@papatyahikayeleri
|
Merhaba sevgili okurlarım. Nasılsınız? Ben şu sıralar biraz yoğunum ama yazmadan da duramıyorum :D Yeni heyecanımın ilk bölümüyle sizlerleyim. Yazmak için çok heyecanlıyım bu kurguyu. Umarım severek okuduğunuz, desteklediğiniz bir kurgulama olur. Satır aralarına yorumlar yapmayı ve sol aşağı köşedeki yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen. Buraya Melina ve Mirhan için bir mavi bir de siyah kalp bırakır mısınız? Keyifli okumalar dilerim🎈
💙BİRİNCİ BÖLÜM:🖤 "ACIMASIZ GEÇMİŞİN GEÇMEYEN YÜZÜ."
💙🖤 *Acı veriyorsa geçmiş, geçmemiş demektir... Melina'dan: Ağır ağır attığım adımların tok sesi kulaklarımı doldurduğunda sağ elimi istemsizce hızlanan kalp atışlarıma yuva olan göğüs kafesimin üstüne koydum. Kalbim her zaman buraya geldiğimde olduğu gibi, yaşadığı göğüs kafesimi delip geçmek istiyormuş gibi hızlı çarpıyordu. Nefeslerim de düzensizleştiğinde iki yıla yakındır bir türlü alışamadığım bu durumlar için, içten içe sıkı birkaç küfür savurdum. Hastanelerden nefret ediyordum. Herkes gibi. "Lanet olası hastane, lanet olası hayat..." sol gözümden damlayan tek damlayı hırsla kolumla sildim. Hepimizin hastanelerden nefret etmek için belirli sebepleri vardır mutlaka. Tıpkı benim de olduğu gibi. Bazen kendi canımız, bazen de canımız gibi sevdiklerimizin canı için geliyorduk bu sevimsiz duvarların arasına. Fakat değişmeyen tek bir sonuç vardı ki: asla gelmek istemiyorduk. Elimde sıkı sıkı tuttuğum koyu kahve renkli küçük çantamı daha sıkı kavradım. Aslında bunun sebebi sıkarak yumruk haline getirdiğim parmaklarımdı. Aylardan nisandı. Nisanın ortaları... Üzerimde yeşil, çiçekli, eteği topuğuma kadar uzanan bir elbise vardı. Uzun kollu olmasına rağmen ince, tam bu mevsimlerin elbisesiydi. İkiz kız kardeşim Melisa'nın bana çok yakıştırdığı bu elbisem yaklaşık beş yıldır benimleydi. Tıpkı çantam gibi koyu kahve renkli yüksek topuklu ayakkabımın düz zeminde çıkardığı tak tuk sesleri eşliğinde artık bana tanıdık olan hastanenin giriş kapısına varmıştım. Derin bir nefes koy verdim. Yine, yeniden, titremeye başlamıştı diz kapaklarım. Tıpkı her buraya geldiğimde olduğu gibi. "Hoş geldiniz Melina hanım." En az iki haftada bir her ne kadar zorlansam da, buraya geldiğimden dolayı birçok kişiyle tanışıyorduk. Özellikle de buraya gelme sebebimle doğrudan ilgilenen kişilerle. "Hoş buldum Elif." Diye karşılık verdim karşımda kocaman kahve gözleriyle bana bakan kıza. "Annem ne yapıyor?" Diye sordum hızlanan nefeslerimin arasından. Allah'ım, her buraya geldiğimde belki yüküm biraz azalır, belki bir şeylere alışırım diyordum ama değişen hiçbir şey yoktu. Her şey fazlasıyla zordu. "Arka bahçede dışarı çıkma saatinde, ben de yanlarından geliyorum." Elif hastanenin nöroloji bölümünde çalışan baş hemşireydi. Bu bölümdeki tüm hastalardan, hasta bakıcılardan hatta hemşirelerden bile o sorumluydu. "Teşekkür ederim," varla