Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm: 1

@papatyahikayeleri

Yepyeni kurgumuzun ilk bölümüyle sizlerleyim.

Umarım beğenirsiniz.

Naçizane ricam profilimi takip ederek ailemizin büyümesini sağlamakta yardımcı olmanız.

Ve de oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen :)

Lütfen fikirlerinizi YORUM OLARAK yazın, bileyim ki hoşunuza gitti mi yoksa gitmedi mi.

Keyifli okumalar

💜

Maysa'nın anlatımından:
▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎

Gözlerimin önünde beliren simsiyah saçları, kara gözleri sanki benim ben olma sebebimdi.

İç çektim.

Alıp verdiğim her nefes soluğu boğazımda düğümleniyordu.

Karşılıksız sevdamla aynı çatının altında üç küsur yıldır yaşamak hiç de kolay değildi. Dile kolay üç küsur sene...

Onu her gördüğümde elim ayağıma dolaşıyor, dilim lal oluveriyordu dakikalar içinde. Zor hayatımın tek iyi yönüydü onu sevmek.

En güzel umuttu onun da bir gün beni sevmesi ihtimali...

En güzel hayaldi içinde onunla yaşadığım bir dünyayı düşünmek.

"Kız, ölmeyesice, kahve taşıyor." Hatice halamın tiz sesiyle irkilerek yerimde sıçradığımda sanki uykudan yeni uyanıyordum.

"Ayyy, hala. Ödümü patlattın yemin ederim." Gözlerimi devirdiğimde ocağın da altını kapatmıştım. Aslında kahveyi de kurtarmıştım. Zira kahve henüz taşmamış fakat taşmak üzereydi.

"Bu kadar dalgın olursan ödün daha çok patlar. Mutfak işlerini ise elin okulundaki öğretmenlerden öğrenirsen de kahvenin taştığını ahan da böyle anlayamazsın." Çıkardığım beyaz porselen kahve fincanına kahveyi dökerken bir taraftan da halamın benimle uğraşmalarını göz devirerek dinliyordum.

"Mutfak işleri değil diye kaç kere söyledim. 'Gastronomi ve mutfak sanatları' okuyorum ben." Dedim her harfine vurgu yaparak. Hayalini kurarak, bin bir zorluklardan geçerek kazandığım bölüme laf ettirmezdim.

"Pabucumun sanatları... neyse götür kahveyi Esat beye. Yanına soğuk su koymayı unutma." Diyen halamı onaylayarak yanağına sulu bir öpücük kondurmuştum. Beni bazen deli etse de, üzerimde emeği çoktu halamın ve beni bu dünyada her şeyden çok seven yegane insandı.

Bardak soğuk suyu da kahve fincanını yerleştirdiğim küçük, cam tepsiye koyarak yanına peçete de koydum. Daha sonraysa tepsiyi kavrayarak usulca mutfaktan çıkmak için hareketlendim.

Merdivenleri çıkarken içim titriyordu heyecandan. Zira gözlerim birazdan aşinası olduğu adamı görecek, mutlu olacak, sanki ilk kez görüyormuş gibi parlayacaktı.

Sevdiğim adam, aynı zamanda da patronumuz olan Esat beyin çalışma odasının önüne vardığımda derin bir nefes koy vererek kapıyı tıklattım iki kere.

"Gel." Tapınası sesi kulaklarıma dolduğunda yüzümün ısısının arttığını hissediyordum. Kalbimse kanatlanıp uçmak için an kolluyor gibiydi.

Usulca kapıyı açarak narin adımlarımla içeriye süzüldüm. Başı her zamanki gibi dosyalara gömülü haldeydi.

"Kahvenizi getirdim Esat bey." Titreyen sesimle konuştuğumda nihayet başını kaldırarak çok sevdiğim kara gözlerini dikmişti maviliklerime.

"Buraya bırak." Sesi her zamanki sertliğini ve de taviz vermez halini koruyordu. Böylesi duygusuz ses tonunu her duyduğumda içimde bir şeyler tuz buz oluyordu.

Yutkunamayarak birkaç ufak adım attım ve tepsiyi dediği yere bıraktım. Beni görmemesi her seferinde çokça canımı yakıyor, gözlerimi doldurmaya yetiyordu. Bir an önce bu lanet odadan çıkarak hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Zira gözlerimin önü çoktan bulanıklaşmıştı bile.

Tepsiyi bırakarak aniden hızla dönerek çıkmak istediğimde ayağımı sertçe sehpaya çarpmış hemen ardından dengemi sağlayamayarak yüz üstü olacak biçimde yerle bütünleşmiştim.

