@papatyahikayeleri
|
İyi günler çok değerli okurlarım Bugün Mavi Karanlık isimli yolculuğumuzun sekizinci günündeyiz. Kurgumuzun dönüm noktası diyebileceğim bölümlerden biri oldu. Bölüm genel olarak Mirhan ve Melina ağırlıklı, uzun bir bölüm oldu. Buraya kadar olan bölümlerle ilgili düşüncelerinizi çok merak ediyorum. O yüzden buraya gidişat ile ilgili düşüncelerinizi yazsanız çok mutlu olurum. Ve de etkileşim adına oylarınızı, yorumlarınızı eksik etmemeniz benim için çok önemli. Oy vermenizi ve yorum yapmanızı rica ederekten bölüme geçiyorum. Keyifli okumalar 🎈
💙SEKİZİNCİ BÖLÜM:🖤 "KADER & KEDER."
💙🖤 *İlâhi takdirdir, lütfeder kader (Tutkun Durukan) Melina'dan: "Anneniz Tanya hanım, kalp krizi geçirdi, acilen gelmeniz gerekiyor..." Kadının dedikleri vücudumda deprem etkisi yarattığında gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi açılmıştı. Daha fazla elimde tutamadığım telefon yeri boyladığında gözlerimden de yaşlar süzülmeye başladı. Nefes alamıyordum, elim istemsiz olarak göğüs kafesime gittiğinde gözlerimin önü de bulanıklaşmıştı. "Melina, kötü bir şey mi oldu? İyi misin?" Nazlı'nın telaşlı sesi ve kollarımı kavramasına bile tepki veremedim. "Anne..." dudaklarımın arasından sadece tek kelime dökülmüştü. Anne... sen de gidemezsin... sen de beni yalnız bırakamazsın...Anne, lütfen... "Anne..." diye yakardım feryat eder gibi. Gitme anne... ne olur gitme... bırakma beni yapayalnız şu dünyanın engabesinde. Gözlerimden sel gibi süzülen yaşlar, titreyen ellerim ve düzensizleşen nefesimle berbat bir durumdaydım şu an. "Melina, canım benim, bana bak lütfen." Nazlı kollarımdan tutarak boşalan vücudumu kendisine taraf çevirdiğinde bulanıklaşan bakışlarımla ona bakmıştım. Onun da masmavi gözleri tıpkı benim gibi dopdolu idi. "Nefes al lütfen, hadi güzelim, derinden nefes al..." diyordu kendime gelmemi sağlamak için. Çok iyi biliyordu biraz daha böyle kalırsam kriz geçirecektim. Can kulağıyla onu dinleyerek nefes alıp vermeye çalıştım. "Suna, mutfaktan bir bardak su getirir misin?" Nazlı, bakışlarını kısa bir an Suna'ya döndürmüş ardından tekrar bana çevirmişti. "Hadi Melina, benimle birlikte nefes almaya devam et." Onun yaptığı gibi yapmaya başladım ben de. Şimdi birlikte önce derin bir nefesi içimize çekiyor, ardından ciğerlerimize dolan havayı dışa vuruyorduk. "Bir kez daha, nefes al... ver şimdi..." aynı işlemi yine tekrarladığımızda yavaş yavaş nefes alışverişlerimin düzene girdiğini hissediyordum. "Şu sudan da içmeye çalış," Suna'nın getirdiği bardağı usulca dudaklarıma yasladığında sadece küçük bir yudum alabilmiştim. Boğazımda kocaman olan yumru vardı sanki ve yutkunmama engel oluyordu. "Birkaç yudum daha al lütfen, hadi güzel arkadaşım, biraz daha iç..." Nazlı'nın sakin ve yatıştırıcı sesinin gerçekten de o an durumuma olumlu şekilde etki ettiğini düşündüm. Dediğini yapıp birkaç yudum daha içtim sudan. Artık bilincim de girdiği transtan yavaş yavaş çıkıyordu. "Annemmm," tamamen kendime geldiğimde kocaman bir hıçkırık dalgasıyla çözülerek haykırdım. Canhıraş bir çığlıktı bu. Sanki canımdan can kopuyormuş gibi... Gözyaşlarım da tekrar sel misali akmaya başladı. Fakat bağırmak içimdeki doluluğun az da olsa boşalmasına sebep olmuştu. "Ne oldu annene Melina? Hadi söyle canım, söyle ki yardımcı olalım sana?" Bu sefer Suna gelmişti yanıma, elleriyle yanaklarımı kavramış, sakince gözlerimin içine bakarak