13. Bölüm

Bölüm 12: Kalbe Düşen Kıvılcımlar & Birtakım Yakınlaşmalar

Parvin Ağardan
papatyahikayeleri

Mavi Karanlık seyahatimizin on ikinci gününden hepinize selamlar.

Nasılsınız?

Ben yoğun bir final dönemindeydim, bugün bitti. Ama ara sıra bölüm yazmaya da çalışıyordum ve yarım kalan bölümü bugün tamamlayabildim. Yazın İnşallah daha sık sık görüşeceğiz.

Bölümümüz hem duygu yüklü hem de çikolatalı tatlı tadında, minik minik yakınlaşmalı bir bölüm oldu. Umuyorum ki hoşunuza gidecektir.

Fazla uzatmayarak bölüme geçiyorum. Yıldızı parlatmadan geçmeyin lütfen, yorumlarınız ise baş tacımdır.

Keyifli okumalar🎈

 

 

💙ON İKİNCİ BÖLÜM:🖤

"KALBE DÜŞEN KIVILCIMLAR & BİRTAKIM YAKINLAŞMALAR."

💙🖤

*Özlenen sen, özleyen sen, özleten sen
Varken doyulmayansın, yokken dayanılmayan...

(Ümit Yaşar Oğuzcan)

Melina'dan:
***********
Odamın hafif aralık bıraktığım penceresinden yüzüme vuran gün ışığıyla göz kapaklarım yavaşça aralandığında uykudan uyanmanın etkisiyle hafifçe buruştu yüzüm. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştıktan sonra yatakta gerinmiş, ardından baş ucumda duran komodinin üstündeki telefonumu alarak saate baktım.

Saat yedi buçuktu. Yani alarmın çalmasına daha yarım saat olmasına rağmen ben erken uyanmıştım. Fakat tekrar yatmak yerine kalkmayı seçerek yataktan doğruldum. Yine komodinin üstüne koyduğum bardağımda kalan suyu içerek kuruyan boğazımı ıslattıktan sonra yataktan çıkmıştım.

Pijamam çiçek desenli kısa kollu tişört ve eşofman tarzında olduğu için üzerimi değiştirme gereği duymadan yatağımı toplamış, telefonumu da alarak odadan çıkmıştım.

Koridorda kapının hemen karşısındaki duvarda olan boy aynasında kumral, kısa saçlarını düzelten Leyla girdi bakış açıma.

"Günaydın ablacım," sevecen sesini duyduğumda sevinmiştim. Yavaş yavaş toparlıyordu çünkü Leyla. Yaşadıklarını gencecik bir kız için her ne kadar ağır olsa dahi.

"Günaydın güzelim," dedim ben de ve ona doğru birkaç adım daha yaklaşarak ve ekledim, "Okula mı gidiyorsun?"

"Evet," dediğinde başımı belli belirsiz salladım.

"Kahvaltı yaptın değil mi?" Diye sordum bu kez de.

"Suna ile sözleştik dün, şimdi çıkacağız. İkimizin de ilk dersi boş. İkimizin de üniversitesine ulaşımı kolay olan bir yer bulmuştuk. Orada yapacağız kahvaltımızı," uzun soluklu açıklamasıyla gülümsedim.

Aslında amacım onu sorguya çekmek değildi ama yaşadıklarından sonra nedensizce sürekli ilgilenmek istiyordum onunla. Belki de yaralarına iyi gelmek istediğim içindi, belki de başına yine bir şeyler gelmesin diye, bilmiyordum.

"Anladım canım, afiyet olsun. Suna'ya selamlar." Dediğimde Leyla'nın da cevabını duyduktan sonra yavaştan hareketlenerek banyonun yolunu tuttum.

O gün kafede olanların üstünden bir hafta geçmişti. Leyla tamamen benim eve yerleşmiş, yarınında üvey babası ve üvey ağabeyinin evde olmadığından emin olduğu bir saatte ben ve Mirhan'la evlerine gitmiş, Leyla'nın kalan birkaç eşyasını da alarak bize getirmiştik.

Sonrasında Mirhan işlemleri başlatmış, Leyla da giderek ifadesini vermişti. Mirhan'ın da tahmin ettiği gibi o pislik herifin birkaç suç kaydı daha çıktığı için direkt olarak nezarethaneye atılmıştı.