yok arası çıkan sesimle zar zor dudaklarımı kıpırdattığımda yanıtı bile beklemeden arka bahçeye açılan kapıya doğru ilerlemeye başladım. Gözlerimde çok önceden birikmeye başlayan su birikintileriyse artık yuvalarına sığamayarak, kendilerini özgürlüğe bırakıyor, yanaklarım boyunca hiç durmadan süzülüyordu. Sonunda bahçeye ulaştığımda onu gördüm... annemi... Tanya Altuntaş... Kasvetin hayatımdaki hükümranlığının başlangıcı olan, benim en dibe doğru yuvarlanmaya başladığım o korkunç günden geriye kalan tek kişiydi Tanya Altuntaş. Hasta sandalyesinde oturmuş, bakıcısı Merve hanımın gözetimiyle hava alıyordu. Derince nefeslenerek adımlamaya başladım. O kapkaranlık güne doğru yürüyormuşum gibi. Zira aklımın dört bir köşesini anıların kasvetli dumanı doldurmuştu. Adımlarım bittiğinde annemin yanında duraksamış, dizlerimin üstünde eğilerek gözlerimi gözlerine değdirecek bir şekil almıştım. Merve hanımsa hep yaptığı gibi geri çekilerek bize alan açmıştı. "Melisa..." dedi annem içimi cayır cayır yakarken. Melisa... güzeller güzeli kardeşim benim. Zamansız ölümünün suçlusu asla ben olmak istemezdim. "Güzel kızım, ne iyi ettin de geldin." Tutuktum. Sesim nereye kaybolmuştu bilmiyorum. Öz annem beni kardeşim sanıyordu. Daha kötüsüyse tüm bu yaşanan olayların yegane suçlusu bendim. "Kardeşin Melina'yı da getirseydin keşke." Anneeee... Melina benim diye haykırmak istedim o an. Fakat yapmadım. Yapamadım. Yapacak yüzüm de yoktu ki... Zaten yapmanın da bir anlamı yoktu. Çünkü benim annem, ileri derece alzheimer hastasıydı. Şimdi dediğim bir şey bile dakikalar sonra aklından kuş misali kanatlanıp uçuyor, yine kendi doğrularının çerçevesinde dolaşıyordu zihni. "Niye gelmedi kardeşin? Yoksa bana küstü mü?" Ah annem ahh... sana küsmedi... kendi akılsızlıklarına küstü. Yaptığı hâtânın bedelini birçok kişiye ödeten hayata küstü Melina. Acımasız olan, ona darbe üstüne darbe indiren kalleş hayata... "Olur mu öyle şey güzel annem. Melina küser mi hiç sana. Çok önemli işi vardı sadece, o yüzden gelemedi." Dedim şelale misali aşağı dökülen gözyaşlarımın eşliğinde. Allah biliyor ya içimde fırtınalar kopuyordu. Zordu, çok zordu annemin bu halini izlemek. Üstelik onu bu hale sokan kişi olduğumu bile bile... "Olsun, sen geldin yaa. Bal kızım, Melisa'm benim..." hastalıktan dolayı tir tir titreyen elini saçlarımın üstüne indirerek okşamaya başladı. Fakat ben bu yaşananlara daha fazla dayanamayarak başımı annemin dizleri üstüne gömerek hıçkırmıştım istem dışı. "Özür dilerim anne, binlerce, milyonlarca kez özür dilerim. Kızının, kocanın, daha doğmamış bebeğim olan torununun senden gitmesine, hastalanmana vesile olduğum için çok özür dilerim..." duyulmayacak sessizlikteydi fısıltım. "İçim yanıyor anne, cayır cayır yanarak kül oluyor. Dayanacak gücüm her geçen dakika biraz daha tükeniyor. Ne yapacağım? Bunca yüke daha fazla nasıl dayanacağım, bilmiyorum. Nasıl dayanılır ki zaten?"... omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyordum. Tutamamıştım yine kendimi. Her zaman buraya geldiğimde olduğu gibi... "Melisa neden ağlıyorsun?" Başımı kaldırarak anneme baktığımda kocaman açılmış yeşil gözleri, hastalıktan dolayı sabit duramayan ve sürekli titreyen vücuduyla bana bakıyordu. Bu görüntü karşısında sanki bir anda kapana kısılmış gibi hissetmiş, nefeslerimin tükenmesi kaçınılmaz son olmuştu. Açık havada olmama rağmen sanki daracık bir hücrede sıkışmış gibiydim. Hızla ayağa kalkarak koşmaya başladım. Nereye koşuyordum bilmiyordum ama amacım oradan bir an önce uzaklaşmaktı. Keşke her şeyden uzaklaşmak böyle kolay olsaydı. Hastanenin kocaman olan bahçesindeki toprak alana girerek oradan uzaklaştım. Nefeslerim iyice sıkılaşmış, tüm vücudum sonbahar yaprağı misali titremeye başlamıştı. Elim hızlı hızlı çarpan kalbimin üstündeydi. Başım dönüyor, kulaklarım uğulduyordu. Zihnimin dört bir köşesini yaklaşık iki yıl önce yaşadıklarım doldurmaya başlamıştı. O olaylardan bana kalan şeyler bolca üzüntü, vicdan azabı ve psikolojik sorunlar: ankisiyete, panik atak olmuştu. Ellerimi uğuldayan kulaklarımın üstüne bastırdım hırsla. "Yeterr..." diye haykırdım. Bir daha düşünmek istemiyordum o günü. Bir daha gözlerimin önünden film şeridi misali akıp geçmesini istemiyordum o günün. Fakat her şey benden bağımsız gelişiyordu. Beynim bana sürekli oyunlar oynuyordu. Flashback: Hayatımda yine hiçbir şeyin yolunda gitmediği bir evredeydim. Üzgün, mutsuz, pişman ve daha niceleri... Hamileydim. Dört buçuk aylık olan oğlum karnımın hafif belirginleşmesine neden oluyordu. Fakat pişman, mutsuz olma nedenim kesinlikle oğlum değildi. Hem o minicik canımın parçası beni nasıl pişman etsindi ki? Üzgün olmamın yegane sebebi kocamdı. Oğuz... Aylardan temmuzdu. On altı temmuz. O gün bilemezdim ki on altı temmuz hayatımın darmaduman olma sebebi olacaktı. "Melisa, lütfen gidelim denize. Çok bunalıyorum. Hamilelik bir taraftan, Oğuz'la olan sorunlarımız da bir taraftan. Biraz havamın değişmesine ihtiyacım var." Melisa ve annemlerin bize-İzmir'e geldiği gündü o gün. Denize gidip biraz kafa dağıtmak istiyordum. Annem Tanya Sultan ve babam Mehmet beyi, eşim olacak Oğuz'u bile ikna etmiştim. Geriye bir tek Melisa kalmıştı. İkiz kardeşim. Tıpkı bana benzeyen, sadece burnunun hemen üstünde olan beniyle benden seçilen ikiz kardeşim. Annem yunandı. Babamsa Trabzon'da doğma, o zamanlar İstanbul'da yaşayan türk. Mesleği gemi kaptanı olan babam, iş gereği yurt dışında olurken tanışmıştı annemle. O zamanlar annem de okumak için ülkesinin dışındaydı. Annem kimya bölümünden mezundu ve o zamanlar yurt dışında yüksek lisans yapıyordu. "Ben sevmiyorum denize girmeyi biliyorsun Melina, o yüzden ısrar etme de annemlerle gidin." Gerçekten de dediği gibiydi. İkiz olmamıza rağmen benim aksime o denize girmekten