konuşmuştu. Parmakları ise göz pınarlarımdan büyük bir hızla yanaklarıma ulaşan yaşları siliyordu. "Benim annem ileri derece alzheimer hastası, hastanede kontrol altında yaşıyordu. Ama şimdi aradılar ki kalp krizi geçirmiş, hasta ve yıpranmış vücudu dayanamaz ki kalp krizine..." sayıklar gibi konuştuğumda ne yaptığımı, neden yaptığımı ben de bilmiyordum. "Annen iyi olacak Melina, istersen hemen hastaneye götüreyim seni." Mirhan'ın sesiyle yaşlı gözlerimle ona baktım. Öyle bir şoka girmiştim ki hastaneye gitmek bile aklıma gelmemişti. En yakınlarını kısacık bir süre içinde üst üste kaybeden ruhum iyileşme ihtimalini göz ardı ederek, direkt kaybetme korkusuna sarılmıştı. O yüzden hastane düşüncesi uzak kalmıştı bana. "Gidelim, lütfen..." titreyen sesimle konuştuğumda Mirhan'ın da yüzünün gerildiğini fark ettim. Böylesi bir duruma düşmem hiç hoşuna gitmemiş gibiydi. "Beş dakika içinde arabanın anahtarını evden alıp geliyorum ve hemen de gidiyoruz tamam mı?" Sakince ve tane tane söylediklerine karşılık olarak sadece ve sadece başımı olumlu anlamda sallamakla cevap verebilmiştim. Mirhan ise olumlu yanıtım üzerine hiç beklemeden pastanenin kapısına doğru koşmuştu. "Pastanenin kapalı yazısını açtım abla, müşteri gelmesin diye," Leyla'nın kısık sesle Nazlı'ya söylediğini duymuştum. Nazlı da iyi yaptın gibisinden bir şeyler söylemişti. "Daha iyi misin Melina?" Diye sormuştu Nazlı, bir eliyle de yüzümdeki gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. "Değilim Nazlı, değilim. Ben... ben onu da kaybedersem..." diyerek gerisini getiremedim. Gerisi yoktu çünkü... gerisinde ne yapardım hiç bilmiyordum. "Olmayacak öyle bir şey, sakin ol önce sen. Her şey iyi olacak merak etme." Her şeyin iyi olması... Ne kadar da uzak bir kavramdı benim için. İyi olan tek bir şey bile yoktu ki benim hayatımda. "Seninle gelmemi ister misin hastaneye?" Diye sormuştu Nazlı, annemin yanına hep yalnız gidiyordum, biliyordu. Kaç kere kriz geçirmeme rağmen yalnız gidiyordum. Nazlı her seferinde sorardı böyle, ama hep de geri çevirirdim onu. Bilmiyordum, belki de geçmişin onca ağırlığını bir türlü paylaşamadığım içindi... "Yok canım, burada kal sen..." demiştim daha fazla da bir şey demeyerek. "Geldim, hadi gidelim Melina," Nazlı'nın cevap vermesine engel olan şey Mirhan'ın nefes nefese kalmış bir şekilde içeri girmesiydi. Gerçekten de koşarak alıp gelmişti anahtarı. "Leyla, benim içerden çantamı getirir misin?" Dedim ben de Leyla'ya ve az önce düşürdüğüm telefonumu da alarak Mirhan'a taraf adımladım. Nazlı, Suna, Dilber abla ve Harun da geliyordu arkamdan. "Annen iyi olacak güzel kızım, merak etme sen. Dualarım sizinle," Dilber abla teselli eder gibi söylediğinde dolu dolu olan gözlerimi ona çevirdim. "İnşallah abla," diyebildim sadece. Başka diyecek hiçbir şeyim yoktu. "Mirhan," Nazlı'nın Mirhan'a seslenmesiyle bakışlarımı onlara çevirdim ben de. "Yalnız bırakma lütfen Melina'yı ve bizi de haberdar edin, ben Suna'dan numaranı alarak seni çaldıracağım," demişti Nazlı. Yalnız bırakma Melina'yı... Oysa Melina onca kalabalığın içinde yapayalnızdı. Melina kendisinin sadece yalnızlığı hak ettiğini düşünüyordu. Leyla'nın getirdiği çantayı alarak telefonumu da gelişi güzel çantaya attığımda Nazlı da diyeceklerini bitirerek susmuştu. "Merak etme Nazlı, yanındayım ben..." demişti Mirhan da... Yanındayım ben... Yanımdaydı... Peki ben neden yanımda