@papatyahikayeleri
|
İyi günler sevgili okurlarım... Dördüncü bölümümüz ile ben geldim. Yine duygu yüklü bir bölüm oldu. Bu kez bölümü Mirhan'ın anlatımından okuyacağız. Kitabımızın ilerlemesi ve emeğime saygı adına, naçizane ricam oy ve yorumlarınızı eksik etmemeniz. İyi okumalar🎈
💙DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:🖤 "CANHIRAŞ."
💙🖤 "Geçmişi olmayan; geleceği önündeki mezardan, bugünüyse içindeki canhıraş hayat ateşinden ibaret bir adamdı... (Jack London) Mirhan'dan: Elimde oynattığım kalemle gözlerimi tek bir noktaya dikmiş şekilde oturuyordum. Kaşlarım çatılı, beynim türlü türlü düşüncelerin istilasına uğramış gibiydi. Bir elim hala kalemle haşır neşir iken, diğer elimi alnıma ulaştırarak, tenimi sıvazladım. Elime bulaşan hafif nem terlediğimin habercisiydi. "Çok düşünceli gözüküyorsun, Başkomiserim. Bir sorun mu var acaba?" Yıllardır tanıdığım, omuz omuza kaç görevin üstesinden birlikte geldiğimiz, hem yardımcılığımı yapan hem de en yakın arkadaşım olan Harun'un sesi beni düşüncelerimin çıkmaz sokaklarından çekip almıştı büyük bir hızla. Harun benden dört yaş kadar küçüktü ve benim okuduğum okuldan mezundu o da. Üniversitede tanışmıştık onunla, sonra ben mezun olsam da iletişimi kesmemiştik. Bugün ise buradaydık. Normal şartlarda ya ismimle hitap eder, ya da devrem, tertip gibi hitaplar kullanırdı. Fakat bölmedeyken hiyerarşik düzeni bölemezdik. "Bilmiyorum Harun, kafam karıştı. Şu ifade veren yeni komşum yüzünden. Panik atak krizi geçirmesi falan." Açık açık dile getirdim kafamı kurcalayan şeyleri. Zira netlik benim için çok önemliydi. Net ve düz bir adamdım ben. "Haklısın Valla, biraz garip birine benziyordu. Garipten kastım gözleri, gözleri çok kederli duruyordu. Sanki dünyanın yükünü sırtlanmış gibiydi." Dediğinde garip bir şekilde kaşlarım iyice çatıldı. Nedensizce onu böyle dikkatle anlatması hoşuma gitmemişti. Fakat ifade işlemleriyle doğrudan Harun ilgilendiği için, Melina ile zaman geçirmişti. "Bilmiyorum, bir derdi var ama ne? Rahatsız eden falan mı acaba? Ya da borcu, kredisi gibi bir durum?" Dedim düşünceli bir şekilde. Kelimeler tamamen kalbimden geçerek ağzımdan dökülüyordu, beynimse daha iki gündür tanıdığım biri için fazla düşüncelere daldığımı savunup duruyordu. "Sen niye bu kadar taktın bu konuyu bakayım devrem? Yoksa... hmmmm," deyim yerindeyse otuz iki diş sırıtarak imalı sesler çıkaran, bir anda tüm hiyerarşik düzeni unutan Harun, ona ters bir bakış fırlatmama neden olmuştu. "Harunnn," dedim resmen dişlerimin arasından, böyle imalardan, bu tarz muhabbetlerden hoşlanmadığımı gayet biliyordu. "Çeneni faydalı bir şey için açacaksan aç, aksi takdirde yumruğumla kapatmasını bilirim." Desem de o hala sırıtmaya devam ediyordu. Yeşil gözlerinin içi parlıyordu resmen. "Emredersiniz Başkomiserim. Harun bundan sonra sadece faydalı şeyler söyleyecek." Gülerek söyledikleriyle ben de dayanamamış gülümsemiştim. "Mesela size bir teklifim var." Dedikten sonra onay vermemi bekliyormuş gibi gözlerimin içine bakmaya başlamıştı. "Ne teklifi?" Sesime yansıyan merak tınılarıyla sorduğumda o da ciddi bir ifade takınarak bana baktı. "İfade verdi ya, onu araştırmamız için tüm bilgileri kolayca elimizde şu an, çok derine inmeden bir özgeçmişine ulaşsak, en azından belki sorununa ulaşmış oluruz." Dedikleriyle karman çorman olan aklım iyice bulanıklaşmıştı. Mesleki açıdan kendi çıkarlarımız