Yeni Üyelik
7.
Bölüm

🍃Bölüm ~5🍃

@papatyahikayeleri

🌺
••••

*Çayın da bir derdi var;
Ateşler içinde yandığına göre,
Unutulduğunda soğuduğuna göre,
Bekleye bekleye acıdığına göre, var bir derdi...

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Efsa'dan:
••••••••••••••

Yeni güne yeni umutlar doğar. Bu söz acılarla dolu, monoton giden hayatım boyu hiç doğru gelmiyordu bana...
Zira ne zaman yeni bir güne umutla uyansam hep günün sonunda acı acı gözyaşı dökerdim.

Fakat bu sabah hislerim her zaman olandan farklıydı. Umutla açmıştım gözlerimi bu sabaha. Sanki çok zorluklardan geçecek olsam da sonunda mutlu olacakmışım gibi geliyordu bana.

Bunların bana yardım edecek adamla bağlı bir bağlantısı var mıydı ? Bilmiyorum. Bir yola çıkacaktık onunla. Ve içimden bir ses bu yolda çok hırpalanacağımı söylüyordu. Fakat garip bir şekilde ilk kez geleceğime dair ufakta olsa umut kırıntıları vardı içimde.

Hayat daha beni nerelere savuracaktı hiç bilmiyorum, tek dileğim bebeğim ve kendime sakin bir hayat kurmak.....

Düşüncelerime son vererek yataktan yavaşça doğruldum. Düne nazaran bugün ağrılarım baya hafiflemişti. Anlaşılan bebeğim de annesi gibi dayanıklıydı acılara karşı. Bu düşünce bile içimi sıcacık etmeye yetmişti. Elimi karnıma koyarak gözlerimi kapattım. Bebeğime güç vermek ister gibi, bebeğimden güç almak ister gibi...

Gözlerimi açtığımda kendimi çok daha güçlü, umutlu hissediyordum. Daha şimdiden bu kadar benimsediğim bebeğimin nasıl canına kıymaya kalkmıştım ben.

Üzücü düşüncelerin beynimi istila etmesine izin vermeyerek yataktan kalktım. Kendimi fazla zorlamamaya çalışarak yatağımı topladıktan sonra banyoya girmiş, rutin işlerimi halletmiştim.

Ondan sonraysa çok seçimi olmayan dolabımın önünde kurularak dizlerimin altında biten siyah kruvaze yaka triko elbisemi giyinerek, altına da giymek için siyah spor ayakkabılarımı almıştım. Şubat soğuğunu da düşünerek kahve tonlarda olan montumu da çıkardım ve yatağın üzerine bıraktım. Düz olan saçlarımı pratik bir şekilde elimle şekillendirerek salık bıraktıktan sonra gözlerime de siyah göz kalemi çekmiştim.

Yüzüme başka hiçbir şey sürme gereği duymayarak mutfağa geçmiştim. Kendim bir şeyler atıştıra atıştıra tepsiye de babam için peynir, çay, zeytin, salatalık gibi kahvaltılıklar diziyordum.

Halam kesinlikle babamla konuşmuştu ve ben şimdi nasıl davranacağımı hiç bilmiyordum.

Başa gelen çekilir misali derince nefes aldıktan sonra çokta ağır olmamasına özen göstererek hazırladığım tepsiyi elime aldığım gibi de salona doğru ilerlemeye başlamıştım.

Salondan içeri adımımı attığımda babam çoğu zaman olduğu gibi yine de erkenden uyanmıştı. Gülümsemeye çalışarak ilerledim ve tepsiyi sehpanın üzerine bırakarak babamın mavilerine çevirdim mavilerimi.

"Günaydın babam," dedim her zaman yaptığım gibi hep soğuk olan ellerine öpücükler bırakarak. Sonraysa tepsiden çatalı almış küçük küçük dilimlediğim peynirlere batırarak babamın ağzına götürmüştüm.

"Nasılsın bugün babacığım?" diye sormuştum küçük ekmek dilimini ağzına bırakırken.

"İyiyim" diye bilmişti sadece, konuşurken nefes nefese kalıyordu ve bu durum beni içten içe tüketiyordu.

"Halanın anlattıkları doğru mu?" demişti ona çayından bir yudum içirdikten sonra, bazen bir cümleyi kurması baya vakit alıyordu, bazense tüm gücünü toplayarak bir çırpıda diyor ve sıkılaşan nefesleri yüzünden nefes nefese kalıyordu.