olmasından rahatsız olmuyordum, hiçbir fikrim yoktu. Pastaneden çıktıktan sonra Mirhan arabasının ön koltuk kapısını açarak oturmamı beklemişti. Arabaya yerleştikten sonra ben hiç vakit kaybetmeden kemerimi takmış, o ise benim kapımı kapatarak kendisi de sürücü koltuğuna geçerek önce kemerini takmış, ardından arabayı çalıştırmıştı. Tek konuştuğumuz şey hastanenin adresi olmuştu. Yol boyunca başımı camdan taraf çevirdim. Yaşanmışlıkları düşündüm. Yaklaşık iki sene önceyi... Zaten o olaylardan sonra düşünme kelimesi benim için on altı temmuzdan ibaret olmuştu. Ne zaman düşünsem beynim direkt olarak o güne gidiyordu. Önce bebeğimi kaybetmenin acısıyla yüzleşmiştim, sonra canımın diğer yarısını, kız kardeşimi kaybetmenin acısıyla sarsıldım. Daha kötü ne olur diye düşünürken günler sonra baba acısının tokadını yapıştırdı hayat hiç acımadan suratıma. Peş peşe yediğim darbelerle sarsılıyordum, düşüyordum ama tükenmiyordum. Bir türlü ben de tükenerek kaybettiklerimin yanına gidemiyordum. Kalleş hayat ölerek onlara kavuşmamı bile çok gördü bana. Bu yaşananlara dayanamayan annemle yaşayan bir ölüden farksız davranıyorduk. O dönemlerde onun bu durumuyla ilgilenemiyordum, çünkü ben de ondan farksız durumdaydım. Üstelik Oğuz da annesinin isteği üzerine boşanma işlemlerini başlatmıştı. Tabii bunu da duyan annem hepten yıkıldı. Hafızası gidip gelmeye başladı. Sürekli sanki Melisa da babam da yaşıyormuş gibi konuşup, öyle davranıyordu. Bir sofra açacaksa dört kişilik açıyordu, tüm gün evde kendi kendi konuşuyordu ama onlarla konuştuğunu sanıyordu. Sürekli sanki babamla içecekmiş gibi iki kişilik kahve hazırlıyordu. Gel zaman git zaman derken kısa süre sonra mecbur kalarak doktorların da önerisiyle hastaneye, nöroloji bölümüne yatırdım annemi, her ne kadar böyle olmasını istemesem de. Yaşadığım hiçbir şeyi istemedim ki ben, hep mecbur bırakıldım. Kader mi suçlu desem, alnıma yazılan yazgı mı? Yoksa adaletsiz dünya mı? Belki de sadece bendim suçlu, bilmiyordum. Aile denilen mefhumdan bana kalan tek kişiydi annem... İyi kötü yaşadığını biliyor, güç alıyordum varlığından... Belirli düzenle ziyaretine gidiyor, misler gibi kokusunu içime çekerek yaşamak için bir sebebim var diyordum. O beni her gittiğimde Melisa sanıyordu, ama olsundu, varsın Melisa sansın beni, yeter ki nefesini hissedeyim, varlığından güç alayım. Ne olur Allah'ım, beni bir kez daha yaralama... Daha var olan yaralarımla baş edemiyorum, lütfen...beni daha fazla imtihan etme... Gözlerimden süzülen yaşları silme gereksinimi bile duymuyordum. Gözlerimi kapatmış, beynimin beni götürdüğü yerlerde dolanıyordum. Yine ve yeniden o gündeydim... On altı Temmuzda... Deniz maviydi, güneş ise turuncu ışıklarını tepemize salıveriyordu. Hava oldukça sıcaktı. Sanki hava da 'bundan sonraki hayatında cehennemi yaşayacaksın Melina' demek istiyormuş gibi sıcaktı. Suyun berraklığıyla yüzüyor, yüzüyor, yüzüyordum... Ara ara anneme ve kardeşime kahkahalar eşliğinde el sallıyordum... Fakat mutluluğum kısa sürdü, bir anda her taraf kasvetin en koyu rengine büründü. Artık deniz mavi değildi, siyahtı, güneş ise parlak değil, karanlıktı. Ben artık gülmüyordum, hıçkırarak ağlıyordum. Mavi'im siyah, aydınlığım ise karanlık olmuştu. "Melina," aniden yanımdaki adamın bağırmasıyla sıçrayarak gözlerimi açtığımda nefes alışverişim de hızlanmıştı. "E..fen..dim," kekelememe engel olamadığımda Mirhan