Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Bölüm 10: Girift

@papatyahikayeleri

Güzel okurlarımı selamlayarak Mavi karanlık isimli küçük seyahatimizin onuncu gününde olduğumuzu söylemenin gururunu yaşıyorum.

Nasılsınız kalem ortaklarım?

Ben çok yoğun ve zor bir yüksek lisans dönemine başladım. Biraz zorlanıyorum ama inşallah hayırlısıyla her şeyi hallederiz.

Sizlere de hayat faaliyetlerinizde esenlikler diliyorum.

Son olarak kıymetli oylarınız ve yorumlarınız Mavi Karanlık ailesi içim çok önemli. Lütfen eksik etmeyin.

Keyifli okumalar 🎈

 

💙ONUNCU BÖLÜM:🖤

"GİRİFT."

💙🖤

*Her şeyden biraz kalır diyordu hayat. Kavanozda biraz kahve, kutuda birkaç sigara ve insanda biraz acı...

(Turgut Uyar)

Melina'dan
***********

Koca büyük beş gün geçirmiştim hastane koridorlarında. Dile kolay beş koca gün...

Sadece bir kez eve gitmiş, birkaç parça eşya almış, hızlıca bir de duş alarak tekrar geri gelmiştim hastaneye.

Ama değmişti bu beş günün tüm zorluklarına. Annem artık tamamen düzelmiş, tekrar nöroloji bölümüne, kendi eski kaldığı odaya sevk edilmişti. Bu süreç tüm zorluklarına rağmen olumlu sonuçlanmıştı. Bu kez hastaneden birini kaybederek çıkmamıştım.

Ailemden geriye kalan tek kişiyi de toprağın karasına vermemiştim. Bir nevi milat gibiydi bu durum benim için. Zira o kadar çok alışmıştım ki yakınlarımı kaybetmeye, yine öyle olacak sanmıştım. Yine aynı acıların esiri olmaktan ölesiye korkmuştum.

Ama çok şükürler olsun ki bu sefer öyle olmadı. Bu sefer ruhum savrulmadı, bu sefer aynı acıları yaşamadım. Yüzüm gülüyordu bu sefer. Buruk bir gülümsemeydi doğru ama, yine de gülümsüyordum. Uzun süre sonra böylesi bir içten gülümseme konmuştu dudaklarıma. Hem de hastaneden çıkmama rağmen.

Hastanenin lavabosundaki musluğu açtım, avuçlarıma doldurarak yüzümü yıkadım güzelce. Ardından soğuk suyla ıslanan ellerimi boynuma sürdüm ferahlamak adına.

Doktorla dün akşam son kez konuşmuş, gereken işlemleri yaptırdıktan sonra artık eve gidebileceğimi, annemin de eski düzenine döneceğini söylemişti.

Otomatik sisteme ellerimi yaklaştırarak kurutmaya başladığımda telefonuma gelen bildirim sesiyle kurutma işlemini hızlandırdım ve siyah kot pantolonumun cebine sıkıştırdığım telefonumu kavradım.

***Hastanenin bahçesindeyim, geleyim mi içeri? Yoksa sen mi geliyorsun?

İçimi garip hislerle dolduran bu mesajın sahibi Mirhan'dan başkası değildi. Beş gündür neredeyse gece gündüz demeden yanımda olmuş, hem annemin hem de benim tüm ihtiyaçlarımızla yakından ilgilenmişti. Koca beş günde sadece çok önemli bir operasyonunun olduğu gün gelememişti yanıma. Çok sorgulamıştım bu günlerde Mirhan'la olan durumumuzu. Allah'ın bana gönderdiği bir mükafat mıydı böylesi bir insan? Belki de hayat artık bana iyi şeylerin varlığını tekrar hatırlatmak istiyordu, bilemiyorum.

***Geliyorum ben

Yazarak gönderdim. Ardındansa aynada son kez kendimi kontrol ederek çıktım koridora.

Dakikalar içinde son kez annemi kontrol ederek hastanenin çıkış kapısına ulaşmıştım. Sabahın çok erken saati olduğu için uyuyordu annem. Mirhan ise dün akşam işten erken çıkarak gelmiş gece on iki, bilemedin bir'e kadar oturmuştu benimle hastanenin bahçesinde bulunan banklardan birine. Fakat ben geceyi refakatçi gibi kaldığım için o gitmişti. Gitmesinin bir diğer sebebi de Melisa'ydı tabii ki.

