@papatyahikayeleri
|
Merhaba gönül dostlarım, kalem arkadaşlarım. Nasılsınız? Taptaze altıncı bölümümüzle sizlerin karşısındayım. Desteğiniz benim için çok kıymetli. Satır aralarına yorumlar yapmayı ve minik oy yıldızımızı parlatmayı unutmayalım lütfen. Keyifle okuyun 🎈
💙ALTINCI BÖLÜM:🖤 "PORTAKAL KOKUSU." 💙🖤 *Bir hayli kırgınım; Kime olduğunu, neden olduğunu bilmeden. Belki hayata, belki kendime, belki de dilimden düşmeyen keşke'lere... (Can Yücel) Melina'dan Orada öylece çökerek ne kadar ağladım bilmiyorum, en sonunda az da olsa rahatladığımı anladığımda ayaklanarak yatak odasına geçmeyi başarmıştım. Vakit kaybetmeden üstümü çıkarmış ve bornozumu alarak banyonun yolunu tutmuştum. Tüm vücudumu hafifletecek nitelikte kısa bir duşun ardından üzerime hızlıca rahat bir şeyler giyinerek saçlarımın suyunu alsın diye bağladığım havluyu bile açma gereksinimi duymayarak kendimi yatağa atmıştım. Zira yirmi dört saatten fazladır uykusuzdum. Her ne kadar hastane odasında uzansam da asla ama asla gözüme uyku girmemiş, saatlerce debelenip durmuştum. Telefonumun saatini üç saat sonraya ayarlayarak uzandığımda gözlerim yorgunlukla anında kapanmıştı... Telefonumun odada yankılanan tiz sesiyle gözlerim benden bağımsız açıldığında saat artık öğlenin üçü olmuştu. Birkaç dakika kendime gelmeye çalışarak gözlerimi kırpıştırdım. Ardından hızlıca yataktan kalkarak ilk iş olarak yatağımı topladım, sonrasında saçlarımdaki havluyu açarak güzelce taradım. Normalde saçlarımı kuruturdum ama üç saat havluyla kalınca kurutmaya gerek kalmamıştı. Hafifçe taradıktan sonra saçlarım dalgalı gibi durmuştu. Islak ıslak toplu şekilde uyuduğum için böyle olmuştu. Daha sonra mutfağa girdim ve neredeyse bir gündür aç olan midemi doyurmak adına hızlıca bir tane çift kaşarlı tost yaptım ve yedim. Üzerine de bir bardak portakal suyu içtikten sonra soluğu banyoda almıştım. İhtiyaçlarımı giderdikten sonra dişlerimi de fırçalamış, giyinmek için tekrar yatak odasının yolunu tutmuştum. Önce pastaneye akşam da direkt Macide hanımlara uğrarım düşüncesiyle kombin yapmaya karar verdim. Biraz düşündükten sonra indigo mavisi, yüksek bel flatolu pantolonumu ve üzerine uzun kollu olmasına rağmen ince sayılacak, beyaz bir gömlek giyindim. Yüzüme yaz kış demeden eksik etmediğim güneş kremimi sürdükten sonra gözlerime de siyah göz kalemi sürmüştüm. Son olarak yoğun portakal çiçeği ve diğer sitrus meyvelerinin hafif koku karışımında olan parfümümü sıkıp evden çıkmak için son işlemleri yapmaya başladım. Portakal çiçeği kokusu sevdası bize annemden geçmişti. Bize derken ben ve Melisa'ma... Annemin yıllarca kullandığı tek parfüm markası vardı. Sürekli o markanın aynı seriyle ürettiği portakal yoğunluklu koku. Sonradan o marka kapansa da biz de benim cennet kokulu kardeşimle başka markanın ona çok benzer yoğun portakal esanslı parfümünü bulmuştuk ki kendimi bildim bileli o kokuyu kullanıyordum. Yine annemden bizlere kalan bir diğer huysa en sevdiğimiz meyvenin de portakal olmasıydı. İçinde portakal olan her şeyi severdik... 