@papatyahikayeleri
|
İyi günler çok kıymetli okurlarım Nasılsınız? İyi olmanızı diliyorum. Bugün yedinci bölümle karşınızdayım. Çok severek, büyük umutlar ve heveslerle kaleme aldığım bu kurgum için desteklerinizi bekliyorum. Lütfen değerli oylarınızı ve yorumlarınızı hikayemizden esirgemeyin. Fazla uzatmadan bölüme geçeyim. Keyifli okumalar 🎈
💙YEDİNCİ BÖLÜM:🖤 "YEİS." 💙🖤 *Tanrı'nın size verdiği insanları sevin, çünkü bir gün onları geri alacaktır... Melina'dan Fırından çıkardığım taptaze simitlerin kokusunu içime çektim. Misler gibi kokuyordu yine. Her seferinde, aynı tarifle, aynı içtenlikle yapmama rağmen kokusu hep sanki ilk kez yapıyormuşum gibi hoşuma gidiyordu. Günlerden pazardı, aylardan mayıs... Mirhan'ların evinde olan yemekten sonra tam iki hafta geçmişti. Geçen bu süreçte annemi ziyaret etmiştim. Durumunda pek bir değişiklik yoktu. Bu iyi bir haber miydi yoksa kötü mü bilmiyordum. Onun dışında Mirhan'ın karısıyla olan konuşmamız da aklımın bir köşesini hep meşgul etmişti. Kocasını kıskanmış mıydı? Yoksa yersiz bir hırs rüzgarına mı kapılmıştı anlam verememiştim. "Leyla, güzelim bir mutfağa gelir misin?" Koridora doğru çıkarak Leyla'ya seslenmiş, ardından tekrar mutfağa geri dönmüştüm. Bugün pazar olduğu için sabahın yedisinden gelmiştim pastaneye. Taze poğaçalar, simitler yapmıştım. Ama genelde pastaneyi Dilber abla açar ön temizliği yapar, sonra Nazlı gelirdi. En son ben gelirdim, fakat pazar günleri en kalabalık günümüz olduğu için hepimiz ekstra tempolu çalışıyorduk. "Geldim abla," diyerek içeri girmişti Leyla. Kumral saçları omuzlarına kadar olan, ela gözleriyse çok güzel olan alımlı bir kızdı Leyla. Gastronomi bölümü öğrencisiydi. "Şu simitleri yeni çıkardım, götür içeri." Cümlem bittiği gibi sildiğim masa bezini bırakarak başımı kaldırdım ve Leyla'ya baktım. Fakat yüzünde fark ettiğim gariplikle kaşlarım çatılmıştı. "Neyin var senin? Bir şey mi oldu? Günlerdir ağlamış gibisin." Dediğimde Leyla gözlerini kaçırmıştı. "İyiyim abla, yorgunluktan herhalde." Mırıldandığında bir şeylerin ters gittiğinden emin olmuştum artık. "Leylaa, emin misin?" Dedim ben de inanmadığımı belli ederek. "Sınavlara da az kaldı ya abla, o yüzdendir. Merak etme sen." Dediğinde paylaşmak istemediğini anlayarak fazla üstüne gitmemeye karar verdim. "Öyle diyorsan öyle olsun, ama ne zaman bir sıkıntın, derdin olursa buradayım, unutma olur mu?" Dedim en içten şekilde. Gerçekten de bir şeylerin ters gittiğinden emindim artık. "İyi ki varsın abla, teşekkür ederim." Diye mırıldandıktan sonra simit dolu tepsiyi de kavrayarak mutfaktan çıkmıştı. Leyla mutfaktan çıktıktan sonra ben de dün akşamdan hazırladığım, bugün yapmam gerekenler listesine baktım. Listede ekler de vardı. Pastanemizde en çok sattığımız tatlı çeşitleri arasında ekler de vardı. Genel olarak pastanede hepimiz her işi yaptığımız için gün içinde ben tezgaha geçtiğimde Nazlı ve Dilber abla mutfağa girecekti. Onlar iki kişi girdikleri için daha çok çeşit yapıyorlardı, fakat ben genelde mutfakta yalnız olmayı sevdiğim için iş bölümünü de böyle yapmıştık. Leyla ise genelde vitrin ve kasada duruyordu. Hepimiz için pastane işten daha çok evi gibi olduğu için Dilber abla dışında