Leyla'nın üvey babası ve ağabeyi ifade üzerine çağırılmıştı karakola. Babası korkudan hemen her şeyi anlatmış, ağabeyi ise başlarda lafı evirip çevirse de sonrasında o da konuşmuştu. Fakat olayla doğrudan bağlantıları ve Leyla'yı istemediği bir evliliğe zorlamak dışında bir şey yapmadıkları için birkaç saatlik karakol macerasından sonra serbest bırakılmışlardı. Zira ağabeyi Leyla'yı o pisliğin elinden kurtarmıştı ve Leyla bu olayı ifadesinde doğrulamıştı. Savaş denilen pisliğin ise işi uzun sürecek gibiydi. Daha olması muhtemel mahkeme vardı.

Öte yandan pastaneye bir çalışan daha almıştık dört gün önce. Bir anda olay üstüne olay yaşanınca ve biz bir şekilde sürekli meşgul olduğumuz için Nazlı ile yeni çalışanın şart olduğunu düşünerek ilan yapıştırmıştık kapının cam kısmına. İlanımıza ise hemen akşamında yine bizim sitedeki binalardan birinde yaşayan ve ara sıra pastanemizden alış veriş yapan bir kadın talip olmuştu. İsmi Meliha'ydı. Dul bir kadınmış ve yalnız yaşıyormuş. Yaşının ise Dilber ablaya yakın olduğunu düşünüyordum.

Banyodaki işlerim bittiğinde Leyla'nın da çıkmış olduğunu görerek mutfağın yolunu tuttum. Pratik olsun diye bir kasenin içine meyveli granola koyarak üzerine de biraz soğuk süt ekledim ve hızlı bir şekilde kahvaltımı yaptım.

Ardından kollarımı sıvayarak portakallı kek yapmak için hazırlıklara başladım. Bugün karakola gidecektim. Hem Savaş ile ilgili son gelişmeleri öğrenmem gerekiyordu hem de Başkomiserimizin teşekkür kekini götürmeyi hedefliyordum.

Son düşündüğüm şey yüzümde istemsiz bir gülümsenin oluşmasını sağladığında daha fazla oyalanmamak adına mutfak önlüğümü alarak üzerime geçirdim.

Öncelikle üç yumurta ve bir buçuk su bardağı toz şekeri geniş bir kabın içine alarak köpürene kadar çırptım. Ardından iki portakalı alarak kabuklarını rendeledikten sonra sularını da sıktım. Sonra karışımın olduğu kaba bir su bardağı süt ve portakalları ekledim. Biraz daha karıştırdıktan sonra bir su bardağı sıvı yağ ve pastanede olduğu gibi evimde de çoğu zaman hazır bulundurduğum küçük küçük doğranmış ceviz içinden yarım su bardağı alarak karışıma ekledim. Çok az daha karıştırdıktan sonra iki su bardağı un, bir paket kabartma tozu ve bir paket de vanilya koyarak spatula yardımı ile karıştırmaya devam ettim. Daha sonra önce fırını yüz seksen dereceye getirerek ısınması için çalıştırdım ve yuvarlak kek kalıbını alarak fırça yardımıyla hafifçe yağladım.

Otuz dakika kadar piştikten sonra kekim biraz soğudu ve ters çevirerek kaba çıkardım. Dakikalar sonra kekin soğuduğundan emin olmuş, üzerine çok hafif pudra şekeri serpmiştim. Böylelikle de portakal kokulu teşekkür kekim hazırdı.

Ardından keki götürmesi kolay olsun diye güzelce dilimleyerek saklama kaplarımdan birine yerleştirdim ve telefonumu elime alarak Nazlı'ya karakola gideceğimle ilgili küçük bir bilgilendirme mesajı gönderdim.

Hazır olan keki masaya bıraktıktan sonra telefonumu da alarak odaya geçtim. Telefonumu şarja taktım ve daha sonra üzerimdekileri çıkararak odamın bir köşesinde bulundurduğum kirli sepetine attım. Bornozumu üzerime geçirerek banyoya yöneldim ve ılık bir duş almanın vereceği rahatlamayı düşünerek kendimi suyun akışına bırakmak için hareketlendim.

Gerçekten de rahatlatıcı kısa bir duşun ardından kot pantolon ve siyah tişört ikilisinden oluşan bilindik kombinimi yaparak üzerime bir de jean kapüşönlü ceketimi aldım ne olur ne olmaz diye.