endişeli bakışlarla yüzümü inceliyordu. "İyi misin?" Diye sordu daha sonra... İyi değildim, Allah kahretsin hiç iyi değildim. Fakat cevap vermek yerine sadece başımı belli belirsiz sallamakla yetindim. "Geldik hastaneye, fark etmedin bile sen..." Mirhan'ın dedikleriyle elektrik çarpmış gibi irkilerek başımı camdan taraf çevirdim. Gerçekten de hastanenin önünde olduğumuzu fark ettiğimde ne ara bu kadar daldığımı anlamaya çalışıyordum. "Bıraktığın için teşekkür ederim, gerisiyle ben ilgilenirim." Demiştim, git demenin farklı bir şekliyle. Aslında yalnız mı olmak istiyordum yoksa tam tersi mi bilmiyordum. Hiçbir şeyi bilmiyordum açıkçası... Hiçbir şeyi... "Seni burada yalnız bırakmayacağımı biliyorsun Melina, o yüzden boşuna yorulma da inelim hadi arabadan." Dediğinde itiraz etmek için ağzımı açmak istedim. Fakat bir anda Mirhan işaret parmağını sus çizgime koyduğunda şaşkınlıktan konuşamamıştım. Mirhan her zamanki gibi beni şaşırtmaya devam ediyordu. "Hadi Melina, uzatma lütfen de inelim," dediğinde daha fazla uzatmayarak başımı belli belirsiz sallayarak parmağının tenimle olan temasını keserek arabanın kapısını açmıştım. Hastaneden içeri girdiğimizde direkt olarak nöroloji bölümüne gitmiş, Elif hemşireyi bulmuştuk. "Annem nerede? Durumu nasıl?" Diye sordum ben de büyük bir endişe dalgasıyla sarsılırken. Duyacaklarımdan ölesiye korkuyordum. "Tanya hanımı sabah geçirdiği rahatsızlıktan dolayı kardiyoloji bölümüne sevk ettik, şu an ameliyata alınması gerekiyor." Dedikleriyle dünyam başıma yıkılmıştı saniyeler içinde. Allah'ım, ameliyata alınacak kadar ağır mıydı durumu yani? Kulaklarımda oluşan uğultu yüzünden dünyayla temasımı kesmiş gibiydim. Bacaklarım da boşalmaya başladığında aniden Mirhan elini belime atarak vücudumu bir hışımda kendi vücuduna yaslamış, yere düşmemi engellemişti bir nevi. "Kardiyoloji bölümüne nasıl gidelim peki?" Mirhan'ın sorusuyla bakışlarımı ağır biçimde kaldırdım ben de hemşireye taraf. Dünya hafiften etrafımda dönüyor gibiydi. Hiç ama hiç iyi değildim. "Bu binanın yanındaki bina, kapıdan çıkarak sola döndüğünüzde karşınıza çıkacak ilk binadan içeri girin. Birinci ve ikinci katlar kardiyoloji, ameliyathane ise giriş katta." Elif hemşire cümlesi biter bitmez yanımızdan uzaklaşmıştı. "Melina, diğer binaya gitmemiz gerekiyor, hadi toparla biraz kendini." Belimdeki elini sanki bana güç vermek istiyormuş gibi daha da sıktığında puslu bakışlarımla gözlerine baktım ve başımı belli belirsiz sallayarak toparlanmaya çalıştım. Saniyeler sonra kendime az da olsa çeki düzen verdiğimde ilerlemeye başlamıştık, fakat Mirhan'ın eli hala belimdeydi. Ne ben elini indir demiştim, ne de o elini çekmişti. Açığını söylemek gerekiyorduysa bu durumdan rahatsız olmamıştım. Sanki bu yapılması gereken bir eylemmiş gibi geliyordu bana. Hemşirenin dediği diğer binaya girdiğimizde görevli kadına annemin ameliyat olduğu yeri sorarak öğrendikten sonra ameliyathanenin önüne gelmiştik dakikalar içinde. Biz oraya vardıktan beş, bilemedin on dakika kadar sonra bir doktor ve bir hemşirenin geldiğini, ameliyathaneden içeri girmek üzere olduklarını görerek hemen önlerine doğru koştum. Mirhan da tabii ki peşimden gelmişti. "Doktor bey, ben Tanya Altuntaş'ın kızıyım, annemin durumu nasıl?" Nefes nefese sorduğumda hemşire içeri girse de doktor duraksayarak yüzündeki maskeyi indirmişti. "Genel anestezi uygulandı annenize, birazdan