Bugün ise gelmemesi için onca ısrarlarıma rağmen inatla beni eve kendisinin bırakacağını söyleyerek gelmişti.

Ağır adımlarla beni bekleyen arabaya ulaştığımda yüzümde istemsizce oluşan ufak bir tebessüm vardı. Nedensiz gülümsemelerim çoğalmıştı sanki şu sıralar.

"Günaydın," diyerek oturdum arabanın ön koltuğuna. Bakışlarımın ablukasına hemen sol tarafımda oturan adamı almıştım bile. Bir taraftan ise kemerimi takmakla uğraşmaya başlamıştım.

Gözüne taktığı siyah gözlüğü ve üzerindeki polis formasıyla çok karizmatik gözüktüğünü kabul ediyordum artık. En azından iç sesimi susturmuyordum.

"Günaydın, nasılsın?" Diye sordu bir taraftan da gözlüğünü çıkararak torpidoyu açmış, oradan gözlük kutusunu alarak içine koymuştu. O kutuyu yerine koyarak torpidoyu tekrar kapattığında ben pür dikkat onun hareketlerini izliyordum.

"İyiyim, sen nasılsın?" Diye cevapladım sonunda sorusunu. Nedensizce vücut ısım bir anda yükselmeye başlıyordu onunla konuştuğumda. Belki de son günlerde fazla içli dışlı olmuştuk, o yüzdendi. Bilemiyorum.

"Sen iyi ol, ben de iyi olurum." Hafif gülümseyerek dedikleri ile boğazım saniyeler içinde kupkuru oldu.

Bu tarz sözleri bir erkekten duymaya hiç alışık değildim. Hayatıma aldığım tek erkek eski kocam olmuştu. Fakat o asla ama asla böylesi ilgili, nahif değildi bana karşı. Belki de bu yüzdendi ona asla alışamamam, asla sevememem. Onunla bizimkisi sözde evlilikti. Biz onunla evliliğin getirdiği gereklilikleri uygulayan iki yabancıdan farksızdık. Ama şimdi Mirhan bana o kadar ince, nahif, düşünceli davranıyor, konuşuyordu ki... Ben böylesi durumların tamamen yabancısı olduğumu daha iyi anlıyordum.

"Keşke zahmet etmeseydin buraya kadar, yolunu iki katı uzattın benim yüzümden. Şimdi beni eve bırakıp, tekrar emniyete gideceksin." Dedim hem konuyu değiştirerek hem de içimi sarmalayan mahcubiyet duygusunun getirdiği gereklilik hissiyle.

"Böyle şeylerin aramızda lafı olmasın, biz seninle artık..." diyerek duraksadığında gözlerimi kaçırmamak için zor tuttum kendimi. Tanrım kalbim neden bir anda deli gibi atmaya başlamıştı ki?

"Yani biz seninle artık onca şey yaşadık, kızım hastalandı, annen hastalandı hep birbirimizin yanındaydık. En kötü anlarımızda birbirimize destek olduk." Cümlelerini toparladığında derince bir iç çektim.

"Haklısın," diyerek fısıldadım. Ne diyeceğimi bile bilmiyordum ki. Her şey fazlasıyla garipti şu an benim için.

"Haklıyım ama teşekkür kekimi de unutmayalım lütfen, hani şu portakallı olandan," sırıtarak dedikleriyle ben de güldüm. Hem kendini hem de beni dakikalar içinde duygudan duyguya soktuğunun farkında mıydı acaba bu adam?

"Emrinizi unutmam mümkün değil Başkomiserim," diyerek gülmeye devam ettim. O ise memnun bir edayla başını olumlu anlamda salladı.

"Aferin," göz kırparak dediğinde ben de egosuna karşılık gözlerimi devirdim.

"Hadi artık geç kalacaksın, gidelim." Dediğimde gerçekten de onu son günler çok meşgul ettiğim için daha fazla benim yüzümden işlerinden olsun istemiyordum.

"Peki madem, gidelim." Arabayı çalıştırdığında daha fazla bir şey dememe gerek kalmadığını düşünerek başımı camdan taraf çevirdim ve dışarıyı izlemeye başladım. En azından kafam düşüncelerden uzaklaşmalıydı biraz...