"Ahhh..." Lanet olsun. Rezil oldum.
Tiz bir çığlığın dudaklarımın arasından çıkmasına engel olamadığımda gözlerimden de yaşlar süzülmeye başlamıştı. Yaşadığım duygu karmaşasının üstüne canımın acısı ve rezil olmam da eklenince kendimi berbat hissediyordum.

"Sakar mısın kızım sen? Dikkat etsene," sert ve sinirli sesini duyduğumda ağlamam çoğalmıştı. Fakat duymasın diye hıçkırıklarımı içime atıyordum.

O böyleydi işte. Her an neye sinirlenebileceğini asla tahmin edemiyorduk. Ama benim kalbim, her şeye rağmen onu çok seviyor, her şeyiyle onun da beni sevmesini bekliyordu.

Gelen haşurtu seslerinden yerinden kalktığı anlamıştım. Aşinası ve hayranı olduğum kokusu burnuma dolunca dizlerinin üstünde yere çöktüğünü anlamam uzun sürmemişti.

"Bana bak. İyi misin?" Dese de utanç ve üzüntüden dolayı başımı devekuşu misali iyice yere doğru gömmüştüm. Haziran ayının sıcağında olduğumuz için topuğuma kadar uzanan, kısa kollu, çiçek desenli mavi bir elbise giyinmiştim.

"Sana söylüyorum." İyice yükselen sesiyle sabırsızca tekrarladığında bu kez eliyle çeneme baskı yaparak başımı kaldırmıştı.

Gözümden süzülen yaşlarla gözlerinin en derinine baktığımda dayanamayarak hıçkırmıştım. Ağlamamın temel sebebiyse oydu. O ve ona karşı olan tarifsiz hislerim.

Onunsa gözlerini afallamışlık ve şaşkınlık esir almıştı kısa bir süre zarfında. Muhtemelen ağladığıma şaşırmıştı.

"Niye ağlıyorsun? Canın çok mu yandı?" Bu sefer sesi sert ve sinirli değildi. Aksine şefkatliydi. Bu tonlamasının beni ne kadar etkilediğindense habersizdi.

Yeni bir ağlama dalgasıyla sarsıldığımda Esat iyice şaşkına dönmüştü. Muhtemelen böylesi duygusal tepkileri hiç ama hiç beklemiyordu.

"Şşht. Sakin ol. Neresi ağrıyor? İstersen hastaneye götüreyim seni." Çenemi kavradığı baş parmağı çeneme süzülen gözyaşlarımı kurulamıştı dediklerinden sonra. Bu hareketiyle kalbim dört nala koşuyormuş gibi hızlı çarpmaya başlamıştı. Sorduğu soruyaysa cevap olarak başımı şiddetle olumsuz anlamda sallamakla yetindim.

"Çok özür dilerim. Hastaneye gerek yok. Ben bir anda düşünce ayağım biraz acıdı ve kendimi tutamadım." Diyerek açıklama yaptığımda gözleri tekrar eski ifadesiz tavrına bürünmüştü. Bu bakışlar içimde her seferinde bir şeyleri kanatıyordu.

"Özre gerek yok. İyiysen tamam." Diyerek ayağa kalktığında benim de kalkmam için elini uzatmıştı.

Tutmam için uzattığı eli beni dumura uğratırken bir ona bir bana uzattığı eline bakmış ardından fazla düşünmemeye karar vererek elinin içine bırakmıştım heyecandan buz kesen elimi.

Beni kaldırmak istediğinde aniden ayağım boşluğa gitmiş tam kalktım derken geri doğru sendelemiştim. Fakat bir anda belime sarılan güçlü kol ikinci kez düşerek rezil olmamı engellemişti.

"Sen cidden sakarsın." Sinirle konuştuğunda ürkek bakışlarla ona bakmaktan başka bir şey yapamamıştım. Zaten burnuma dolan öldüğüm kokusu beyin işlevlerimi kısıtlıyordu. Yakınlığımız bir ömür olmak istediğim cinstendi.

Saniyeler sonra belimde varlığını koruyan elleri yok olmuş ruhumu kimsesizler yurdunun soğuk duvarlarına hapsetmişti.

Beni bıraktıktan sonra bir şey demeyerek tekrar yerine geçtiğinde içim burkulmuştu. Kendimi şekeri elinden alınmış çocuklar gibi mazlum hissediyordum.

