@papatyahikayeleri
|
Mavi Karanlık isimli seyahatimizin dokuzuncu gününden, siz değerli okurlarıma merhabalar. Severek kaleme aldığım Mavi Karanlık her geçen gün biraz daha büyüyor ve bu gerçekten sevindirici bir durum. Sizden ricam daha da büyümemiz için desteklerinizi eksik etmemeniz. Oy ve yorumlarınız benim için çok değerli, eksik etmeyin lütfen. Keyifli okumalar diliyorum 🎈
💙DOKUZUNCU BÖLÜM: 🖤 "MUTLULUĞUN VADESİ." 💙🖤 *Önüne geçemediğin tek şey kaderdir. (Can Yücel) Melina'dan: Başımda olan o tanıdık sızıyla yüzüm buruştuğunda acıyı tüm benliğimle hissediyordum. Sanki beynimin içinde düğün vardı ve damadın akrabaları halay çekiyordu. Fısıldar nitelikte bir ah döküldü dudaklarımın arasından. Göz kapaklarım yorgunlukla, ağır ağır hareketlendi. Önce kirpiklerim titredi, ardından üst göz kapağım yukarı doğru hareketlendi. Ve bingo, tanıdık olan bembeyaz tavan, ışıklı oda. Yavaş yavaş yaşananlar doldurmaya başladı zihnimin tüm köşelerini. Pastanede olanlar, bana gelen telefon, apar topar buraya gelmemiz, bahçede Mirhan'a anlattıklarım ve annem. Annem... İçimden binlerce kez tekrarlayarak yattığım yataktan hızlıca doğrulmaya çalıştığımda kolumda anlık hissettiğim batma hissiyle küçük bir inlemenin daha dudaklarımın arasından firar etmesine engel olamadım. "Ahh," sızlanarak koluma baktığımda o an fark etmiştim koluma takılı serumun iğnesini. "Melina," şaşkın ve uyku mahmuru sesiyle konuşan Mirhan ile bakışlarım bu kez ona kaydı. Yatağımdan biraz aralı olan hasta refakatçisi koltuğundan ayağa fırlamıştı sesimi duyunca. Gözlerindeki dalgalanmalar, saçındaki dağınıklıklar irkilerek uyandığının habercisiydi. "Melina, iyi misin?" Saniyeler içinde şoktan çıktığında tek koca adımda yatağa yaklaşmış, hızlıca boşluğa oturarak gözlerini endişeyle gözlerime dikmişti. Gözlerimi kaçırmamak için direndim. Ben ona anlatmıştım, hayatımın en karanlığını haykırarak göstermiştim ona. En zayıf, en savunmasız halimin doğrudan şahidi olmuştu. Ve ben bunu kendim, bile isteye yapmıştım. Nedeni ise hem çoktu hem de yoktu. Çok garip bir ikilemle yoku seçerek görmezden gelecektim. Sanki o anları hiç yaşamamış gibi davranacaktım. Başka çarem yoktu, rahat olmam için yapmam gerekiyordu bunu. "Melina, iyi misin? Duymuyor musun beni?" İrkildim. Rüyadan uyanıyormuş gibi düşüncelerimin kucağından kurtulmayı hedefledim. An'a dön Melina, an'a dön! Onlarca kez tekrar ettim içimden... Ama kafam öylesi darmadumandı ki... "Annem nasıl Mirhan, annem nerede? Anneme gidelim lütfen, annem..." Gözlerim tekrar tekrar dolmaya başladı. Ne zaman rahata erecek be gözlerin Melina? Ne zaman huzura kavuşacak ruhun? Ne zaman rahat bırakacak vicdanının kapkaranlık gölgesi peşini? Cevaplar çok belliydi aslında. Çürük vücudumdan kurtularak gökyüzüne doğru hızla yükselecekti bir gün ruhum. O gün hem gözlerim hem ruhum hem de vicdanım çürüklükten kurtulmanın verdiği huzura kavuşacaktı. Dilerim o gün bir an önce gelsin. Bir an önce ölümü görsün ruhum. Yine aynı