ameliyata başlayacağız. Ameliyat yaklaşık iki, üç saat süren bir ameliyat ama, hastanın durumunun ağırlığına göre de değişebiliyor. Duruma gelirsek, annenizin kalp damarları hasarlı durumda şu an ve damarları onarmak için açık kalp ameliyatı yapılacak. Nörolojik sorunlarından dolayı vücut bağışıklığı zaten düşük. Kısaca durumu ağır diyebiliriz, ona göre hazırlıklı olmanızda fayda var." Doktorun dedikleriyle dopdolu olan gözlerimle birkaç adım gerilemiştim. Benim geri çekilmemle doktor da ameliyathane kapısından içeri girmişti hiç beklemeden. Ayaklarım daha fazla vücudumu taşıyamadığında yere çöktüm. Sicim gibi süzülen gözyaşlarıma hıçkırıklarım da eşlik etmeye başlamıştı. "Benim yüzümden, her şey benim yüzümden..." diye içli içli ağladığımda vücudumu bilinçsiz olarak ileri geri sallıyordum. Nefes alamadığımı hissettiğimde elimle bluzumun yaka kısmını kavradım ve sertçe çekiştirmeye başladım. "Yeter artık, yeter... dayanamıyorum ben, Dayanamıyorum Allah'ım, dayanamıyorum..." sayıklar gibi konuştuğumda Mirhan tam karşıma geçerek dizlerinin üzerine çökmüştü. "Melina, sakin olman gerekiyor, hadi, sakin ol sonra konuşalım." Dediğinde deli gibi başımı sağa sola salladım. "Mirhan..." diye içli içli seslendim adına, "Benim yüzümden oldu her şey, ben artık dayanamıyorum, gücüm kalmadı artık, ölmek istiyorum, keşke annemin yerine ben olsaydım," diye de eklediğimde hıçkırıklarım yakarışlarıma karışmıştı, ama gerçekten de dayanacak tek bir zerre gücüm kalmamıştı artık. "Hava alalım mı biraz? Dışarı çıkalım hadi?" Elleriyle yanaklarımı kavrayarak dediklerine karşı başımı hızlı hareketlerle olumsuz anlamda salladım. Hava almak, iyi olmak istemiyordum. Ölmek istiyordum ben, ölmek. Çünkü farkındaydım artık sadece ölürsem geçecekti ruhumu yaralayan bunca acı. Yakamı kavrayan ellerimle bu kez saçlarıma asıldım. "Yeter artık, yeter, yeter..." saçlarımı sertçe çekiştiriyor, bir nevi yoluyordum. Gözlerim kocaman açılmış, sesim buz gibi soğuk ve sert çıkıyordu. Vücudum ise sonbahar yaprağı gibi tir tir titriyordu. Bir nevi sinir krizi geçiyordum. Bilincim andaydı ama ruhum bilinmezliğe doğru yuvarlanıyordu sanki. "Yapma Melina, kurban olayım kendine zarar verme, sakinleş lütfen hava alalım, konuşalım..." Mirhan can havliyle ellerimi kavrayarak saçlarımdan uzaklaştırmak istediğinde baskı uygulayarak ona engel olmaya çalıştım. "İstemiyorum dışarı çıkmak falan, konuşmak da istemiyorum. Dayanamıyorum ben artık, gücüm kalmadı..." sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordum. Etimi parçalamak, saçlarımı yolmak, kendime deli gibi zarar vermek istiyordum. Kalbimin ortasındaki yangın belki ben zarar gördüğümde sakinleşirdi. "Bu böyle olmayacak," diyen adamın ne demek istediğini anlamayarak transtan çıkıyormuş gibi yüzüne baktığımda o bir anda feleğimin şaşmasını sağlayacak tarzda bir şey yaptı. Önce ayağa kalktı. Ardından eğildi ve kollarımdan tutarak beni de hafifçe kaldırdı. Boşalan vücudum bilinçsizce ona itaat ediyordu. Yavaşça havalanan vücudumla o hiç vakit kaybetmeden bir elini dizlerimin arkasından diğer elini ise belimden geçirerek beni bir çırpıda kucağına aldığında yaşlı gözlerime bu kez şaşkınlık da eklenmişti. "Ne yapıyorsun?" Mirhan ameliyathanenin önünden uzaklaştığında ben ancak kendimi toparlayarak sorabilmiştim. Resmen adamın kucağındaydım. Sesimse titrek olduğu kadar da şaşkınlık kırıntılarıyla