nefret ederdi. "Girmene gerek yok ki, güneşlenirsin sen. Hadi ama lütfen, beni mi kıracaksın şimdi? Bunca yıllık ikizini, üstelik hamileyim." Duygu sömürülerim devam ederken Melisa sert bir soluk vermiş, ardından gözlerini devirmişti. "Bunca yıllık ikizim değil, başımın belası diye düzeltelim onu. Tamam gidelim madem." Dediğinde gülerek yanağına sulu bir öpücük kondurmuştum. Fakat baş belası demekte kesinlikle çok haklıydı. Ben onun aksine hep eğlenmek, gezmek isteyen biriydim. O ise genellikle daha sakin takılır, bol bol kitap okurdu. Tarih öğretmeni olmasıysa cabasıydı. Bense hep hayallerimi süsleyen kendi özel işletmemi açmak için işletme bölümünü bitirmiş, eş zamanda da iki yıllık gastronomi kursuna gitmiştim. "Sen harika bir detaysın bal küpüm." Diyerek gülmüş ardından hazırlanmak adına ikimizi de kaldırmıştım... Yarım saat sonra Oğuz'un arabasıyla ben, Melisa, babam, annem ve Oğuz deniz kenarı tatil alanına doğru yola koyulmuştuk. Çok da uzakta olmayan mekana varmamız kırk dakika kadar süremizi almıştı. İnsanların daha az olduğu bir bölüm seçtiğimizde Melisa ve annem şezlonglara doğru kurulmuşlardı. Babam ve Oğuz ise işletme sahibiyle yemek vs konularını konuşmak için gitmişlerdi. Bense hemen üzerime giydiğim elbiseyi sıyırmıştım. Zira alttan mayo giydiğim için ekstra bir şey yapmama gerek kalmıyordu. "Deli kızım, hamilesin bak. Biraz gir sonra dön yanımıza olur mu?" Tanya sultanın tedirgin sesini duyduğumda gülümsemiştim. "Merak etme anne, doktor hamileliğimin çok iyi gittiğini ve istediğim aktiviteyi yapabileceğimi söylüyor hep." Dediğimde başını onaylamaz biçimde iki yana sallamıştı annem. "Biliyorum da, can taşımak kolay değil güzelim. Sen yine de dikkatli ol. Aslında girmesen daha iyi olur diyeceğim de, o kadar ısrar ederek geldin buraya, girmeden dönmeyeceğini de biliyorum" Annem beni kesinlikle çok iyi tanıyordu. "Endişelenme Sultanım, dikkatli olacağım. Artık gireyim şu denize. İki gündür rüyalarımda hep denizi görüyorum." Dudaklarımı büktüğümde annem ve Melisa gülmüşlerdi. Evet, iki gündür cidden öğlen gece fark etmeksizin her uyuduğumda rüyalarımı süslüyordu deniz. "Deli kız... git madem." Uzaktan onlara öpücük göndererek deyim yerindeyse otuz iki diş sırıtarak denize doğru hızlı adımlara ilerlemeye başlamıştım. Elimi belirginleşen karnıma koymayı ihmal etmemiştim. Suyun tatlı ılıklığı beni mutlu ederken biraz daha derinlere doğru ilerlemeye başlamıştım. Denizle içli dışlı baba tarafından büyütülünce deniz kızı misali yüzmeyi de öğreniyordun çocukluktan. Fakat Melisa her ne kadar teknik olarak yüzmeyi bilse de benim kadar haşır neşir olmamıştı hiçbir zaman denizle. İnsanlardan uzak bir köşe seçmemiz ise işime geliyordu. Şişko karnımla rahat rahat suya dalıp çıkıyordum. Ara sıra uzaktan bana bakan annem ve Melisa'ya el sallıyor, hayali öpücükler göndermeyi ihmal etmiyordum. Kahkahalarımsa etrafa büyük