@papatyahikayeleri
|
Tekrardan merhabalar... Üçüncü bölümümüzle ben geldim. Yazarken birden fazla duyguyu aynı anda yaşadığım bir kitap oldu benim için Mavi Karanlık... Umarım bu duyguları siz okurlarıma da yansıtıyorumdur. Fazla uzatmadan bölüme geçelim, minicik ricam oy ve yorumlarınızı eksik etmemeniz... Keyifli okumalar🎈
💙ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:🖤 "ACILAR DENİZİ."
💙🖤 "Ben acılar denizinde boğulmuşum; İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını... (Ümit Yaşar Oğuzcan) Melina'dan: Masmavi suyun içinde Melisa'yla yüzüyorduk. Suyun berraklığı, başımızın üstünde ışıl ışıl parlayan güneşin altınlığı masallardan fırlamış gibiydi. Şen kahkahalarımızın hafif dalgaların sesine karışması bir çocuğun en sevinçli halini anımsatıyordu bana. Kahkaha atmaya devam ederek ellerimle suyu avuçladım ve büyük bir hızla kardeşimin üstüne doğru atmaya başladım. "Melina, dur ne yapıyorsun?" Yüzüne, saçlarına durmaksızın yağan yağmur misali su gelen kardeşimin sesi benim neşeyle dolmama sebep oluyordu. "Tam bir civcivsin Melisa, bana kızdığında bile tatlılığından ödün vermiyorsun." Gerçekten de öyleydi benim kız kardeşim, benim aksime asil, saygılı ve sakin duruşunu asla bozmazdı. "Melinaaa, bu seni ıslatmayacağım anlamına gelmiyor ama," diye bağırarak o da yüzüne gelen suları umursamadan beni ıslatmaya başladı. "İşte bu, yaşasın su savaşları," diye bağırarak kahkaha attığımda dayanamayan Melisa da gülüyordu. "Ulan, en başından amacın oyundu değil mi?" Diyen kardeşim, beni kesinlikle çok ama çok iyi tanıyordu. "Hehe, ne sandın yavrum?" Diye bağırdığımda Melisa başını belli belirsiz sallasa da, güldüğü de bariz belliydi. Dakikalarca suyun içinde oynamaya devam ettik. Fakat bir anda tam tepemizin üstü simsiyah olmaya başladı. Her yer aniden tutuklaştı ve dalgalar kocaman olarak üstümüze gelmeye başladı. Hızla büyüyen dalgalar yüzünden Melisa'yı artık göremiyordum. "Melisa..." diye bağırmaya başladım can havliyle. "Melisa," daha yüksek sesle yineledim acı dolu haykırışımı. Bir taraftan karanlık, bir taraftan da üstüme üstüme gelen dalgalar yüzünden kız kardeşimi hiçbir açıdan göremiyordum. Deli gibi suyun içinde sağa sola döndüm. Belki bir umut görürüm onu diye. Bir anda nasıl olmuştu da bu hale gelmiştik hiç ama hiç anlamamıştım. "Melisa, neredesin? Korkuyorum, ses ver lütfen." En ufak bir yanıt bile yoktu Melisa'da. Saniyeler içinde nasıl gözden kaybetmiştim ben onu. Artık acı dolu haykırışlarıma, gözyaşlarım ve hıçkırıklarım da eşlik etmeye başlamıştı. Bir an önce kardeşimi bularak şu lanet denizden çıkmamız gerekiyordu. "Melisa," diye bağırdım bir kez daha. Yine ses alamadım. Korkuyu iliklerime kadar hissediyordum. Fakat aniden başımı sağ tarafıma çevirdiğimde gördüğüm manzara karşısında nutkum tutulmuş, dünyam başıma yıkılmıştı. Boğazımda beni boğmaya çalışan bir el hissediyordum sanki. Melisa, kanlar içinde kalan bedeniyle suyun yüzünde boydan boya sırtüstü pozisyonda uzanıyordu. "Allah'ım, hayır, hayır. Melisa, ne oldu sana?" Tir tir titreyerek üstüme gelen dalgalarını umursamadan