💙🖤 "Sonunda geldin Melina ya, çok merak ettik neler oldu diye." Pastaneden içeri girdiğimde saat artık dört olmuştu. İçeride sadece tek masada müşteri vardı. Bir kadın ve iki çocuk börek yiyerek çay içiyorlardı. Nazlı ise daha adımımı atar atmaz soru yağmuruna tutmuştu beni. "Mutfağa geçelim anlatacağım her şeyi." Diyerek mutfak bölümüne geçtiğimde Nazlı da peşimden gelmişti. Fazla detaylara girmeden kısaca olaylardan bahsettiğimde Nazlı önce şaşırmış, sonra Melisa için üzülmüştü. "Allahtan daha ciddi sonuçlara yol açmamış bu olay ya. Çok şükür kurtulmuş kız." Dediğinde ona hak vermemek elde değildi. "Haklısın valla ya, o kadar korktum ki onu da Melisa gibi..." diyerek devamını getiremediğimde boğazımda kocaman bir yumru oluşmuştu anında. "Iıı, sen ne yapacaksın bakayım? Mutfağa gel orada anlatayım dediğinde göre bir şey yapacaksın belli ki." Konuyu değiştirmeyi tercih etmişti Nazlı. Belki de en iyisi buydu, bilmiyordum. Zaten benim için hiç fark etmiyordu. Zira konuşsam da konuşmasam da hiçbir şey aklımdan çıkmıyordu. "Portakallı, cevizli kek yapacağım." Dediğimde kaşları havalanmıştı Nazlı'nın. "İyi de biz ondan satmıyoruz ki, neden onu yapıyorsun?" Haklıydı, o kek benim için çok özel olduğu için neredeyse hiç yapmazdım. O olaydan sonraysa hiç yapmadım. Çünkü o kek hem benim hem de kardeşimin en sevdiği kekti. Çocukluğumuz o keki yiyerek geçmişti. Fakat şimdi nedensizce Melisa için yapmak istemiştim onu. İki yıldır içine çekildiğim o sert kabuktan çok azıcık kırmayı başararak o kekten minik Melisa için yapmak istemiştim. "Onlarla hastaneye giderek yardımcı olduğum için Macide hanım beni akşam yemeğine çağırdı. Ben de Melisa için yapıyorum bu keki." Dedikten sonra gözlerimin hafiften dolduğunu hissetmiştim. Doktor Melisa'ya birkaç gün biraz daha dikkatli olmasını söylemişti ama herhangi bir diyet falan yazmamıştı. Zira Melisa her şey yiyebilirdi ama aşırıya kaçmadan bir de çok baharat kullanmadan o kadar. "İyi yapıyorsun canım benim." Kolumu sıvazlayan Nazlı'ya hafifçe gülümsedim. "Yardım edeyim mi sana?" Dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. "Yok canım. Kendim yapmak istiyorum." Dediğimde anlayışla gülümsedi. "O zaman ben de kasanın başına döneyim. Leyla daha gelmedi, ama birazdan gelecektir, Dilber abla yalnız kaldı içerde." Dediğinde onu başımla onaylayarak bir şey dememeyi tercih etmiştim. Nazlı çıktıktan sonra ben de mutfak önlüğümü giyinerek işe koyuldum. Daha sonra gerekli malzemeleri çıkardım. Öncelikle üç yumurta ve bir buçuk su bardağı toz şekeri geniş bir kabın içine alarak köpürene kadar çırptım. Ardından iki portakalı alarak kabuklarını rendeledikten sonra sularını da sıktım. Sonra karışımın olduğu kaba bir su bardağı süt ve portakalları ekledim. Biraz daha karıştırdıktan sonra bir su bardağı sıvı yağ ve pastanede hazır bulundurduğumuz küçük küçük doğranmış ceviz içinden yarım su bardağı alarak karışıma ekledim. Çok az daha karıştırdıktan sonra iki su bardağı un, bir paket kabartma tozu ve bir paket de vanilya koyarak spatula yardımı ile karıştırmaya devam ettim. Daha sonra önce fırını