izin günü belirli olan yoktu. Cumartesi günlerini izin günü olarak kullanıyordu Dilber abla. Biz ise Nazlı ile çok önemli işlerimiz olmadığı takdirde hep buradaydık. Leyla'nın çalışma saatleri derslerine göre ayarlanıyordu. Her zaman olduğu gibi işe malzemelerimi çıkarmakla başladım. Un, süt, yumurta, şeker, nişasta, yağ, vanilya, kabartma tozu ve eklerin üzerini yapmak için çikolata çıkardım. Ardından her daim düzeni kurulu duran mikseri ve malzemeleri çırpmak için kab da ayarlayarak işe koyuldum. Belirli bir süre sonra yaptığım eklerler hazırdı. Tatlı olarak ekleri pek sevmesem de şu an mutfağı dolduran taze ekler kokusu insanın içini gıcırdatıyordu. Eklerleri de güzelce vitrine götürmek için tepsiye yerleştirdikten sonra ellerimi yıkayarak kuruladım. Telefonumu elime alarak saate baktığımda saatin on bire geldiğini gördüm. Tepsi dolusu ekleri alarak mutfaktan çıktığımda masmavi gözleri ve altın sarısı doğal saçlarıyla görüş alanıma ilk giren kişi Nazlı olmuştu. Nazlı'nın anneannesi Ukrayna'lı idi ve Nazlı saçlarının ve gözlerinin rengini ondan almıştı. Kısaca güzelliği genetikti. Pastanedeyse Leyla'nın ilgilendiği üç kişilik bir sıra vardı. Kahvaltı menülerimiz de olduğu için cam taraftaki masada bir kişi tek kişilik kahvaltı tabağı menüsü ile kahvaltı yapıyordu. Toplam on masa ve etrafında olan sandalyeler vardı pastanemizde. "Yine misler gibi koktu, baklava çeşitlerimiz de azaldı, öğleden sonra Dilber ablayla gireceğiz mutfağa." Dediğinde onu onayladım. "Kolay gelsin şimdiden," dediğimde eklerleri dizmeye başlamıştım bile. Yarım saatin sonunda kahvaltısını bitiren kişi hesabı isteyince götürmüş, ardından o çıkınca da tepsi yardımıyla sofrayı toplamıştım. En son masayı bir güzel sildikten sonra vitrinin arkasına geçmiştim. Saat yaklaşık on bir buçuk olmuştu ve şu anlık tek tek tatlı, poğaça, simit almaya gelen müşteriler dışında kalabalık değildi pastane. Fakat bir anda otomatik kapımızın açılması ve Suna, Mirhan ve Harun'un aralarında bir şeyler konuşarak, hatta gülerek içeri girdiklerini gördüğümde şaşırmadan edememiştim. Bakışlarımı hemen yanımda duran Nazlı'ya çevirdiğimde o da anlık olarak bana bakmıştı. "Günaydın, kızlarım." Civciv misali neşeli çıkan sesiyle ortamı yumuşatan Suna'ya hafifçe gülümsemiştik. "Günaydın faslını geçsek de sana da günaydın," diyen Leyla ile Suna hafifçe gözlerini devirir gibi yapmıştı. Yaşları yakın olan Suna ve Leyla çok iyi anlaşmıştı. Hatta Suna geçen ben, Leyla, Nazlı ve kendisinin olduğu bir whatsapp grubu kurmuştu. Grup üzerinden aşırı sık olmasa da belirli konular dönüyordu. "Pazar günü bugün, o yüzden hala günaydın." Diyen Suna'nın kendini haklı çıkarma cabası komik olsa da tatlıydı. Bakışlarımı çevirerek Mirhan'a baktığımda onun gözlerinin zaten benim üstümde olduğunu görmüştüm. Aklıma istemsiz olarak onların mutfağında yaşadıklarımız geldiğinde ısınan yanaklarımla birlikte gözlerimi kaçırmam kaçınılmaz son olmuştu benim için. Tanrım, neden öyle dikkatle bakıyordu ki bana bu adam? "Tanıştırayım sizi bu Harun, ağabeyimin en yakın arkadaşı, aynı zamanda da emniyet müdürlüğünde birlikte görev yapıyorlar." Diyen Suna ile bu sefer bakışlarımın hedefine Harun'u almıştım ama bu