kardeşime taraf vardığımda, yüzünün kandan dolayı neredeyse gözükmediği görmüştüm. "Hayır, hayır... Melisa... lütfen, kardeşim." Titreyerek ağlıyordum. Fakat kardeşime asla dokunamıyordum. Sanki dokunsam yok olacakmış gibiydi. "Hayır..." diye bağırarak yatakta sıçradığımda hızla oturur pozisyona ulaşmam gecikmemişti. Deli gibi etrafa bakınmaya başladım. Nefeslerim düzensiz, gözlerimin önü göz pınarlarımı kaplayan yaşlardan dolayı bulanıktı. Nefeslerimi kontrol etmeye çalışırken bir taraftan da deli gibi etrafı izlemeyi devam ettiriyordum. Sırılsıklam ter içindeyim. Dakikalar sonra yavaş yavaş kendime geldiğimde az önce gördüklerimin rüya olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Derin bir nefes aldığımda gözlerimi komodinin üstüne koyduğum elektronik saate diktim. Saat 07:16'ydı. Derin bir nefes koy verdim. On dört dakika sonra alarmım çalacaktı zaten. O yüzden fazla oyalanmadan yataktan kalktım. Yaşadığım rüyanın şokundan dolayı pelte kıvamında olan bedenimi zar zor hareket ettirmeyi başararak bornozumu almış ve odamdan çıkarak banyonun yolunu tutmuştum. Suyu ayarlayarak vücudumu sıcak suyun akışına bıraktım. Tepemden başlayarak vücuduma ulaşan su rüyanın etkisinden dolayı kasılan vücudumu rahatlattığında daha fazla gözyaşlarımı tutamamıştım. O lanet deniz yine girmişti rüyama. Neredeyse her gece, her sabah, her uyuduğumda olduğu gibi. Ben lanetli bir insandım. Ben ailesini tüketen salak bir katildim. Ben yaşamayı hak etmiyordum. Onca insanın hayatına mal olan kirli benliğimin hak ettiği tek konum yerin yedi kat dibiydi. "Ahhh..." diye bağırarak sertçe saçlarıma asıldım. Sanki diplerinden koparmak istiyormuş gibi sarı saçlarıma asılarak çekiştirdim. "Aptalım ben. Allah beni kahretsin," diye haykırdım acı dolu hıçkırıklarımın arasından. Dizlerimin üstünde yere çökerek duşa kabinde yarı oturur pozisyon aldım istemsiz olarak. Neredeyse her sabahım, her gecem böyle geçiyordu. Diyordum ölmeliyim ben, aslında yaşamıyordum. Sadece sürünüyordum. Yaşamak kesinlikle her gün kor ateşlerde yanmak değildi. "Keşke o gün ben ölseydim. Keşke orada boğulurken kaderime razı gelip, yardım çağırmasaydım. Keşke..." gözyaşlarım durmaksızın aktığında konuşmanın beni az da olsa rahatlattığını anlıyordum. İçimi boşaltamadığımda panik atak krizleri geçirmem kaçınılmaz sonum oluyordu. Elimi uzatarak lifi aldım. Üzerine portakal aromalı duş jelinden gelişi güzel bocalayarak sertçe tenime sürtmeye başladım. Babasının, kardeşinin, daha doğmamış bebeğinin ölümüne sebep olan kirli vücudum nazarımda kesinlikle temizlenmiyordu... Asla da temizlenmeyecekti... Sonradan olan bu olayları bilseydim eğer, kesinlikle o gün, o dalgaların arasından canhıraş yardım çığlıklarımı etrafa duyurmaz, asla ama asla yardım istemezdim. Yavaşça denizin en dibine çöker, sessiz sakin ölümün beni pençesine çekmesini beklerdim. Kendimi zor da olsa toparlamayı başardığımda duşumu da alıp öyle çıkmıştım banyodan. Bornozuma sımsıkı sarılarak odama geçmiştim. Ruhsuzdum, ya da böyle davranmaya mecburdum. Başka türlüsü mümkün olmuyordu. İçi kan ağlayan, dışarda