titremeler, aynı ağlamalar, aynı haykırmalar başlamak için an kolluyordu. Bir krizin etkisinden kurtulamadan diğerleri peş peşe geliyordu. Rahat yok sana Melina Altuntaş. Rahat tek bir soluk bile haram sana. "Melina," dedi sakince Mirhan. Ardından elleri usulca yüzümü buldu. Vücudu daha da yaklaştı vücuduma. Gözleri artık daha da yakınımdaydı. Kokusu hele, burnuma hızlıca doluveriyordu. Elleri yüzümü bulduğu anda dikkatim dağıldı. Put gibi kesilerek Mirhan'a baktım. Etkisine çok çabuk girdiğimi fark ettim o an. Oysa benim gibi çürük bir vücuda, yaralı bir ruha kapılmamalıydı Mirhan. Yakışmazdı o benim kara kaderime. "Annen iyi, ameliyat doktorun düşündüğünden daha iyi geçmiş, öyle söyledi." Dediğinde içime dolan anlık huzurla dopdolu olan gözlerimle gülümsemeyi başardım. Buruk bir gülümsemeydi bu. Şükür okudum içimden bu kez de. Ne garipti değil mi? Daha demin isyandaydım, şimdiyse şükürler olsun diyordum. Ah adaletini asla anlayamadığım dünya ah... "Şimdi sakin olmanı istiyorum senden. Sakin ol lütfen ki, konuşalım her şeyi." Dediğinde ellerimi kaldırarak yanağımdaki ellerinin üstüne koydum. İndirdim ellerini ama ellerimizin temasını kesmedim. Mirhan ise beni bir kez daha şaşırtmayı başararak ellerimi daha sıkı kavradı. Güç vermek, yanındayım demek istiyormuş gibi... "Sen bana böylesi güzel bir müjdeyi verdin ya, Melina şu an ölse bile gam yemez artık," dedim tek tek süzülen gözyaşlarımla birlikte. Yüzüm gülüyordu ama gözlerimden de büyük bir hızla yaşlar akıyordu. "Ölüm ölüm ölüm, dilinden başka bir şey çıkmaz mı senin be kadın?" Dedi alay eder gibi çıkan sesiyle. Onunla konuştuğum şeylere alaylı bir atıftı bu. Bense alayına mı şaşırayım, yoksa kadın diye ettiği siteme mi bilemedim? "Annem," dedim tekrar hem gerçekten annemi merak ediyordum, hem de konu daha da farklı yerlere gitmeden değişmeliydi. Ellerimizin de temasını kesmiştim artık. Zira nedensiz duygularla sarsılmak istemiyordum. "Ameliyatı olumlu geçmiş, ameliyattan sonra yoğun bakıma aldılar anneni, tüm geceyi de yoğun bakımda geçirdi." Dediklerini algıladığımda gözlerim anında şaşkınlıkla aralandı. Biz buraya geldiğimizde daha öğlendi, nasıl yani tüm geceyi? Ben tüm geceyi uyumuş olamazdım değil mi? "Nasıl yani tüm geceyi? Ben kaç saattir uyuyorum ki?" Dedim gizleyemediğim şaşkınlığımla. "Yirmi dört saat olacak neredeyse, sen kriz geçirdikten sonra seni acile müdahaleye aldılar. Sonra isminin Elif olduğunu öğrendiğim hemşire sana bakmak için geldiğini dedi ve bayıldığını söylediğimde, seninle kendisinin ilgileneceğini söyledi ve sana sakinleştirici yaptı. Bana da tüm geceyi uyuyacağını dedi." Dediği her cümle şaşkınlığımı biraz daha artırıyordu. Elif hemşire durumumu ve gece boyunca sürekli kriz riskiyle kalacağımı bildiğinden dolayı yapmış olmalıydı bu iğneyi. "Anladım, peki şimdi nasıl annem? Hala yoğun bakımında mı?" Diye sormuştum. İçimden de nolur güzel haberlerin devamı da gelsin diye geçirmeyi ihmal etmiyordum. Kötü olaylar artık kabusum olmuştu ve iyi bir şeylere inanmaktan korkuyordum. "Sabahın erken saatlerinde normal odaya alındı. Şu an sadece uyanmasını bekliyoruz." Dediğinde içimden koskocaman bir ah çektim. "O zaman anneme gideyim ben," dedim büyük bir hevesle. "Serumun bitsin gideriz," dediğinde aklımdan çıkan seruma baktım. Derince iç çekerek başımı olumlu anlamda sallamakla yetindim. Bekleyelim bakalım biraz daha... 