yüz seksen dereceye getirerek ısınması için çalıştırdım ve yuvarlak kek kalıbını alarak fırça yardımıyla hafifçe yağladım. Otuz dakika kadar piştikten sonra kekim biraz soğudu ve ters çevirerek kaba çıkardım. Üzerine çok hafif pudra şekeri serptikten sonra lezzetli kekim hazırdı. Güzelce keki büyük bir saklama kabının içine alarak ellerimi yıkadım. Ardından pastanemizin lavabo bölümüne geçerek işlerimi hallettim, üstüme ve saçlarıma da hafif çeki düzen verdim. Sonuç olarak insanların evine ilk kez gidiyordum ve depresif ruh halimi onlara yansıtamazdım. Kimse benim ne yaşadığımı bilmiyordu. Banyoda işlerim bittikten sonra tekrar mutfağa girmiş kekimi almıştım. "Ben çıkıyorum hanımlar, kolay gelsin size." Leyla ve Dilber ablaya seslendiğimde Nazlı ortalıkta yoktu. Muhtemelen benden hemen sonra lavaboya girmişti. "Görüşürüz abla," diyen Leyla'dan sonra Dilber abla da benzer şeyler söylemişti. Bense daha fazla vakit kaybetmemek adına davet edildiğim eve doğru ilerlemeye başladım. Apartmana girdikten sonra bu kez asansörü kullanmamış, merdivenleri tercih etmiştim. Bunun ana sebebiyse binada olan her iki asansörün dokuzuncu katta olmasıydı. Bizim bina giriş kat ve dokuz ekstra kattan oluşuyordu. Beklemeye sabrım yoktu. Bir dakika kadar süre içinde merdivenleri çıktıktan sonra Mirhan'ların evinin zilini bastım. Saniyeler sonra Suna gülümseyen yüzü ile açmıştı kapıyı. "Hoş geldin Melina," bana sarıldığında ben de tek kolumla sarıldım ona. Diğer elimde kek vardı çünkü. "Hoş bulduk canım." Dediğimde Suna biraz aralanarak bana terlik çıkarmıştı. "Teşekkürler," dediğimde ayakkabılarımı çıkarmış, terlikleri giyinmiştim. "Ayy, mis gibi portakal koktu, yoksa o kapta olan şey portakallı bir kek mi?" Diye sorduğunda gülümseyerek onaylar biçimde başımı salladım. "Senden de bir şey kaçmıyor," diyerek ona takıldığımda o da gülmüştü. "Kaçmaz tabii, bu arada ağabeyimin en sevdiği kektir portakallı kek. Genelde tatlıyı pek sevmez ama portakallı ve limonlu keklere asla hayır demez." Dediğinde edindiğim bilgiyle kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Hayat bir şeyler planlıyordu ama ne? Önce Melisa'nın isminin tesadüfü, sonra komşu olduğumuzu öğrendiğim adamın çantamı kurtarması, şimdi de ortak kek zevki... Portakallı kek... "A ne güzel tesadüf," dediğimde daha çok ne diyeceğimi bilememiştim. "Kızım niye kapıda konuşuyorsunuz? İçeri girsenize artık," Macide hanım ve Melisa da odadan çıktıklarında Macide hanım, Suna ve Melisa'nın birbirlerine ne kadar da benzediklerine baktım. Tek fark Melisa'nı gözleri siyah bir boncuk gibiyken, Macide hanım, Mirhan ve Suna'nın gözleri koyu kahve idi. "Melina ablaaa," diye koşarak bana sarıldığında boş bulunarak hafifçe sendeledim. Böylesi bir tepkiyi beklemiyordum. Allahtan Suna fark ederek keki düşürmekten son anda kurtararak elimden aldı. "Hoş buldum güzelim," dedim ve ben de ona içten bir şekilde karşılık verdim. "Evimize hoş geldin kızım," Macide hanımla da kısaca sarıldıktan sonra salona geçmiştik. Genellikle koyu gri ve koyu kahve renklerle kombinlenen