harmanlanmıştı. "Hava almaya gidiyoruz, kendine zarar vermene daha fazla seyirci kalamazdım," dediğinde cevap niteliğinde diyecek bir şey bulamadım. Zaten dumanlı gibi olan aklım da pek düşünmeye müsait değildi. Mirhan hastanenin bahçesine çıktığımızda biraz daha uzaklaşarak boş bekleme banklarından birine bırakmıştı vücudumu usulca, sarsmamaya özen göstererek. Kendisi de yanımda olan boşluğa kurulduğunda başımı ona taraf çevirerek gözlerine baktım. Elle tutulur cinsten olan endişeli bakışları yüzümü turluyordu. "Daha iyi misin?" Bir süre ikimiz de sustuktan sonra sessizliği bozan kişi Mirhan olmuştu. Ben ise başımı olumlu anlamda salladım. Gerçekten de daha iyi ve en önemlisi ise sakindim. "Su ister misin? Alıp gelebilirim hemen," diye sormuştu bu kez de. Sanki beni yalnız bıraksın mı su almaya giderek, yoksa bırakmasın mı kararsız gibiydi. "İstemiyorum," diye mırıldanmıştım ben de. Fazlaca bağırmış ve ağlamış olmalıydım ki boğazım hafiften tahriş olmuş gibi acıyordu. "Hadi anlat biraz, neden böyle sinir krizi geçirdin? Niye sürekli kendini suçluyorsun?" Korktuğum yerden sorduğunda anında dolan gözlerimle dudaklarımı birbirine bastırdım. Ben, anlatamazdım, hiçbir şeyi anlatamazdım ona. Ben bir katilim mi diyecektim? Basit hevesleri ailesinin sonunu getiren geri zekalı bir katil... "Bak Melina, bazen anlatmak zor geliyor insana, hele de hayatımızda derinden izler bırakan acılarımızı anlatmak, anlıyorum ben seni. Fakat bazen de anlatarak hafifleriz, birilerine dertlerimizi anlatmak bize iyi gelir, sen şimdiye kadar belli ki anlatmamışsın, bence biraz da anlatmanın zamanı geldi..." dediğinde gözlerimi gözlerinden indirdim. Bazen anlatarak hafiflerdik... Haklıydı, belki de. Ben bu olayları her şeyi bilen Nazlı'yla bilen doğru düzgün, içimi boşaltarak konuşmamıştım. Psikolojik tedaviyi bile sırf anlatmamak için yarım bırakmıştım. Anlatmak gerçekten de iyi gelebilir miydi? "Yaşadıklarım yüzünden kendimden nefret ediyorum ben, sana ya da başkasına anlattığımda benden nefret edeceksiniz?" Dedim bir çırpıda. Bunca insanın hayatını karartan birinden elbette ki herkes nefret ederdi. "Yanlışın var Melina, hayatta hiçbirimiz başımıza gelebilecek olaylardan sigortalı değiliz. Nasıl bazen mutlu olaylara vesile oluyorsak, insanlara yardım ediyorsak, ya da tesadüfen yaptığımız bir şey, dediğimiz bir şey başkalarını mutlu ediyorsa, bazen de bunun tam tersi oluyor. Elimizde olmayan, spontane gelişen olaylar yüzünden asla ama asla zarar vermek istemediğimiz, hayatımızdaki en kıymetli insanlara zarar veriyoruz. Hayat böyle bir şey zaten, iyiliğin, mutluluğun olduğu kadar, acı, keder ve kötülük de var." Yavaş yavaş anlatıyordu Mirhan, gözlerini gözlerimden ayırmadan. Ben ise pür dikkat onu dinliyordum. Dediği her cümle beynimin içine giriyor, ona daha çok inanmamı sağlıyordu. "Anlatmalısın artık, sana baktıkça sırtına yüklediğin hunharca acıyı görebiliyorum. Gözlerinden anlıyorum, yorgun yüzünden anlıyorum Melina. Her ne yaşamış olursan ol, kendine bu kadar işkence etmemelisin. Anlat hadi, anlat... sadece bir kereliğine anlatarak rahatlamayı dene, bir kereliğine kır o içine çekildiğin sert kabuğu..." iyice bana yaklaşarak dedikleriyle kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Haklıydı belki de, ben şimdiye kadar hiç denememiştim ki? Ara sıra Nazlı ile konuşsam dahi, duygularımı, olayları en başından haykırarak anlatacağım birileri