@papatyahikayeleri
|
Merhaba kıymetli okurlarım. Nasılsınız? Umuyorum ki çok iyisinizdir. Beşinci bölümümüz ile karşınızda olmaktan çok mutluyum. Sizlerde ufacık oylarınız ve yorumlarınız ile beni mutlu edebilirsiniz. Fazla uzatmadan bölüme geçiyorum. Keyifli okumalar🎈 💙BEŞİNCİ BÖLÜM:🖤 "RUHUN YÜKÜ." 💙🖤 *Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler... Melina'dan: Hayat gerçekten de çok acayip bir kısır döngüden ibaretti. Bazıları yaşadığı için ölüyorlardı, yaşıyorlar, hayattan beklentilere giriyor, o beklentilerin bazılarına ulaşıyor bazılarına ise ulaşamayarak, hayırlısı diyerek geçmekle avutuyorlardı kendilerini. En sonundaysa onlar için ayrılan yolun sonuna gelerek ölüyorlardı. Bu yolda bazen üzülüyor, bazen seviniyor, bazen ağlıyor, bazen ise gülüyorlardı. Bazen düşüyor, ama bir şekilde düştükleri yerden kalkmak için de didinip duruyorlardı. Bazıları ise ölmek için yaşıyorlardı. Vücutları cansız bir beden, içindeki ruhsa çürük. Tıpkı benim gibi. Ölmek için yaşayanların en alasıydım ben. Yaşamayı kendime haram biliyor, bir an önce öleceğim, kardeşime, babama ve bebeğime kavuşacağım günün hayali ile yaşıyordum. Onca vebal taşıyan sırtım bükülmüştü. En sevdiklerimin hayatlarını tek günde mahveden ben yaşamayı hak etmiyordum. Bana ayrılan yolun bir an önce uçurumuna ulaşmak istiyordum. O uçuruma ulaşmak ve çürük ruhuma ev sahipliği yapan vücudumu uçurumdan aşağı atmak istiyordum... Gözlerim mutfağımın duvarından astığım saate takıldı. Gece saat bir buçuktu. Nisan sonunda olsak dahi, havalar hala tamamen ısınmamıştı. Zaten ısınsa bile üşümeye her an hazır olan vücudum çoğu zaman yaz aylarında bile üşürdü. Özellikle de son iki yılda... İfade verdiğim günün üstünden iki hafta kadar geçmişti. Bu iki haftada Suna ile tanışmış, Melisa'nın anne ve babasının ayrıldıklarını öğrenmiştim. Doğruyu söylemek gerekirse bu habere oldukça şaşırmıştım. Fakat ayrıntıları ile bilmediğimden dolayı herhangi bir yorum yapma cesaretine sahip değildim. Zira insanoğlunun bu kalleş hayatta neler neler yaşadığının, ne acılara katlandığını çok iyi biliyordum. Hafta sonunu Melisa annesinde kalmıştı, o sebeple Suna anlatmıştı üstü kapalı şekilde durumu bana da. Suna bizimle tanıştıktan sonra neredeyse her sabah uğrar olmuştu pastaneye. Hem beni hem de Nazlı'yı çok sevmiş, bizimle hemencecik kaynaşmıştı. Zaten çok cana yakın ve akıllı bir kız gibi gözüküyordu Suna. Mirhan'la ise bu süreçte ara sıra karşılaşsak da önemli bir şey konuşmuyorduk. Hal hatır, selamlaşma dışında bir tek hırsızlık olayını konuşmuştuk. Fakat garip bir şekilde onun gözlerinde son zamanlarda çok garip ve anlamlı bakışlar yakalıyordum bana karşı. Belki de beynimin bana oynadığı bir oyundu bu durum, bilmiyordum. Üzerimde gri uzun kollu tişört ve eşofmandan oluşan takım vardı. Mutfak masasının arkasında oturuyor, dumanı tüten sert kahvemi yudumluyordum. Yine ve yeniden uyku tutmamıştı beni. Zaten son iki yıldır gün içinde en fazla dört, bilemedin beş saat uyuduğumu biliyorum. Gerisinde ya uyku tutmaz, ya da kabuslar izin vermezdi. Hatta kaç kere uykusuzluğa yenilen vücudum baygınlık geçirmişti, bilmiyordum. Bir altmış sekiz boyunda, altmış üç kilo, balık etli denecek kiloda bir kızdım ben. Sadece son iki yılda on kilo zayıflayarak elli üç kiloya inmiştim. Bunun temel sebepleri iştahsızlık, uykusuzluk, depresif durumumdu. Ama bu durum asla ama asla umurumda olmuyordu. Dedim ya, ölmek için yaşıyordum ben... Yıpranmış