oturma odası göz yormayan, rahat bir seçimdi bana göre. Salonda iki tekli, bir ikili ve de bir üçlü koltuk vardı. Tekli olanlardan birine geçerek oturdum. "Dün çok ilgilenmişsin bizim kızla, hastane işleriyle, çok sağ olasın tekrar," diyen Macide hanıma gülümsedim. "Ne demek Macide teyze, kim olsa aynı şeyi yapardı." Dediğimde kadın başını olumsuz anlamda salladı. "Valla Melinacım, yapmıyorlar. Bizim dışımızda binada iki ev daha var ama o kargaşada başını çıkarıp da ne oluyor diyen olmadı?" Salona yeni gelerek tekli koltuklardan boş olana oturan Suna'nın direkt konuya dahil olarak dediklerine hak vermeden edemedim. Gerçekten de apartmanda komşuculuk yok denecek kadar azdı, benim biraz pastaneden dolayı insanlarla iletişimim oluyordu ama o da genelde çok samimi olmuyordu. Tek Fatma teyze vardı bir alt katta oturan, yalnız yaşayan bir kadındı, buraya taşındığım ilk zaman tanışmıştım onunla, sonralar da pastanede muhabbetimiz uzayıp gitmişti. Bir tek oğlu vardı Fatma teyzenin ama anlattığına göre şu an hatırlayamadığım yurt dışı ülkelerinden birindeydi birkaç yıldır. "Sen de haklısın, ne diyeyim valla?" Daha çok ne diyeceğimi bilemeyerek verdiğim cevapla konu kapanmıştı. "Sen neden yalnız yaşıyorsun Melina kızım?" diye sorduğunda Macide hanım anında tüm vücudum gerilmişti. "Yani yanlış anlama da, bu devirde, bu ekonomide çok zor böyle yaşamak, o yüzden sordum." Dediğinde tanışma aşamasında olduğumuz için beni merak etmesine hak veriyordum ama ben bunları konuşmaya hazır değildim. "Eşimle boşandık biz, pastanem de burada olduğu için buraya taşınmak durumunda kaldım, zaten arkadaşım Nazlı, pastanede tanışmıştınız. Onun evi buradan aşağıdaki sitedeki apartmanların birinde, o hep yanımda sağ olsun." Konuyu yine bir şekilde geçiştirmek istiyordum. İnşallah daha fazla uzatmazlardı bu konuyu. "Babaanne, Melina ablaya odamızı gösterebilir miyim?" Melisa'nın aniden içeri girmesiyle, Macide hanımın bir şey demek için aralanan dudakları kapanmıştı. Bense içimden kocaman bir oh çektim. Melisa resmen kurtarıcım olmuştu. "Tabii ki inci tanem, göster Melina ablana," Macide hanımın cevabı üzerine Melisa koşarak tam karşıma gelmiş, eliyle elimi kavramıştı. "Hadi gel Melina abla," komutu duyduğum gibi oturduğum tekli koltuktan kalktığımda salondan son duyduğum şey, Suna'nın annesine 'Anne ağabeyim de gelmek üzereymiş, sofrayı kuralım biz de yavaştan' demesi olmuştu. Melisa'nın beni çekiştirerek getirdiği oda geniş bir odaydı. Odada iki yatak vardı biri camın hemen yanında diğeriyse kapı tarafına yakın şekilde. Yatakların yanı başında birer tane komodin bulunuyordu. Onun dışında bir dolap, bir çalışma masası, çalışma masasının hemen üstünde duvara montelenmiş beyaz üç sıra raftan oluşan küçük bir kitaplık ve Melisa'nın olduğunu düşündüğüm kocaman bir puf koltuk vardı. "Şu yatakta ben yatıyorum," camın hemen yanındaki, üstünde pembe çiçekli örtü olan yatağı işaret etmişti Melisa. "Hmmm, peki diğer yatakta kim uyuyor?" diye soru sordum ben de meraklı gözükmeye çalışarak. Sonuç olarak benimle iletişime bu kadar