💙🖤

Mirhan beni bıraktıktan sonra dediği gibi emniyete gitmişti. Ben ise önce eve gitmiş, güzel bir duş almıştım kaç günün ağırlığından arınmak adına. Ardından kahvaltılık bir şeyler atıştırarak dolabın önüne geçmiş, giyinmek için altıma mavi bir jeans, üstüme ise siyah, kısa kollu bir tişört almıştım. Ne olur ne olmaz diye yine jeans ceketimi ve çantamı da alarak pastaneye gitmek için hareketlenmiştim.

Saat neredeyse bir olacaktı. Beyaz spor ayakkabılarımı da giyindikten sonra evimin kapısını kapattım ve hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim.

Beş dakika kadar süre içinde pastaneye vardığımda pastanede sadece iki sandalyenin dolu olduğunu, Dilber ablanın ise kasa ve vitrin başında olduğunu görmüştüm. Nazlı ve Leyla ortalıkta görünmüyordu.

"Merhaba Dilber ablacım," çantamı ve ceketimi bırakarak vitrinin arkasına geçtiğimde Dilber abla kocaman gülümseyerek bakmıştı bana.

"Merhaba Melina kızım, nasılsın?" Dediğinde kısaca sarıldık birbirimize. Sonuç olarak beş koca gündür yoktum buralarda.

"İyiyim ablacım, sen nasılsın?" Dediğimde gülerek başını olumlu anlamda salladı.

"İyi günler. Buyurun nasıl yardımcı olayım?" Bu anda içeri giren müşteri ile dikkatimiz dağıldı. Dilber abla benim siparişi hazırlamak için sorduğumu görünce o da ödeme kısmı için kasa başına geçti hemen.

"İyi günler, ben iki simit ekmeği, bir de tahinli ekmek istiyorum," orta yaşlı müşterimi pür dikkat dinledikten sonra siparişleri hazırladım.

"120 lira yapıyor efendim, kasaya yapabilirsiniz ödemenizi," siparişleri uzattığımda müşteri teşekkür ederek elimdeki poşeti almıştı.

Bense daha fazla orada durmayarak mutfağa geçmek için hareketlendim. Kızların mutfakta olabileceğini düşünmüştüm. Zira bugün normalde Leyla'nın da dersi olmadığı için tam gün geliyordu buraya.

Mutfaktan içeri girdiğimde Nazlı'nın elleri hamurlu bir şeyler yaptığını gördüm.

"Ne yapıyorsun bakayım Nazlı kuşum?" sesim hafif yüksek çıkmış olacak ki Nazlı irkilmeden edememişti.

"Melinaaa, sonunda geldin," diyerek önüme gelmiş ve bana da sarılmıştı.

Ben de hiç vakit kaybetmeden kollarımı kaldırarak boynuna doladım.

"Evet valla, hasret bitti," gülerek dediğimde ayrılmıştık birbirimizden.

Nazlı tekrar mutfak tezgahının önüne geçtiğinde ben de tezgaha yaklaştım.

"Ne yapıyorsun bakayım?" Diye sorduğumda az çok ne yaptığını da tahmin etmiştim.

"Peynirli, zeytinli ve kaşarlı poğaçalar için hamur yoğurdum." Dediğinde onu onayladım. Tahminimde yanılmamıştım.

"Leyla nerede peki? Göremedim onu? Normalde bugün burada olması gerekmiyor muydu?" Dediğimde Nazlı iç çekerek endişeli gözlerle baktı suratıma. Anında bir şeylerin ters gittiğini anladım.

"Ya sen zaten bugün geleceksin diye telefonda söylemedim ama Leyla'ya ulaşamıyoruz." Dediğinde şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmıştı gözlerim anında.

"Bir dakika, nasıl yani ulaşamıyorsunuz?" Diye sordum hemen sesime yansıyan merak ve endişe ile. Tanrım neler oluyordu böyle?

"En başından anlatayım ben sana en iyisi," diyerek duraksayan arkadaşım elindeki bezi masaya bırakarak bana baktı.

"Anlat, lütfen." Dediğimde daha fazla bekleyemeyeceğimi anlamıştım.

"Şöyle, dün Leyla öğleden sonra geliyordu ya, biliyorsun zaten haftanın hangi günleri, ne zaman geldiğini," dediğinde lafını bölmek yerine başımı belli belirsiz sallayarak onayladım onu.

"Fakat beni arayarak çok önemli bir işinin olduğunu, bu yüzden izin istediğini söyledi. Sesi de çok kötü geliyordu telefonda. Ben de izin verdim ama ne olduğunu söylemesi konusunda baya ısrar ettim." Dediğinde artık emin olmuştum bir şeylerin ters gittiğinden. Umarım kötü bir şeyler yoktu.