için devletin güvenlik üzerine kurulu sistemini meşgul edemezdim. Her şeyi geçtim, bir kişinin hiçbir sebep yokken özel bilgilerine ulaşmakta hiç ama hiç hoş bir davranış değildi bana göre. Hele de bu kişi bir kadındı. "Ne düşündüğünü anlıyorum devrem ve haklısın da. Ama dediğimi yaparsan eğer hem aklını meşgul eden düşünceler son bulacak. Hem de belki de, o kıza yardım edebileceksin." Dediklerinde haklıydı. Fakat yine de kafam oldukça karışıktı. Polis bölmesine gelerek panik atak geçirmesi... Elimdeki kalemi masanın üstüne bırakarak iki elimle başımı kavradım ve başımı eğerek, gözlerimi masamın üstündeki tek bir noktaya dikerek düşünmeye başladım. Harun da sesini çıkarmamayı tercih ederek bana zaman tanımayı seçmişti. Onu ilk gördüğüm an geldi aklıma. Pastanede, çantasını hırsızdan kurtararak ona vermiştim. Gözlerimi gözlerine çıkardığımda ilk dikkatimi çeken şey yeşilin çok güzel bir tonunda olan gözlerine tezat, göz kenarları çok yorgun gözüküyordu. Gözlerinin içinde sanki tüm gün aralıklarla ağlamış gibi kızarıklıklar vardı. Göz altlarındaki kapatmaya bile gerek görmediği morluklar ve sürekli ağlamaktan dolayı tahriş olmuş elmacık kemikleri sanki hayattan hiçbir beklentisi yokmuş, dünyanın en ağır vebali onun omuzlarındaymış gibi bir izlenim vermişti bana. Kısa süreli aralıklarla olmakla beraber onu daha sonra birkaç kez daha görmüştüm. Yine aynı yorgunluk, aynı hevessizlik, aynı tükenmişlik görüntüsüyle... Hiç tanımadığım birine niye bu kadar dikkatle baktığımı, onu anlamaya çalışmak istediğimi ben de bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı. O pastaneden adımımı içeri atarak onu gördüğüm anda dikkatimi ilk çeken şeyin tükenmişlik duygusunu bas bas bağıran gözleri olmuştu. Sanki beni hayata geri döndürün diye çığlık atıyordu yeşil hareleri... "Yapalım o zaman, belki de yardıma ihtiyacı olan bir kişiye yardım edeceğiz." Dediğimde Harun bilmiş bir edayla gülümsedi. "Ben mi araştırayım yoksa?" Diye sorduğunda cevabım gecikmemişti. "Ben hallederim, sen de şu kapkaç ve dün olan kuyumcu soygunu olaylarıyla ilgilenmeye devam et." Dediğimde Harun ayağa kalkmıştı. Zaten bir kişinin, özeline müdahale edecektik, en azından sadece kendim yapmalıydım bunu. Belki de hiç kimsenin bilmesini istemediği şeyler yaşamıştı. "Emredersiniz Başkomiserim," diyerek başıyla selam veren Harun daha sonra hiç vakit kaybetmeden odadan çıkmıştı. Harun odadan çıktıktan sonra derin bir nefes koy verdim. Ne yaptığımı bilmiyordum, sadece içimdeki ses çığlık çığlığa o kadında bir şeylerin olduğunu, garip bir çekim hissettiğimi haykırıyordu. Başımı olumsuz anlamda iki yana doğru salladıktan sonra masanın üstünde duran telefonu elime alarak dahili numarayı tuşladım. "Buyurun Başkomiserim." Betül'ün sesi kulaklarımı doldurduğunda gözlerimle istemsiz olarak masamda duran elektronik saate takıldı. Betül bölmede hem dahili, hem de ihbar odaklı vatandaş aramalarına bakan görevlimizdi. "Bana bir sert kahve ayarlayabilir misin?" Diye sordum elimi ağrıyan şakağıma koyarak. "Hemen, Başkomiserim." Diye cevap verdikten sonra bir şey demeyerek telefonu kapatmıştım. Derin bir nefes iç çekerek bilgisayarda sisteme girerek Melina Altuntaş yazarak, TC kimlik numarasını da ekledim. Fakat araştırmamı yarım bırakan şey telefonuma gelen bildirimin tiz sesi olmuştu. Telefonu elime aldığımda bunun bir mesaj bildirimi olduğunu görüce kaşlarım en