olmamıştı hiç. Onda olan bakışlarımı zemine dikerek dediklerini düşündüm. Gözlerimde biriken yaşlar yavaştan akmaya başlamıştı yanaklarım boyunca. İlk kez hayata onun baktığı yerden bakıyordum. İyiliğin olduğu kadar kötülük, mutluluğun olduğu kadar da acı varmış... Haklıydı, iyilik ve kötülük, mutluluk ve acı. Kuzey ve güney, ya da batı ve doğu gibiydi. Birbirlerine her ne kadar ters olsalar dahi sonda bir bütünü oluşturuyordu. Hepsi de birlikte kaderimizdi bizim. Kader ve Mutluluk. Kader ve Keder... Bir elmanın iki yüzü gibiydi. Gözlerimi yavaş yavaş ona çevirdim. Hala pür dikkat bana bakıyordu. "Benim bir kız kardeşim vardı biliyor musun? Hatta kız kardeşten de öte, ikiz kız kardeşim... İsmi de Melisa..." Çocuk ağlaması gibi dopdolu olan sesimle ağlayarak baktım yüzüne. Şaşırmışa benzemiyordu. Sadece beni dinliyordu. "Her şeyimdi o benim, masum yüzlüm, cennet kokulumdu." Ağlamam da giderek şiddetleniyordu. İnsanın gözündeki yaş meğerse gerçekten de kurumuyormuş. Bu iki yıla yaklaşan sürede ben bunu çok iyi anladım. "Dört kişilik tatlı bir ailede büyüdüm ben, birbirlerini deliler gibi seven anne ve babanın kızı olarak." Diye devam ettim. Ne anlattığımı, niye anlattığımı bilmiyordum. Olayları hangi sırayla, neyi nasıl anlatacağımı da bilmiyordum. Sadece duygularımı döküyordum. Sırtıma yüklediğim ve artık gerçekten de taşımakta epey zorlandığım duygularımı... Mirhan'a anlatmak ise nedensizce düşündüğümden daha kolay olmuştu. Belki de yabancı biriydi, olayları, bizi tanımıyordu Nazlı gibi, o yüzdendi... Belki de sadece Mirhan olduğu içindi, bilmiyordum. Ben ilk kez bir erkeği çekici bulmuş, etki alanına girmiştim ki o erkek Mirhan'dı... Artık bunu kabul ediyordum. Belki de mesleğinden dolayı çizdiği güven profili yüzündendi, onu da bilmiyordum. "Çok tatlı geçti çocukluğum, ergenliğim, üniversite yıllarım, mutluydum, huzurluydum, şen, şakrak, cıvıl cıvıl bir genç kadındım..." Dümdüz bakıyordum sadece tek bir noktaya, gözümü kırpmıyordum ama gözlerimden de durmaksızın yaşlar akıyordu. "Ama bir anda hayatım yavaştan değişmeye başladı." Bakışlarımı bu sefer ağır ağır kaldırarak yanımda oturarak, pür dikkat beni dinleyen adama çevirdim. "Babamın en yakın arkadaşının oğlu ile evlendik önce. Babama hayır diyemediğim için kabul ettim ama keşke etmeseydim, belki de o evlilik yüzünden ben İzmir'e taşınmasaydım bunların hiçbiri de olmayacaktı." Diye devam ettim konuşmaya... "Ama o kadar çok şeye belki, keşke diyorum ki... Keşke evlenmeseydim, keşke o lanet gün yaşanmasaydı, keşke... belki...keşke. Bitmiyor ki," yutkundum sertçe, bitmiyordu. Pişmanlıklarım, keşke'lerim, belki'lerim bitmiyordu ve ben ölene kadar da bitmeyecekti. "Hamileydim, oğlum olacaktı." Artık film iyice kopmuştu ben de. Annesinden yemek istediği için ağlayan küçük çocuklar gibi sesli ağlıyordum. Kesik kesik, olayları birbirinden bağımsız, duygu boşalması gibi anlatıyordum. Anlattıkça sanki yeniden o dönemleri yaşıyormuş gibiydim. "Ama ben çok kötü bir anne oldum, daha doğmamış bebeğinin katili bir anne oldum ben," sona doğru sesim benden bağımsız olarak yükseldiğinde tüm vücudumu tekrar titreme dalgası sarmıştı. "Çok kötü bir anne oldum ben, katil bir anne. Ama bununla bitmedi, çok kötü evlat da oldum, katil bir evlat, babasının ölümüne vesile olan bir evlat, ama yine bitmedi. Ben iğrenç bir kardeş oldum aynı zamanda, kurtulmak için ikiz kız kardeşini