güçlü durmak zorunda olan yaralı bir kadındım ben. Yaralarımsa asla ama asla sarılmayacak türdendi. Vücudumu kurulayarak bornozu üzerimden çıkardım. Dolabın önünde kuruldum ve rastgele bir iç çamaşırı takımı alarak üzerime geçirdim. Ardından haki renk bol paçalı yazlık pantolonumun üstüne beyaz renk askılı bluzumu geçirdim. Ardından makyaj masama geçerek önce saçlarımı tarayarak kurutma makinesiyle kuruttum, sonra hafif bir makyaj yaptım. Sonrasında bej renkli çantamı alarak içine cüzdan, telefon gibisinden gerekli eşyalarla doldurdum. Kahvaltı yapmayı es geçmiştim, pastanede bir şeyler atıştırırdım. Evden çıkmak için hareketlenmeden önce gözlerim koridorda bulunan saate takıldı. saat 08:25'di. Banyoda kendimi paralayarak duş aldığım için bugün pastaneye geç kalmıştım. Normalde yarım saat içinde hazırlanarak sekiz gibi evden çıkıyordum. Sonunda beyaz spor ayakkabılarımı ve kısa cins ceketimi de giyinmeyi başararak evden çıktığımda dikkatimi hemen karşı kapının açılması çekmişti. "Bugün ben uyumadan gel babacım tamam mı? Bana hikaye anlatacaksın, söz verdin." Melisa'nın tatlı sesli kulaklarımı doldurduğunda ayakkabılarını giyinen Mirhan'ın bakışları beni bulmuştu. Üzerindeki üniformasının ona çok yakıştığını itiraf etmem gerekiyor sanırım. Belki de polis olduğu içindi bu acayip çekimi. "Aaa Melina abla, nasılsın?" Boncuk boncuk bana bakan kızla hafif gülümseme yerleştirdim yüzüme ve onlara doğru birkaç adım attım. "İyiyim tatlım, sen nasılsın?" Dedim ben de ona. Mirhan'dan gelen yoğun parfüm kokusuyla iç çektim. Parfümü güzel kokuyordu. "Ben de iyiyim. Babamı yolcu ediyordum." Melisa'nın melodik sesiyle verdiği cevap beni yine düşüncelere doğru itti. Acaba Mirhan'ın eşi neredeydi ki kocasını yolcu etmiyordu? "Tamam, prensesim. Bugün sen uyumadan geleceğim." Düşüncelerimden hızla kurtulmamı sağlayan şey Mirhan'ın sesi ve bir anda kızını kucağına kaldırması olmuştu. "Yakışıklı babam benim," diye şakıyarak babasının boynuna kollarını dolayan Melisa'nın sırtını sıvazlamıştı Mirhan. "Hadi şimdi koş içeri de kahvaltı yap babaannenle." Son olarak kızının yanaklarına birer öpücük kondurarak onu kucağından indirmişti. "Görüşürüz baba, görüşürüz Melina abla," diye şakıyan kız cevap bile beklemeden içeri doğru fırlamıştı resmen. Onun arkasından gülerek bakan adamsa kapıyı kapatmıştı. "Günaydın," diyerek bakışlarını ağır ağır üstüme tuttuğunda yüzünde ifadesizlik vardı. "Günaydın," dedim ben de kuru bir ses tonuyla. Ardından birkaç adım sağa doğru yürüyerek bir kat üstte olduğunu gösteren asansörü çağırma tuşunu sıktım. O arada Mirhan da yanıma gelmişti. Saniyeler içinde asansörün kapısı açıldığında eliyle önden geçmem için işaret yapmıştı. İkimiz de kabine girdiğimizde Mirhan'ın parmağı birinci kat tuşunu sıkmıştı. Bir dakika kadar sonra birinci kata vardığımızda Mirhan apartmanın giriş kapısını açmak için olan tuşu sıkarak apartmanın kapısını açmış, yine ilk benim geçmemi beklemişti. "Teşekkür ederim," mırıldanarak dışarı çıktığımda o da beni takip etmişti hafifçe başını sallamayı ihmal etmeyerek. Birlikte adımlamaya