meraklı olan biz kızla konuşmamak haksızlık olurdu. "Orada da babaannem yatıyor." Demişti Melisa bu sefer parmağıyla diğer yatağı işaret ederek. "Bak Melina abla bu da benim annem." Dediğinde bana gösterdiği çerçeveli fotoğrafa baktım. Melisa'nın yatağının yanında duran komodinin üstünde iki çerçeve vardı. Yakınlaşarak çerçeveleri inceledim. Biri Mirhan ve Melisa'nın fotoğrafıydı. Melisa şimdiki halinden küçüktü ve Mirhan'nın boynunda oturarak ayaklarını omuzlarına doğru uzatmıştı. İkisi de gülüyordu. Diğer fotoğraftaysa bir kadınlaydı Melisa. Kadın bir koltukta oturuyordu, Melisa ise ayakta, hemen kadının yanında durmuştu. Kadın koluyla kızına sarılmıştı. Yine ikisi de gülüyordu. Simsiyah hafif dalgalı saçlı olan kadının gözleri de tıpkı saçlarıyla aynı renkti. O an anladım Melisa'nın gözlerinin kime benzediğini. İtiraf etmem gerekiyorduysa annesi alımlı ve güzel bir kadındı. "İsmi ne annenin Melisacım?" Merakıma yenik düştüğümü anladığımda artık soru ağzımdan kuş misali kanatlanıp uçmuştu. "İsmi Zümra, ama babamla annem ayrılar, yani boşandılar." Bunu derken gözlerine yansıyan alışmışlık ve zoraki kabullenme duygusunu iliklerime kadar hissettim. Ne zordu değil mi asla yaşamak istemediğin şeyleri bir gün sanki böyle olması gerekiyormuş gibi kabullenmek? "Annem şu an Arduç amca ile evli. Biliyor musun Melina abla, Arduç amcanın da bir oğlu var benden iki sınıf büyük, ismi Efe. Üvey ağabeyimmiş o benim." Dedikleriyle iyice şaşırmıştım. Melisa'dan büyük olduğuna göre çocuk Zümra'nın değildi. Acaba ne yaşamıştılar ki Zümra kendi ailesi dururken çocuklu bir adamla evlenmeyi kabul etmişti? "Demek bir de ağabeyin varmış, ne güzel. Seviyor musun peki ağabeyini?" Diye sorduğumda Melisa gülümsedi. "Evet, bazen hafta sonu olduğunda onlarla kalıyorum. Bilmediğim ders konularında yardım ediyor, bana küçük prenses diyor, bir sıkıntım olduğunda hemen anlıyor ve soruyor. Ne istersem yapıyor. Bana diyor ki sen benim gerçek kardeşimsin." Böylesi bir cevap duyduğum için çok mutlu olmuştum. Üvey olmalarına rağmen, birbirlerini kıskanmadan, böylesi güzel iletişimlerinin olması çok kıymetli bir şeydi. Bu dünyada bir insan için en değerli varlıktı kardeş... Ah Melisa'm, cennet gözlü, cennet kokulu kardeşim benim, keşke beni bu kadar erken yalnız bırakmasaydın. "Çok güzel, sen de onu seviyorsun değil mi?" Dediğimde Melisa büyük bir hevesle başını olumlu anlamda salladı. "Hadi hanımlar, oda incelemeniz bittiyse yemek hazır." Suna'nın sesi odada duyulduğunda ikimizin de dikkati dağılmıştı. "Babam geldi mi hala?" Odadan çıkmak için hareketlendiğimizde Melisa'sının sorusunu duymuştum. "Geldi bebeğim," diyen Suna ile Melisa memnun bir şekilde gülümsedi. Salondan içeri girdiğimizde sofra tamamen hazırdı. Mirhan ise lacivert kısa kollu tişört ve aynı renk eşofmandan oluşan takımını giymiş koltukların birinde oturuyordu. "Babacımmm," diyerek babasının kucağına koşarak sarılan Melisa ile Mirhan da kocaman gülümseyerek kızına sarılmıştı. "Babasının prensesi," diyerek kızının saçlarına derin bir öpücük kondurmuştu. "Hani