göz göre göre ateşlere atan, ölüme sürükleyen katil bir kız kardeş..." Titriyor, ağlıyordum. Ses tonum yükselmiş, vücudum istemsiz olarak ileri geri sallanıyordu. "O gün o denizde boğulan bendim ama sırf beni kurtarmak için ölen kız kardeşim oldu. Suyu yutan ben oldum ama suyu yuttuğum için ölen bebeğim oldu, hayatının şokunu yaşayan yine bendim ama kalbi dayanamayarak ölen babam oldu?" Aniden ayağa kalkarak bağırmaya başlamıştım. "Neden benim yaptığım küçük bir hatanın bedeli bu kadar ağır oldu ki? Neden? Ben bunca acı ile neden sınava tabi tutuldum?" Haykırdım. Ellerimi iki yana açmış, ne yaptığımı bilmiyordum. "Anlattım işte, duydun sen de, benim nasıl iğrenç bir insan olduğumu da gördün. Ben bu acıları hak ediyorum, bana az bile bunlar, kalbimin ortasındaki harlanan alev ancak ölümün soğuk temasıyla sönecek," diye bağırdığımda yine ve yeniden kendimi kaybetmiştim. Fakat bir anda hiç beklemediğim bir şey daha oldu, Mirhan aniden kollarımdan kavrayarak beni kendisine çekmiş, kollarını vücuduma sararak, başımı göğsüne yaslamıştı. Öyle sıkı sarılmıştı ki bana, sanki ben buradaydım demek istiyormuş gibi. Yanındayım Melina diyormuş gibi. "Sana ağlama demeyeceğim, kendini suçlama da demeyeceğim, ağla Melina, haykır, bağır, boşalt içindeki zehri..." dediğinde bir taraftan da saçlarımı okşuyordu. Bense titreyerek ağlıyordum. "Canım çok yanıyor Mirhan, ben artık dayanacak gücü bulamıyorum kendimde. Şimdi de annem bu durumda, ya da o da giderse? Ne yapacağım ben o zaman? Daha fazla nasıl dayanacağım? " Allah'ım gerçekten de artık tek gram bile gücüm kalmadı. Ne olur daha fazlasını yükleme sırtıma... "Ben ne yapayım söyle?" Alnım göğsüne yaslı ellerim havada yumruk halinde sesimi iyice yükselttim istem dışı. "Nasıl geçer ki bunca acı? Nasıl dayanılır bunca yaşanan şeye? Ne yapayım ben? Nasıl dayanayım?" Mirhan hiçbir şey demiyor, sadece sımsıkı sarmalıyordu beni. Ara ara elinin tekini saçlarımda, sırtımda dolaştırıyordu. "Ölmek istiyorum, yaşamak istemiyorum artık. Bittim, tükendim..." Yavaş yavaş yorulduğumu da hissediyordum. Gözlerimin önü bulanıklaşıyor, kulaklarımda o tanıdık uğultu tekrar oluşuyordu. Tanıdık kriz, tanıdık belirtiler, iki yıldır ezberim olmuştu artık. Başımı usulca kaldırdım yaslandığı göğüsten. Bulanıklaşan ve kararmaya başlayan bakış açımla Mirhan'a baktığımda, hayal meyal endişeyle bana baktığını gördüm. "Şimdi uyuyacağımı hissediyorum, keşke bu sefer hiç uyanmasam, keşke bu sefer olan uyku sonum olsa, ölüm olsa..." diye mırıldandım yavaş yavaş bilincim kapandığında. Keşke bu sefer ki uyuma, gerçekten de ölümün soğuk ve karanlık pençesi olsaydı... "Melina..." bilincim kapanarak Mirhan'ın kollarına yığıldığımda son duyduğum şey, Mirhan'ın yüksek sesle ismimi haykırması olmuştu... Gerisi yoktu, çünkü karanlık hızla beni kucağına çekmişti.
💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤 07.02.2024 Çok ağır ve duygu yüklü bir bölüm oldu. Yazarken zorlanmadım desem, yalan olur. Ara ara boğazım da düğümlendi, gözlerim de doldu. Melina gerçekten de dayanılması oldukça güç acılar yaşayan bir karakter. Bu bölümde her detaya çok inmese de yüklerinden az da olsa kurtularak konuşmayı başardı, bu büyük bir ilerleme onun için. Siz değerli okurlarım da bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya yazın lütfen ve oy yıldızımızı parlatmadan geçmeyin. Sağlıcakla ve sevgiyle kalın 💞 |
0% |