ve çürük ruhum, sessizce bir kuytuya çekilerek vücudumda çarpan kalbin duracağı günü bekliyordu. O gün geldiğinde çürük ruhum kanatlarını özgürlüğe açacak, benim gibi iğrenç bir insanın içinde olmaktan kurtulacaktı. Gözlerim dolarken kahvemden koca bir yudum aldım. Gözlerimin dolup boşalmadığı anlar nadirdi zaten. İki yıldır o gözler yaşlı kalmaya alışmışlardı. Bir insanın gözünün yaşının kurumadığının da şahidi olmuştum. Göz çevrem kızarık, göz altlarımsa hafif mor oluyordu hep. Bense bunları umursamadığım için kapatmak için de uğraşmıyordum. Nasılsa hayatın bir anlamı yoktu benim için. Bir tek pastanede uğraştığım zamanlarda zaman hızlı akıp, gidiyordu. Onu da iyi ki Nazlı ile yapmışız diyordum. Yoksa kesinlikle ama kesinlikle yaşayamazdım. Ya intihar ederdim ya da tımarhanelik olurdum. Her şeyin olduğu zor dönemlerimde tutmuştu Nazlı elimden. Oğuz ile boşandıktan sonra bana kalan parayla kendi evlerinden yürüme mesafesiyle yarım saat kadar uzaklıkta olan bu apartman dairesini almamda, taşınmamda yardımcı olmuştu. Sonraysa hem benim kafamın meşgul olması hem de geçimimizi sağlamak adına aşağıdaki dükkanı kiralayarak şirin bir pastaneye dönüştürmüştük. Nazlı'nın da bir tek annesi vardı yanında. Ablası ve ağabeyi Almanya'da yaşıyordu onun. Annesi ise şeker ve tansiyon hastasıydı. Bazen Almanya'ya gider haftalarca kalırdı oğlu ve kızıyla. Ama genellikle Nazlı ile kalmayı tercih ediyordu, kendi vatanında. Yeğenleri vardı Nazlı'nın. Ablası Sevim'in bir kızı bir oğlu vardı, ağabeyi Okan'ın ise iki oğlu. Ben düşüncelerimin arasında dalarak zamanın akmasını beklerken, apartman boşluğundan aniden yükselen karmakarışık seslerle hafifçe irkilmiş, istemsiz olarak oturduğum sandalyeden ayağa kalkmıştım. Soluğu kapının yanında aldığımda seslerin Bozdoğan'ların evinden geldiğini anlamam uzun sürmemişti. Ne olduğunu merak ederek kapıyı açtığımda Melisa'nın yarı baygın şekilde Mirhan'ın kucağında olduğunu, Macide hanım ve Suna'nın ise ağladıklarını görmüştüm. Macide hanım çok kötü gözüküyor, neredeyse bayılacak gibi duruyordu. "Ne oldu?" Daha fazla dayanamayarak terliklerimle dışarı çıkmış, onlara taraf koşmuştum. Beni ilk fark eden Mirhan ve Suna olmuştu. "Melisa zehirlenmiş galiba, tüm gün midesi bulanıyordu ama böyle olacağını bilemedik. Bir anda durmadan kusmaya başladı ve en sonunda da yorgun düşerek bayıldı." Suna telaş ve endişeyle açıklamasını yaparken Mirhan da ayakkabısını giyinmişti. Bense duyduklarımla şok olmuştum. Aman Allah'ım, o daha çok küçüktü. Lütfen kötü bir şey olmasın. Bir kötülüğe daha şahit olmaya dayanamazdım. "Ben de geliyorum oğlum," Macide hanımı Suna tutmasaydı kesinlikle bayılacaktı. "Anne, kötü gözüküyorsun. Sen Suna ile evde kal, ben götüreceğim kızımı." Dediğinde Macide hanım elini alnına vurmuştu. "Yok yok, olmaz öyle şey, inci tanemi yalnız bırakmam." Dediğinde Mirhan onu dinleyecek gibi durmuyordu. "Anne lütfen, yetiştirmem gerekiyor kızımı, bir de senin tansiyon falan çıkacak onunla uğraşmayalım." Dediğinde Suna da abisine hak vermişti. "Ben gelirim sizinle Mirhan, yanınızda olayım bir şey lazım olursa diye." Dediğimde Mirhan'ın bakışları beni bulmuştu. Tam bir şey demek için ağzını açmak istiyordu ki ona engel oldum. "Sen çağır asansörü ben de telefonumu ve evin anahtarını alıp geliyorum." Dedim ve cevap vermesini beklemeden açık bıraktığım kapıdan tekrar içeri girdim. Hızlıca portmantoya bıraktığım anahtarımı ve mutfak masasının