"Evet, doğru" dedim gözlerimi kaçırarak, yanaklarıma yayılan ısı yüzünden yanaklarımın kıpkırmızı olduğundan emindim.

Babamın kaşı sorgularcasına havaya kalktığında artık bir şeyleri açıklamam gerektiğini anlayarak derince nefes aldım.

"Şimdi babam, akşam gelmek istiyor zaten seninle konuşmaya," dedim utana sıkıla, Allah'ım babayla böyle konuları konuşmak ne de zormuş.
Hâlâ tatmin olmamış gibi bakıyordu suratıma ama ben ona daha fazla ne diyeyim ki, utançtan yerin dibine girmeme ramak kalmış bir durumdayken hem de.

"Şimdi benim gitmem gerek, ona gelinceyse ismi Yaman, birkaç aydır tanıyorum. Asla ciddi olmasa bir ilişkiye girmek istemediğimi bildiği için zaten seninle konuşmak istiyor. Akşam konuşursunuz, ben işe gidiyorum. Halam da birazdan gelir zaten yanına," diyerek peçeteyle ağzının kenarlarını temizledim, daha sonra sabahlar yemekten sonra olan ilacını içirdim. Dediklerime rahatlamış gibi gözüküyordu, zira ciddiyet kısmı onu rahatlatmıştı. Fakat asıl sorun Karadeniz meselesinde çıkacaktı. Yaman babamın gururunu incitmeden onlarda kalmaya ikna edebilecek miydi acaba?

Alnına da bir öpücük kondurdum babamın, sonraysa gülerek yanağımı dudaklarına doğru uzatınca o da beni öpmüş, hafif işlek olan sağ elini saçlarıma çekmişti..

Salondan ayrılıp odama geçtiğimde telefonuma gelen mesaj sesiyle dikkatimi telefona yöneltmiştim.

*Aşağıdayım.

Tek kelime yazdığı mesaja gözlerimi devirmiştim. Sana da günaydın(!).

* Tamam

Ben de onun gibi yaparak tek kelime ile cevap vermiş, telefonumu minik siyah çantama atarak montumu giyinmiş ve evden çıkmıştım. Halamın henüz gelmemesine de sevinerek tabii ki. Yoksa şimdi sorular çoktan yağmur misali yağmaya başlamıştı.

Aşağı indiğimde arabasından inerek bekleyen adam beni hiç şaşırtmamıştı.

"Günaydın" dedim yanına yaklaştığımda, o da kendine çeki düzen vererek cevaplamıştı beni. Boyundan dolayı hafif başımı yukarı kaldırarak konuşuyordum.

"Günaydın, gidelim mi?" dediğinde başımı olumlu anlamda sallamıştım. O da ön koltuğu benim için açınca teşekkür ederek arabaya bindim ve kemerimi taktım. Bu esnada Yaman da sürücü koltuğuna kurulunca yola koyulmuştuk.

"İyi misin? Düne göre yani?" diyen adamla arabada oluşan sessizlik bozulmuştu. Aramızda geçen tek konuşma kütüphaneyi tarif etmem olmuştu.

"İyiyim, teşekkür ederim," demiştim ben de bakışlarımı kaçırarak.

"Bu arada akşam gelmeni bekliyorlar" dedim kısık çıkan sesimle. Kendimi garip hissediyordum. Ona muhtaç, ona yük gibi, ya da ne bileyim bu işin sonu nereye varacak diye içim içimi yiyordu. Tüm duygularım, düşüncelerim bir birine karışarak beni allak bullak ediyordu.

"Peki, kaç gibi geleyim?" dediğinde düşünmeye başladım.

"Ben işten beş buçukta çıkıyorum, ondan sonra gelebilirsin" dediğimde bakışları kısa bir an bana dönmüştü.

"Seni almaya gelirim, ondan sonra bir yere gideceğiz demiştim ya, sonra size geçeriz," dediğinde nereye geçeceğimizi deli gibi merak etsem de soramadım.

"Tamam" diye fısıldamakla yetinmiştim. Zira aklımı istila eden daha önemli sorunlar vardı. Mesela akşam ki konuşma...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

"İşte böyle, Aleyna bir anda kendimi böyle bir yalanın içinde buldum," dedim akan gözyaşlarımı silerek. Şu an kütüphanede seyreklik olduğu için içeri odada oturmuş, başıma gelenleri en başından anlatıyordum bu hayatta olan tek dostuma.