bir hızla yayılıyordu. Dakikalarca suyun içinde yüzdüm. Bazen derinlere dalarak tekrar suyun üstüne çıkıyordum. Tabii ki suyu yutmuyordum, karnımdaki bebeğin sağlığını düşünerek. Fakat bir anda işler değişmeye başladı. Sağ ayağıma aniden giren kramp yüzünden dengemi suda sağlayamıyor, dibe doğru battığımı hissediyordum. Ayağım sanki on beş kiloluk taştı ve beni aşağı doğru hızla çekiyordu. "İmdaaattt... yardım edin..." yavaş yavaş ağzıma, kulaklarıma dolmaya başlayan suyla ne yapacağımı şaşırmıştım. "Anne... Oğuzzz... boğuluyorum." Diye suyun içinden çırpınarak bağırdığımda bir yandan da ayağımı kıpırdatmak istiyordum uyuşması geçsin diye. Fakat hiç geçecek gibi durmuyordu. "Melinaaaa... Melinaaa..." Melisa'nın korku dolu çığlıklarını duyduğumda zar zor bana doğru geldiğini, suya girdiğini görmüştüm. "Yardım ediinnn..." Gözlerim bulanıklaşmaya da başlamıştı yavaştan. Daha dakikalar önce tenha bir yer seçtik diye seviniyordum. Fakat şimdi etraftan imdat diliyordum. İmdadıma yetişen hiç kimseyse yoktu. Annemin bağırışlarını, Melisa'nın bana doğru geldiğini anlıyordum... Ondan sonraysa neler olduğunu anlayamamıştım. Zaman çok hızlı akıp gitmiş, ben gözlerimi hastanenin beyaz duvarlarına ve tavanına bakarak açmıştım. O gün benim hayatımın en zor günüydü. Çok sonradan öğrendim daha doğmamış bebeğim çok su yuttuğumdan dolayı dayanamamış, hayat kitabı daha yazılmadan kapanmıştı. Benim yüzümden. Kahr olasıca varlığım, isteklerim yüzünden. Fakat daha sonraysa beni mahveden, kendimden nefret etmemi sağlayan o haberi öğrenmiştim. Melisa... benim güzel kardeşim... tüm ağırlığıma yaslanarak beni yardım gelene kadar hayatta tutmaya çalışırken aşırı su yuttuğundan dolayı ciğerleri çok hasar görmüş. Beş-altı saat kadar komada kaldıktan sonra hayata gözlerini bir daha açmayacak şekilde kapatmıştı. Acımasız hayat bununla da yetinmemişti hayatımı mahvetme konusunda. Her şey olup bittikten sonra Oğuz, annesi Valide hanımın diretmesi sonucu benden boşanmış, kızını ve torununu kaybetmeyi bile daha hazmedemeyen babamınsa bu haberi de öğrenmesiyle zaten önceden de bir kez kriz geçiren kalbi ikinci krizini geçirmişti. On gün süren tedavilerin, ameliyatın hiçbir faydası olmamış, babam da terk etmişti beni bunca sorunun içinde. Daha kötü ne yaşayabilirim diye sorgularken, aynı ay içinde evinden iki cenaze çıkan, üstüne üstlük diğer kızının da hayatı dağılan annem akıl sağlığını kaybetmişti... En kötüsünü yaşadığımı düşünürken sürekli çok daha kötüsü ekleniyordu üstüne. İki ay kadar sürenin içinde hayatım tepetaklak olmuştu. Kız kardeşimi, babamı, bebeğimi kaybetmiş, iyi kötü kurduğum yuvam yıkılmış, annem rahatsızlanmıştı. Sırtıma çöreklenen bunca yükü nasıl taşıyacağımı ise hiç bilmiyordum. O kasvetli geçen günlerde her duyduğum, gördüğüm kötü olayın üstüne hiç acımadan yenileri ekleniyordu. Sanki hayat bana 'sen iyi bir hayatı hak etmiyorsun