başlamıştık benim pastaneme doğru. Evimle pastanem arasındaki mesafe üç bilemedin dört dakika sürüyordu. Zira burası bir siteydi ve pastanemde siteye dahildi. "Gelecek misin bugün ifade vermeye?" Aniden resmiyeti kaldırarak konuşmasıyla ilk başta bocalasam da sonradan buna takılmamaya karar verdim. Nihayetinde komşu olmuştuk üstüne çantamı da hırsızdan kurtarmıştı. "Evet, pastanede birkaç işim var, onları hallettikten sonra geleceğim. Bölmenin adresini bilmiyorum sadece, verebilir misin?" Cümlelerimi sıraladıktan sonra dudaklarımı birbirine bastırdım. Mirhan ise bir şey demeyerek cebinden telefonunu çıkararak, tahminimce şifresini açtı ve bana uzattı. Ne yaptığını anlamayarak yüzüne baktığımda açıklama gereğiyle dudaklarını araladı. "Numaranı kaydet buraya, konum atarım kolayca gelirsin." Dediğinde cevap vermek yerine hala bana doğru uzattığı kavrayarak telefon numaramı kaydederek isim boşluğuna 'Melina Altuntaş' yazdım. "Teşekkür ederim," telefonu tekrar ona uzattığımda biz de yürümeye devam etmeye başlamıştık. "Önemli değil," diye karşılık veren adamla artık pastanenin önüne de gelmiştik. Kısacık gözlerimi içeri gezdirdiğimde Nazlı ve Dilber ablayı, kasada birkaç müşteri görmüştüm. "Kolay gelsin o zaman." Gergince boğazını temizleyen adamın sesiyle bakışlarımı pastanenin camından alarak onun yüzüne sabitledim. "Sana da," kısacık ve kısık sesle mırıldandıktan sonra daha fazla oyalanmadan pastaneden içeri girdim... Pastaneden içeri girdiğimde Nazlı'nın kasa başında müşterilerle ilgilendiğini, Dilber ablanın ise vitrinlere muhtemelen yeni fırından çıkardığı kakaolu kurabiyeleri dizdiğini gördüm. İçeri girmemle ikisinin de bakışları kısa bir an bana dönmüş, ardından tekrar işlerine odaklanmıştılar. Her sabah saat altı buçuktan gelip pastaneye açan kişi Dilber ablaydı ve o yüzden biz onu akşam daha erken gönderiyor, pastaneyi biz kapatıyorduk. "Günaydın, hanımlar." Dedim mutfağa doğru girmeden hemen önce. "Günaydın, Melina kızım." Dilber ablanın bana kızım seslenişinde içimi nasıl yaktığından kesinlikle haberi yoktu. Olsaydı bir daha asla bu hitabı bana asla kullanmazdı. "Günaydın balım," gülümseyerek tatlı sesiyle konuşan ise Nazlı olmuştu. Nazlı geçmişimden geriye kalan tek hasarsız kişiydi. Onun dışında iletişim kurduğum doğru düzgün tek bir insan bile yoktu. Annem zaten evin tek çocuğuymuş, anneannem ve dedemi ise biz daha orta okulda okuduğumuz dönemde kaybetmiştik. Çok iyi hatırlıyorum, o dönem cenaze için Atina'ya gitmiştik. Baba tarafından amcam vardı ismi Emin, onun eşi Benan yengem, çocukları Yağmur ve Demir. Yağmur benimle aynı yaştaydı. Demir ise bizden iki yaş büyüktü. Fakat nadiren Yağmur ile konuşmak dışında onlarla da pek görüşmüyordum. İki yıl önce yaşanan o kara olaylar herkes kadar onları da sarsmıştı. Aslında onların hiçbiri bana yüz çevirmemişti. Hatta olay olduktan sonra ilk zamanlar amcam sürekli Ankara'ya, onların evine çağırıyordu beni. Böylesinin benim için daha iyi olacağını, yalnız kalmamam gerektiğini düşünüyordu. Fakat ben asla kabul etmemiş, zamanla iletişimi azaltmıştım. Düşüncelerimin