"Başka bir isteğiniz yoksa ben çıkayım." Ne diyeceğimi bilemeyerek sonunda kaybolan sesimi bularak konuşmuştum.

"Hayır, çıkabilirsin." Kısa ve net cevap verirken yüzüme bakmamıştı bile.

Daha fazla o odada kalamayacağımı anladığımda hızlıca odadan çıkmış çalışma odasının karşısında konumlanan kendi odama atmıştım kendimi. Yatağa çöktüğümdeyse gözyaşlarımın üstüne yenileri eklenmeye başlamıştı bile.

Bu eve ilk geldiğimde on sekiz buçuk yaşındaydım. Buraya gelme sebebimse kazandığım üniversitede rahat okumaktı. Mardin Artuklu üniversitesinin "Gastronomi ve mutfak sanatları" bölümünü bin bir zorluklardan geçerek kazanmıştım.

Ailemin tek kızıydım. Annem, gözlerimin mavisini, vücudumun narinliğini aldığım kadını görmek bana nasip olmamıştı. Zira benim doğumumda hayata kapatmıştı gözlerini. Bir nevi benim yüzümden. Ben annesinin katili olan bir kız çocuğu olarak büyümüştüm. İsmi Melek'ti annemi. Sanki ismi ona biçilmiş kaftanmış. Herkes gençken melekler kadar güzel olduğunu söylüyormuş, genç yaşta öldüğünde ise melekler erken aldı yanlarına demişler.

Annemin vefatından sonra tek halam olan Hatice bizim eve taşınarak beni büyütmüş. Halam babamdan iki yaş küçüktü ve evlendikten altı ay kadar sonra eşini kaybedince bir daha hiç evlenmiyor, annemin ölümünden sonraysa bize taşınıyor.

Babam... yıllardır sevgisinden mahrum kaldığım adam. İsmi Halit. Annemi çok severek evlendiği için benim doğumumu ve annemin ölümünü asla kabullenemedi bunca zaman içinde. Doğru beni dövmez, sövmezdi. Fakat sertliğinden, sevgisizliğinden de ödün vermezdi asla.

Okumama bile müsaade etmemişti. Halamın ısrarları ve beni savunması sonucu gidebilmiştim kazandığım bölüme. Babam benim daha çok küçük olduğum zamanlardan bu konakta kahya olarak çalışıyordu. Haftanın neredeyse beş bazen altı gününü köye- halamla birlikte yaşadığımız eve- gelmez, işinin başında olurdu. Fakat ben üniversiteyi kazanınca okula daha rahat gidip gelmek adına Esat beyin ve annesi Selma hanımın da rızasıyla halamı ve beni buraya getirmişti babam. Sonrasında halam da burada mutfakta çalışmaya başlamış, ben de okuldan geri kalan zamanlarda ona yardım ediyordum.

"Maysa abla." Kapının açılması ve Aras'ın yüksek sesle bağırması beni düşüncelerimin arasından hızla çekip çıkarmıştı.

"Gel babamın yeni aldığı boyalara bak." Heyecanla yanıma yaklaştığında toparlanmak adına gözlerimi hızla kurulamaya çalışıyordum.

Aras Esat beyin oğluydu. Ben bu eve yeni taşındığım zamanlarda bir buçuk yaşlarındaydı. O dönemde bakıcısıyla oluşan bir sorun yüzünden bakıcısını kovmuşlardı. Geçici süre olarak ben ilgilenmiştim onunla. Fakat zamanla aramızda oluşan bağla ben Aras'ın bakıcısı gibi olmuş, üst kata onun odasının hemen yanına taşınmıştım.

Üst katta bulunan dört odanın biri Esat beyin odası, diğeri çalışma odasıydı. Diğer ikisinden biri Aras'ın, diğeriyse Esat beyin ablası Elif ablanın eski odasıydı ki sonradan bana verdiler. Elif abla otuz sekiz yaşında, iki çocuk annesi yaklaşık on beş yıllık evliliği olan sevecen bir kadındı. Kendisi İstanbul'da yaşadığı için ara sıra görüyordum onu.

Aras'ın annesi olacak o kadınsa Aras doğduktan birkaç gün sonra onları bırakarak başka bir adamla kaçıp evlenmiş. Bu konu konakta asla dönmez. Detaylarıysa Esat beyden başka kimse netlikle bilmiyordu. Aras ise annesini öldü biliyordu. Her ne kadar gerçeklerin ondan saklanmasının taraftarı olmasam da elimden bir şey gelmiyordu.