üstünde duran telefonumu alarak evden çıktım. Tabii ki terliklerimi çıkararak beyaz spor ayakkabılarımı giyinmeyi ihmal etmemiştim. Mirhan'ın benim için tuttuğu asansöre doğru hızlı adımlarla ilerledim, daha fazla geç kalmamak için. "Melina, bizi habersiz koyma lütfen." Asansörün kapısı kapanmadan hemen önce Suna'nın dediklerini onaylamıştım. Allah'ım sen yardım et diye geçirdim içimden defalarca. Bu esnadaysa gözlerim Mirhan ve Melisa'nın üzerindeydi. Melisa'nın teni sararmış, gözlerinin altı morarmıştı. Çok halsiz ve yorgun duruyordu. Baygındı ve tek bir kirpiği bile kıpırdamıyordu. Mirhan'sa gözlerini kızından ayırmıyordu. Alnından dökülen boncuk boncuk terler, dişlerini birbirine bastırarak sıkması hem endişeli hem de korku dolu olduğunun habercisi gibiydi. Asansör durduğu gibi ben hızlıca önden çıkmış apartmanın giriş kapısını açmıştım. Önden Mirhan ve Melisa geçmiş, hemen arkalarından da ben çıkmıştım dışarı. Bir dakika kadar sürenin sonunda Mirhan'ın siyah renkli, Audi A3 markalı arabasının önüne ulaşmıştık. "Ceketimin cebinden anahtarımı alır mısın Melina?" Aceleci tavırla söylediğinde hiç vakit kaybetmeden onu başımla onayladım ve hemen yanına ulaşarak ceketinin cebindeki arabanın anahtarını aldım. Onun bir şey demesini beklemeden anahtarın düğmesini sıkmış, ardından arka kapısını açarak içeri binmiştim. "Melisa'yı kucağıma bırak." Her ne kadar emir verir gibi söylemek istemesem de şu an bunları düşünecek durumda olmadığımızın farkındaydık ikimiz de. Mirhan da hiç ikiletmeden Melisa'yı sarsmamaya özen göstererek kucağıma bırakmış, ardından hızlıca sürücü koltuğuna kurulmuştu. Yola koyulduğumuzda Mirhan son sürat kullanıyordu arabayı, bense istemsiz olarak Melisa'nın saçlarını okşuyordum. Bir taraftansa hem titriyor, hem de deli gibi korkuyordum. Tüm vücudumu sıkarak durmuştum. Bir kez daha kötü bir şeylere şahitlik etmek istemiyordum. Hem Melisa daha çok küçüktü, hayatının daha başındaydı. Allah'ım ne olur onu bizlere bağışla. "Nasıl oldu bu Mirhan?" Titrek çıkmıştı ses tonum, ağladı ağlayacak gibiydim zaten. "Bilmiyorum, okulda yediği bir şey mi dokundu ne olduysa artık, Suna akşam eve geldiğinde karnı ağrıyormuş, beni aradılar ben de eve geleyim acile gideriz dedim. Fakat çok acil ihbar gelince eve geç gitmek durumunda kaldım. Ben eve girdikten biraz sonra kusmaya başladı sonra da bayıldı." Mirhan anlattıkça gözünden damlayan damlaları arabanın aynasından görmüş, ben de gözyaşlarımı tutamamıştım. "Ona bir şey olursa kendimi asla affetmem. Kızıma bir şey olmasın lütfen." Suçluluk duygusu... bana da hiç de yabancı olmayan o duygu... "Olmayacak, ona bir şey olmayacak." Her ne kadar kendimi sıksam da başarılı olamıyordum. Beynim yine oyunlar oynuyor, beni o güne götürmeye çalışıyordu... on altı temmuza... Fakat böylesi bir günde ben de fenalaşarak Mirhan'a iyice yük olamazdım. O yüzden derin bir nefes alarak içimden ona kadar saymaya başladım. Anda kal Melina, anda kal... Onların sana ihtiyacı var... Onlar için buradasın... Kendin istedin gelmeyi... Sakin ol... Yirmi, bilemedin otuz dakikanın sonunda araba acilin önünde durmuştu. Mirhan hiç beklemeden arabadan inmiş, ardından arka kapıyı da açarak kızını tekrar kucağına almıştı. Hızlıca ben de indiğimde önde ben olmak üzere acilin kapısına doğru koşmaya başladık. "Yardım edin, baygın bir çocuk var." İçeri girdiğim gibi hiç beklemeden bağırdığımda bizi fark eden nöbetçi hemşireler, hasta bakıcılar