derinlemesine tekrar çatılmıştı. Mesaj eski karım Zümra'dan gelmişti. ***Merhaba Mirhan. Nasılsın? Melisa'yı normalde gelecek hafta sonu için almam gerekiyor biliyorum ama, gelecek hafta sonu işimle ilgili şehir dışında olacağım. O yüzden bu hafta sonunu Melisa ile geçirmek istiyorum. Müsaaden varsa tabii. Mesaj bu kez de beynime geçmişin silik anılarını getirmişti. Zümra, yani benim eski karım Tıbbi Mümessil olarak çalışıyordu. O yüzden sık sık iş seyahatleri yapıyordu. Onunla ben daha öğrenci iken tanışmıştık. Kız kardeşim Suna'nın liseden en yakın arkadaşı olan Elif'in ablasıydı Zümra. Sık sık abla kardeş bizim eve gelirler, aynı şekilde de Suna onlarla görüşürdü. Böyle başlamıştı bizim hikayemiz. Daha doğrusu Zümra başlatmıştı hikayemizi. Gençtik o zamanlar ben yirmi beşimi doldurmama az kalmış genç bir delikanlı, o yirmi birinde gençliğinin baharında olan güzel bir kız. Siyah bir boncuğu andıran göz bebekleri, kocaman gözleri vardı. Beline kadar uzana siyah bakımlı saçları, kavruk teni, küçük burnu ve dolgun, pembemsi dudaklarıyla alımlı bir kızdı. Beni her gördüğünde bana olan bakışları, ilgisini hep belli ediyordu. Zaten o da saklamıyordu, kartlarını açık oynuyordu. Böyle başladı hikayemiz. İlk adımı da o attı, bana beni sevdiğini söyleyen taraf o olmuştu. Şans tanıdım ben de bize. Belki bir oluruz, aile oluruz diye. Güzel, sevecen bir kız gibiydi o zaman benim gözlerimde. Böyle böyle zamanla alıştığımı fark ettim ona. Artık ben de ona karşı boş değildim. İlk görüşten derin duygular besledim, ona aşık oldum diyemezdim fakat onu hep sevdim, saygı duydum ilişkimiz süresinde. Deliler gibi bir aşk hissetmedim ama sevdim onu, bir kadın gibi, bir insan gibi, hayat arkadaşım gibi. İlişkimiz boyunca da her zaman ona olan sevgimi, saygımı hissettirdim. Her zaman o da söylerdi bunu. Onun bana açılmasından kısa bir süre sonra ailelerimizin isteğiyle evlendik. Evliliğimizin birinci yılının sonundaysa benim dünyalar tatlısı bebeğim Melisa doğdu. Her şey çok iyiydi evliliğimizde. Zümra ve Melisa benim her şeyim olmuştu. Eve her girdiğimde iyi ki diyordum içimden. İyi ki Zümra'ya bir şans vermişim de, böylesi güzel ve sevgi dolu günleri yaşıyoruz. Günler, haftalara, haftalar aylara kavuşurken koskoca beş yılı devirdi evliliğimiz. Melisa'm artık dört yaşına gelmiş koca bir kız olmuştu. Her şey benim gözümde hala iyiydi ama artık bir şeylerin eskisi gibi olmadığının farkındaydım. Zümra değişiyordu. Benden kaçmalar, konuşmak istememeler, hem tensel hem de cinsel anlamda uzaklaşması dikkatimden kaçmıyordu. Dikkatimden kaçmadığı kadar da canımı sıkan bu durumun nedenini deli gibi merak etsem dahi ona sormaya dilim varmıyordu bir türlü. Korkuyordum. Onu ve kızımı kaybetmekten. Zümra benim hayatıma giren tek kadındı. Ondan öncem yoktu. Ne tek seferlik, ne gönül eğlendiren türden bir ilişkim olmamıştı. Gel zaman, git zaman böylece devam etti. Tabii aklıma bir sürü olasılık geliyordu. Acaba beni artık sevmiyor mu? Acaba benden artık soğudu mu? Ya da düşünmekten dahi korktuğum o olasılık. Acaba Zümra artık başkasını mı seviyordu? Bu sorulara cevap bulamasam da bildiğim tek şey Zümra iş yerini değiştikten sonra böyle olmuş olmasıydı. Böyle bir süre devam ettikten sonra canımı fazlaca yakan o gün yaşandı. Yaklaşık üç sene kadar önce, eylül ayıydı. Her zaman olduğu gibi akşam eve geldiğimde önce üstümü değişmiş, ardından salona