"Ama o söylemedi bir türlü, en son gördü vazgeçmiyorum, yarın geldiğimde uzun uzun konuşuruz abla dedi, ben de el mecbur kabul ettim. Fakat bugün şu saat oldu ortalıklarda yok. Beş, altı kez de aradım ama telefonu kapalı." Dediğinde vücudumu elektrik çarpmış gibi irkildim.

Tam da yeni bir şeyler iyi oluyor diyordum. Ama unuttuğum bir şey vardı ki hayat sürprizlerle doluydu. İyi veya kötü fark etmeksizin.

"Nasıl ya, Leyla haber vermeden böyle bir şey yapmaz ki. Kesin bir şeyler oldu." Dediğimde artık endişe tüm vücudumu sarsıyordu.

"Bir ağabeyi vardı onun, bir kere buraya gelmişti Leyla'yı almayı, onun numarasını bulabilir miyiz acaba?" Saniyeler sonra tekrar konuştuğumda ellerimin de buz kestiğini hissediyordum.

"Denedik, ama Leyla'yı biliyorsun. Ailesi, özel hayatı ile ilgili hiçbir şey konuşmazdı. O yüzden elimizde ne bir adres, ne de bir telefon numarası var. Sadece annesini kaybettiğini, babası ve ağabeyi ile yaşadığını biliyoruz." Dediklerini az çok ben de biliyordum. Leyla gerçekten de kapalı bir kutu gibiydi.

"Hemen kötüsünü düşünmeyelim. Belki gerçekten de önemli işleri vardır, telefonu kapanmıştır, bozulmuştur. Bir şeyler olmuştur yani, o illaki iletişime geçer diye düşünüyorum." Nazlı'nın hem beni hem de kendini sakinleştirmek ister gibi konuşmasına hak veriyordum ama endişelenmemek de elde değildi ki.

"Haklısın, en kötü akşama kadar bekleriz, olmadı Mirhan'a söylerim ben, o bir yolunu bulur illaki," dediğimde Nazlı'nın gözlerinden ışıltılar geçti anında.

"Çok güzel düşündün valla, bekleyelim biraz daha, haber çıkmazsa eğer, mecbur Mirhan'a söyleriz. O polis sonuç olarak, bulur bir çaresini." Nazlı'yı onaylasam dahi, aklıma doluşan bin bir türlü kötü senaryoya da engel olamıyordum.

Tek dileğim gerçekten de kötü bir şeylerin olmamasıydı. Zira artık kötü bir şeyler olmamalıydı. İyi şeyler olmalıydı...

Nazlı ile mutfakta konuşmamızın üzerinden neredeyse altı saat geçti gitti ama bir habere ulaşamadık. Artık saat akşamın yedisi olmuş, sekizine doğru hızla koşturuyordu. Bu arada her ne kadar başımızı meşgul etmek için pastalar, tatlılar, kurabiyeler, çörekler yapsak dahi Leyla'nın ortalıklarda olmaması aklımızın bir köşesini meşgul etmişti.

"Açmadı mı yine?" Bugün artık sayısını bile unuttuğum kez Leyla'yı arayan Nazlı'yı izliyorduk pür dikkat Dilber abla ile. Akşam saatleri olduğu için sandalyeler boştu. Ara ara tatlı almak için müşteriler geliyordu sadece.

"Yok, açmıyor valla, deli olacağım artık," diye sitem eden Nazlı'ya hak vermemek elde değildi. Nereye gitmişti bu kız? Ne yapıyordu? En önemlisi ise neden telefonunu kapalıydı?

"Allah'ım ne olur kötü bir şeyler olmasın lütfen," cümlemi bitirdiğim anda pastanenin açılan kapısıyla hepimiz anında kapıya baktık. Bir umut bekli Leyla gelir diye sanmıştık ama gelen Suna'dan başkası değildi.

"Kızlar iyi akşamlar, ben bugün Leyla'ya hiç ulaşamadım. En son merak ettiğim için buraya geleyim de sorayım dedim. Konuya da direkt daldım ama gerçekten artık endişe ediyorum," hızlıca sıralamıştı Suna cümlelerini.

Suna'nın da suratı bembeyaz olmuştu ve muhtemelen Leyla'yı burada görmemesi onu daha da korkutmuştu.

"Biz de ulaşamıyoruz Suna, en son dün öğle gibi Nazlı ile konuşmuş," endişeli sesimle dediğimde Suna elini alnına götürmüştü.