hemen sedye alarak yanımıza gelmişlerdi. Mirhan dikkatlice Melisa'yı sedyeye yatırdığında sağlık çalışanlarının yardımıyla ilerlemeye başlamıştık. "Ba...ba..." Melisa hafiften gözlerini kırpıştırarak sayıkladığında hemen boşta kalan elini kavradım istemsiz olarak. Mirhan da benimle aynı anda Melisa'nın diğer elini kavradığında kısa bir anlığa dopdolu olan gözlerimiz kesişmişti. "Babasının çiçeği, güzeli. İyi olacaksın canımın içi..." Mirhan'ın titrek çıkan sesi içimde bir şeylerin kırılmasına neden olmuştu. Saniyeler sonra hemşirenin 'bundan sonrasına gelemezsiniz' uyarısı üzerine istemeyerek de olsa Melisa'nın ellerini bırakmış, çöken omuzlarımızla birlikte acilin kapanan kapısının arkasından bakakalmıştık. Mirhan fazlasıyla yorgun olan bedenini bekleme sandalyelerinden birine bıraktığında dağılmış gözüküyordu. Dokunsan hüngür hüngür ağlayacak gibi bir hali vardı. Usulca ona yaklaştım ve yanındaki boşluğa bıraktım ben de vücudumu. Çok zordu, anlatamayacağım kadar zordu... En son iki sene kadar önce babamın iyileşmesini beklemiştim hastane koridorlarında. Fakat o iyileşmemiş, sanki yaşadıklarım azmış gibi bir darbeyi de ondan almıştım, onu kaybederek. Derince iç çektim, beynimi şu an böylesi düşüncelerin istila etmesine izin veremezdim. Şu an en önemli şey Melisa'nın sağlığıydı diye hatırlattım kendime birkaç kere. "İyileşecek Melisa, bu kadar korkma." Dedim, daha çok ne demem gerektiğini bilemeyerek. "O çok akıllı ve güçlü bir kıza benziyor, böyle çabuk pes etmez." Diye devam ettiğimde Mirhan puslu bakışlarıyla bana bakmıştı. Alnında boncuk boncuk olan terler önüne gelen saçlarını ıslatmış, yavaş yavaş aşağı doğru damlamak üzereydi. "İyileşsin, lütfen. Melisa'm olmadan ne yaparım ben?" Alındaki terlere gözyaşları da eşlik ettiğinde istemsiz olarak ona biraz daha yaklaştım. Titreyen ve kendimi kastığım için buz gibi olan elimi farkında bile olmadan kaldırarak önce alnına dökülen ıslak saçlarını geriye itekledim. Mirhan burnunu çekerek beni izlese de, kısa bir an gözlerine bakmış, ardından tekrar saçlarına odaklanmıştım. Saçlarını geriye itekledikten sonra uzun kollu tişörtümün kol kısmını elimin üzerine çektim ve tişörtümün bilek kısmını kaplayan manşetiyle Mirhan'ın alnındaki terleri silmeye başladım. "Kızlar babalarına çok düşkün olurlar, hatta kızların ilk aşkı, kahramanı babaları olur. Melisa ilk aşkını, kahramanını hiç bekletmeden iyileşecek." Hala hafif hareketlerle alnını silmeye devam ederken bir taraftan da onu teselli etmeye çalışıyordum. Aslında söylediğim her şey tamamen içimden geliyordu. Kolum hala alnındayken kısa bir an gözlerimi Mirhan'nın gözlerine düşürdüğümde çok büyük bir derinlikle bana ve yaptığım harekete baktığını fark etmiştim. Ben de niye yaptığımı bilmediğim eyleme son vererek gözlerimi kaçırmış, elimi yavaşça indirmiştim alnından. Dağ gibi gözüken Mirhan'ı bu kadar çaresiz görmeyi istemiyordum galiba. Hem onu en iyi ben anlardım. Çok iyi bilirdim ben en yakınını, canının bir parçasını kaybetmenin acısını, suçluluk duygusunu... benden daha iyi kimse anlayamazdı ki onu. "İyileşecek değil mi? Yine açacak boncuk gözlerini, yine canım babam diyerek sarılacak boynuma." Küçücük bir çocuktu sanki de dudaklarımın arasından dökülecek iki kelama muhtaçtı. "İyileşecek, yine sana sarılacak, seni herkesten, her şeyden daha çok sevecek." Dedim dolan gözlerime inat gülümsemeyi başardığımda. Mirhan ise bir anda ışıldayan gözleriyle gülümsememe