
🌺
•••••
*Bütün geceyi uykusuz geçirmene sebep olan şeyleri bir nefeste anlatamazsın. Önce içine atarsın, sonra da susarsın...
(Murathan Mungan)
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Efsa'dan:
•••••••••••••
Sabah uykumdan odada duyduğum kıpırtı sesleriyle uyanmıştım. Odada olan hareketlenmeler, hafif adım sesleri bilincimin uyanmasına yeterli olmuştu.
Bir süre kendime geldikten sonra, göz kapaklarımı aralamış, ne olduğunu anlamak ister gibi etrafa bakınmıştım. Fakat aynanın karşısında durarak siyah gömleğinin kollarını ilikleyen adamı görmek beni hiç şaşırtmamıştı. Zira artık yirmi gündür süren evliliğimizde neredeyse her gün uyandığımda ya işe gitmek için hazırlanırken görüyordum onu, ya da ben uyandığımda çoktan gitmiş oluyordu.
Uyku mahmurluğum sürerken, yatakta oturur pozisyona geçmiştim.
Yaman da uyandığımı anlamış olacak ki, gömleğinin kolunda olan bakışlarını anında bana çevirmişti.
"Ben mi uyandırdım seni?" diye sorduğunda başımı iki yana sallamıştım.
"Hayır, sen uyandırmadın, zaten uyanacaktım" dediğimde başını sallayarak gözlerini bir süre üzerimde oyalandırmış, ardından işine odaklanmıştı tekrar.
Ben de yerimden kalkarak dolabın önünde durmuş, kapısını açarak, temiz iç çamaşırı takımı ve, dizlerimin tam üzerinde biten triko, gri elbisemi almıştım. İç çamaşırı takımını gözükmemesi için elbisenin içine sıkıştırarak dolabın kapağını kapatmıştım.
"Hazırlan da kahvaltıya beraber inelim" dediğinde cevap vermemiş, sadece başımı olumlu anlamda sallamıştım.
"Dün gece miden bulanıyordu, şimdi nasılsın?" ah dün gece uykumdan midemin çalkalanmasıyla uyanarak, banyoya koşunca Yaman da arkamca gelmişti. Bana yardım etmiş, kustuktan sonraysa bihtap düşen bedenimi yatağıma kadar taşımıştı.
"Daha iyiyim şimdi" diye mırıldandıktan sonra, yanaklarımın ısınmasına aldırmamaya çalışarak banyoya doğru ilerlemiştim.
Rutin işlerimi hallettikten sonra giyinmeye başlamıştım...
Geçen süre de değişen fazla bir şey yoktu. Yaman'la aynı yatağı paylaşsak da aramızda bilinçli hiçbir temas olmamıştı. Tabii bazen benim ayaklarım, onun ayaklarına dokunuyor, ya da ellerimiz çarpıyordu fakat hemen toparlanarak ileri gitmiyorduk. Bu ikimiz için de çok iyiydi. Çünkü her ne kadar kendimle mücadele etsem de ona alışıyordum ve bunun karşısını almak için onu az görmem, etkisine kapılmamam gerekiyordu.
Onun dışında Reyhan hanımla yıldızımız bir türlü barışmıyordu. Benimle konuşmuyor, yok sayıyordu beni genelde. Fakat bazen iğneleyici sözlerinden de nasibimi alıyordum. Ömer ağabey, Yasemin abla ve çocuklarlaysa çok iyi anlaşıyorduk.
Hamilelik durumum da beni çok zorluyordu. Zira Yasemin abla, Reyhan hanım belki de şüpheleniyorlar. İstem dışı mide bulantıları, genel halsizlik durumları yüzünden biri iki çocuk, diğeri dört çocuk doğurmuş kadınlar tabii ki de şüphelenirdi. Fakat biz olabildiğince dikkatli davranıyorduk.
Giyinme işlemim bittiğinde derince bir nefes koy vererek banyodan dışarı çıkmıştım. Yatağın üzerinde oturan adam baştan aşağı beni süzdükten sonra ayağa kalkmıştı.
"İnelim mi?" diye sorduğunda;
"İnelim" diye cevap verince eliyle önden buyur der gibi işaret yapmıştı. Ben de dediğini uyguladığımda odadan çıkmış, salona doğru ilerlemeye başlamıştık.
Salona geldiğimizde herkesin kahvaltı masasında oturduğunu ve evin yardımcısı Semra hanımın servislere başladığını görmüştük. Yaman'la her zaman oturduğumuz yerlere geçtiğimizde hep yaptığı gibi önce benim sandalyemi çekmişti. Ben oturduktan sonra kendisi de yerine geçmişti.
"Günaydın" sesimin normal çıkmasına özen göstererek konuştuğumda Reyhan hanım tabağında olan bakışlarını kaldırmamıştı bile. Sanki beni duymuyordu.