şimdi de dikkatimi çeken şey Harun'un far görmüş tavşan misali kitlenerek Nazlı'ya bakması olmuştu. Nazlı gerçekten de güzelliği ile herkesin dikkatini çekebilecek bir kızdı ama Harun'un daha ilk dakikadan böyle etkilenmesine içten içe gülmüştüm. "Harun abi, bunlar da Melina, Nazlı ve Leyla." Diyen Suna'nın ardından Harun sıkmamız için elini uzatmıştı ama bilin bakalım ilk kime uzatmıştı elini(!) "Memnun oldum," Nazlı bir ona uzatılan ele, bir de pür dikkat onu izleyen bakışlara bakarak şaşkınlığını belli etmemeye çalışsa da kaç senelik arkadaşı olarak tabii ki de anlamıştım. "Ben de memnun oldum," sonunda ona uzatılan eli sıkmayı başaran arkadaşımdan sonra biz de Harun ile el sıkışmıştık. "Tanışma faslı bittiğine göre şimdi asıl konumuza gelelim," diyen taraf Suna olmuştu. Bense asıl konu ne diye düşünmeden edememiştim. "Şimdi şöyle, sabah Harun abiyle kahvaltı yapıyorduk, sonra bir iddiaya girdik. İddiaya göre kaybeden diğerlerine tatlı ısmarlayacaktı. Şimdi pastacı hanımlarımız bize en pahalı tatlılarınızdan önerin de Harun abinin pamuk ellerini ceplerine sokalım." Diyerek gülen Suna ile kaybeden tarafın Harun olduğunu da anlamıştık. "Beni tatlı ile mi korkutuyorsun küçük hanım?" diyen Harun ile Suna daha çok gülmüştü. "Memur maaşını harcatayım sana da gör gününü," Suna gerçekten de iflah olmaz bakışlarla gülüyordu. "O zaman siz oturun şöyle, ben de en mükemmel tatlılarımdan getireyim size." Dedim ben de oyunlarına dahil olarak güldüğümde. "Size de tabak koy Melina, hep birlikte oturalım, hem biraz kaynaşırız." Diyen Suna ile Nazlı'ya bakmıştım. Ne tesadüf ise Harun da Nazlı'ya bakıyordu. "Evet evet, bence de kaynaşalım biraz." Diyen Harun ile gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, fakat Nazlı'nın garip bakışları altında saçmaladığını fark eden Harun elini ensesine atarak saçlarını karıştırmıştı. "Yani arkadaşlıklar kurmak iyi bir şey değil mi?" Sıçmak üstüne de sıvamak tabirini şu an harfiyen uygulayan Harun'a Mirhan da gülmüştü. Demek ki durumu tek anlayan ben değildim. "Devremcim sus ve geç otur da arkadaşlıklarımız başlamadan bitmesin, siz de hanımlar eğer zamanınız varsa memnun oluruz iddiamıza ortak olmanızdan," doğrudan gözlerimin içine bakarak konuşan Mirhan bir anda göz kırparak kalbimi hoplattığında gözlerimi şaşkınlıkla açmıştım. Bu adam neden sürekli devrelerimi yakıyordu ki? "İddianıza ortağız o zaman biz de ," ben de meydan okur gibi dedikten sonra aynı onun gibi göz kırptığımda Mirhan'ın böyle bir tepkiyi beklemediği aşikardı. Zira şaşkınlıktan havalan kaşları bunun habercisiydi. İşte böyle şaşırırsın Mirhan efendi. Ardından onlar elimle gösterdiğim masaya oturduklarında Leyla'ya oraya ekstra sandalyeler koymasını söyleyerek Nazlı ve ben mutfak bölümüne geçmiştik. "Birileri senden fena etkilendi haaa," bir taraftan servis için tabak, çatal, çay bardağı ayarlarken bir taraftan da Nazlı'ya takılmadan duramıyordum. "Melinaaa," diye uyarıcı ses tonuyla konuştuğunda Harun'un ona yürüdüğünü anladığını anlamıştım. "Kıvırcık saçlı hem, kıvırcıklar tatlı olur derler." Diye devam ettiğimde Nazlı gözlerini devirmişti. Harun simsiyah kıvırcık saçları, esmer teni ve kahve gözleriyle gerçekten de