"Sen neden ağladın Maysa abla?" Babası gibi simsiyah gözlerini kocaman açtığında bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Dört buçuk yaşındaydı Aras. Şu an ana okuluna gidiyordu.

"Yoksa birileri mi üzdü seni?" Boyalarını yatağın üstüne bırakmış, küçük ellerinin baş parmaklarıyla yanaklarımı okşamaya başlamıştı.

"Yok bir tanem. Kimse üzmedi beni. Sadece mutfakta Hatice halam yemek yapıyordu ve ben de ona yardım ederken çokça soğan doğradım. Acı soğan gözlerimi sulandırdı ve yaktı." diyerek ona tane tane anlattığımda kaşlarını sinirle çatmıştı. Ne kadar da babasına benziyor diye düşünmeden edemiyordum. Gerçi babasını düşünmediğim tek bir dakika bile yoktu ama.

"Bir daha soğan doğrama o zaman. Babama söyleyeceğim bir daha soğan almasın." Kollarını göğsünde birleştirerek dediklerinden sonra odadan aniden fırlamasıyla şaşkına dönmüştüm.

"Aras... nereye gidiyorsun?" Bağırarak arkasından koştuğumda babasının çalışma odasına doğru gittiğini anlamam uzun sürmemişti.

Allah kahretsin, kim bilir neler diyecekti babasına.

"Aras, gel hadi buraya." Diye bağırmalarımı tabii ki dinlemeyerek odanın kapısını açarak direkt içeri girmişti.

Hemen arkasından ben de odaya daldığımda nefes nefese kalmıştım.

"Baba..." diye bağıran Aras ile Esat bey de şaşkın şaşkın bize bakıyordu. Ne olduğunu anlamak ister gibi bir hali vardı.

"Kusura bakmayın Esat bey. Bir anda koşarak geldi." Diye açıklama yapma gereği duymuştum.

"Sorun yok." Dedikten sonra bakışlarını oğluna çevirmişti. Aras ise çoktan babasının kucağına tırmanmıştı.

"Gel oğlum. Ne oldu bakayım?" Aras'ı iyice kucağına sabitleyen Esat bey önce dudaklarını oğlunun yanağına değdirmiş, ardından tıpkı kendisinde olduğu gibi gece siyahı saçlarını okşamıştı. Sesiyse her zamankinin aksine bolca şefkat barındırıyordu. Bu ses tonunu kullandığı nadir insanlar listesinde ilk sıradaydı Aras. Diğerleri ise ablası Elif abla ve yeğenleriydi.

"Baba, bir daha eve sakın soğan almayalım olur mu?" Aras'ın tahmin ettiğim atağıyla tüm vücudumdaki kanın yanaklarımda toplandığından emindim. Tanrım, bugün bu adamın önünde daha kaç kez rezil olacaktım ben.

Esat beyse oğlunun isteğiyle önce şaşırmış, ardından bilinmezlikle kaşlarını çatarak kısa bir an bana bakmıştı. Bense ne yapacağını bilmez bir tavırla birkaç adım daha onlara yaklaşmıştım.

"Neden oğlum? Niye soğan almayalım?" Şefkatinden ödün vermediği ses tonuyla sormuştu sorusunu Esat bey. Gerçekten de sorunun ne olduğunu çözmek istiyor gibiydi. Fakat sorunun boş bir yalan olduğundan habersizdi. Sorun tamamen benim sıçma-sıvama işlemlerim sayesinde oluşmuştu.

"Çünkü soğan doğradığı için Maysa ablamın gözleri acımış, kırmızı renginde olmuş mavi gözleri. Bir daha soğan alma baba. Soğan Maysa ablamı ağlatıyor." Kaşlarını çatarak sinirle oğlunu dinleyen Esat bey duyduklarını beklemiyor olacak ki şaşırmıştı.

Şaşkınlıkla dolup taşan gözlerini bana çevirdiğinde gözlerimi kaçırmıştım.

"Tamam oğlum. Soğanın Maysa ablanı ağlatmasına izin vermem bir daha. Anlaştık mı?" Babasının dediklerinden sonra gözlerinden ışıltılar geçmişti Aras'ın.

"Yaa. Gerçekten mi?" Hevesle sorduğu soru Esat beyin yüzünde ufak bir tebessümün oluşmasına neden olmuştu.

"Gerçekten oğlum." Güven vermek ister gibi söylediğinde oğlunun alnına ufak bir öpücük kondurmuştu.