bakmıştı. Şu an öyle yoğun duygular içerisindeydim ki, anlatacak, ifade edecek tek bir doğru kelime bulamıyordum. Allah'ım güç ver, dayanma gücü ver bana, kriz falan geçirmeyeyim ne olur, aklıma, düşüncelerime mukayet ol. En önemlisiyse minik Melisa'mıza sağlık ver. Adı aynı olsa da kaderi benzemesin benim cennet kokulu kardeşimin kaderine. Gözümden süzülen yaşlarla dualarımı ettiğimde bir taraftan da kendimi telkin etmeye çalışıyordum. Ahhh... Ahhh... benim cennet kokulum kardeşim, ahh... Yanaklarım ıpıslak olduğunda derin bir iç çekmiştim. Fakat tam o anda hiç beklemediğim bir şey olmuştu. Mirhan çeneme iliştirdiği eliyle önce başımı kendisine taraf çevirmiş, ardından baş parmağıyla gözyaşlarımı silmeye başlamıştı hafif hareketlerle. Benimse yaptığı şeyden dolayı aklım tamamen karışmış, gözyaşlarım durmuştu. "Keder bakışlı, yorgun hareli kadın..." diye mırıldanması ise benim şok olmama neden olan ikinci olaydı. Etrafımda yaşadıklarımı detayı ile bilmeyen iki kişi anlamıştı ilk bakıştan ruhumun yorgunluğunu: Dilber abla ve Leyla. Şimdiyse Mirhan bunun imasını yapıyordu. "Gözlerini çevreleyen kırmızılıkların, morlukların bir sebebi olmalı. Anlatmak ister misin?" Dediğinde hala yanağımda duran elini aşağı indirmişti. Bense bir süre sessizce durduktan başımı onaylamaz gibi sağa sola sallamıştım. Böylesi ağır bir yükü, böylesi zor bir yazgıyı hiç kimseyle paylaşamıyordum ki ben, psikolojik tedaviyi bile bu yüzden istemiyordum. "Belki bir gün anlatırsın..." Fısıltıdan farksız çıkan sesiyle dedikten sonra önüne dönmüş, gözlerini tek bir noktaya dikmişti. Acilin kapısına. Bense içimden sessiz bir belki geçirdim. Belki bir gün anlatırdım... Ardındansa Melisa için dua etmeye devam ettim. Saniyeler dakikaları, dakikalar da saatleri kovalamıştı. Neredeyse bir buçuk saattir bekliyorduk. Mirhan koridorda volta atıyor, yerinde duramıyordu. Elleri sık sık saçlarına ulaşıyor, saçlarını çekiştirerek kendine eziyet ediyordu. Geçen süre zarfında bir kere Suna aramıştı beni, bense kısaca durumu anlatmış, bizim de beklediğimizi söylemiştim. O da annesinin tansiyonun zor indirdiğinden bahsetmişti kısaca. Suna numarasını pastanede vermişti hem bana hem Nazlı'ya hem de Leyla'ya. Böylece başlamıştı daha da yakın olmamız onunla. Ben kendi kendime düşüncelerimin arasında kaybolduğumda bir anda açılan acilin kapısıyla irkilerek ayağa fırlamıştım. Mirhan da benden farksız olduğunda ikimiz de soluğu doktorun karşısında almıştık. "Durumu nasıl doktor bey?" Mirhan'ın titrek bir sesle sorduğu soruyla kaskatı kesilmiştim. Allah'ım ne olur güzel haberler duyalım. "Merak etmeyin, durumu gayet iyi. Gıda zehirlenmesi yaşamış, midesini yıkadık, gerekli serumlar takıldı. Şu an uyuyor. Birazdan normal odaya alınacak. Fakat önlem amaçlı geceyi burada geçirmesinde fayda var. Yarın gastroenteroloji uzmanımız da midesinin durumuna bakar, öyle taburcu ederiz hastamızı." Omuzlarımdan hunharca yük kalkmış gibi hafiflemiştim duyduklarımla. Allah'ım sana şükürler olsun. "Çok şükür Allah'ım, Çok Şükür." Doktor gittikten sonra Mirhan hem gülerek hem de ağlayarak sandalyeye çökmüştü. "Melina, kızım beni bırakmadı." Çocuksu bir heyecanla bana baktığında dolu dolu olan gözlerime inat gülümsedim. "Evet, Melisa ailesini bırakmadı..." dediğimde gözlerimin içine bakan bakışlarında dalgalanma olsa da bunun niye olduğuna anlam verememiştim... Melisa'nın iyi olduğunun haberini aldıktan sonra ben hemen Suna'yı arayarak