bugün işe gitmeyecektin, benimle evde kalacaktın." Kollarını göğsünde birleştiren Melisa ile Mirhan kızının saçlarını okşamıştı. "Harun amcan çağırdı kızım, o gelince hesabını ona sorarsın." Dediği isim benden ifade alan memurun ismi olduğunu anladım. Demek ki çok yakın arkadaştılar. "Suçu Harun oğluma atma da kalkın, yemekler soğudu." Macide hanımın sesiyle herkesin dikkati dağıldığında Mirhan ve Melisa da ayaklanmıştı. "Evimize hoş geldin Melina," hemen karşımda durarak elini sıkmam için uzatan Mirhan'a baktım. Her zamanki gibi çekici duruyordu. İtiraf etmem gerekiyorduysa hayatımda ilk kez bir erkeği çekici buluyordum. "Çok hoş buldum." Diye karşılık vererek elini sıktığımda Mirhan gülümsemişti. Ardından hepimiz sofradaki yerlerimizi almıştık. Macide hanım en başta, Mirhan sağında, Mirhan'nın karşısındaysa ben oturmuştum. Benim yanımda Suna, Suna'nın karşısında yani Mirhan'ın yanında ise Melisa oturmuştu. Sofrayı ise inceledikten sonra oldukça şaşırmıştım. Zira birçok çeşit yemek ve özenli sunum çok uğraştıklarının habercisi olmuştu. Öncelikle herkesin önünde tabak ve tabağın üstünde bir kase dolusu mercimek çorbası vardı. Çorba dışındaysa humus olduğunu tahmin ettiğim meze, patlıcan salatası, zeytinyağlı yaprak sarma, çeşit çeşit turşuların olduğu koca bir tabak, fırında yapıldığını tahmin ettiğim soslu tavuk ve patates vardı. İçecek olarak ayran ve su koymuşlardı. "Ellerinize sağlık çok lezzetli gözüküyorlar ama keşke bu kadar uğraşmasaydınız." Mahçup bir şekilde dediğimde Macide hanım gülümsedi. "Afiyet olsun kızım, bir uğraş falan yok, yemek yapmak benim için uğraş değil, hele senin gibi değerli bir misafir için yapmak." Dediğinde utançla gözlerimi kaçırdım. Uzun zamandır kendimi böyle sıcak aile ortamında hissetmediğimi, böylesi ortamlara ne denli hasret kaldığımı bir kez daha anladım. "Haydi daha fazla soğutmayalım, afiyet olsun." Macide hanımın sözleri üzerine herkes gibi ben de kaşığımı alarak mercimek çorbama daldırdım ve içmeye başladım. Yemek genel birkaç ufak sohbet dışında neredeyse sessiz geçmişti. Tabii ara ara Macide hanımın ısrarlarıma rağmen tabağımı doldurmaları da vardı. Ama her şey o kadar lezzetli olmuştu ki yememek elde değildi. Hele sarma ve patlıcan salatası enfesti. Sessizlik içinde devam eden yemekte bir anda kapının zilinin çalmasıyla büyülü sessizlik bozulmuştu. "Ben bakarım," diyerek ayaklanan kişi Suna olmuştu. Dakikalar sonra Suna ile birlikte salona giren kişiyle gözlerim şaşkınlıktan açılmıştı. "İyi akşamlar," tiz sesiyle konuşan bu kadın Zümra'dan başkası değildi. Üzerindeki mor düz kesim elbisesi ve yaptığı sade makyaj ile bile güzel gözüküyordu. "Anne," diye bağırarak masadan fırlayarak annesine sarılmıştı Melisa. "Annem," Zümra da boyunu kızının boyu ile hizalayarak Melisa'ya sarıldığında burnunu kızının boynuna gömmüş, gözlerini kapatarak derince nefeslenmişti. "Nasıl oldun bebeğim, iyi misin?" Ayrıldıklarında Zümra elleriyle kızının yanaklarını kavramış, öpücükler de bırakmayı ihmal etmemişti. Kızını çok sevdiği her halinden belli olan bu kadını