Çantamı ve şarjdaki telefonumu da aldıktan sonra mutfağa geçmiş, saklama kabında olan keki de alarak, telefonumdaki uygulamaya tuşlayarak taksi çağırmıştım. Ardından da hiç vakit kaybetmeyerek ayakkabılarımı giyinerek kapımı kapatmış, asansörü çağırma tuşuna sıkmıştım...

Taksi tanıdık alanda durduğunda gözlerimi taksimetreye çevirerek rakamı görmüş, ardından parayı ödeyerek arabadan inmiştim. Binadan içeri girdiğimde tanıdık gelen bu yerde geçen geldiğimde yaşadıklarım gözlerimin önünde belirdiğinde ürpermeden edememiştim.

Görevli kadına yaklaştığımda hafifçe boğazımı temizledim.

"Buyurun size nasıl yardımcı olalım? Herhangi bir şikayetiniz var mı?" Diye sorduğunda başımı belli belirsiz salladım.

"Hayır, bir şikayetim yok. Ben Mirhan Bozdoğan'la görüşmek istiyorum." Dediğimde kadının anında çatılan kaşları gözümden kaçmamıştı. Ardından oturduğu yerden kalktı.

"Başkomiserimle direkt olarak özel durumlar dışında görüşmeniz pek mümkün olmuyor, kendisinin haberi var mı bu görüşten?" Diye sormuştu kadın bana.

"Hayır yok ama siz ona Melina Altuntaş geldi derseniz, görüşmek isteyecektir." Kime ve neye güvenerek böyle bir şey demiştim bilmiyordum. Hayır belki adamın çok önemli işi var, görüşemeyecekti.

Görevli kadın da sanki düşüncelerimi okumuş gibi tek kaşını kaldırarak bana yandan bir bakış atmıştı.

"Bekleyin madem, sorayım kendisine," saniyeler içinde kadın yanımdan ayrıldıktan sonra gergince bekledim. Elimde tuttuğum kek kabını daha çok sıkıyordum istemsiz olarak.

Allah'ım, işi yoktur umarım! Keşke arayarak öyle gelseydim. Ama sürpriz yapmak istemiştim, arasam hemen anlayacaktı neden geldiğimi. Kendimi sakinleştirmek adına derince nefeslendim. Alt tarafı işi olacaktı, ben de keki akşam verecektim diye kendi kendime telkinlerde bulundum.

"Melina," aniden duyduğum tanıdık erkeksi ses ile düşüncelerimden hızla ayrıldığımda irkilmeden edememiştim.

Ben sağa sola bakarak heyecandan ölürken meğerse Mirhan beni çağırmak yerine doğrudan yanıma gelmiş.

"Korkuttum galiba," benden ses çıkmayınca yine konuşan taraf Mirhan olmuştu. Başımı belli belirsiz sallayarak kendime gelmeye çalıştım.

"Yok korkmadım da, dalmışım biraz." Diyerek hafifçe gülümsedim. Formanın içinde yine oldukça şık ve yakışıklı duruyordu.

"Nasılsın?" Diyerek saçma bir soru sorduğumdaysa iç yanağımı ısırdım. Allah'ım ne oluyordu bana böyle?

"İyiyim, sen nasılsın? Hangi rüzgar attı seni buraya?" Diye hafif gülerek sorduğunda bakışlarımı doğrudan elimde tuttuğum saklama kabına indi.

Tekrar Mirhan'a döndüğümde onun da elimdeki keke baktığını görmüştüm.

"Portakal kokulu teşekkür rüzgarı." Nasılsın sorusunu es geçerek direkt konuya daldığımda Mirhan'ın suratına kocaman bir gülümseme yerleşti.

"O zaman teşekkürün ikramı da benden olsun," diyerek eliyle binanın çıkış kapısını gösterdiğinde ne yapmak istediğini anlamadığım için önce kaşlarım çatılsa da, bir şey demeyerek yavaşça kapıya taraf adımlamaya başladım.

"Metin, dışarı iki çay getir," Mirhan'ın genç polislerden birine seslenmesiyle ikramın da ne olduğunu anlamıştım.

Dışarı çıktığımızda sessizce Mirhan'ı takip ediyordum. Biraz ilerledikten çimlerin içinde olan iki ahşap çardaktan birine geçerek oturduk. İki karşılıklı konulmuş bank ve tam ortada piknik mekanlarından fırlamış gibi bir görüntü oluşmasına neden olacak ahşap masa vardı çardakta.