çıkmaz sokaklarında ilerlemekle bir yere varamayacağımı anladığımda başımı sağa sola sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Öncelikle fırından artık pişmiş sıcak poğaçaları çıkardım. Sabahları müşterilerimiz çok olduğu için çoğu zaman birkaç part pişiyorduk poğaça ve simitleri. Hatta bu yüzden üç farklı fırın kullanıyorduk mutfakta. Ardından bugün akşam saat beş için önceden aldığımız siparişi hazırlamaya koyuldum. Sekiz yaşlı bir kız çocuğunun doğum günü için babası çilekli pasta siparişi vermişti. Siparişi veren aile bizim binanın sekizinci katında oturuyorlardı. Sürekli bizden alış veriş yaptıkları için pek bir iletişimim olmasa da artık tanıyordum onları. Öncelikle pastamın kekini ve kremasını yapmak için yumurta, un, şeker, süt, sıvı yağ, kakao, vanilya, kabartma tozu, nişasta, bir kase dolusu çilek gibi malzemeleri, karıştırma kabı, mikser ve spatulayı çıkardım. Daha sonraysa hiç vakit kaybetmeden pastayı yapmaya başladım. Bir saatin sonunda pastayı yapmış, üzerini de beyaz çikolata parçaları ve çilekle süslemiştim. "Vayy vayy, Melinakuşum, yine harikalar yaratmışsın." Islık çalarak içeri giren Nazlı yüzümü güldürmeyi başarmıştı. "Her zaman yaptığım işler işte." Dedim pastayı buz dolabına koyduğumda. "Ay, ay mütevazılıktan da ödün vermiyor." Benimle dalga geçerken bir taraftan da kasede pasta süslemesinden geri kalan çileklerden alarak ağzına tıktı. "Ben artık çıkayım yavaştan, biliyorsun ifade işlemleri var. Benlik bir iş var mı?" Diye sordum. "Yok kuzum kolay gelsin sana. Leyla da bugün erken geliyor biliyorsun, dersi az. O gelsin geçer kasanın başına biz de Dilber ablayla soğuk baklava yapacağız. Akşam saatleri oldu mu çok satılıyor biliyorsun." Dediğinde olumlu anlamda başımı salladım. "Tamam canım, kolay gelsin size." Ellerimi muslukta yıkayarak çantamı da almış, karakola doğru çıkmak için hareketlenmiştim... Mirhan'ın verdiği konumun yakın olmasından dolayı taksiyle yaptığım yolculuk yarım saat kadar sürmüştü. Taksi gerekli yerde durduğunda taksimetrede yazan rakamı ödeyerek araçtan indim. İç çekerek elimdeki çantayı daha sıkı kavradım ve emin adımlarla içeri doğru adımlamaya başladım. İçeri girdiğimde formalı birçok kişinin kendi işiyle ilgilendiğini gördüm. Elinde dosyalarla koridorda gezenler, telefonla konuşanlar, masada bilgisayarla ilgilenenler... Görevli bir kız gördüğümde ona yaklaştım. "Merhaba," dedim boğazımı temizle gereği hissederek. "Merhaba, nasıl yardımcı olayım size?" Kadının yirmili yaşlarının sonunda olduğunu tahmin etsem de mizacı oldukça sert duruyordu. Muhtemelen mesleki bir gereklilikti bu. "Mirhan Bozdoğan'la görüşmem gerek, kendisinin haberi vardı." Diye konuştuğumda kadın şaşırmış bir surat ifadesiyle baktı. "Başkomiserimle görüşeceksiniz demek. Sizi birkaç dakika bekleteceğim, haber vereyim kendisine." Onayımı aldıktan sonra kadın seri adımlarla yanımdan uzaklaşmıştı. O aradaysa ben konumlandığım yerden çok uzaklaşmayarak birkaç adımla biraz daha köşe bir yere geçtim. "Bir ihbar aldım, acil ekip göndermemiz gerekiyor." Bir başka görevli kızın konuştuğu