"Ah canım benim, neden en başından söylemedin, o ağır acıyla nasıl tek başına mücadele ettin sen?" artık tek dostum olan Aleyna da ağlıyordu.

"Diyemedim işte, dilim varmadı, ben bile hazmedememişken başkasına söyleyemedim," dediğimde buz gibi olan elimi ellerinin arasına aldı.

"Peki şimdi ne olacak? Karadeniz'e mi gideceksin her şey yolunda giderse?" dediğinde sesi çok üzgün çıkıyordu. Tek başına bizim evden iki sokak yukarda yaşayan Aleyna'nın da tek arkadaşı, hatta yanında olan tek kişi bendim.

"Aslında gitmeyi istiyorum, bu şehirde çok acılar çektim. Belki yeni şehir, yeni hayat bana da iyi gelir, ayrıca bebek doğduktan sonra ayrılırız herhalde, ondan sonra oralarda ya da başka bir şehirde yeni bir hayat kurarım," dedim umut dolu sesimle. Fakat başıma neler gelecek, hayat beni nasıl yönlendirecek hiç bir şekilde kestiremiyordum.

"Ben sensiz ne yapacağım peki? Bir tek sen varsın yanımda," dediğinde yine dolmuştu elaları.

"Sen de gelsen olmaz mı? Zaten bizi bu şehre bağlayan hiçbir şey yok, orada yeni hayat kurarız kendimize," aslında gitme işi aklıma çok yatmıştı. Yaman'la olmasa bile bir şekilde gitmeyi başarmalıydım.

"Bilmem, eğer oralarda yer edinebilsen, inan düşünmeden gelirim yanına, zaten şu işim ve kirada kaldığım o gecekondundan başka hiçbir şeyim yok," canım arkadaşımı da aynı benim gibi hayat çok savurmuştu sağa sola, dört yıldır ayrılmıştı yetimhaneden ve çok zorlanarak geçiniyordu.

"Bakalım işte, girdiğim bu belirsizlikte hayat beni nasıl yönetecek" dedim daha çok kendi kendime konuşur gibi.

Ondan sonra işimizin başına geçmiştik, hamile olduğumu öğrendiği için Aleyna kesinlikle çok yorulmama izin vermemişti, zaten son günümdü bu işte. O yüzden iki yıldan fazladır çalıştığım, bolca kitap okumama vesile olan bu kütüphaneyle özlem giderdim bir nevi.

Aleyna'ya gelirsek, benden bir yaş büyüktü, ve dört yıl önce yurttan ayrılarak bize yakın civarda ev tutması sonucu tanışmış çok yakın olmuştuk bir birimize, hatta ikimizin de en yakını bir birimizdik...

Kütüphanede olan işlerim bittiğinde vakit kaybetmeden çıkarak beni bekleyen adama doğru ilerlemiştim. Zira tüm heybetiyle Yaman beni bekliyordu.

"Merhaba," dedim yanına yaklaşınca.

"Merhaba" aynı şekilde karşılık veren adama hafif tebessüm etmiştim.

Yine benim için arabanın kapısını açınca binmiş, kemerimi de takmıştım.

Yola koyulduğumuzda nereye gideceğimizi deli gibi merak ediyordum. Ayrıca Yaman da çok gergin ve sinirli gözüküyordu. Yani sabah böyle değildi.

"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda iyice gerilmişti.

"Gidince görürsün" diyerek kestirip atan adam beni dumura uğratmıştı. Açıkçası böyle kaba çıkışmasına biraz bozulmuştum. Acaba işinde bir sorun mu vardı diye düşünmeden edemiyordum. Bozulduğumu anlamaması için başımı camdan taraf çevirerek akıp giden yolu izlemeye başladım. Nasıl olsa gidince görecektim.

Araba durunca geldiğimiz yeri fark etmemle gözlerim şokla açılmıştı. Buraya neden geldik ki şimdi?

"Neden buraya geldik?" dedim titremesine engel olamadığım sesimle. Allah kahretsin neden buraya gelmiştik ki.

"Senin yüzleşmen için," dediğinde gözlerim artık dolu dolu olmuştu. Hayır istemiyordum yüzleşmek falan, bir an önce buradan gitmek istiyordum.

"Gidelim buradan" dedim başımı şiddetle iki yana sallayarak.

"Hayır, mekanı komple kapattırdım. Sadece ona dersini verip çıkacağız. Korkmana gerek yok," dediğinde şaşırmıştım. Neden bu kadar takıyordu anlayamıyordum.