Bu çardakların varlığına daha önce dikkat etmediğimi anladım. Saniyeler sonra ise adının Metin olduğunu öğrendiğim adam iki pet bardak dumanı tüten çayı getirmiş, birini benim önüme diğerini ise Mirhan'ın önüne bırakmıştı.

"Afiyet olsun, Başkomiserim." Diyerek cevap bile beklemeden uzaklaşan adamdan ayırdım bakışlarımı ve Mirhan'a baktım.

"Demek sonunda teşekkür kekimi yiyeceğim," genişçe gülerek dediğinde ben de güldüm ve onu başımla onayladım.

Cevap vermek yerine saklama kabının kapağını açarak Mirhan'a yakın olacak şekilde koydum. Anında portakal aroması yayılmıştı etrafa.

"Mis gibi kokuyor yine," dediğinde bir dilim almış, kocaman ısırmıştı. Nedensizce beğenmesi hoşuma gidiyordu.

Aslında kendimde gördüğüm olumlu değişimler de gözümden kaçmıyordu. Mirhan sayesinde aylardır yapamadığım birçok şeyi yapmıştım. Aylardır o olayları kimseyle konuşmadığım halde Mirhan'la bölüşmüş, yapmadığım daha doğrusu yapamadığım keki yine onların sayesinde yapmış, gülmediğim kadar yine onlarla gülmüştüm.

"Sen niye yemiyorsun?" Dediğinde meraklı gözleri bir keke bir bana bakmıştı.

Bense sertçe yutkundum. Gözlerimin önünden tozlu rafların arkasında saklamaya çalıştığım ama bir türlü saklayamadığım anılar teker teker süzülmeye başladı yine. Melisa ve benim küçüklüğümüz, evimizin bahçesinde oynadığımız saklambaçlar, terli terli eve koştuğumuz için yediğimiz azarlar, ama her şeye rağmen annemin bizi öperek bağrına basması, sırf biz seviyoruz diye kekler, poğaçalar yapması. Ama en önemlisi olan portakallı kek. İki gözümün çiçeği, canım kardeşimin en sevdiği kek.

Gözlerimin önü bulanıklaştığında anladım kendime engel olamadığımı. Yine anıların tozlu kokusu delerek geçmişti ciğerlerimi. Bitmek bilmeyen acı olmaz derlerdi, zaman her şeye ilaçtı sözde. Fakat benim için hiç öyle olmamıştı. Zamanla belki yaramın kanı durmuştu ama asla iyileşmemiş, kabuk bağlamamıştı o yara. Hatta bazen görünmeyen bir hançer o yarayı deliyor, oluk oluk kan akmaya başlıyordu.

"Melina?" Mirhan'ın sakin tınısıyla kekte sabitlediğim bakışlarımı kaldırarak ona baktım. O ise oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi ve benim yanımdaki boşluğa oturdu.

Yönü tamamen bana dönüktü. Ben de vücudumu ona taraf çevirdim. Dalgın dalgın birbirimize bakıyorduk şimdi.

"Portakallı kekle ilgili anıların mı var?" Diye sordu tutuk sesiyle. Kötü anıların var demek istemişte diyememiş gibi bir hali vardı.

Aslında ben de bilmiyordum artık o anılar iyi miydi? Yoksa kötü mü? İyiydi evet, çünkü o anıların hepsinde yüzüm gülüyordu, neşeliydim, mutluydum. Fakat bir taraftan da kötüydü. Ne zaman hatırlasam kalbim deliniyormuş gibi acımaya başlıyor, ciğerim yanıyordu. Acıyı ruhumun en ücra köşelerine kadar hissediyordum.

"Küçükken en sevdiğimiz kekti, yani...kardeşimle. Annem de sürekli bizim için yapardı." Zar zor çıktı kelimeler dudaklarımın arasından ama söyledim ona hiç lafı evirip çevirmeden. Onun yanında kendimi bilmediğim bir biçimde güvenli ve huzurlu hissediyordum. Belki de bu yüzdendi böylesi rahat konuşmam.

"Ben o günden sonra ne o kekten yapabildim, ne de yiyebildim Mirhan," dudaklarımın arasından benden bağımsız kocaman bir hıçkırık koptu.

Hani kendini tutacaktın Melina? Hani ağlamayacaktın? Binlerce kez söylüyordum her seferinde, ama kendime lafım geçmiyordu, ne gözlerime ne de kalbime.