inmiştim, Zümra da salonda oturmuştu. Hiçbir uğraşı olmadan öylece oturmasından bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım zaten. Ben de karşısındaki koltuğa oturdum. Kısa süren hal hatır sorma faslından sonra benimle konuşmak istediği bir şeylerin olduğunu söylemişti. Çok iyi hatırlıyordum, onca yıllık hayatımda ilk kez bu kadar yoğun şekilde birilerini kaybedeceğimin hissine kapılmıştım. Sertçe yutkunmuştum. Koca cüsseme rağmen bacaklarım, bağı çözülüyormuş gibi titremişti. Tüm düşüncelerime, duygularıma rağmen dik durmayı başararak konuşalım demiştim. Ve benim verdiğim onay sonrasında aylar geçmesine rağmen kulaklarımdan asla silinmeyen o uzun konuşmayı yapmıştı Zümra. Kurduğu her cümle en ince ayrıntısına kadar hala kulaklarımda çınlıyordu. "Seninle bu tarz bir şeyleri konuşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi Mirhan. Fakat hayatta asla, asla dememek gerekiyormuş. Sana olan saygımı ve sevgimi biliyorsun. Fakat ben artık eskisi gibi heyecan ve duygu patlamalı bir aşk hissetmiyorum sana karşı. Bunları duymak zor farkındayım ama konuşmadığım her dakika hem kendime hem de sana haksızlık ediyormuşum gibi geliyordu bana. Her ne kadar zor da olsa söylemek zorundayım, başkasından hoşlanıyorum ben. Kalbim artık onu gördüğü zaman hızlı bir şekilde çarpıyor, eski heyecanımı, eski Zümra'yı yeniden yaşıyorum onunla sanki. Yeniden parladım sanki onunla." Beni mahveden sözlerine ara verdiğinde gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Başkasını seviyordu ve bunu beş yıllık eşine, çocuğunun babasına sanki masal anlatıyormuş gibi bir rahatlıkla anlatıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatarak tekrar açtım, Zümra ona bir cevap vermemi bekliyordu. Bense sırtıma yüklenmiş çaresizlikle savaşıyordum. Neyi yanlış yapmıştım? Nerede hata yapmıştım hiç bilmiyordum. Bana göre evliliğimiz de saygımız da sevgimiz de yerindeydi. Dünyalar tatlısı da kızımız vardı. Bir insan hayattan daha ne isterdi ki? Heyecanı kalmadı bahanesiyle benim kalbimi paramparça ettiğinden habersizdi. Konuşmayacağımı anladığında tekrar konuşmaya başlamıştı Zümra. Bense yaşadığım yok olmuşluk hissiyle savaşıyordum. Bir erkek olarak karınızın size olan heyecanının ölmesini duymak fazlasıyla ağırdı. Üstelik o kadını seviyorsanız, o kadın için yıllarınızı vermişseniz. "Hatayı kendinde aramanı istemiyorum. Sen çok iyi bir sevgili, hayat arkadaşı ve baba oldun bize. Sorun ben ve duygularımla ilgili. Seni tensel anlamda aldatmadığımı da söylemek istiyorum, yaşadığım şey şu an için bir ilişki, daha ilerisi yok. Evliyken böyle bir hataya düşmemek için boşanmak istiyorum. İkimize de daha fazla haksızlık etmemek için boşanmamızın en uygun yol olacağına inanıyorum." Dedi ve ikimizi de bitirdi. Öyle rahat konuşmuştu ki o gece Zümra. Sanki iki günlük bir ilişkisini bitiriyordu. Denedik, olmadı, olamadık demek istiyormuş gibi. Nasıl da kolaydı değil mi? Seni tensel anlamda aldatmadım Mirhan demek. Sanki böyle aldatmamıştı beni. Ben, ilk aşkı, kızının babası sanki yokmuşum gibi kalbine, duygularına başka bir erkeği almıştı. Oysa ben hayatımda Zümra var diye, dişi sineği bile yakınıma almıyordum. Gözlerimi sertçe kapattım o gece, dakikalarca sustum. Zümra ise endişeli gözlerle beni izlese de susarak bana zaman tanımıştı. Dakikalar birbirini kovaladıktan sonra sonunda gözlerimi gözlerine çıkararak dudaklarımı