"Peki" dedim sadece, zira kararlı bakışları hiç pes edecek gibi durmuyordu.

Başını sallayarak arabadan inen adamı takip etti gözlerim. Bir türlü elim kapının kulpuna gitmiyor, kapıyı açarak arabadan aşağı inemiyordum.
Benim yerime bu görevi Yaman üstlenmiş, inmem için arabanın kapısını açınca çaresizce inmiştim arabadan.

Şu an dört bir yanımı tarifi imkansız duygular sarıp sarmalamıştı. İki ay önce arkama bile bakmadan bir enkaz gibi koşarak ayrılmıştım buradan. Şimdi yine hayatımın mahvolduğu, namusumun lekelendiği o mekandaydım.

Kapıdan içeri adımımızı attığımızda istem dışı yanımda duran adama doğru sokulmuştum. Hareketimi anlamış olacak ki elini sahiplenircesine belime indirmişti.

Tam anlamda içeri girdiğimizde ortalıklarda kimsenin olmadığını fark etmiştim. Yani ondan başka. Onu insan saymadığım için... Yaman bunu nasıl yapmıştı hiç anlamamıştım.

Beni gördüğü anda gözleri şokla açılmıştı. Benimse tutmakta zorlandığım gözyaşlarım yanaklarım boyunca süzülmeye başlamıştı.

Yine o geceyi hatırlıyordum, isteğim dışı bana dokunulduğu geceyi, hayallerimin kara toprağa gömüldüğü geceyi...

"Efsa," diyerek şokla mırıldanan adamla yanımda duran adam artık kendini durdurmayı bırakmıştı.

"Savaş Bayraktar isimli şerefsiz, şimdi yaptıklarının bedelini ödeme vakti" diyerek gözü beni bile görmeyen adam şu an kırmızı görmüş kızgın boğa gibi Savaş'a doğru ilerliyordu.

Yanına yaklaştığı gibi hala şokla bana bakan adamın yakasından iki eliyle kavrayarak büyük bir hırsla silkelemeye başladı.

"Sen nasıl bir kadına isteği dışında dokunursun?" dediği anda kafasını adamın kafasına dikmişti. Anında burnundan kan açılan adamın burnunun kırılması muhtemeldi.

"Hiç mi vicdan yok sen de şerefsiz herif?" diye tısladığında art arda yumruklarını sıralamaya başlamıştı. Daha çok yılların birikmişliğinin hıncını alır gibiydi ve ben neden böyle davrandığını anlayamıyordum..

"Seni hapislerde sürüm sürüm süründürürdüm ama bu kıza dua et," bir yumruk daha inmişti kanla kaplı suratına.

"Sırf onun adı böyle davalarda çekilmesin diye susuyorum" bir yumruk daha. Sonra ayağıyla karnına geçirdiği tekme sonucu ağzından kan sıçrayarak yere devrilen adamın üzerine çullanmıştı Yaman.

Bense hıçkırarak ağlıyordum, kanın görüntüsü ve kokusu midemi bulandırıyor, görüş açımı da iyice bulanıklaşıyordu.

Hala hırsla Savaş'ı döven Yaman durmasa kesinlikle ölecekti.

"Dur, artık" hıçkırarak dediğim şeyi duymamıştı bile. Kusma isteğimi bastırarak yanına yaklaştığımda.

"Yaman, Allah aşkına öldüreceksin, dur artık" yüksek sesle bağırdığımda dikkatini çekmiş olmalıydım ki, elleri duraksamıştı.

Bakışlarımı Savaş'a çevirdiğimde, gördüğüm kan içinde olan yüz midemde oluşan safrayı boğazıma kadar tetiklemeye yetmişti.

Kendimi durduramayarak öğürdüğüm için elimle ağzımı kapattım ve koşarak mekandan dışarı attım bedenimi...

Kendimi durduramayacağımı anladığımda ulu orta yer demeden yere doğru eğdim başımı ve içimde ne var ne yok boşaltmaya başladım. Ağlıyor, kusuyor, titriyordum. Kısacası berbat bir durumdaydım.

Aniden saçlarımı bir elinde toplayarak belimi tutan adama çevirdim bakışlarımı. Sonraysa yeni gelen öğürme isteğiyle yeniden istifra etmeye başlamıştım. Durmaksızın, boğazım acıyana kadar içimde olanı boşalttım.

"İyi misin?" dediğinde başımı iki yana sallamıştım ağlayarak, iyi değildim, hiç iyi değildim.

