyordu?

"Önemli değil. Binmek ister misin?" dediğinde şaşırmıştım. İyi de bine bilmediğimi söyledim ki ben.

"Az önce Fatih'e bine bilmiyorum derken ciddiydim ben" dediğimde dudakları bilmişlikle kıvrıldı. Fatih'e öğreniriz desem de öylesine demiştim. Yani onun öğrenmesi için.

"Fatih de senin öğrenmen konusunda ciddiydi. Yani öğreniyorsun" dediğinde şaşırmıştım. Ama sevinmedim desem de yalan olur. Dokunmak bile bu kadar zevkliyse, binmek kim bilir nasıl hissettirir.

"Sen mi öğreteceksin yani? Bıkmaz mısın? Ben hiç ama hiç denemedim bile " gerçekten de hiç denememiştim. Ve haklı olarak usana bilir, öğretmek istemeyebilirdi.

"Bıkacak olsam teklif etmezdim. Merak etme sen. Hadi gel" diyerek elini uzattığında tereddüt etsem de sonunda elimi eline emanet ettim. Diğer eliyle de Sultan'ı tutarak ilerlediğinde onu takip ediyordum.

Alana girdiğimizde Fatih artık atından inerek yanımıza gelmişti.

"Çok keyifliydi. Teşekkür ederim amcacığım" dediğinde gülümsedim. Fatih'i böyle görmek beni mutlu ediyordu. Henüz tam açılmasa da değişiklik çoktu.

"Önemli değil amcam" Pamir'in o herkese karşı olan soğuk ve sert sesi Fatih'le konuşurken yumuşacık ve içten oluyordu...

Yarım saat kadar sonra duştan yeni çıktığı belli olan Eda Fatih'i de duş alması için götürünce sıra benim at binmeme gelmişti. Çok ama çok heyecanlıydım. Galiba en son bu kadar heyecan yaptığımda mezun oluyordum.

Pamir'in yönlendirmesiyle koruyucu ayaklıklar giyinmiş, Sultan'ın yanına gelmiştim. Bir yandan atı seven Pamir beni bekliyordu. Derin nefes alarak yanına yaklaştığımda bana döndü.

"Hazır mısın?" dediğinde bir kez daha derince nefes aldım.

"Sanırım" dediğimde gülümsedi. Ben de güldüm tabii. Ama bu hazır olmadığım gerçeğini değiştirmiyordu maalesef.

"Evet, ilk önce ata binmene yardımcı olacağım. Sonra benim desteğimle birkaç tur atarız. Sonrası da senin alışmana bağlı" dediğinde onu başımla onaylamıştım.

Ayağımı koymam için yardım ettiğinde bir ayağımı kaldırınca at yerinde hareket etmişti. Bu da benim istem dışı panikleyerek büdrememe ve bağırmama sebep olmuştu.

"Pamir, Pamirr, Tut beni" diye heyecanla bağırdığımda belimden kavrayan adam sakinliğini koruyarak beni de sakinleştirdi.

"Tamam, sakin ol. Ben buradayım düşmene izin vermem" dediğinde tereddüt içinde bir Sultan'a bir Pamir'e baktım. Ama bu at ben istemeden hareket ederse ben yeri boylardım ki... O yüzden tereddütlü bakışlarımı tekrar Pamir'e çevirdim.

"İzin vermezsin değil mi?" diye güven ister gibi sorduğumda, güven vermek ister gibi gülümsedi.

"Vermem" dedi ve belimi daha sıkı kavrayarak atın üstünde oturmama yardım etti. Daha doğrusu beni atın üstünde oturttu. Galiba ilk aşama tamamdı. Pek kendim yapmış sayılmasam da başarılı olmuştu sonuçta.

"Şimdi, atı yavaşça hareket ettireceğiz, sıkı tutun ve korkma. Korktuğunda at da bunu hissediyor ve kızıyor. O yüzden korkma ve sadece ata odaklan" korkmamalıydım. Tamam bunu yapabilirdim. Sanırım...

"Tamam" diyerek onu onayladığımda yavaşça atı hareket ettirmeğe başladı, ben de becere bildiğim kadarıyla ona ayak uyduruyordum. Çok garip bir histi bu. Sanki gökyüzünde uçuyormuş gibi hiss ediyordum at her adımını attığında. Kim bilir sürmeyi tam bilip özgürce atla koşabilsem nasıl hissederdim.

"Güzel ilerliyoruz. Senin atı sevdiğin kadar, o da seni sevdi galiba. Baksana huysuzluk etmiyor" dediğinde gülümsedim. İlk kez binen biri için oldukça iyi bir performanstı. Tek dileğim böyle devam etmekti. Zira at beni üstünden atarsa, bir yerlerimi sakatlamam muhtemeldi.

Biraz daha ilerledikten sonra aniden duraksayan Sultan beni çok korkutmuştu. Refleksle Pamir'in atı tutan eline yapıştım.

"Ne oldu ki şimdi? Neden durdu? Bir şey mi yaptım?" peş peşe heyecanlı sesle sorularımı sıraladığımda Pamir bana ölmedin korkma bakışlarından attı. Çok heyecan yapmıştım galiba. Ama sonuçta ilk kez deniyordum.

"Sakin olur musun biraz. O kadar heyecan var ki bedeninde Sultan'a da yansıyor bu. Ayrıca böyle şeyler normal. Her olduğunda böyle tepki vereceksen işimiz zor" dediğinde omuzlarım üzüntüyle çökmüştü. Gerçekten de galiba fazla tepki veriyordum. Ama istem dışı oluyordu. Yapacak bir şey yoktu ki.

"Galiba haklısın. Ama ilk kez deniyorum işte. Elimden gelen bu" biraz küskün, biraz üzgün sesimi duyduğunda bana baktı. Hala elini tuttuğum gerçeği de benim suratıma çarpınca hızla elini bıraktım.

"Elinden gelen çok iyi. Sadece biraz heyecanlısın. O da hallolur. Merak etme" bu da Pamir dilinde teselli etme şekliydi. Direkt korkuyorsun demiyor da heyecanlısın diyor. Pamir bey de nazik olabiliyormuş demek ki.
Ama dedikleri beni az da olsa rahatlatmıştı.

"Tamam, heyecanım azaldı zaten devam edebiliriz" diyerek gülümsedim. Gerçekten de şimdi daha güvenli hiss ediyordum.

"Edelim, bakalım" diyerek beni onaylayan adamla kaldığımız yerden devam ettik...
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••




🦋
••••

Bir bölümün de sonuna geldik değerli okurlar. 01.09.2020

Lütfen Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

Keyifli okumalar dilerim💛

Sağlıcakla kalın 💚💚💚💚💚💚💚

 

Loading...
0%