Melina' demek istiyordu. Yaşayacaksın ama ölüden farkın olmayacak diyordu... Flashback'ın sonu "Aptal...salak..." diye hırsla saçlarımı çekiştirdim. "Geri zekalı Melina." Diye bağırdım şiddetli akan gözyaşlarımın arasından. "O gün Melisa gitmek istemiyordu o lanet olasıca yere. Niye ısrar ettin ki?" Bağırdım, kızdım kendime. Tüm salaklıklarıma. "Annen sana gitmeyelim, yüzme dedi. Niye dinlemedin onu geri zekalı?" Yüksek sesle bağırarak yere çöktüm. Kendimden nefret ediyordum. Gözlerimin önü yavaş yavaş kararıyor, nefesim kesiliyordu. Panik atak geçirdiğimi anlıyordum yavaştan. Çok pişmandım ben. Keşke zamanı geri alabilseydim. Yemin ederim gitmezdim o gün oraya. Girmezdim o lanet olası denize. "Dayanamıyorum Allah'ım, dayanamıyorum," son olarak fısıldadığımda iyice kararan göz önüm ve uğuldayan kulaklarımla dengemi sağlayamamış yere düşmüştüm. Bilincimin kapanmasından hemen önce duyduğum son şeyler hemşirelerin bana seslenerek yanıma doğru koşmalarının sesiydi. 💙🖤 Başımda kendini iyice belli eden ağrı, göz kapaklarımda olan ağırlıkla yüzümü buruşturmadan edemedim. Bilincim yavaş yavaş kendine gelirken başımı hafif bir açıyla oynatarak gözlerimi açmıştım yavaşça. Bakış açıma ilk giren şey beyaz tavan olmuştu. Tıpkı iki yıl önce olduğu gibi. "A-hh" başımdaki ağrı kendini belli ederken boşta kalan elimle alnıma baskı uyguladım. Zira diğer koluma serum takıldığını fark etmiştim. "Nasıl hissediyorsunuz Melina hanım?" Elif tanıdık sesiyle konuşurken bir taraftan da biten serumumu kolumdan çıkarmakla uğraşıyordu. "Daha iyiyim, kaç saattir buradayım ben?" Diye sordum. Nazlı endişelenmişti şimdiye kadar muhtemelen. "Çok olmadı. Yaklaşık bir saattir. Panik atak krizi geçirdiniz Melina hanım. Doktorlarımızın da önerisiyle psikoloji uzmanımızla görüşmelerinize tekrar başlamanızı istiyoruz." Evet bu olayların üstüne iyice yıpranan benliğim için psikoloji seansları gerekli demişlerdi zamanında. Fakat ben sadece iki seansa katılarak sonrasını bırakmıştım. Orda eskiye dair bir şeyleri tekrar tekrar hatırlamak, anlatmak çok ama çok zor olmuştu benim için. "Tamam, onu bir ara tekrar konuşuruz. Başka bir şey yoksa çıkabilir miyim ben?" Sabırsız ve geçiştirir gibi dediğimi hissetse de bir şey dememişti baş hemşire Elif. "Çıkış işlemlerini hallederek tabii ki çıkabilirsiniz." Dediğinde daha fazla bir şey deme gereksiniminde bulunmamış, yavaş yavaş yattığım yataktan doğrulmuştum. Daha sonraysa çıkış işlemlerimi hallederek hastanenin önünden geçen boş taksilerden birine atlamış ve doğrudan yaşadığım apartmana ve hemen apartman altında bulunan pastaneme doğru yola koyulmuştum. Öğleni biraz geçmiş olduğu için trafik aşırı yoktu. Haliyle boş taksi bulmam da kolay olmuştu. Arabada telefonuma baktığımda Nazlı'nın tam üç kere aradığını görmüştüm. Endişelendiğini anladığımdan dolayı kısa bir mesaj yazmıştım. Taksi pastanenin ve dolayısıyla