anlayamamıştım bir türlü. Madem kızını bu kadar seviyordu neden boşanmıştılar acaba? Mirhan ihanet etmişti desem, boşandıktan sonra evlenen kişi Zümra olmuştu. Şiddet ve geçimsizlikte pek yüksek olasılık değildi bana göre, zira kızının üstüne bu kadar titreyen Mirhan'ın öyle birisi olduğunu düşünmüyordum. "İyiyim annecim, iyi oldum." Demişti Melisa da annesine. Ardından Zümra ayaklanmış dikkatli bakışlarla masayı ve bizi süzmüştü. Bakışları benim üstümde gereğinden fazlaca oyalandığında rahatsızca yerimde kıpırdanarak istemsiz olarak Mirhan'a baktım. Onun da aynı anda bana bakmasıyla eski karısının beni süzdüğünü fark ettiğini anladım. "Hoş gelmişsin Zümra," daha yeni tanıdığı, bana, Leyla'ya ve Nazlı'ya bile kızım diye hitap eden Macide hanımın gelinine karşı tavrı soğuktu. "Pek hoş gelmedim Macide teyze, demin Melisa ile konuşmasam hastane olaylarından, kızımın zehirlendiğinden beni haberdar etmeyecektiniz. Ya arayarak haber vermeyi çok mu gördünüz bana?" Sertçe konuşan Zümra ile şu an bu masada kendimi fazlalıkmışım gibi hissetmeden edememiştim. Ailevi konular konuşuluyordu ve ben bir yabancıydım. Ama böylesi hararetli bir ortam varken ben gideyim diyerek ilgiyi üzerime de çekmek istemiyordum. "O telaşla inan aklımıza gelmedi Zümra, zaten daha bugün geldiler hastaneden." Açıklama yapmaya çalışan Suna ile Zümra'nın kaşları iyice çatılmıştı. "Yoo, burada yemekler yapıp, sofralar kurduğunuza göre, o kadar da telaşlı değilmişsiniz." Sert sözleri bir ok misaliydi. Fakat onu da az çok anlıyordum. Kızı hastanelik olmuş, neredeyse büyük bir facianın eşiğinden dönmüştü ama bunu en son annesi öğrenmişti. Mirhan ise Zümra'nın son sözlerinden sonra ok misali fırlamıştı oturduğu sandalyeden. "Biz seninle en iyisi benim odamda konuşalım Zümra," dişlerinin arasından konuşan Mirhan'ı ilk kez bu kadar sinirli gördüğümü fark ettim. "Konuşalım madem," diyen Zümra ile ikili salondan çıkmıştı... Onlar salondan çıktıktan sonra yaklaşık yarım saat geçmişti, bu arada biz Suna ile sofrayı toplamıştık. Macide hanıma müsaade etmemiştik. Çünkü Zümra'nın gelişi ile her ne kadar gizlemeye çalışsa da morali bozulmuştu. Sonrasındaysa çay ve keki hazırlamaya başladık. Suna çayı koyduktan sonra telefonu çalınca özür dileyerek odasına gitmişti. Bense şu an Suna'nın çıkardığı tabaklara keki dilimleyerek diziyordum. Keki dilimlerlerken mutfağa doğru gelen adım sesleriyle dikkatim dağıldı. İçeri giren Zümra'dan başkası değildi. "Su almak için gelmiştim," bana göz devirerek yaptığı açıklama ile kaşlarım istemsiz olarak çatıldı. Birincisi burası benim evim olmadığı için ne için geldiği beni ilgilendirmiyordu. İkincisi ortalıkta hiçbir sebep yokken niye gözlerini deviriyordu. O yüzden cevap vermeyerek yarım ağız gülümsedim. "Sormadan edemeyeceğim, Mirhan'ın sevgilisi falan mısın?" Resmiyeti falan takmadan bir anda aşırı mahrem bir soru sormasıyla gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Fakat ses tonundaki garip tını dikkatimden kaçmamıştı. Kıskanmış mıydı eski kocasını? Hem de başka birisiyle evli olduğu