kısaca durumdan bahsetmiş, onların da rahatlamasını sağlamıştım. Geriye sadece Melisa'nın uyanmasını ve normal odaya alınmasını beklemek kalıyordu. Ben Suna ile konuşurken Mirhan ortadan yok olmuştu. Tam nerede diye bakınmak için hareketlendiğimde koridorda bana doğru gelen Mirhan'ı görerek duraksadım. Elinde iki çay vardı. "Şeker kullanıyor musun?" plastik bardaklarda olan çaylardan birini bana uzatarak sorduğu soruya başımı olumsuz anlamda sallamakla yanıt vermiştim. "Ben de kullanmıyorum," diyerek elinde muhtemelen benim için aldığı paket şekeri hastanedeki taburelerden birinin üstüne bırakmıştı. "Küçüklükten böyle Melisa, midesi çok hassas. En ufak bir değişiklik oldu mu hemen kusmaya başlar." Hafif gülerek konuştuğunda yavaş yavaş yürüyerek bekleme koltuklarına ulaşmış, oturmuştuk. "Annesine benziyor bu konuda," diye sessizce mırıldandığında içim bir acayip olmuştu. "Annesi nerede peki?" Sanki boşanmalarını bilmiyormuşum gibi sormuştum. Nedensizce dökülmüştü dudaklarımın arasından o soru. Zira ne cevap vereceğini merak ediyordum. "Boşandık, yaklaşık üç sene önce." Kısa ve net verdiği cevapla kaşlarım havalanmıştı. Ses tonu duygudan yoksundu. Acaba ne yaşamıştı diye merak ettim. Eski karısından boşanmasını bu kadar duygusuzca ifade edebildiğine göre. "Anladım, geçmiş olsun." Ne diyeceğimi bilmediğimden dolayı kısık sesle mırıldanmıştım. "Sen peki?" Diye sorduğunda kaşlarım çatılmıştı anında. Nasıl yani ben? "Anlamadım?" Gerçekten de anlamamıştım ne sorduğunu. "Gördüğüm kadarıyla yalnız yaşıyorsun galiba, ailen yok mu? Ya da sevgilin, eşin gibisinden? Ya da herhangi bir arkadaş?" İşte cevabından korktuğum o soru... Tüm vücudum anında yay gibi gerildiğinde tek elimde tuttuğum bardağı dağıtmamak için iki elimle kavramıştım sıkı sıkı. "Yani özel değilse cevapla tabii..." Durumumu anlamış olacak ki açıklama yapmasıyla bardağa bakan bakışlarımı ona çevirdim. "Ailemle yaşamıyorum. Eşimse vardı, ama biz de boşandık. Arkadaşım Nazlı var, biliyorsun pastanede birlikte çalışıyoruz. Evi bizim apartmanlara yürüme mesafesinde." Konuyu bir an önce ailem ve eşimden çıkararak Nazlı'ya çekmek istemiştim. Çünkü o konuları konuşmak istemiyordum. "Anladım." Kısa ve net verdiği cevap üzerine bir şey demeyerek sessizleşmeyi tercih ettim. Çünkü mayınlı sorularla dolu bir konuşma şu an isteyeceğim en son şey bile değildi. Mirhan da halimi anlamış olacak ki fazla uzatmamıştı. Yaklaşık yarım saat daha geçtikten sonra hemşire Mirhan'la konuşmuş, Melisa normal odaya alınmıştı. Geldiğimiz hastane özel olduğu için Mirhan özellikle boş bir oda olmasını istemişti. Şu an ise Melisa'nın alındığı odadaydık. "Baba..." kısık çıkan sesiyle yavaş yavaş gözlerini açan Melisa'nın koluna serum takılıydı. Yüzüyse buruş buruş olmuştu. Sesini duyar duymaz Mirhan ile aynı anda oturduğumuz yerlerden fırlamıştık. Odada iki yatak vardı birinde Melisa yatıyordu, diğer boş olanda ise ben oturmuştum. Mirhan ise refakatçi koltuğunda oturmuştu. "Melisa'm, güzel kızım. Nasıl oldun? İyi misin?" Mirhan bir taraftan kızının saçını okşuyor, diğer taraftansa sorularını sıralıyordu. "İyiyim, evet." Yeni uyandığı için sesi hala uyku mahmuru çıkıyordu. Saatse artık sabahın beşi olmuş, neredeyse güneş doğacaktı. "Ben bir hemşireyi çağırayım." Diyerek odadan çıktığımda baba kızı yalnız bırakmıştım. Odadan çıktıktan sonra hemşireye haber vermiştim. Hemşireyle birlikte odaya döndükten sonra hemşire önce biten serumu