"Yaşasınnn. Aslan babam benim." Kollarını önce havaya kaldırarak oturduğu yerde zıplar gibi yapan Aras, ardından babasına sarılmıştı.

"Aslan oğlum benim." Diyerek Esat bey de oğluna sarıldığında görüntü içimi sıcacık etmişti.

"Benim şimdi çalışmam gerekiyor. O yüzden sen odana git, işim bittiğinde geleceğim yanına." Diyerek oğlundan ayrılan adamla, Aras başını olumlu anlamda sallamıştı.

"Tamam babacım. Ben de Maysa ablama yeni boyalarımı göstereceğim." Diyerek ayağa kalkan Aras bana doğru koşmuştu.

"Sen git boyalarını hazırla. Benim Maysa ablana bir şey söylemem gerekiyor. Sonra gelecek yanına." Aras bunu duyunca kaşlarını çatsa da diretmemişti.

"Tamam ama çabuk gelsin." Odadan çıkmadan önce son dediği benim gülümsememe neden olmuştu.

O sıradaysa Esat bey ayağa kalkarak soluğu yanımda aldığında yakınlığımızdan dolayı içimde kelebek sürüsü uçuşmaya başlamıştı.

"Söyle bakalım küçük hanım, kim o seni üzerek ağlatan soğan?" Alaylı sesiyle konuştuğunda soğan kelimesine vurgu yapmıştı. Bense içimden sensin desem de, onun beni üzmediğini de biliyordum. Zira ondan gelen bir şey kalbime üzüntü olmuyordu. Bu karşılıksız sevda olsa bile.

"Soğan işte, soğan yüzünden." Diye mırıldandığımda inanamayan gözleri yüzümü turlamıştı. Zaten ben de gözlerimi kaçırarak pek inandıramamıştım.

"Bu masala inanmak için fazla büyük değil miyim sence de?" Hâlâ alayla konuştuğunda boğazımın kuruduğunu hissediyordum.

Evet, Allah kahretsin ki benim sevgimi görmemen gereken kadar fazla büyüksün... Gözlerimin dolmasına engel olmalıydım. Şu an kesinlikle ağlamamam gerekiyordu.

Başımı yere eğdiğimde baş parmağımı çeneme iliştirerek gözlerimizi tekrar kavuşturmuştu. Yaptığı bu hareketiyle gözlerim yuvalarından fırlayacak kadar açılmıştı.

"Evet, fazla büyüksünüz." Heyecandan ne dediğimi bilmeyerek saçmaladığımda gözlerimi sıkmıştım. Hay ben bu dilimin ayarını...

Esat beyinse tepkimden dolayı dudakları kıvrılmıştı yukarı doğru. Bugün kesinlikle benim rezil olma günümdü.

"Evet küçük hanım. Artık söyleyecek misin seni ağlatan soğanın kimliğini?" İnatla sormaya devam ettiğinde çenemdeki elini de çekmişti. Bense bu kez gözlerimi kaçırmamıştım.

"Beni ağlatan soğan şu an halamın yemek kazanında pişiyor." Gülerek dediğimde benim aksime onun kaşları çatılmıştı. Tam ağzını açıp bir şey demek istediğinde buna müsaade etmedim.

"Ben artık gideyim müsaadenizle. Aras beni bekliyor." Dediğimde sanki mümkünmüş gibi daha da çatmıştı biçimli kaşlarını.

"Git bakalım. Ama bu kazanda pişen soğan yalanını yedim sanma." Dediğinde gülümsemem iyice büyümüştü.

"Akşam yemekle birlikte yiyeceksiniz ama Esat bey." Dayanamayarak kahkahamı serbest bıraktığımda karşımdaki adamın afallamış suratı beni daha da güldürüyordu.

"Benimle dalga geçen bir adet çöl faresi." Sinir karışık alayla dediğinde gülüşüm yavaş yavaş durulmuştu. Yutkunamamıştım resmen.

"Ben artık gideyim." Cevap vermesine fırsat tanımayarak odadan dışarı fırlamış, soluğu Aras'ın odasında almıştım. Fazla heyecan nefeslerimin kesikleşmesi ile sonuçlanmıştı.

"Maysa, sonunda geldin." Aras'ın da sesi babası gibi kızgın çıkıyordu. Ah bu iki yakışıklı Çapanoğlu benim minik ruhumun sonu olacaktı kesinlikle. Çoğu zaman abla dese de böyle heyecanlı olduğu zamanlarda bazen direkt ismimle sesleniyordu Aras. Bense buna hiç takılmıyordum aksine hoşuma bile gidiyordu.