halde. Bu kadını kesinlikle anlayamamıştım. "Ne münasebet ya, karşı evde oturuyorum ben, komşuyuz. Ayrıca böyle bir soru sormanız doğru değil," Aslında açıklama yapmayı hiç istemiyordum ama Mirhan'a salak saçma imalar yapmaması için konuşmuştum. "Melisa senin de hastanede kaldığını söyleyince..."iğneleyici tonlamasında olan sözlerine devam etmesine izin vermeyen şey olmuştu. "Zümra, ne oldu? İçmedin mi suyunu?" Mirhan çatılı kaşlarının altından eski karısını süzerek yanımıza yaklaştığında Zümra gözlerini kaçırdı. "İçtim, gideyim artık ben." Diye mırıldandığında içimden oh çektim. Akşam yemeğimizi mahvetmişti resmen. Bir de saçma salak imalar yapıyordu. "Ooo, iki dakika arkadaşımla konuşmaya gittim, herkes mutfağa toplanmış." Suna'nın da gelişiyle mutfak iyice kalabalıklaşmıştı. "Ben gideyim artık, iyi geceler hepinize." Diyen Zümra'nın sesi kesinlikle az önce benimle konuştuğunda olduğu gibi değildi. Şu an kedi gibi miyavlıyordu. Acaba Mirhan'ın dediklerini duymasından mı endişelenmişti? "Ben seni yolcu edeyim," diyen Suna ile ikili mutfaktan çıkmıştı. "Ne diyordu sana?" Mirhan'ın hafif sinirli olan sesine şaşırmadan edemedim. "Melisa hastaneye benim de gittiğimi annesine söylemiş, o da teşekkür ediyordu." Aklıma gelen ilk şeyi söylediğimde Mirhan'ın tek kaşı havalanmıştı. Her ne kadar yalan söylemek istemesem dahi, eski karısını ona ispiyonlamak gibi bir izlenim de vermek istememiştim. Sonuç olarak onlar eskiden evliydiler ve bir kızları vardı. Neden ayrıldıklarını ise detaylı şekilde bilmiyordum. "Hmm...anladım," ses tonu inanmadığını belli etse de uzatmamayı tercih etmişti. Ardından Mirhan birkaç adım daha bana yaklaşarak neredeyse dibime kadar girdi ve önümdeki, daha dakikalar önce doğradığım kek dilimlerinden birini aldı. O kadar yakındık ki kokusu buram buram burnuma çarpıyordu. Nefes alış verişlerini bile hissettiğim için garip bir heyecanla sarmalandı vücudum. Şaşkınlıktan put gibi kesilmiş, tepki verememiştim. Kekten kocaman bir ısırık alarak yediğinde gözlerini kapatarak birkaç küçük ses çıkarmıştı güzel olduğunu söyler gibi. Tepkisiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Yakınlığımız ise elle tutulur cinsten idi. Kalp ritimlerimin neden yavaştan hızlandığını anlayamıyordum. "Portakal kokusu..., çok güzel..." gerçekten de kokuyu soluyormuş gibi derince nefeslenerek dediğinde rüyadan uyanıyormuş gibi hafifçe irkildim. Onun ise ses tonu hem büyülü hem de soru sorar nitelikte olduğu için cevap verme gereksinimi duymuştum. "Şey, evet kek portakallı," diye gevelediğimde onun dudağı kıvrılmıştı. "Senden gelen kokuyu diyorum, portakal kokusu..." verdiği cevapla kaşlarım şaşkınlıkla havalandı... Böylesi bir cümleyi ondan duymayı hiç ama hiç beklemiyordum... 02.02.2024 Bir bölüm daha bitmiş durumda. Buram buram portakal kokulu bölümümüz için düşüncelerinizi alayım? Sizce Zümra kıskandı mı? Peki ya Mirhan'ın son yaptığı atağa ne demeli? Yürümeden koşmayı öğrenecek yiğidim hahaha :))) Oy ve yorumlarınızla bölümü taçlandırsanız çok mutlu olurum. Sağlıkla, sevgiyle kalın 💚
|
0% |