telefonu kapatarak oturduğu masadan fırlamasıyla dikkatim istem dışı o tarafa kaymıştı. "Ne ihbarı Betül, detay ver ona göre ekip yönlendireyim." Bir başka adamın hemen cevap vermesiyle kendimi filmlerdeki gibi hissetmiştim istemsiz olarak. Gerçekten birilerinin, devletin güvenliğinden sorunlu olmak oldukça zor bir meslekti. "Denizden bir genç kadın cesedi bulunmuş, ilk ihtimale göre intihar." Kızın dediği denizden bir genç kadın cesedi bulunmuş kelimelerinden sonrasını duyamamıştım. Denizden genç bir kadın cesedi bulunmuş... Denizden genç bir kadın cesedi bulunmuş... Denizden genç bir kadın cesedi bulunmuş... Kulaklarım uğuldamaya başladığında elimle istemsiz olarak duvara tutundum. Gözlerimin önü çoktan bulanıklaşmaya başlamıştı. Melisa... güzel gözlü kardeşim... Aklım çoktan aylar öncesinde yolculuğa başlamıştı bile. İşte o günden sonra böyle olmuştum. En ufak bir yakın kelime bile bana sürekli o olayları hatırlatıyor, panik atak krizi geçirerek bayılmama neden oluyordu. Tıpkı şu anda olduğu gibi. Gözlerimin önü yavaş yavaş kararmaya başladığında boşta kalan elimi sıkışan göğüs kafesimin üstüne bastırdım. Çantam çoktan yeri boylamıştı. Kesik kesik nefesler aldığımda vücudum da artık pelte kıvamına gelmişti. Kalbim göğüs kafesimi delerek dışarı fırlayacak gibi bir hızla çarpıyordu. Her seferinde sanki kalp krizi geçirecekmişim gibi hissettiriyordu bu durum bana. Lanet olası hayat. Bu yaşadıklarıma artık dayanacak gücüm yoktu. Her geçen gün hayat beni biraz daha tüketmeye devam ediyordu. Basit bir hevesin, çocuksu bir isteğin sonucu böyle olmamalıydı. Ben bu denli acıyı yaşamamalıydım... "Melina, iyi misin?" Duvara tutunduğum elim yavaş yavaş duvardan koparken yarı baygın bilincim ve bulanıklaşan gözlerimle Mirhan'ı gördüm. Son gördüğüm şey de yine Mirhan'ın yüzü olmuştu, çünkü sonrası bilincimin yavaş yavaş kapanması, ayaklarımın vücudumu taşıyamaması olmuştu. "Melina..." Son duyduğum şey Mirhan'ın bağırması olmuştu. Son hatırladığım şeyse vücudumun yerle bütünleşmesine izin vermeyen şeyin Mirhan'ın kollarının olmasıydı... 💙🖤 Başımda oluşan ağrıyla yüzümü buruşturduğumda göz kapaklarım açılmamak için direnç gösteriyordu. Üstümde anlam veremediğim bir ağırlık vardı. Sanki ruhum vücuduma ağır geliyordu artık. "Panik atak krizi gibi bir şey geçirmiş Başkomiserim, taktığımız serum da az önce bitti. Birazdan kendine gelecektir. Fakat hastaneye gitmesinde fayda var." Hemşire olduğunu tahmin ettiğim kızın konuşmasıyla yaşadıklarım tek tek gözümün önünde belirmeye başlamıştı. İfade vermeye gelmem... ihbar... denizdeki ceset... Fakat düşüncelerimin devam etmesine izin vermedim. Daha kendime bile gelemeden ikinci bir atak geçirmek istemiyordum. "Tamamdır Yeliz hemşire, teşekkürler." Bu sefer duyduğum ses tonu tanıdıktı. "Geçmiş olsun Başkomiserim." Adım sesleri sonrasında hemşirenin odadan çıktığını anladığımda yavaş yavaş ben de gözlerimi açmaya çalıştım. Saniyeler sonra gözlerim açıldığında gözlerimin önü hala biraz bulanıktı. Görme açımın düzelmesi adına gözlerimi kırpıştırdım birkaç kere. Ardından elim ağrıyan başımla