"Günaydın canım" diye cevap veren Yasemin ablanın ardından Ömer ağabey ve çocuklarda neşeli sesleriyle günaydın demişlerdi.
"Bugün yine çok güzelsin yengeciğim" diyen Alin'in hayran bakışları üstümdeydi. Sık sık bana iltifatlar eden çocuklar kesinlikle bunca sorunun içinde bana çok iyi geliyordu.
"Sen de çok güzelsin bebeğim" diyerek gülümsediğimde, gözlerinden bariz parıltılar geçmişti.
"Güzel olacak tabii, annesine benziyor çünkü" diyerek saçlarını savuran Yasemin ablaya hepimiz gülmüştük. Ama gerçekten de Alin annesine çok benziyordu.
Kahvaltı faslı bittiğinde Ömer ağabey bakışlarını Yaman'a çevirmişti.
"Hadi Yamanım, bize müsaade işler bekler," dediğinde peçeteyle dudaklarını temizleyen Yaman da ayağa kalkmıştı.
Yasemin ablanın kocasını uğurlamak için kalktığını görünce, ben de kalkmıştım el mecbur. Kapıya kadar geldiğimizde Yasemin abla kocasının ceketini giymeye yardım ederek, yanağına öpücük kondurmuştu. Ben tabii ki bunu yapmadım.
"İyi çalışmalar" ne edeceğini bilmez bir durumda olduğumdan dolayı sadece iki kelimeyle yetinmiştim. Yaman da durumumu anlamış olacak ki göz ucuyla bizi süzen çifte bakmıştı.
"Sağ ol güzelim" diyerek, aniden iki eliyle yanaklarımı kavrayarak, dudaklarını alnıma bastırınca feleğim şaşmış, istem dışı gözlerim kapanmıştı. İçimi garip duyguların kaplamasına da engel olamamıştım.
İçimi titreten busesinden sonra ellerinin ve dudaklarının eksikliğiyle boşluğa düşer gibi hissetmiştim.
Anın etkisinden dolayı zar zor toparlanarak gülümsemeyi başarmıştım. Duygusal yanımın üstüne bir de hamilelik hormonları eklenince her şeyden çok çabuk etkileniyordum.
Yasemin ablanın imalı bakışlarına aldırmamaya çalışarak, onlar gittikten sonra yeniden salona dönmüştük. Bu esna da herkes kahvaltı masasından kalkınca Yasemin ablayla birlikte sofrayı kaldırmış, bulaşıkları makineye dizmiştik. Evde tak çalışan otuzlu yaşlarında olan Semra hanımdı ve genelde Yasemin abla da çoğu işte yardım ediyordu ona.
Mutfakta olan işler bittikten sonra salona hiç geçmeden yeniden ikinci kata çıkmıştım. Reyhan hanımın 'senden tiksiniyorum' bakışlarına katlanmak gerçekten çok zordu. Yukarı çıktığım gibiyse ilk önce babamın odasına girmiştim.
Hep yaptığım gibi yanında olan boşluğa oturmuş, buz gibi ellerini kavrayarak öpücüklerimi kondurmuştum. Sessizce bakmıştık bir süre birbirimize. Bazen kelimeler yetmiyor duyguları anlatmaya... İşte böyle anlarda gözler konuşur...
Gökyüzünü sığdırdığım maviliklerim denizleri sığdıran babamın mavilikleriyle kesişmişti. Biz sussak dahi onlar çok iyi anlaşıyordu. En güzel manzarayı tamamlıyordu her zaman gökyüzü ve deniz... işte öyleydik... Manzaramız birbirimizin gözlerinde olan hunharca acıydı...
Fakat bulutluydu gökyüzü, bulanıktı deniz...
Bulutlar gri renkli ve kasvetliydi. Yağmur yağmak istiyordu, ama gökyüzü izin vermiyordu...
Çünkü biliyordu o yağmur denize dökülse, damlalar ağır gelecekti denize... Zira denizin kendi damlalarında olan kasvet ona yetiyordu...Dayanamazdı deniz damlalarda yatan dertlerin ağırlığına. Dayanamazdı...
Öyle ağırdı ki o damlalar da olan acılar, kuruturdu koca denizi...
Affet babam...anlatamıyorum sana derdimi, bir gün bir şekilde öğrenirsen ne yapacağım hiç bilmiyorum.
Gülümsedim burukça, tekrar öptüm babamın ellerinden, bir kez daha diktim gökyüzümü denizine, sonraysa sakince yataktan kalktım ve odadan çıktım.
Dışarı çıktığım gibi damlalar dökülmüştü gözlerimden.