"Ya son iki, üç gündür iyi değildi. Biz konuşuyoruz onunla biliyorsunuz. Fakat ne kadar sorsam da bir türlü bir şey anlatmıyordu, ben de üstüne gitmek istemedim, nasılsa anlatır kendini hazır hissettiğinde diye düşündüm." Suna'nın artık gözleri bile dolduğunda ben de kendime engel olamadım.

"Evet, haklısın Suna. Çok garip davranışlar içerisindeydi yaklaşık bir hafta, on gündür. Ama bir şey anlatmayı tercih etmediği için ben de ailevi bir meseledir herhalde diye düşünerek üstelemek istemiyordum ama keşke direterek konuşsaydım onunla diyorum şimdi." Artık hepimiz ağladı ağlayacak kıvama gelmiştik.

"Hemen kötüyü düşünmeyelim kızlar, ben pastanenin kapalı yazısını ayarlayıp geleyim, bir oturalım düşünelim ne yapacağız diye." Dilber ablanın sözleri üstüne onu onaylayarak sandalyeleri tek masa etrafına çekerek oturduğumuzda o da kapıya kapalı yazısını ayarlayarak gelmişti.

Kapıyı kilitleyerek kapatmadan bu yazıyı astığımızda insanlar geçici süreliğine bir durum olduğunu biliyordu artık. Bu bir nevi gelenek haline gelmişti pastanede.

"Suna sen onun evinin adresini falan biliyor musun? Bir gidip bakalım." Demiştim Suna'ya bakarak.

"Hayır Melina, o kadar daha ilerletemedik muhabbeti. Yeni kaynaşıyoruz zaten biliyorsun sen de." Dediğinde ona hak verdim.

Biz bile bilmiyorduk evinin adresini. Aslında ilk geldiği zamanlarda oturduğu evini biliyorduk. Ama burada çalıştığı süre boyunca taşınmıştılar iki kere. Bu kadar sık taşınmaları da ailevi olarak bir şeylerin ters gittiğinin habercisiydi belki de.

"Ben dayanmıyorum artık, ağabeyimi arayacağım gelsin buraya, o bulur bir yolunu," Birkaç dakika sessizliğin ardından Suna tekrar konuştuğunda şu an için en mantıklısının Mirhan'ı aramak olduğu belliydi.

"Ara lütfen Suna kızım, başka çaremiz yok gibi zaten." Diyen Dilber ablayı ben ve Nazlı da onayladığımızda Suna hiç vakit kaybetmeden masanın üzerine bıraktığı telefonunu kavramıştı.

Birkaç saniye dokunmatik ekranı kaydırdıktan sonra telefonu hoparlör'a koyan Suna gerginlikten dudaklarını kemiriyordu.

"Efendim abicim," Mirhan'ın sesi pastaneyi doldurduğunda hepimiz pür dikkat dinlemeye başladık.

"Abi, ben şu an pastanedeyim, telefon da hoparlör'de herkes seni duyuyor." Dediğinde ortamdaki gerginlik elle tutulur cinstendi.

"Kötü bir şey mi oldu Suna?" Mirhan'ın da sesi artık endişe ve korkuyla çıkıyordu.

"Bilmiyoruz, biz de seni o yüzden aradık. Pastaneye gelebilir misin?" Diyen Suna ile Mirhan'ın hızlanan nefeslerini duyuyorduk.

"Geliyorum abicim de, ne olduğunu söylesen, meraktan deli olurum yol boyunca," adama hak vermemek elde değildi ki.

"Mirhan, benim Melina," Suna'ya işaret yaparak konuşmak istediğimi söyleyince o da beni onayladı.

"Ne oldu Melina? İyi misiniz?" Gelen haşurtulardan Mirhan'ın da bir şeyler yaptığını anlamıştık.

"İyiyiz iyi olmasına ama, bizimle çalışan Leyla vardı ya, ondan haber alamıyoruz neredeyse bir buçuk gündür, ne yapacağımızı bilemediğimiz için seni aradık." Dediğimde artık sesim titriyor, gözlerim yaşarıyordu. Ve ben yalnız değildim. Suna, Nazlı ve Dilber abla da benimle aynı durumdalardı.

"Tamam, sakin olun siz ve ben gelene kadar hiçbir şey yapmayın, çıkıyorum zaten, en geç yarım saate orada olurum." Güven verir gibi çıkan sesiyle gözlerim kapandığında görmediğini bilsem dahi başımı onaylar nitelikte salladım.