"Ben artık yapamıyorum, ben kendimi çok çaresiz, yalnız hissediyorum ve en kötüsü de bu hissin hiçbir zaman sonunun olmayacağını bilmem." Artık hıçkırıklarım birbirine karışmış, feryat figan ağlamaya başlamıştım.

Bir anda gelişiyordu her seferinde, kendime verdiğim onlarca söz toz duman oluyor, ben tekrar tekrar hıçkırıklarımın arasında boğuluyordum.

Fakat bir anda tüm bünyemin şaşmasına neden olacak bir şey oldu. Mirhan elini başımın arkasına atarak beni başımdan kavramış, başımı usulca, incitmeden sinesine sıkmıştı.

Burnum boynuna, formadan açıkta kalan azıcık tenine değdiğinde anında kokusuyla iç çektim. Yanıyordum alev alev acılar içinde, ama bu koku garip bir şekilde rahatlatıyordu beni. Sanki en üzgün anlarımda solumam gereken koku buymuş gibiydi.

"Şşşşhhhtt, sakinleş lütfen," tutuk çıkıyordu onun da sesi. Diğer elini de belime indirerek bana tamamen sarıldığında o anlık her şeyi bir kenara bırakmış, ben de kollarımı onun vücuduna doladım yarım yamalak.

"Canım çok yanıyor Mirhan, çok yanıyor," dedim iç çektiğimde. Gözyaşlarım yavaş yavaş dinmeye başlıyordu fakat içimdeki acı dinmiyordu. O kadar garip hislerdi ki, sözlüğümde tarif edecek doğru kelimeler bile yoktu.

"Özür dilerim, çok özür dilerim," Mirhan'ın tutuk çıkan sesiyle başımı usulca kaldırarak ona baktım yaşlı gözlerimin arasından. Fakat vücudundan uzaklaşmadığım için bir eli hala belimdeydi.

"Ne? Neden?" diye sordum anlamayarak. Sesimse o kadar pürüzlü çıkmıştı ki...

"Bilseydim asla istemezdim senden o keki yapmanı," dediğinde şaşkınlıkla baktım ona. Bu kadar ince düşünmesi? Sonuç olarak en başında o istemediği halde yapmıştım ben.

"Özür dilemene gerek yok." Dedim gözlerimi kaçırarak.

"Benim canım çok yanıyor Mirhan, aylardır bu durum böyle, kocaman bir boşluktayım, toparlanamıyorum. Bu öyle bir kek ile olan bir şey değil ki... Bu benim bir anda dağılan hayatım, bir anda tepetaklak olan ruhum." Dedim usul usul akan gözyaşlarımın arasından. Bu kez hıçkırmıyordum, sadece yaşlar süzülüyordu.

"Canına yanarım senin, keşke elimden bir şey gelse Melina, keşke birazcık da olsa acılarını hafifletebilsem..." Canına yanarım... Beynim o iki kelimeye takılı kaldı saniyelerce. İlk kez bir erkekten böylesi değişik ama güzel hissettiren kelimeler duyuyordum.

Ahh Mirhan, kendin de bilmeden bana aslında iyi geldiğini anlıyorum galiba artık. Aslında nasıl oluyor ben de bilmiyorum. Her şey o kadar duygu yüklü gelişiyor ki, mantık tamamen devre dışı kalıyor.

"Hafifletiyorsun..." diye mırıldandım, gözlerimi kaçırmamak için zor tutuyordum kendimi.

"Nasıl?" Diye sordu epey şaşkın çıkan bir ses tonuyla. Tek eli hala belimdeydi. Etraftaysa neredeyse kimse yoktu. Sadece bizden bir hayli uzakta binanın giriş kapısında nöbet tutan polisleri görüyordum.

"Anlatıyorum, seninle konuşuyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama ben bu olayları Nazlı dışında kimseyle paylaşmadım şimdiye kadar, psikolog randevularıma bile anlatamadığım için devam edemedim." Başımı aşağı salmıştım dediklerimden sonra. Aslında bu bir itiraf mıydı? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey içimden geldiği gibi konuşmaktı.

Mirhan dediklerimin üzerine gülümsedi. Ardından elinin tekini yüzüme çıkararak yanağıma kadar ulaşan gözyaşlarımı sildi.

"Ne zaman istersen konuşalım, hatta hep konuşalım," gülerek dediklerine karşılık olarak ben de yaşlı gözlerime inat gülümsedim. Başımı ise belli belirsiz salladım.