çıkarmış, ardından Melisa'nın tansiyonunu, ateşini vs kontrol etmişti. Her şeyin normal olduğunu söyledikten sonra odadan çıktığında yine üçümüz kalmıştık. Melisa da artık daha iyi gözüküyordu. "Şimdi anlatma zamanı küçük hanım. Doktor gıda zehirlenmesi dedi. Ne yedin bakayım sen?" Mirhan yalandan kızar gibi yaparak Melisa'nın yatağının yanındaki boşluğa oturduğunda ben de yatağın diğer tarafındaki boşluğa kuruldum istemsiz olarak. Melisa ise babasının dedikleri sonrasında gözlerini kaçırmıştı. Anlaşılan neden bu durumda olduğunu biliyordu. "Anlatacağım ama bana kızmayacaksın babacım," şirin şirin dedikleriyle Mirhan güler gibi olsa da kendini tutmuş, onun yerine kızının alına sıkı bir öpücük kondurmuştu. "Kızmam bir tanem, kızmam. Hadi anlat." En az Mirhan kadar ben de sabırsızdım neler olduğunu öğrenme konusunda. "Şimdi babacım, ben okuldan döndüğümde, servisten indikten sonra canım çok tatlı çekti. Apartmanın karşısındaki sokakta olan küçük büfe gibi yer var ya, oradan en sevdiğim gofretten aldım. Ama iki ısırık falan aldıktan sonra tadı bana kötü geldi. Sonra aklıma geçen hafta öğretmenimin bize uyardığı konu geldi. Ürünlerin son kullanım tarihi. Hatta ben evde o konuyu sana da sormuştum sen de bana tarihlerin, ayların okunmasını da detaylıca anlatmıştın da. Meğerse çikolata ocak ayından sonra yenemezmiş. Üstünde ay kısmına bir rakamı yazılmıştı. İşte sonra ben de çöpe attım geri kalanını, ama az yediğim için bir şey olmaz diye düşündüm. Özür dilerim." Sona doğru mahcup çıkan ses tonu içimin yumuş yumuş olmasına sebep olmuştu. Melisa hem çok akıllı hem de çok tatlı bir kızdı. "Aferin sana Melisa, niye söylemedin babaannene ya da halana? Ya daha kötü şeyler yaşansaydı kızım?" Mirhan kızmıştan daha çok endişe ile konuşuyordu ki çok haklıydı. Allahtan fark ederek tamamını yememişti çikolatanın tamamını. "Düşünemedim ki, özür dilerim. Bir daha olursa hemen haber vereceğim." Melisa'nın gözlerinin dolmasına daha fazla dayanamayarak saçlarını okşadım. "Aşk olsun Melisa, benim pastanem dururken niye gidip başkasından gofret alıyorsun? Bundan sonra canın ne zaman tatlı çekse hemen pastaneme geliyorsun, ya da bizi arıyorsun Leyla ablan, Nazlı ablan, ben hangimiz müsaitsek getiriyoruz sana. Bir daha başka yerden tatlı bir şeyler aldığını görürsem küseceğim sana." Diyerek yapmacıktan kollarımı göğsümde birleştirdiğimde Melisa şokla açılmış boncuk gözleriyle bana bakıyordu. "Hayır küsme ama Melina abla, bir daha hep senden isteyeceğim tatlılarımı." Diyerek bana sarıldığında önce şaşırsam da, sonra ben de ona sarıldım. Saniyeler sonra ayrıldığımızda Melisa arkasına yaslanmıştı. Mirhan ise bizi yüzünde oluşan minik tebessüm ile izliyordu. "Söz mü?" diye sorduğumda hevesle başını aşağı yukarı doğru sallamıştı. "Hadi bakalım, biraz uyuyalım da sonra doktorla görüşür, çıkış işlemlerini yaparız. Saat daha altı, en az üç saatimiz var doktorla görüşmek için," diyen Mirhan'ın ayaklanması ile ben de ayaklanmıştım. "Melina, sen boşta olan yatağa geç." Dediğinde kaşlarım çatıldı. O nerede uyuyacaktı ki? "Sen peki?" Diye sordum hemen ben de. Fakat Mirhan'dan önce Melisa cevaplamıştı beni. "Babam benimle uyusun. Lütfeeennn... Uyursun değil mi baba?" Melisa istekli gözlerle babasına baktığında gülmeden edemedim. Aylar aylar sonra ilk kez içimin bu kadar ferahladığının, bu kadar içten gülümsediğimin şahidi olmuştum. "Tamam başımın en ballı belası." Diyerek kızının saçlarını öpen Mirhan