💙🖤 Serumum bittikten sonra ilk iş annemin kaldığı odaya gitmiştik. Uyuyordu. Herhangi bir makineye bağlı olmaması benim açımdan sevindirici bir gelişmeydi. Demek ki ameliyat gerçekten de düşündüğümüzden çok iyi geçmişti. Ardından hemşireyle konuşmuştum annemin yanına girmek için. O ise bir, bilemedin iki saat içinde anneme yapılan iğnenin etkisinin biteceğini ve uyanacağını söyleyerek, odaya onun uyandığında girmemin daha doğru olacağını savundu. Ben de el mecbur kabul ettim. Madem bu kadar sabretmiştim. Biraz daha beklerdim. Her şeyden daha önemli olan şey onun durumunun iyi olmasıydı ve şu an durumu beklediğimden de daha iyiydi. Bunun için binlerce kez şükürler olsundu. "Melina, gel hastanenin kantinine inelim, annenin uyanma saatine kadar bir şeyler ye. Tamam serum takviyesi falan yapıldı sana ama kaç saattir yemek yemedin," dediğinde gerçekten de bomboş olan midemi düşündüm. Uzun süre sonra açlığı bu kadar net hissediyordum. "Peki, inelim madem." Diyerek onayladığımda giriş katta, koridorun sol tarafının en sonunda olan kafe kantin tarzı hastane işletmesine geldik beklemeden. Self servis olduğu için gidip yiyeceğin şeyi seçerek alıyordun, çalışanlar da tepsiye yerleştirerek sana veriyorlardı. Ben çift kaşarlı tost, yanına da karışık meyve suyu alırken, Mirhan tavuk dürüm menü almıştı. Menünün içinde orta boy tavuk dürüm, orta boy patates, ayran, sos olarak ise ketçap ve mayonez vardı. İkimiz de tepsilerimizi aldıktan sonra iki kişilik boş masalardan birine geçerek karşılıklı olacak şekilde oturduk. Önce meyve suyumu açarak kocaman bir yudum aldım, ardından da tostumu yemeye başladım. Karşımda oturan adam da önce ayranını açmış, ardından büyük bir iştahla tavuk dürümü yemeye başlamıştı. İştahına bakılırsa o da aç olmalıydı. "Sana çok teşekkür ederim Mirhan," dedim bir anda yemeklerimizi yemeye devam ettiğimizde. Mirhan ise son lokmasını yuttuğu tavuk dürüm bitince ağzını peçete ile temizleyerek bana baktı. "Teşekkür edilecek bir durum yok Melina, annenin iyi olmasına en az ben de senin kadar sevindim." Dediğinde istemsiz olarak gülümsedim. Yüreği güzel bir adamdı artık benim için Mirhan. Tüm geceyi sesini bile çıkarmadan beklemiş, bugün işe bile gitmemişti ben ve annem için. Ben şimdi böylesi koca bir kalbe nasıl teşekkür etmeyeyim ki? "Bugün emniyete bile gitmedin bizim için, nasıl teşekkür etmeyeyim ki sana?" Dediğimde üst dudağının hızlıca yukarı doğru kalkışını izledim. Bu arada ben de sonuna yaklaştığım tostu ağzıma tıkıştırarak bitirdim. "Çok mu teşekkür etmek istiyorsun?" Diye sorduğunda kısılan