araladım. "Boşanalım." Tek kelimelik bir cevap vermiştim ona. Zira söyleyecek başka hiçbir şeyim yoktu. Zümra her şeyi bitirmişti. En başta da bende olan onu bitirmişti. Bu saatten sonra benim için artık yok gibiydi o. Beni bir hiçmişim gibi ezmişti o. Saygı duydum kararına evet, beni sözde aldatmaması, açıkça gelip konuşmayı tercih etmesi belki de kimilerine göre artıydı. Fakat ben duyduğum onca şeyden sonra bunları düşünecek halde değildim. Verdiğim tek kelimelik cevap üzerine Zümra oldukça şaşırmıştı. Hiçbir şeyi sorgulamadan direkt olarak böyle bir cevap vermemi beklemiyordu yüksek ihtimalle. "Hiçbir şey sormayacak mısın? Nasıl oldu bu? Kim o adam? Merak etmiyor musun?" Diye sordu kısa süreli sessizliğin ardından. Bense ağır ağır oturduğum koltuktan kalktım. Benim kalktığımı gören Zümra da ayaklandı. Birkaç ufak adımla tam karşısında durarak gözlerimi gözlerine diktim. "Şu saatten sonra benim için hiçbir şeyin önemi yok, hele sen benim için bir hiçsin Zümra." Tek cümlelik cevabım sonrası hızlıca evden uzaklaşarak arkadaşım Harun'un yanına gitmiştim. Böyle bitmişti bizim hikayemiz. Karşılıklı anlaşmalı olduğumuz için boşanma işlemlerimiz de o kadar yorucu olmamıştı. Karşılıklı anlaşarak Melisa'nın velayetini de ben üstlenmiştim. Ayda iki kere olmak üzere hafta sonları Melisa annesinde kalıyordu boşandıktan sonra. Sonradan öğrenmiştim Zümra'nın yeni aşığının kimliğini, çalıştığı firmanın patronu Arduç bey imiş. Zaten biz boşandıktan kısa süre sonra da onlar evlenmişti. Böylece kapanmıştı hayatımın Zümra defteri. Böylece bitmişti...bir zamanlar hayatımın merkezi olan kadın artık benim için sıradan bir insandı. Belki de sıradan bir insan bile değildi...Hiçti... Beni zaman yolculuğuna çıkaran düşüncelerime son vererek az önce bildirimlerden okuduğum mesaja tıklayarak yazmaya başladım. ***İyi günler Zümra. İyiyim teşekkür ederim, sen nasılsın? Benim için sorun yok. Melisa ile de konuş, o da isterse hafta sonunu sende kalsın. Yazdıktan sonra saniyeler içinde mavi tık yanmış, bir dakika kadar sonra ise cevap gelmişti. Galiba Zümra ona cevap yazmamı bekliyordu. ***Teşekkür ederim ben de iyiyim. Tamam konuşurum ben Melisa ile. Mesajı okuduktan sonra hiçbir cevap verme gereksinimi duymayarak uygulamadan çıkarak telefonu kapatmıştım. İşte bu kadardı hayatımın yıllarına mal olmuş kadınla olan iletişimim. Zümra benim ilk hevesim, ilk kalp çarpıntım, ilk ciddi ve tensel ilişkim olduğu kadar da ilk güven sarsıntımın, ilk pişmanlığımın, ilk ihanetimin sebebi olmuştu. Tüm ilklerimin sahibi olduğu içindi belki de bu kadar üzülmemin sebebi. Kapının iki kere tıklatılmasıyla hafif çaplı irkilerek elimdeki telefonu masaya bıraktım ve gir komutunu verdim. Betül elindeki tepsiyle içeri girmişti. "Kahvenizi getirdim Başkomiserim." Başımla onu onayladığımda kahvemi getirerek masamın üstüne bırakmıştı. "Başka bir isteğiniz var mı?" Diye sormuştu daha sonra. "Hayır, yok. Çıkabilirsin." Dediğimde o da daha fazla beklemeden odadan çıkmıştı. Bense yarım bıraktığım işe tekrar odaklanarak bilgisayarın faresine uzandım. Bir saatlik yoğun bir araştırmanın ardından okuduklarım vücudumda deprem etkisi oluşturmuştu. Gözlerim benden bağımsız dolduğunda içimden ah çektim. Neler yaşamıştı o hüzünlü yeşillerin sahibi olan kadın meğerse. -Melina Altuntaş- 03.10.1997 doğumlu. Annesi: Tanya Altuntaş. Babası: Mehmet Altuntaş. -Onunla aynı tarihte doğmuş ikiz kız kardeşi Melisa Altuntaş. Oğuz isimli biriyle evli olup, sonradan boşanmış. Hayatının allak bullak olması tek bir günde gerçekleşmişti meğerse. Sicil kayıtları, aile ile ilgili polise dahil olan ihbarları araştırdığımda, gerçekleştiği dönemlerde televizyon haber programlarına, internet haber sitelerine kadar giren o olayları okumam zor olmamıştı. Kamuya açık bir haber olduğu için aşırı araştırma yapmama da gerek kalmamıştı. 