tatlı bir çocuktu. "Bu konuları konuşmaktan hoşlanmadığımı biliyorsun Melina," dediğinde iç çektim. Biz üniversitede okuduğumuz yıllarda Nazlı ve yine bizim sınıftan olan Ahmet isimli bir çocuk bir sene kadar çok güzel bir ilişki yaşadılar. Fakat sonradan öğrendik meğerse Ahmet Nazlı dışında farklı bir kızla daha ilişki yaşıyormuş, hatta Nazlı'dan farklı olarak o kızla işi cinselliğe kadar taşımışlardı. İşte o olaylardan sonra Nazlı bir daha asla ama asla hayatına kimseyi almadı. Erkeklere olan güveni tamamen sarsılmıştı. "Tamam, tamam, kızma hemen..." diyerek şirinlik yaptığımda ortamı yumuşatmayı başarmıştım. Sonuç olarak Nazlı'nın yaşadığı aldatılma duygusu da kolay bir şey değildi. Ona hak veriyordum... On beş dakika kadar sonra masayı ayarlamış, herkese çay, ekler, baklava, çikolatalı kurabiye gibi tatlılarımızdan ısmarlamıştık. Masada Mirhan, Harun, Suna, Nazlı ve ben oturmuştuk. Leyla Dilber ablayı yalnız bırakmamak ve ara ara gelen müşterilerle ilgilenmek için, ısrarlarımıza rağmen oturmamıştı. "Bu kurabiyeler enfes olmuş, kimin el lezzeti bunlar acaba?" Suna'nın sorusuyla gülümseyerek Nazlı'ya bakmıştım. "Kurabiyeler Nazlı'nın, eklerler benim, baklava Nazlı ve Dilber abla ortak." Diyerek açıklama yaptığımda Suna başıyla onaylamıştı beni. "Valla kızlar ikinizin de eli çok lezzetli, hele Melina geçen yaptığın portakallı kek bir başka güzeldi." Diyen Suna ile gözlerimin önüne yine Mirhan ile mutfakta yaşadıklarımız gelmişti. Bakışlarımı Mirhan'a çevirdiğimde onun da bana baktığını gördüm. Garip bir şekilde ne zaman ona baksam, onu da bana bakarken buluyordum. "Hele abim, neredeyse hepsini o yedi." Diyerek abisine takılan Suna ile Mirhan'ın dudakları kıvrılmıştı. "Beğenmenize sevindim," ne diyeceğimi bilemediğimden dolayı mırıldandığımda gözlerimi de kaçırmıştım. Neden bir anda bu kadar gerilmiştim, bilmiyordum. "Yine yaparsın da, mis gibi portakal kokusunu soluruz." İmalı imalı konuşan Mirhan ile gözlerim anında şaşkınlıktan açılmıştı. Portakal kokusu... o güne atıf yapıyordu. "Şey... yaparım tabii ki," dudaklarımı birbirine bastırdım. Pastane çok mu sıcak olmuştu bir anda? Suna ve Nazlı'nın imalı bakışlarını görmezden gelmeye çalışıyordum. Offf, ikimizi de rezil ettiğinden haberi var mıydı acaba Mirhan beyin? Dakikalar birbirini kovalarken biz havadan sudan konuşmaya devam ediyorduk. "Hadi gelin birbirimizi yakından tanımak için oyun oynayalım." Diyen Suna'ya garip bakışlarla baktım. Oyun oynayacak yaşları çoktan geçtiğimizden haberi var mıydı acaba bu kızın? "Abicim lise kantininde oturan ergenler miyiz biz?" Mirhan'ın haklı isyanı ile Suna gözlerini devirmişti. "Ya ergenlikle ne ilgisi var bunun abi? Ben ortaya sorular atacağım herkes de cevaplayacak, böylece muhabbet de etmiş olacağız." Diyen Suna ile gerilmeden edemedim. Kim bilir ne sorular dönecekti şimdi burada. "Hadi oynayalım, bence de güzel fikir. Kedi olalı bir fare yakaladın küçük hanım," Harun'un da Suna'ya destek çıkmasıyla Suna gülerek sandalyesine yaslandı. "Sen sanki sürekli bir şeyler başarıyorsun Harun abicim, önce kendine bak sonra bana laf sok lütfen." Cevabı yapıştıran Suna ile Harun kızaran suratı ile anında Nazlı'ya bakmıştı. Bense gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Çok konuşma da ilk soruyu sor abicim," dişlerinin arasından konuşan Harun ile Suna sırıtmıştı. "İlk soracağım soru biraz basit o yüzden ben üç dediğimde herkes aynı anda cevaplasın." Diyen Suna'yı onaylamıştık hepimiz. "En sevdiğiniz renk? Bir, iki, üç..." soruyu duyar duymaz herkes aynı anda konuştu. "Lacivert," diyen Harun, "Mor," diyen Nazlı, "Mavi," diyen Suna, "Yeşil," diyen ise ben ve Mirhan olmuştuk. O direkt benim gözlerimin içine bakarak yeşil demişti. Sanki gözlerimin rengine gönderme yapıyormuş gibi, ya da ben artık kafayı sıyırdığım için öyle algılamıştım. Kekten sonra bir de bu renk konusu çıkmıştı ortaya. Zaten karışık olan kafam iyice karman çorman oluyordu. "Abicim," şaşkın bir nidayla abisine bakan Suna ile hepimiz ikiliye odaklanmıştık. "Senin en sevdiğin renk siyah değil miydi?" Diyen Suna ile tahminimin doğruluk payının yükselmesi ile dişlerimi alt dudağıma geçirerek sertçe ısırdım. "Siyahı da severim canım kardeşim ama en sevdiğim renk yeşil," dişlerinin arasından konuşan Mirhan kaçamak bakışlarla bana da bakmayı ihmal etmediğinde şu an ne yaşadığımızı sorgularken bulmuştum kendimi. Tanrının bir planlar kurduğun belli ama Mirhan da yardım ve yataklık etmekten çok mutlu anlaşılan. Düşüncelerimin iyice sapıttığını anlayarak başımı olumsuz anlamda sallayarak, saçma salak düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştım. "O zaman ikinci soruya geçelim, herkes en sevdiği şiirden biraz söyleyecek. İlk olarak Nazlı, senden başlayalım." Diyen Suna ile ben de sevdiğim şiiri düşünmeye başladım. Nazlı da biraz düşündükten sonra dudaklarını konuşmak için aralamıştı. "En sevdiğim şiir Cahit Zarifoğlu'nın 'Anılar Defterinde Gül Yaprağı' şiiri... 'Anılar defterinde Gül Yaprağı... "Vaay, çok güzel bir şiir gerçekten de, Harun abicim sıra sende," diyen Suna ile bu sefer dikkatimizi Harun'a yöneltmiştik. "Benim en sevdiğim şair Özdemir Asaf, onun tüm şiirlerini çok severim, ama en sevdiğimi söyleyeyim 'Seni bulmaktan önce aramak isterim. Yine çok güzel bir şiir... "Özdemir Asaf benim de en sevdiğim şair, ben de en sevdiğim şiirini söyleyeceğim, Lavinia... bence çok ince ve güzel bir şiir..." diyen Suna olmuştu. 'Sana gitme demeyeceğim, Gerçekten de çok incelik ve büyük ustalıkla kaleme alınmış bir şiirdi Lavinia... "Melinacım, sıra sende, söyle bakalım en sevdiğin şiiri..." diyen Suna ile dolan gözlerim ile gülümsedim... "Benim en sevdiğim şiir Sabahattin Ali, Çocuklar Gibi... Bu şiirin anısı çok özel benim için. Babam gençliğinde hep bu şiiri okurmuş anneme..." Nedensizce söylemek istemiştim bunları, iki yıla yakındır kabuğuna çekilen ruhum artık yavaş yavaş çözülmek istiyordu belki de, bilmiyordum. 