gözlerinden ve kıvrılan dudaklarından kafasında bir tilkiliklerin döndüğünden emin oldum. Kim bilir neler geçiyordu aklından Başkomiserin. "Evet Başkomiserim, müsaadeniz olursa teşekkürümü etmek istiyorum." Dedim ben de ona takılarak. "Başkomiserin portakallı kek ile teşekkür etmeni istiyor." Dediğinde şaşırmadan edemedim. Tamamen tesadüflere bağlı olarak bir küçük portakal meselesi oluşmuştu aramızda. Şaşkınlığım yerini hafif bir gülümsemeye bıraktığında bakışlarımı da tekrardan Mirhan'a çevirdim. Merakla beni inceliyordu. "Emredersiniz Başkomiserim, en kısa sürede portakallı kekiniz hazır olacak," dediğimde Mirhan dişlerini göstererek güldü. Hoşuna gitmişti anlaşılan cevabım beyefendinin. "İşte bu beklediğim cevaptı," dediğinde ben de güldüm. Fakat verecek bir cevabım olmadığı için meyve suyumu içmeye devam etmeyi tercih etmiştim. Yarım saat kadar sürenin içinde yemeklerimizi bitirmiştik. Ardından zamanın hızlı geçmesi adına birer bardak da çay içtik. Bu arada ufak bir iki genel konuşma dışında aramızda sessizlik hakim olmuştu. Çaylarımız da bittikten sonra yavaş yavaş ayaklanmış, annemi yatırdıkları hasta odasına doğru ilerlemeye başlamıştık. Kalbimde baş gösteren heyecan tamamen benim kontrolümün dışında gelişiyordu. Saatlerce korkuyla çırpınan kalbim, şimdi annemi görmenin heyecanına kapılarak yuvasında dört dönüyordu. Odanın önüne geldiğimizde Mirhan biraz bahçeye çıkarak hava almak istediğini söylemişti. Ben ise böylesi anlayışlı ve ince düşünceli haline bir kez daha hayran kalarak anlayışla gülümsedim ve başımı olumlu anlamda sallayarak yanıtladım onu. Ardından derin bir nefes çektim ciğerlerime. Titreyen ellerimle odanın kapısının soğuk metalini kavradım ve kapıyı açtım. Adımımı içeri attığımda annemin yarı oturur gibi yatağa yaslanmasını ve kolundaki serumu gördüm. Önceleri tıpkı benim ve kız kardeşimin saçları gibi sarı, şimdiyse grimsi bir beyazlıkta olan saçları dikkatimden kaçmadı. Göğüs kafesinin üstünde belli bir şişkinlik vardı. Muhtemelen ameliyattan kalan sargılardı diye düşünmeden edemedim. Adımlarımı iyice içeri attığımda annemim bakışları ağır ağır bana döndü. Gözlerim anında dolmuştu. Ah annem... Sen bu hallere düşecek kadın değildin. "Melisa," diye seslendi bana ve yüreğime sayısını bile unuttuğum kez o zehirli hançeri sapladı. Melina ölseydi keşke de şu an buraya değil, evine, yanına Melisa gelseydi be annem. "Sen mi geldin kızım?" Diye de eklediğinde artık yanaklarıma ulaşmaya başlamıştı göz yaşlarım. Yaşlı gözlerimin arasından gülümsemeye çalıştım. Paytak adımlarla tamamen odanın içine girdim ve kapıyı kapatarak annemin yattığı yatağa yaklaştım. Yatağın hemen yanında bulunan mavi sandalye gibi olan koltuğu iyice sürükleyerek anneme yaklaştırdım ve oturdum. Titreyen ellerimi frenlemeye çalışarak eline uzandım ve iki elime tek elini kavradım. "Ben geldim güzel annem," dedikten de hemen sonra dudaklarımı tenine yaslayarak eline öpücükler dizdim. Pamuk gibi kokan elinin