Kusma işlevim bittiğinde kolunu belime dolayarak arabasının önüne doğru yöneltti güçsüz bedenimi. Bakışlarımı mekana doğru çevirdiğimde ağlamam şiddetlenmişti.

Arabasından pet şişede olan suyu alarak elini ıslattı ve yüzüme, boynuma doğru sürdü. Sonraysa hiç iğrenmiyormuş gibi peçete alarak ağzımın etrafını temizlemeye başlamıştı.

"Al iç," diyerek şişeyi bana uzattığında hıçkırarak titreyen ellerimle kavradım şişeyi ve dudaklarıma doğru götürdüm. Fakat boğazımda oluşan kocaman yumru yüzünden içemiyordum. Pet şişeyi bile elimde zor tutuyordum.

Ayaklarım beni taşıyamayınca yere doğru sendeleyecekken Yaman beni tutmuş, eş zamanda da elimdeki pet şişe yeri boylamıştı.

Güçsüzce başımı göğsüne yasladım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Sanki tek ihtiyacım buymuş gibi. Kendime, kaderime, zayıflığıma ağlıyordum ben.

Önce şaşırsa da o da bir süre sonra elinin birini saçlarıma daldırarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Tamam, geçti artık. O adam hiçbir şey yapamaz sana," diyordu yatıştırıcı çıkan ses tonuyla. Fakat içimde çığlık çığlığa kalan yaralı kadın susmuyordu bir türlü. Ufak bir kız çocuğu gibi titreyerek ağlıyordum.

Bir süre öylece durdum başım göğsündeydi, fakat bedenlerimiz arasında mesafe vardı. Saçlarımı okşaması bir süre sonra beni az da olsa sakinleştirmişti, hıçkırıklarım durmuş, yerini iç çekişlerine bırakmıştı.

"İyi misin?" dedi başımı göğsünden kaldırarak, iki eliyle ıslak yanaklarımı kavrayarak okşar gibi gözyaşlarımı kuruluyordu.

Cevap vermeyerek başımı olumlu anlamda ağır ağır aşağı yukarı sallamakla yetinmiştim. Cevap verecek gücü kendimde bulamıyordum.

"Ben bu kadar kötü olacağını düşünememiştim, sadece yaptığı şerefsizliğin az da olsa bedelini ödetmek istemiştim. Sen de görürsen hırsının azalacağını düşünmüştüm," dediğinde buram buram pişmanlık kokan sesiyle, unuttuğu bir şey vardı. Ben zayıf ve yaralı bir kadındım. Anne sevgisinden mahrum, babası yataklarda canıyla cebelleşen, tecavüze uğramış, üstelik kendi yükünü bile zar zor taşırken bir de istemediği, henüz hazır olmadığı bir bebeğin yüküne sırtlanan sadece yirmi bir yaşı olan bir kadındım ben... Hayattan çok ağır darbeler alarak güçsüz düşen bir kadın...
Namusunu bile koruyamayan, intihar girişiminde bulunan bir kadın.

"Anlıyorum," demiştim sadece, zira konuştukça ağlayasım vardı. Zira zar zor tuttuğum gözyaşlarım dökülmek için an kovalıyordu. Dediklerimle derince iç çekmişti.

"İstersen hastaneye gidelim? Yani kötüysen?" dediğinde ilgili acı kahveleri yüzümü turluyordu.
Kesinlikle hastaneyle uğraşacak gücü bulamıyordum kendimde, ayrıca babam ve halam bizi bekliyordu.

"Gerek yok, iyiyim. Eve gitmemiz gerek. Bekliyorlardır şimdi." Dedim gergin çıkmasını engelleyemediğim ses tonumla. Bir de evdekilerle konuşmak konusu vardı. Eğer babam rıza vermese o zaman ne yapacaktım hiç bir fikrim yoktu.

"Tamam, gidelim," dediğinde elini belimden çekmeyerek arabanın kapısını açtı ve binmeme yardımcı olduktan sonra eğilerek kemerimi de taktı.

O kadar yakındı ki şuan nefesimi tutmuştum. Kemeri taktıktan sonra bir süre kahvelikleri dolu dolu olan mavilerimde oyalanmıştı. Fakat yakınlığımızdan rahatsız olarak boğazımı temizleyerek gözlerimi kaçırdığımda kendine gelerek geri çekilmişti. Ben de ne zamandır tuttuğum nefesimi koy vermiştim.