apartmanın önünde durduğunda ücreti ödeyerek arabadan inmiştim. Uzun boylu, yapılı vücuda sahip bir adam ve yanında açık kahve saçlarının örülmüş olduğu bir kız vardı. Daha sonraysa yanlarına yaşının ellinin üstünde olduğunu tahmin ettiğim başında yazmasının olduğu bir kadın yaklaşmış, bir şeyler diyerek tekrar apartmana doğru gitmişti. Apartmanımıza yeni taşındıkları gerçeği geldi aklıma o an. Zira hemen karşı dairede yaşayan aile yaklaşık bir ay önce evlerini satılığa çıkarmışlardı. Daha fazla onlara bakmanın doğru olmayacağına karar kıldığımda pastanenin içine girmek için hareketlenmiştim. Fakat bir anda hızla koşan genç bir adam çantamı elimden alarak tamamen ters tarafa doğru koşmaya başlamıştı. O kadar ani olmuştu ki bu olay ben yerimde sendelemiş, boş tuttuğum çantayı kavrayamamıştım bile. "Çantammm..." diye sokağı inletecek nitelikte bağırdığımda kısa bir anda herkes başıma toplanmıştı. "Melina ne oldu?" Nazlı'nın sesini duyduğumda cevap vermeme engel olan şey başka bir ses duymam olmuştu. "Dur lan kaçma...bırak o çantayı..." az önce taşındığını anladığım adam hırsızın arkasından koşmaya başladığında bağırmayı ihmal etmiyordu. Çok hızlı koşuyordu. Galiba spor yapan birisiydi. "Bilmiyorum yaa, bir anda aldı gitti elimden." Daha ne yaşadığımı bile zar zor algılamaya başlamıştım. Bunca insanın arasında çantamı hırsıza kaptırmıştım resmen. "Polisi falan arayalım o zaman." Diyen Nazlı'ya hak vermiştim. "Abla senin çantanı mı çaldılar?" Örgülü küçük kızın sesini duymamla bakışlarımı aşağı indirmiştim. "Evet canım." Yaşadığım şokun üstüne gülümsemeye çalıştığımda boyumu minik kızın boyuna sabitlemek için eğilmiştim. Koyu kahve gözleriyle boncuk boncuk bakıyordu. "Merak etme, benim babam polis. Hemen yakalayacak hırsızı ve çantanı sana getirecek." Işıldayan koyu kahve gözleriyle konuşan kızın ses tonu da gururluydu. Anlaşılan babasını çok seviyordu. Demek o adam o yüzden öyle hemen atlamıştı olaya. Mesleki reflekslerin getirdiği gereklilik hissiyle. "Buna çok sevindim. İsmin ne senin bakalım?" Çok sevimli ve tatlı bir kız çocuğuydu. İstemsizce kendimi saçlarını okşarken ve ismini sorarken bulmuştum. Çantamı düşünmüyordum bile. Tüm gerekli belgelerimin olduğu cüzdanım içinde olsa bile hayatın bana yaşattığı onca acı içinde bu tarz şeyleri umursayamıyordum artık. "Benim ismim Melisa, peki senin ismin ne abla?" Melodik sesiyle verdiği yanıt yüzünden put gibi kesilmiştim. İsmi Melisa'ydı demek. Benim güzeller güzeli, melek kalpli kardeşimin ismiyle aynıydı. Dolu dolu olan gözlerimi Nazlı'ya çevirdiğimde onun da benden farksız olduğunu görmüştüm... 💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤 28.12.2023 İlk bölümümüz bitti sevgili okurlarım. Lütfen düşüncelerinizi belirtin. Bölümü nasıl buldunuz? Melina'nın yaşadıkları sizce de çok ağır değil mi🥺 Son olarak sağlıcakla kalın. İkinci bölümde görüşürüz.🥰🥰
|
0% |