'Başını göğsüme sakla sevgilim Şiirin sadece en sevdiğim son kısmını söylemiştim. Söylemem bittiğinde sağ gözümden düşen tek damlaya engel olamamıştım. Nazlı ise dizimin üstüne koyduğum elimi kavrayarak sertçe sıkmıştı buradayım demek istiyormuş gibi. Ben de onun elini sıktım, gözlerinin içine bakarak derince iç çektim. Fakat hemen de kendimi toparlamayı başararak gülümsedim, bu güzel ortamı dağıtamazdım. "Baban çok zevkli adammış gerçekten de, evettt son olarak abicim sıra sende..." Mirhan Suna'nın sesini duyar duymaz bakışlarını bana çevirmişti. Gözlerini gözlerime kenetlediğinde bakışlarımı kaçırmamak için kendimi telkin ediyordum. "Seviyorum Seni..." Doğrudan gözlerimin içine bakarak söylediğinde sertçe yutkunmuştum. Aman Tanrım... masadaki herkes Mirhan'a ve Mirhan'ın pür dikkat izlediği bana bakıyordu. Her ne kadar diretsem de gözlerimi kaçırmadan edememiştim. Neden böyle bir hamle yapmıştı ki şimdi? "En sevdiğim şiir, Nazım Hikmet- Seviyorum Seni..." ekleyen adamla kuruyan genzimi ıslatmak adına sertçe yutkundum. Adam iki dakikada iflahımı kurutmuştu. Aslında aşağı yukarı şiirle ilgili söylediğini tahmin etmiştim o iki kelimeyi, fakat doğrudan gözlerimin içine bakarak aheste bir yavaşlıkla söylediği için sudan çıkmış balık durumuna düşüvermiştim saniyeler içinde. Bu kadar etkilenmem normal miydi acaba? 'Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Mirhan şiirin tamamını en içten bir şekilde söylediğinde şaşırmadan edememiştim. Bu kadar ince ruhla söyleyeceğini hiç tahmin edemezdim. Söylerken ise gözlerini bir an olsun bile gözlerimden ayırmamıştı. "Vaayyy, devrem sen de gizli romantiklerdenmişsin haberimiz yok," diyerek arkadaşına laf sokmalı tarzda takılan Harun ile duygu yüklü ortam az da olsa hafifledi. Gerçekten de şiirler dünyası insanı çok başka türlü etkiliyordu. Her şiir bir yaşanmışlığı, bir sevdayı, bir acıyı anlatıyordu sanki. Her şiir birer anı, birer hatıra gibiydi. Bazıları acı, bazıları tatlı anılar... "Haberinin olmasına gerek yoktu devrem, o yüzden bilmiyorsundur," diyen Mirhan ile Suna ve Nazlı da gülmüştü. Harun ise bir şey demeyerek Mirhan'a alttan yukarı ters bir bakış fırlatmakla yetindi. "Eee sıradaki sorumuz ne bakalım Suna hanım?" Nazlı'nın sorusu üzerine Suna haince güldü. "Şimdiki sorum seçmeli olacak. Size seçenekler sunacağım ve siz de onlardan birini seçeceksiniz." Kulağa ilginç geliyordu diye düşünmeden edemedim. "Sadece birini seçme şansınız var. Hangisini seçersiniz? 1)Beş istediğiniz ülkenin dilini konuşma imkanı 2) Bir kereliğine verilen bir milyar dolar 3) Zamanda yolculuk yaparak istediğiniz yaş döneminize dönmek ve oradan yeniden başlamak hayata. Hadi bakalım Nazlı'cım yine ilk senden başlayalım." Diyen Suna ile bakışlarımın hedefine Nazlı'yı almıştım. "Aslında seçmesi biraz zor ama sanırım beş istediğim ülkenin dilini konuşmayı isterdim," demişti Nazlı. Benim ise beynim üçüncü seçeneğe kilitlenmişti. "Valla ben de onu seçerdim yaa, Abi, Harun abi siz neyi seçiyorsunuz?" Harun ve Mirhan kısa bir an birbirlerine bakmış ardından ikisi de Suna'ya odaklanmıştı. "Valla bir milyar doları alayım ben," demişti Mirhan gülerek. "Ben de aynısından alayım, zengin oluruz değil mi devrem?" Harun'un cevabı üzerine yine herkes gülmüştü. Harun ise gülen kişiler arasından sadece Nazlı'ya bakıyordu. "Bir tek sen cevaplamadın Melina, sıra sende," diyen Suna ile sertçe yutkundum. "Zamanda yolculuk yaparak istediğim yaş dönemine dönmek ve oradan hayata yeniden başlamak isterdim," dedim dopdolu olan gözlerimle. Mirhan'a baktım, o da bana bakıyordu yine ve yeniden. Çok güzel olmaz mıydı? İki sene önceki yaza dönsem, oradan yeniden başlasam hayata, o