O da hızlıca arabasına binerek arabayı çalıştırdığında yola koyulmuştuk.

Sessiz geçen yolculuğumuzda sessizliği bozan şey benim çalan telefonumun zil sesi olmuştu.
Arayan tabii ki de halamdı. Bu zamana kadar zor dayanmıştı zaten.

"Efendim, Nefise Sultan" sesim neşeli çıksın diye aşırı efor harcıyordum. Zira başka türlü bir şeylerin ters gittiğini anında anlıyordu. Kaçın kurasıydı Nefise Sultan sonuçta.

"Kız, çırpı bacak nerede kaldınız? " ah kesinlikle tüm evren bir olmuş benim sabrımı zorluyordu.

"Yoldayız halacığım, geliyoruz," dedim bakışlarımı Yaman'a çevirerek. O da anlık onlarak bana baksa da, hemen yola odaklanmaya devam etmişti.

"Tamam, bekliyoruz" dediğinde telefonu kapatmış, seslice yutkunarak omuzlarımı düşürmüştüm. Babam rıza vermese eğer, ben her geçen gün ilerleyen hamilelik belirtileriyle nasıl bakacaktım yüzlerine.

"Sıkma canını, halledeceğim ben" dediğinde halimi anlamış olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

"Nasıl?, ya babam rıza göstermezse" dediğimde titrek bir nefes koy vermiştim. Zaten hep duygusal, çabuk ağlayan ben şimdi yaşadıklarımın ağırlığı yüzünden daha çabuk ağlar olmuştum.

"Bilmiyorum, ama bir şekilde halledeceğim," dediğinde sesi kendinden emin çıkıyordu.

Başımı belli belirsiz sallayarak cama çevirmiş, içimde bir yerlerde hala varlığını koruyan umuduma tutunmuştum. Başka çarem de yoktu zaten.

Derince nefesler alarak titreyen elimle evin kapısını çaldığımda, kapıyı halam açmıştı. Yaman'ı gördüğünde gözleri yuvalarından fırlayacak kadar açılmıştı. E haliyle böyle heybetli, yakışıklı bir adam görmeyi beklemiyordu. Şimdi kesin aklından benim gibi çırpı bacağın nasıl böyle sevgilisi olabilir diye teoriler geçiyordu(!).

"Hoş geldiniz" diyerek içeri geçmemiz için bize yol açan halam nihayet kendine gelmeyi başarmıştı(!)

"Hoş bulduk hala" dediğimde gülümseyerek

"Hoş bulduk efendim" diyerek nazikçe konuşan adam beni şaşırtmıştı. Demek ki istese nazikçe konuşabiliyordu.

"Buyurun, salona geçelim" dediğinde eve girdikçe kokan deterjan kokusu halamın temizlik yaptığının ıspatıydı. Ayrıyeten burnuma halamın sık sık yaptığı kurabiyelerin de kokusu geliyordu. Anlaşılan halam damat adayını karşılamak için epey hazırlık yapmıştı(!)

Salona geçtiğimizde Yaman koltukta oturan babamın elinin üzerine elini koyarak hafifçe sıkmıştı.

"Hoş geldiniz," zar zor konuşmuştu babam...

Yaman'da aynı şekilde cevap verince halamın yönlendirmesiyle koltuğa oturmuştu sonra.

Ben mi? Ben heyecandan elleri ayakları titreyen bir şekilde bir köşede ayakta dikiliyordum. İçim içimi yiyordu bu konuşmanın sonu nereye varacaktı diye Allah'ım. Sen yardım eyle...

Hal hatır sorma fasılları da geçtikten sonra halamın sen burada fazlasın der gibi bakışları beni bulmuştu.

"Efsa, kızım sen bize çay, kahve bir şeyler ikram et en iyisi," diyen halam barizce beni salondan şutluyordu ya.

"Peki" ne kadar gitmek istemesem de, halamın delici bakışlarının radarına düşmemek için el mecbur salonu terk etmiştim.

Mutfağa vardığımsa aklımda tek bir soru vardı?
Bu konuşmanın sonucu ne olacaktı?....
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🌺
••••

5.ci bölümünde sonuna geldik değerli okurlarım...

17.10.2020

Umarım beğenirsiniz

Keyifli okumalar dilerim 💙💙

Oy ve yorumlarınızı beni mutlu eder çook. Eksik etmeyin lütfen...

Sağlıcakla kalın ❤❤

 

Loading...
0%