ayakkabılarını çıkararak yatağa uzanmış, Melisa'yı da göğsüne çekmişti. Ben de boş olan yatağa geçtiğimde Mirhan'ın bakışlarını üstümde hissettiğim için başımı hafif bir açıyla oynatarak baba kıza baktım. "İyi uykular," ne diyeceğimi bilemeyerek mırıldandığımda Mirhan'ın dudaklarının kıvrıldığını fark etmiştim. "İyi uykular Melina ablacım," Melisa babasının yerine cevap verdiğinde Mirhan hala bana bakıyordu. Bu garip bakışmayı kesmek için hızlıca gözlerimi kapatmıştım... Sabah uyandığımızda saat dokuz buçuk civarıydı. Melisa'yı doktora gösterdikten sonra çıkış işlemlerini yaparak eve doğru yola koyulmuştuk. Mirhan boş durmayarak hemen arkadaşı olduğunu öğrendiğim Harun'u arayarak olayı kısaca anlatmış ve Melisa'nın çikolatayı aldığı yerin adresini söyleyerek ilgili kurumlara denetim için haber verilmesini istemişti. Doktor da Melisa'nın sindirim sistemini, mide ve bağırsaklarını muayene ettikten sonra aşırı bir sorunun olmadığını, fakat midesinin yeni yıkandığı için birkaç gün yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesi gerektiğini söylemişti. Yolda ben Nazlı'nın niye pastaneye gelmediğimle ilgili yazdığı mesajı yanıtlamış, kısaca durumu anlatarak bugün biraz geç geleceğimi ve detayları pastanede konuşacağımızı söylemiştim. Eve geldiğimizi önceden haber verdiğimiz için Suna ve Macide hanım bizi kapıda karşılamıştı. "Oy oyy, inci tanem, çok korkuttun bizi." Macide hanım torununu görür görmez sımsıkı sarılmış, peş peşe öpücüklerini sıralamıştı yanaklarına. "Halacımm çok şükür iyisin." Diyen taraf da Suna olmuştu. "Ben de artık eve geçeyim. Çok geçmiş olsun hepimize." Diyerek gülümsediğimde bir an önce evime girmek istiyordum. "Çok sağ olasın Melina kızım, akşam yemeğe bekliyorum seni. Mutlaka gel." Diyen kadınla şaşırmadan edememiştim. Aslında içten içe hiç gitmek istemesem de annem yaşlarında olan kadını da geri çevirmek istemiyordum. Hem çok iyi biliyordum Suna ve Melisa ısrar edeceklerdi. "Zahmet vermesem ben size," yine de şansımı denediğimde Macide hanım gülmüştü. "Ne zahmeti kızım, akşama bekliyoruz o kadar." Dediğinde ellerimi eşofmanımın yan tarafına sürtmüştüm. Ne zaman terlediklerini bile bilmiyordum. "Evet Melina abla, lütfen gel..." Tam tahmin ettiğim gibi Melisa ısrar etmişti. "Peki o zaman, akşam görüşürüz." Dedikten sonra hafifçe bizi dinlese de susmayı tercih eden Mirhan'a bakmış, ardından daha fazla durmayarak cebimden anahtarımı çıkarmış ve evimin kapısını açarak içeri girmiştim. İçeri girdiğim anda saatlerdir kasılmanın getirdiği ağırlığa daha fazla dayanamayan vücudumla birlikte yere çökmüş, gözlerimde hazırda bekleyen yaşların süzülmesine izin vermiştim. Hastanede onca zaman geçirmek bana iyi gelmemişti. Tüm bu süreç boyunca sürekli kardeşim, babam, annem, bebeğim, kısaca o gün beynimin bir köşesini hep meşgul etmişti. Daha fazla ne kadar dayanabilecektim bunca vebala, bunca yüke, bunca yaşanmışlığa bilmiyordum. Bildiğim tek şey, bir daha asla ama asla iki sene önceci gibi gülemeyecek, nefes alamayacak, yaşayamayacaktım. Hayat benim için iki yıldır bitmesini beklediğim bir işkenceden farksızdı... 💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤 26.01.2024 Bölüm şimdiye kadar bu kurgum için yazdığım en uzun bölümdü. Nasıldı sizce? Mirhan? Melina? Onlara neler söylemek isterdiniz yazın lütfen. Oylarınız ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Bir sonraki bölüme kadar sağlıcakla kalın. Sizleri seviyorum.💋
|
0% |