"Geldim, bebeğim." Onu kucağıma aldığımda sonunda kızgınlığı uçup gitmiş, yanaklarıma öpücükler kondurmaya başlamıştı.

"Gel sana yeni boyalarımı ve yaptığım resmi göstereceğim," kucağımdan inerek odasındaki çalışma masasına doğru koştuğunda ben de onu takip etmiştim...

Bir buçuk saat kadar Aras'la odasında vakit geçirmiştik. Oyunlar oynamış, meşhur yeni boyalarıyla resimler yapmıştık. Onunla vakit geçirirken çokça eğleniyordum. İkimizin odada yankılanan şen kahkahaları birbirine karışıyordu.

Ondan sonraysa Aras biraz dinlenmek için uzanmış, ben de akşam yemeği hazırlıkları için Hatice halama ve evin diğer yardımcısı olan Aysima ablaya yardım için mutfağa inmeye karar vermiştim. Son finalimi geçen hafta vererek üçüncü sınıfı da başarıyla bitirdiğim için okulların tekrar açılacağı zamana kadar boştum. Aldığım aylık bursla İngilizce kursuna yazılmak istiyordum fakat şimdilik bir kurs bulamamıştım. Online kursları araştırmak aklımın bir köşesindeydi.

Merdivenleri indiğimde mutfağa girmezden önce babam ve Selma hanımın salondaki konuşma seslerini duyunca bir köşeye geçerek konuşmayı dinlemeye başladım. Aslında yaptığım şeyin hiç de etik olmadığının farkındaydım ama hararetli konuşma beni bir kere kendine çekmişti.

"Bak Halit ağa, dediklerimi iyice düşün ben yanlış bir karar vermek istemiyorum." Diyen Selma hanımın neyden bahsettiğiyle ilgili en ufak bir fikrim yoktu.

"Eminim hanımım, Esat beyden daha iyi damat bulacak halim yok ki?" diyen babamla gözlerim yuvalarından fırlayacak nitelikte açılmıştı yaşadığım şok dalgalarının etkileriyle. Tanrım babamın tek kızı ben olduğuma göre, yoksa...?

"Olabilir, fakat Maysa'nın fikri benim için çok önemli. Kızın belki sevdiği vardır, ya da oğlu olan bir adamla evlenmek istemiyordur, hatta yaş sorununu bile dert edebilir. " Diyen Selma hanım kısa bir an duraksamış, ardından tekrar devam etmişti beni bitiren kelimelerine.

"Ben zoraki bir evlilik istemiyorum Halit ağa, fakat torunum kızına çok düşkün. Bunun yanı sıra oğlumun ilk yaptığı talihsiz evlilikten sonra Maysa ikisine de iyi gelecek bunu çok iyi biliyorum. Lakin yine tekrar ediyorum, bu konuyu Esat daha bilmiyor. Önceliğim Maysa kızımın fikri, onu zorlamak istemem. Senden ricam uygun bir dille kızının ağzını yoklaman." Selma hanımın dediği her kelime kalbimin kuş misali kanatlanıp uçmasına sebep oluyordu. Sevdiğim adamın annesi beni kendine gelin olarak istiyordu. Fakat oğlunun henüz haberi yoktu.

Tüm akli sağlığım darmaduman olmuştu iki dakikanın içinde. Tanrım ya Esat beni istemezse? O zaman ben bu duyguların ağırlığıyla nasıl başa çıkacaktım? Sevdiğim adamın beni istememesinin ihtimali bile bitiriyordu beni.

"Merak etme Selma hanımım. Maysa benim lafımın üstüne söz söylemez. Fakat gönlün olsun diye soracağım ona da. İçin rahat olsun." Diyen babam her zamanki gibi beni görmezden gelerek kararlar veriyordu. Kızının gönlünün olup olmadığını Selma hanım için soracakmış. Ah be baba, şu yara bere içinde olan kalbimi iyice parçalamak yerine bir kerecik sevginle ısıtsan keşke...

Daha fazla orada dayanamayarak az önce indiğim merdivenleri tekrar çıkmış, kendimi odama atmıştım. Ne yapacağımla ilgiliyse en ufak tek bir fikrim bile yoktu...

***********

09.05.2023

Evet arkadaşlar ilk bölümümüz bitti.

Kurgunun devam etmesi için kıymetli fikirleriniz esirgemeyin lütfen.

Sağlıcakla kalın...

 

Loading...
0%