"Bekliyoruz seni." Dediğimde Mirhan bir şey demeden telefonu kapatmıştı.

Bize asırlar gibi uzun gelen sürenin sonunda Mirhan gerçekten de yarım saat bile dolmadan gelmişti. Fakat yalnız değildi, Harun da endişelendiği için onunla birlikte gelmişti.

Geldikleri gibi onlar da oturmuştu.

"En son ne zaman konuştunuz Leyla ile?" diye sordu Mirhan merakla.

"En son ben dün öğle saatlerinde konuştum, saati net hatırlamıyorum ama telefonumdan aramalar geçmişine bakabilirim." Demişti Nazlı, Harun ise onun dediklerini küçük bir not kağıdına not alıyordu hızlı hızlı.

"Sen bak arama geçmişine lütfen, sizler de Leyla ile ilgili en ufak dahi bilgiyi bizimle paylaşın lütfen." Harun olmuştu bu sefer konuşan. Nazlı ise hemen masadan telefonunu almak için kalkmıştı.

"Leyla Ergün, 19 yaşını yeni doldurdu, İstanbul...................Üniversitesinde gastronomi bölümü ilk sınıfında okuyor. Bir babası ve bir de ağabeyi ile yaşadığını biliyoruz. Yalnız hatırlamıyorsam eğer ağabeyinin ismi Haluk'tu. Sadece bir kez buraya gelmişti Leyla'yı almak için o zaman gördük kendisini." Laflarımı hızlıca not alıyordu Harun. O esnada ise Nazlı telefonunu alarak tekrar oturmuştu sandalyeye.

"En son dün öğle saat 12:24'de aramış beni ve üç dakika 46 saniye konuşmuşuz toplam." Demişti Nazlı telefonuna bakarak.

"Peki son zamanlarda onu rahatsız eden birileri, ya da herhangi bir başka sorunu var mıydı?" Mirhan'ın can alıcı yerden sorduğu soruyla tüylerim diken diken olmuştu. İşte cevabını bilmediğimiz, cevabından korktuğumuz asıl soru tam olarak buydu.

"Yaklaşık bir hafta bilemedin on gündür çok durgun ve tutuk gözüküyordu abi, ne kadar ısrar etsem dahi bir şey anlatmıyordu." Suna'nın titreyen sesi hepimizi derinden sarsmıştı.

"Kötüsünü düşünme hemen Suna, bu soruları biz herhangi bir ize ulaşmak, aramaya nereden başlayacağımızı bilmek için soruyoruz. Birazdan bölmeyi arayacağım ve bu bilgiler dahilinde arama kurtarma ekibi arkadaşlarıyla konuşacağım." Diyen Mirhan ile içime su serpildi.

En azından artık ne yapacağımızı biliyorduk, polisler durumdan haberdardı ve her şey onların kontrolünde ilerleyecekti.

Fakat tam konuşmalarımızın sürdüğü sırada pastanenin kapısının açılmasıyla hepimizin dikkati anında oraya yönelmişti. Zira kapalı yazısına rağmen kapıyı kim açabilirdi ki?

Saniyeler sonra gözlerim gördüğü manzara karşısında fal taşı gibi açılmış, hepimiz oturduğumuz sandalyelerden fırlamıştık.

Çünkü gelen Leyla'dan başkası değildi. Ama Leyla dudağı patlamış ve kanlı, perişan, saçları dağınık, kısaca savaştan çıkmış gibi bir durumdaydı.

"Leyla?" Diye şokla seslendiğimde neler olduğuyla ilgili en ufak bir fikrim dahi yoktu. Onun bulunmasına sevinmeli miydim? Onu bile bilemiyordum çünkü durumu hiç de iyi gözükmüyordu...

 

 

💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤

07.04.2024

Uzun bir aradan sonra yeni bölümle ben geldim.

Nasıldı bölüm sizce?

Leyla'ya ne oldu? Tahminleriniz var mıdır?

Bu arada hepinizin bu güzel Ramazan bayramınızı tebrik ediyorum. ALLAH oruçlarınızı, dua ve niyetlerinizi, tüm ibadetlerinizi kabul etsin İNŞALLAH. Bu güzel ayda ALLAHTAN ülkemize ve tüm dünyaya bereket, huzur ve sakinlik diliyorum.

Son olarak oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

Sağlıcakla kalın.

 

Loading...
0%