denize asla ama asla gitmek istemesem, ailem yanımda, bebeğim yuvasında olsaydı... Ah...ahhhhh... İçimde öyle bir kor var ki, asla ama asla acısı hafiflemiyordu. Mirhan'ın da bakışları pusulanmıştı saniyeler içinde. Bazen gözlerimdeki kederin nedenini bildiğini düşünüyordum ama bilmesi de imkansızdı. Bana öyle bakıyordu ki bazen, sanki acıma ortak olmaya, yaralarımı sarmaya hazırmış gibi... Fakat benim acım ortak olunacak bir acı değildi, yaralarımsa her ne olursa olsun sarılamazdı. "Aslında derinden düşündüğümüzde en güzel seçimi sen yaptın Melina, sonuç olarak hepimizin keşke yapmasaydım dediği büyük hatalar vardır elbette, hayatı başa sarıp o hataları yapmadan yaşamak... Kulağa oldukça güzel geliyor." Diyen Suna ile gülümsedim, çünkü gülümsemeye mecburdum. İnsanlara açıklamasını dahi yapamayacağım acılarımı gösteremezdim. "Evett, sıradaki sorumuz nasıl bir şey acaba?" Hüzünlü ortamdan kurtulmak için konuşmuştum. Şu an en çok ihtiyacımın olduğu şey dikkatimin dağılmasıydı. "Ben tükendim valla, biraz da sizler sorun," demişti Suna. Bir yerde de haklıydı, sürekli aynı kişi soramazdı. Tam ağzımı açarak bir şeyler diyecektim ki çalan telefonum bana engel olmuştu. Kumaş pantolonumun cebine sıkıştırdığım telefonumu alarak kimin aradığına baktığımda içimi anında garip bir ürperti kapladı. Zira arayan annemi yatırdığım hastanenin numarasıydı. İstemsiz olarak oturduğum masadan kalktığımda Nazlı ve Mirhan da aynı anda benimle birlikte ayaklanmıştı. "Kim arıyor Melina? Betin benzin attı," endişeli sesle konuşan Nazlı'ya bakmak dışında bir şey diyemedim. Sadece boş bakışlarla baktım. Zira kötü bir şey olmadığı sürece hastaneden aramıyorlardı beni. Çünkü annemin tüm hasta kabul, konrtol günleri ile ilgili bilgilendirmeler alıyordum ve hiç aksatmadan hepsine katılıyordum. "Efendim," sonunda cesaretimi toplamayı başararak telefonu açmıştım. "Melina Altuntaş ile görüşüyorum değil mi?" Ses genç bir kadına aitti. Soru üzerine belli belirsiz başımı salladım, fakat heyecandan ellerim anında buz gibi olmuş, titremeye başlamıştı. "Evet, benim. Bir şey mi oldu?" Titreme gittikçe tüm vücuduma yayılıyor, sesime bile yansıyordu. "Anneniz Tanya hanım, kalp krizi geçirdi, acilen gelmeniz gerekiyor..." Kadının dedikleriyle gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi açılmıştı. Daha fazla elimde tutamadığım telefon yeri boyladığında gözlerimden de yaşlar süzülmeye başladı. Nefes alamıyordum, elim istemsiz olarak göğüs kafesime gittiğinde gözlerimin önü de bulanıklaşmıştı. "Melina, kötü bir şey mi oldu? İyi misin?" Nazlı'nın telaşlı sesi ve kollarımı kavramasına bile tepki veremedim. "Anne..." dudaklarımın arasından sadece tek kelime dökülmüştü. Anne... sen de gidemezsin... sen de beni yalnız bırakamazsın... Anne... Lütfen, bana bunu yapma...
💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤 05.02.2024 Bir bölüm daha bitti. Suna'nın düşündüğü oyunu beğendiniz mi? Mirhan'ın Melina'ya karşı yaptığı ataklara ne diyorsunuz peki? Bir de şapşal Harun'umuz var tabii, Nazlı'mızı görür görmez etkilendi. Melina'nın annesinin durumu nasıl olacak sizce? Oy ve yorumlarınız çok kıymetli, merakla bekliyorum. Sağlıcakla kalın canlarım.
|
0% |