Odama gelmiştim hızla, orada öylece ağlayarak birine yakalanma riskini göze alamazdım. Ağır ağır adımlarla koltuğa oturduğumda aklıma Aleyna gelmişti. Ne kadar da çok özlemiştim onu. Güya buraya gelmişti bana yakın olmak için, fakat düğünden sonra sadece bir kez görebilmiştim onu. Reyhan hanımın suratsızlığı, onun çalışması derken bir türlü görüşemiyorduk.
Şu an yanına gitmeyi o kadar isterdim ki. Acaba gitsem sorun olur muydu?
Fakat Yaman'a söylemeden yapamazdım. Nerede olduğumu başkasından öğrendiğinde sorun olabilirdi. Ve o benim iyiliğim için en ince ayrıntıyı düşünürken, ben onu zora sokarak sorun çıkaramazdım.
Yerimden kalkarak telefonumu elime aldığımda, bir süre kararsızca telefonla bakıştım. Arasam mı aramasam mı? Diye çelişirken sonunda aramıştım.
Üçüncü çalışta açılan telefonla, kulaklarıma tok sesi dolmuştu.
"Efendim, Efsa?" dediğinde sesi telaşlı çıkmıştı. Evlilikten sonra ilk kez aradığım için, bir sorun olduğunu düşünmüştü kesin.
"Ben Aleyna'nın yanına gitmek istiyordum da, seni de haberdar etmek istedim," direkt konuya girmiştim, başka ne diyeceğimi bilmiyordum ki(!)
"Hazırlan, Ali götürür seni," aslında taksi çağırmayı düşünüyordum ama bu daha cazipti.
"Tamam, Teşekkür ederim," diyerek gülümsediğimde, derince iç çekmişti.
Sonraysa önemli değil dediğinde, telefonu kapatmıştık.
Ondan sonraysa, hızlıca, büyük bir istekle hazırlanmış, Reyhan hanımın iğneleyici bakışlarına takılmadan kendimi Ali'nin arabasında bulmuştum. Ali dediğim Yaman'ların özel şoförüydü ve daha çok Yasemin ablayı, Reyhan hanımı gidilecek yerlere bırakmakla sorumluydu...
Sessiz geçen yolculuğumda başımı cama yaslamış, akıp giden yolu izliyordum. Yol akıp gittikçe hayatım da gözlerimin önünden akıyordu sanki...
Akıp gidiyordu yol...Küçüktüm daha... annem vardı yanımda... beni sevmese de, yanımdaydı işte.. benim de annem vardı...
Biraz daha ilerledik menzil başına doğru... hayatım da gözlerimin önünde ilerliyordu...annem bırakmıştı beni...babamın kucağında hıçkırarak ağlıyordum...
Sağa döndü araba sonra... hayatımın da dönüm noktası geliyordu gözlerimin önüne şimdi de... babamın yataklara mahkum olması...güçlü kollarının, onu taşıyan ayaklarının dermanın kesilmesi...
Biraz daha azaldı mesafe...ben de alışmıştım hayatıma... okuyamamam, babama bakmam, aynı anda iki işte çalışmam, ev işleri derken monoton ve yorucu hayatım...
Sonra kırmızı ışıkta durdu araba... Gözlerimin önünde hayatın benim için durduğu andı şimdi de... Tecavüze uğramam... hayatımın mahvolması...sarsılmam...çökmem...
Yeniden hareket etti araba, aynı zamanda da gözlerimin önünde olan anılar... şimdi de hamile ve evli bir Efsa vardı gözlerimin önünde...intihar etmem Yaman'la tanışmam, ani olan nikâhımız, Karadeniz'e gelmem... yol akdıkça anılar akıyordu durmaksızın...
Aniden pastanenin önünde duran arabayla çıkmıştım düşünceler sokağının çıkmazından. Daldığım ağır düşüncelerimin altında eziliyorken, zorla kendimi toparlayarak Ali'ye döndüm.
"Teşekkür ederim" dudaklarıma varla yok arası bir gülüş kondurarak dediklerime başını sallamakla yetinmişti.
Fazla oyalanmadan arabadan inmiş, mekana doğru ilerlemiştim. İçeri girdiğimde bakış açıma ilk olarak kasada bir şeyler yapan Hazal girmişti. Beni fark ettiğinde gülümseyerek yanıma geldi.
"Bu ne güzel sürpriz tatlım" her zamanki sıcak yaklaşımıyla yaklaşan kızıl güzeli, bana sarılınca bende içtenlikle karşılık vermiştim.
"Nasılsınız canım?" gülümseyerek karnını da işaret ettiğimde onun da gülümsemesi genişlenmişti.
"Midemi alt üst etmesi dışında iyiyiz" gülerek dediklerine hak veriyordum. Zira aynı duyguları ben de yaşıyordum, fakat dile getiremiyordum...
"O kadarı da olsun artık değil mi?" dediğimde gülmeye devam etmiştik, bu esnada mutfaktan çıkan Aleyna bizi görünce hızlıca yanımıza gelmiş bana sarılmıştı.