16.07.2021- Bir denizde boğulma vakasıyla ihbar geliyor İzmir polis bölmelerinden birine. O gün denizde batmak üzereyken kurtarılan ikiz kız kardeşin haberi Türkiye gündemini sallıyor. Saatlerce süren acil müdahelelerden sonra kız kardeşlerden biri ölüyor, diğeri ise bebeğini kaybetmesine rağmen hayata tutunmayı başarıyor. Bu olay bir süre gündemden düşmüyor ve detaylar sonradan ortaya çıkıyor. Tam isimleri ve fotoğrafları medyaya yansıtılmayan bu aileden meğerse ölen kardeş, boğulmak üzere olan kardeşini kurtarmak için denize girmiş. Bir süre sonraysa bu acılara dayanamayan babalarının ölüm haberi gündeme giriyor. Dolan gözlerimi kırpıştırarak daha fazla araştıramayacağımı anlayarak bilgisayarı kapattım ve oturduğum koltuktan ayağa kalktım. Aman Allah'ım ne büyük bir sınav vermişsin sen bu kızın omuzlarına. Adaletini ve yazdığın yazgıları sorgulamak bana düşmez, elbet vardır bir bildiğin ama çok ağırdı o vebal. Ahhh... Nasıl dayandın sen bunca acıya? Nasıl katlandın? "Ahhh," diye canhıraş bir inilti döküldü dudaklarımın arasından. "Nasıl dayandı kalbin bunca acıya? Nasıl katlandın bu vebale?" Gözlerimden gelen tek damla yaş sakallarımın arasına karıştığında sertçe yutkundum. Gözlerindeki kederin, ruhundaki bıkmışlığın, tükenmişliğin nedeni benim tahminlerimden bile katbekat ağırdı. Bu yaşta, hayatının en güzel dönemlerinde böylesi bir suçluluk psikolojisiyle nasıl baş ediyordu kim bilir? Allah'ım derdi veren sensin, dermanını da veren yine sensin. Güç ver o kıza. Dayanmaya güç ver. Çok zor... Polislik hayatım boyunca beni çok etkileyen çok acıtan vakaya şahit oldum. Ama ilk kez bir olayın içime bu kadar dokunduğunu görüyorum. Hayatımda iki kez ağlamıştım ben. İlki Zümra boşanmak istiyorum dediği zamandı. İkincisi ise bir sene önce hayatımda örnek aldığım tek adamı, emekli polis memuru olan babam Mustafa Bozdoğan'ı kaybettiğim gündü. Bir de şimdi yaşarmıştı gözlerim. Daha doğru düzgün zaman bile geçirmediğim bir kadının yaşadığı acılar için... Odamdaki camdan dışarı bakıp hala okuduğum olayların şokunu yaşarken kapının çalmasıyla kendimi toparlayarak gir komutunu verdim. Gelen memurlarımızdan Alperen'di. "Başkomiserim, kuyumcu soygunu vakası ile ilgili yeni gelişmeler var. Bir gelmeniz gerekiyor." Diyen Alperen'i başımla onayladım. Alperen çıktıktan sonraysa masamın üstünde duran bir bardak dolusu suyu tek dikişte içerek kuruyan genzimi ıslattım. Ardından her ne kadar zor da olsa işime odaklanmaya çalıştım... 💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤 20.01.2024 Evet güzel dostlarım, sevgili okurlarım. Bir bölüm daha bitti. Bölümle ilgili düşüncelerinizi merakla bekliyorum. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Zümra ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce yaptığı şey doğru muydu? Peki Mirhan öğrendiklerinden sonra ne gibi bir yol izleyecek sizce? Sağlıcakla ve sevgiyle kalın. Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle...
|
0% |