"Peki senden bir şey istesem yapar mısın?" Dediğinde anlamayarak ona baktım. Mirhan benden ne yapmamı isteyecekti ki?

"Nasıl bir şey?" Diye sordum merakla.

"Ama yapacaksın, yoksa söylemem." Dediğinde iyice anlayamaz oldum. Kaşlarımsa hafiften çatıldı. Sanki dakikalar önce hüngür hüngür ağlayan ben değilmişim gibi şimdi merakla sarsılmıştım.

"Kuralına göre oynamıyorsun ama yaparım, tamam." Dedim ben de, daha fazla merakta kalmamak için.

Mirhan ise bir şey demeyerek saklama kabına koyduğum kekten bir dilim aldığında ne yapmamı istediğini anında anlamıştım.

Aldığı keki ağzıma doğru uzattığında tutuk bakışlarla bir Mirhan'a bir de keke baktım. Bugün yaşadığım kaçıncı farklı duyguydu bu artık bilemiyordum. Tahminimde ise yanılmamıştım.

"Benim elimden bu keki yemeni istiyorum," dediğinde hareketsiz bir şekilde keke bakmayı sürdürmüştüm.

Bayıla bayıla yediğim bu kek bana aylardır en uzak şeylerden biriydi. Başkaları için basit bir kekti, ama benim için, toz pembe kalan silik anılar, her sahnesinde mutlu olmama rağmen canımı yakan hatıralardı...

"Be..nn...," dedim hafiften titreyerek, bir anda avuçlarımın içi terlemişti.

"Hadi güzelim, lütfen, eminim iyi gelecek sana da. Yaşadıklarından dolayı beyninde kendince yasaklar getirmişsin kendine, senin bu keki yememen sadece kendine fazladan acı çektirmek, yemen gerekiyor, yemelisin. Basit bir kek dilimi yemek değil bu Melina, travmalarını hafifletmek için ufak bir adım. Belki deryada bir su damlası ama her şey zaten böyle başlıyor." Belki deryada bir su damlasıydı evet, belki de bana gerçekten iyi gelecekti.

Fakat ben iyi olmayı hak ediyor muydum? Onca kötülüğe sebep olan ben? Uğursuz ben?

"Yapamam ki..." dedim ağlamaklı çıkan ses tonumla. Küçüklüğüm gelip geçiyordu gözlerimin önünden. Biz de ne zaman yemek yemesek annem böyle ısrar eder, yememiz için türlü türlü hikayeler uydururdu.

"Yapabilirsin güzelim, kendin için, benim için, annen için..." dediğinde dakikalardır kekte olan gözlerimi kaldırarak ona baktım. Kendim için değil de onun için ve annem için olan kısmına takılı kalmıştım. Benim iyiliğim için olan bir şeyi onun için yapmamı istiyordu...

"Lütfen..." diyerek biraz daha ağzıma doğru uzattığında gözlerimi sımsıkı kapattım, ağzımı ise hafifçe aralayarak bana doğru uzattığı kekten kırıntı sayılacak kadar ufak bir ısırık aldım.

Portakal aroması doldu anında ağzıma, tıpkı eski günlerdeki gibi... O ufak kırıntıyı çiğnedikçe çiğnedim, ağzımda döndürüp durdum, gözlerim ise hala kapalıydı. Anılar film şeridi gibi akıp giderken ben keki bir anda yuttum. Çok garip duyguların içerisinde dönüp duruyordu ruhum.

Sonunda gözlerimi yavaşça araladığımda Mirhan'ın pür dikkat beni izlediğini gördüm.

"Nasılsın?" diye sordu büyük bir merakla, ben ise belli belirsiz başımı salladım.

"Bilmiyorum, ama teşekkür ederim." Diye fısıldadım. Gerçekten de nasıl olduğum şu an için müphemdi.

"İyi olmanı istiyorum..." diyerek buz gibi ve terli olan elimi kavrayarak dudaklarına götürdüğünde ben far görmüş tavşan misali kalakaldım. Tanrım bugün benim imtihanım falan mıydı? Üst üste bu kadar duyguya dayanamayacaktı kalbim.

Mirhan dudaklarını minik bir dokunuşla elime dokundurduğunda hiçbir tepki verememiş, öylece bakakalmıştım. Kalbimse acayip duyguların çevresinde çarpıp duruyordu...