kokusuyla hissettiğim anlık huzur gözlerimi kapatmama neden olmuştu. "Nasılsın peki? Çocuklar yaramazlık yapıyor mu yine?" Öğretmen olan gül kokulu, cennet gözlü kardeşim. Öldüğü sene ilk yaz tatili idi benim güzel gözlü kardeşimin. İlk kez o öğretim yılında atanmış, bir yıl boyunca çocukların en sevimli öğretmenine dönüşüvermişti. Tabii ki büyük bir hevesle bize okulda olanları anlatmak en sevdiği şeylerden biriydi. Eğer yaşasaydı şu an üçüncü eğitim, öğretim yılını doldurmak üzere olacaktı. Ahh...Ahhh... Ahhh.. Diye geçirdim defalarca kez içimden. Nasıl sönecek bunca yangın. O denizin tüm suyu bile yetmez göğsümün ortasından harlanan alevi söndürmeye. "Yapmıyorlar annem, çok uslu ve çalışkanlar," dedim gözlerimin yaşları arasından. Çok acayipti değil mi? Gözümün yaşı kurumuyordu, kalbiminse yangını. Fakat gözümün yaşı kalbimin yangına çare olamıyor, onu söndüremiyordu. Oysa ağla derdi insanlar. Ağla için boşalsın, ağla yangının sönsün. Ama benim için hiç öyle değildi. Benim gözyaşım kurumaz, yangınımsa sönmezdi. "Yapmasınlar zaten, üzmesinler benim kızımı," dediğinde içim parçalandı. Senin kızını üzen, yok eden, hayatını bitiren yine senin kızın oldu anne. Kızın Melina, hem diğer kızının, hem kocanın, hem senin, hem de kendisinin hayatını bitirdi. Yansın Melina, kül olsun Melina, üzerine toprak atarak söndürsünler Melina'yı, ölümü görsün dünya, ölümü görsün... "Sen varsın annem, üzülmem ki ben," dedim gülümseyerek. Tekrar öpücükler dizdim pamuktan farksız tenine. "Saçlarımı tarasana Melisa," annemin aniden dediği şeyle şaşırmadan edemedim. Oysa sürekli annem tarardı saçlarımızı. Çocukken, gençken, evlendiğimde bile yapardı bize. Güzel güzel şarkılar, ninniler, türküler söyler, tarayarak okşardı saçlarımızın her telini. Alışkanlık olmuştu artık bizde de, ne zaman üzülsek tarağı alır, koşardık annemizin dizine. Annem de alır eline tarağı bir taraftan okşar, bir taraftan tarar, bir taraftan da bir şeyler mırıldanırdı. "Tararım mis kokulum, kurban olduğum." Dedim en içten şekilde. "Sen iste yeter ki, ben tarak bulup geleceğim." Dedikten sonra oturduğum yerden ayağa kalkarak dışarı çıkmıştım. Dakikalar sonra hasta bakıcılardan temiz, hiç kullanılmamış tarak bulmayı başararak odaya girdiğimde annemin susarak öylece bana baktığını gördüm. Hiçbir şey demeden elimdeki tarağı alarak annemin başucuna geçtim. Sessiz sedasız tarak alan elimi havaya kaldırdım ve gözlerimden süzülen yaşlar eşliğinde bir tutam teline daldırdım tarağı ve incecik bir hareketle aşağı doğru sürükledim. Omuzuna kadar ancak geliyordu zaten saçları annemin. "Şu garip halimden bilen, işveli nazlı Sesim güzel miydi bilmiyordum ama içimden geçen ateşin baskısıyla söylüyordum şarkıyı. Yanık derdim söyletiyordu bana bu türküyü. Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen... Neredesin Melisa, neredesin baba, neredesin bebeğim? "Tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm Tatlı dilli, güzel yüzlü, cennet kokulu kız kardeşim. Canımın diğer yarısı. Allah biliyor ya gönlüm hep seni arıyor. Seni, babamı... Bir kez daha tarağı daldırdım annemin mis gibi kokan saçlarına. Ardından tuzlu gözyaşımın damladığı dudağımı yaklaştırdım saçlarının arasına ve bir öpücük kondurdum benim yüzümden beyazlayan tellerine. "Ben ağlarsam ağlayıp, gülersem gülen Birlikte gülerdik, birlikte ağlardık biz. Birimizin derdi oldu mu diğerimiz ondan önce anlardı bir şeylerin ters gittiğini. Sırdaştık, arkadaştık, kardeştik biz. Bir elmanın iki yüzü gibiydik. Masum kardeşim, canımın ta içi... Sen gittin gideli dünyam karanlık, hep dert, hep gözyaşı var hayatımda ama bunları anlatacak sen yoksun Melisa'm... Yoksun. Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen... Neredesin Melisa, neredesin baba, neredesin bebeğim? Neredesiniz? "Sinemde gizli yaramı, kimse bilmiyo' Türkülere, gözyaşlarına bile sığmıyordu içimi büyük bir harla kaplayan yangın. Taradım acıların beyazlattığı saçları, söyledim acıların döktüğü türküyü. Sineme gizlemiştim yaramı, kimse ile paylaşmıyor, koruyordum. Acımı koruyordum ben. Azalmasından korkuyordum çünkü, hep taptaze kalmalıydı o yara. Bana ailemi nasıl mahvettiğimi her zaman hatırlatmalı, hep kanatmalıydı içimi. Rahatı hiç hak etmiyordum ben çünkü... Türkü bittiğinde annemin yastığa yaslanarak uyuduğunu gördüm. Tarağı usulca yatağın yanında duran komodinin üstüne bıraktım. Annemin uyanmamasına dikkat ederek güzelce yatırdım onu, üstünü de örttüm. Gözyaşlarımla ıslanan yanaklarıma rağmen gülümsetti o masum uyuma beni. Ardından başımı kaldırarak arkamı döndüm ve odadan çıkmak için hareketlendim. Biraz hava alsam iyi olacaktı. Fakat kapının aralık olan kısmından Mirhan'ın dopdolu olan gözlerini gördüğümde sertçe yutkunarak söylediğim türküyü duyduğunu anladım. Önce bakışlarımı kaçırdım, ardından parmaklarımla yanaklarımı kuruladım. Daha sonra hafif ama sahte bir gülümseme yerleştirdim yüzüme ve ona taraf adımladım. Odadan tamamen çıktım ve kapıyı da kapattım. Mirhan'ın tam önünde durduğumda ikimiz de yaşlı gözlerle birbirimize bakıyorduk. "Sen derdine sığamazsın da, derdini türkülere sığdırmaya çalışırsın..." saniyeler sonra mırıldandığında sessiz bir iç çekişten başka bir yanıt verememiştim. Sen derdine sığamazsın ama derdini türkülere sığdırmaya çalışırsın... Ne kadar da bana biçilmiş gibi bir cümleydi. Fakat bilmiyordum belki de ben de artık sığmıştım derdime, belki de derdimi türküye sığdırmaya çalışmıştım...
💙🖤💙🖤💙🖤💙🖤 16.02.2024 Çok duygu yüklü bir bölüm oldu benim için yine. Melina yaşadıkları içinde boğuluyor, Mirhan da bu durumdan az çok haberdar , bakalım nasıl toparlayacaklar ikisi birden Melina'nın yara bere içinde olan ruhunu. Mirhan'ın dediği gibi derdini türkülere, şarkılara sığdırmaya çalışanlar var mı aranızda? Kimler üzgün iken şarkı dinler? Türkü mırıldanır? Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Sizleri seviyorum, bölümü de sizlerin severek okumasını umut ediyorum. Sağlıcakla kalın...
|
0% |