buluşmuştu istemsiz olarak. "Melina, iyi misin?" Mirhan'ın resmiyeti kaldırarak endişeli ses tonuyla sorduğu soruyla onu aldım bakışlarımın ablukasına. Göz kapaklarımda hala devam eden bir ağırlık mevcuttu. "Sanırım, biraz başım ağrıyor." Dedim yalan söylemeyerek. Söylediklerimin üzerine kaşları çatılan taraf Mirhan olmuştu. "Bizim revirin hemşiresi ilgilendi seninle ve bir nevi panik atak krizi geçirdiğini söyledi. Ama istersen bir hastaneye de gidelim." Dediğinde yavaşça doğrulmaya çalıştım uzandığım yerden. "Yardım edeyim," dediğinde ben daha ne olduğunu anlayamadan kollarımdan tutarak yardım etti doğrulmama. Gözlerimi gözlerine çıkardığımda anlam veremediğim tarzda derin bakışlarla bana baktığını gördüm. Kupkuru olan boğazımın ıslanması umuduyla kocaman yutkunduğumda gözlerini de ilk kaçıran taraf ben olmuştum. "Teşekkür ederim," diye mırıldandıktan sonra ayaklarımı aşağı sarkıtarak uzandığım sedyede tamamen oturur pozisyona geçtim. Mirhan da önümde olan sandalyeye oturmuştu. "Bu durum başıma ilk kez gelmiyor, alışkınım ben. O yüzden hastaneye gerek yok." Diye mırıldandım açıklama beklediğini hissettiğimde. Söylediğim her kelimeyle kaşları daha da çatılıyordu. "Peki, neden böyle oluyorsun? Bildiğim üzere bu durumlar biraz psikolojiyle bağlantılı oluyor. Yani özel değilse nedenini söylersen belki yardımım dokunur." Laflarını nasıl bitireceğini bilmiyormuş gibi duraksayarak söyledikleriyle iç çektim. Bana yardımı dokunacak kimse olamazdı ki bu dünyada. Bana yardım etmek beni öldürmeliydi. Ölüm dışında hiçbir şey göğsümde çöreklenen bu acıya, bu ağırlığa iyi gelmeyecekti. "Bana yardımın dokunamaz ki, bana hiç kimsenin yardımı dokunamaz." Mırıldandıktan sonra dudaklarımı birbirine bastırdım. "Böyle düşünmen yanlış ama..." cümlesine devam etmesine izin vermedim. Bu konuların konuşulmaması gerekiyordu. Ben iyi olmayı, iyi yaşamayı, iyileşmeyi hak etmiyordum. Ben kardeşinin, babasının, daha doğmamış bebeğinin katili olan bir kadındım. Omuzlarım veballerle yüklüydü. Bu acılara katlanarak vebalimi taşıyordum. İyileşmek, katil bir ruha yakışmıyordu. İyileşmek masum insanlar içindi. "Kendimi iyi hissediyorum şu an, ifadeyi verebilir miyim?" Hem konunun değişmesi hem de bir an önce ifadeyi vererek şu lanet yerden kurtulmak için hareketlendim. Mirhan ise birkaç saniye hiçbir şey demeden gözlerimin içine baktı. "Tamamdır, gidelim." Oturduğu sandalyeden kalktığında ben de oturduğum sedyeden kalktım. Böylelikle de ifade vermek için karakolun revirinden çıkmak üzere hareketlendik. Mirhan hemen önümde ben ise onun arkasından, onu takip ederek...
💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤 16.01.2024 Bir bölüm de böylece bitmiş bulunmakta. Umarım beğenerek okudunuz. Melina yazması zor ve acıları zor bir karakter zamanla onun bu karanlık bataklıktan çıkması için uğraşacağız, Mirhan ile birlikte :) Aynı zamanda Mirhan karakterinin de iç dünyasını, yaşadıklarını, geçmişini öğreneceğiz. Tek ricam kitabımıza sevgi ve emeğime saygı adına yorumlarınızı, oylarınızı eksik etmemeniz. Sağlıcakla ve sevgiyle kalın. |
0% |