Mirhan'la yarım saat kadar daha oturmuştuk. O bana biraz daha ısrar etmiş, bu sayede birazcık daha yemiştim kekten. Ardındansa Leyla ile ilgili konuşmuştuk. Daha sonrasında vaktini daha çok almamak için ben kalkmış, taksi çağırarak pastaneye geçmiştim.

Mirhan her ne kadar kendisinin bırakmak istediğini söylese de, bunu kabul etmemiştim. Hem yeterince zamanını almıştım, hem de pastaneye varana kadar birazcık yalnız kalarak düşünmeye ihtiyacımın olduğunun farkındaydım.

Yol boyunca Mirhan'la tanıştığımızdan beri yaşadıklarımı düşünüp durmuştum. Garip bir çekim vardı aramızda sanki, sebepsiz, duygu yüklü bir çekim. Fakat ben ilk kez böylesi duyguları yaşadığımı daha iyi anlıyordum. Bir erkeğe garip duygular beslemek, onu düşünmek her ne kadar itiraf etmekte güçlük çeksem dahi, böyle bir şeymiş demek ki...

Fakat zamana bırakmayı tercih ediyordum. Ne ileri ne geri bir adım atacaktım. Sadece zamana bırakacaktım. Bunca yaşanmışlık vardı benim hayatımda. Artık hiçbir şeyi zorlamamayı, her şeyi akışına bırakmayı tecrübe etmiştim ben.

Bir taraftaysa şu an için düşünmeyi bile ertelediğim kek olayı vardı. Yemiştim o keki evet, bu neydi? İyi miydi? Hiçbir fikrim yoktu ve düşünmekte istemiyordum.

Pastaneye geldiğimde akşama kadar orada çalışmıştık. Leyla da dersleri bitince pastaneye gelmişti. Kapatma saatine az kalmış önce Dilber abla ve Meliha abla, ardından Nazlı gitmişti. En son dükkanı toparlayarak çıkmak için ben ve Leyla kalmıştık.

"Masaları düzeltelim de çıkalım biz de Leyla," dediğimde çoktan masalara doğru ilerlemeye başlamıştım. Leyla da beni onaylamıştı.

Biz masaları düzeltirken aniden kapının açılmasıyla dikkatimiz dağılmış, ikimiz de duraksayarak kapıya bakmıştık.

"Ohh be yetiştim, bir an kapattınız sandım." Suna'nın nefes nefese kalmış sesiyle kaşlarım çatılmıştı. Bir şey mi oldu diye düşünmeden edememiştim.

"Ne oldu kız? Niye nefes nefesesin? Kötü bir şey olmamıştır inşallah," Leyla aklımdakileri okuyarak konuştuğunda benim odağımda tamamen Suna vardı.

"Yok yok sakin olun kötü bir şey yok da, Melina senden ufak bir ricam olacaktı." Dediğinde derin bir nefes koy verdim.

"Tabii ki, buyur." Dediğimde Suna birkaç adım daha yaklaştı bana taraf.

"Siz bu pastanede doğum günü falan kutlamaları yapıyor musunuz?" dediğinde kaşlarım belirsizlikle çatıldı.

"Yani öyle organizasyon gibi değil de, mahalleden birkaç kişinin ricası üzerine yapmıştık." Dediğimde Suna gülümseyerek bana baktı.

"O zaman mahalle ricalarından birini de ben yapıyorum. Müsaaden varsa 1 Haziran tarihinde burada doğum günü kutlamak isteriz." Dediğinde merakla dolup taşmıştım. Aklıma gelen ilk ihtimal Melisa'nın doğum günü ihtimaliydi. Çünkü genelde burada çocuklar için doğum günleri kutlamıştık.

"Kutlamasına kutlayalım da, kimin doğum günü 1 Haziran?" diye sordum ben de merakla.

"Mahallenin kapkaççılarına kök söktüren Mirhan Başkomiserinin," Suna'nın şakayla karışık, gülerek söylediği isimle şaşırmıştım.

Demek ki, bizim kahraman polis 1 Haziran'da doğmuştu...

 

 

💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤

11.06.2024

Finallerim bittiği gibi size yeni bölümle geldim.

Bölümü nasıl buldunuz? İlk kıvılcımlarımızı beğendiniz mi?

Peki tahminleriniz neler? Sizce doğum gününde neler yaşanacak?

Son olarak minik ricam yıldızı parlatarak yorumlar yapmanız.

Sağlıcakla kalın

 

Bölüm : 02.12.2025 13:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...