"Çok özlemişim ya" diyerek sıkıca sarılmasına aynı şekilde büyük bir özlemle karşılık verdim.
"Ben de özledim ela gözlüm" dediğimde istemsizce gözlerim dolmuştu. Ah bu hormonların etkisi...
Dakikalar sonraysa Hazal bizim ikimize birer kahve getirmesini söylemişti Aleyna'dan başka burada çalışan Leyla adlı kıza, ve bize müsaade ederek, yalnız bırakmıştı.
"Nasılsın canım? İyisin değil mi? Canını sıkan bir durum yok?" demişti Aleyna büyük bir merakla. Aslında tam olarak evliliği, hamileliği, Reyhan hanımı, Yaman'la olan durumları, üstelik babamın bilmemesini soruyordu...
"İyiyim galiba, yani bundan çok daha kötü olduğum zamanlar oldu." diyerek lafa başlamış, öylece içimi boşaltmıştım arkadaşıma.
Laf lafı açmış biz iki saat kadar sohbet etmiştik. Ben Yaman'dan, o Ferit'ten bahsetmişti. Ufak bir araba kazasıyla hayatımıza giren bu iki arkadaş, iznimiz olmadan bizi derinden etkiliyordu. Aleyna'nın da korkuları vardı ve ben onu çok iyi anlıyordum. Fakat anlamak bazen hiç bir şeyin çözümü olmuyordu.
Bolca konuşarak hasret giderdikten sonra biraz da Hazal'la vakit geçirmiştik. Sonraysa ben eve dönmek için tekrar Ali'nin arabasına binmiş, yeniden yola çıkmıştım.
Bu kez sessiz geçen yolculuğu bozan şey telefonuma gelen bildirim sesi olmuştu.
*Bir araziye bakmaya gideceğim için bu gece geç gelirim, merak etme.
Yaman'dan gelen mesaj istemsizce canımı sıkmıştı, nedensizce geç gelmesini istemiyordum.
*Peki
Yazacak fazla bir şeyim olmadığından dolayı, onu onaylamakla yetinmiştim. Zaten o da bir şey yazmayarak birkaç dakika daha çevrimiçi gözüktükten sonra, çıkmıştı.
*****
Eve geldikten sonraysa Yasemin ablaya akşam yemeğini yapmakta yardım etmiş, sonra babama uğrayarak yemeğini vermiştim. Genelde bakıcısı veriyordu, ama bu kez eski günlerin özlemiyle yanan benliğime söz geçiremeyerek ben vermek istemiştim yemeği.
Sonra akşam yemeği için sofra hazırlıklarını yapmış, yemeğimizi yemiştik. Midem bulandığı için ana yemek yememiş, sadece çorbayla yetinmiştim. Yasemin ablanın sorgulayıcı bakışlarına yakalandığımdaysa, pastanede tatlıyı çok kaçırmışım diye yalan söylemek durumunda kalmıştım.
"Abla bir şey sorabilir miyim?" çocuklar ve Reyhan hanım erkenden yatınca Yasemin ablayla salonda baş başa kalmıştık. Ömer ağabey az önce gelerek yorgun olduğu için odasına çekilmişti, Yaman'sa henüz dönmemişti.
"Sor tabii canım" diye gülümseyerek bakan Yasemin ablaya, başımla çerçevede olan Yaprak'ın resmini işaret ettim.
"Yaprak neden erken yaşta göçtü bu dünyadan?" dediğimde Yasemin abla duraksamış, hızla gözleri dolmuştu. Ben de anında pişman olmuştum sormama, keşke sormasaydım. Belli ki çok ağır şeyler yaşamışlardı.
"Özür dilerim, Yaman'a bir kez sormuştum anlatmakta zorlanınca bende sen..." fakat lafımı bölen şey Yasemin ablanın acı dolu sesi olmuştu...
"Yaprak, güzel gözlü kız. Tazecik bahar yaprağıyken, soldurdular onu, hazan yaprağına döndürdüler hiç acımadan, düşünmeden....."...
Yasemin ablanın anlattıkları bende deprem etkisi yaratmıştı. Gözlerimden sağanak yağmuru yağar gibi yaşlar dökülüyor, tüm bedenim titriyordu. Nasılda benziyordu Yaprak'la kaderimiz...
Tek fark ben ölmeyi becerememiştim....
Onun da benim kadar canı çok yanmıştı, yakmıştılar, yıkmıştılar hiç acımadan, vicdansızca, şerefsizce.
Dudaklarımı birbirine bastırarak hıçkırığımı dindirdiğimde Yasemin abladan izin isteyerek odama gelmiş, kendimi yatağın üzerine bırakarak sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştım...
En zor şeydi birileri duymasın diye geceleri ağzına yastık basarak ağlamak...
Kaç dakika, kaç saat orada öylece ağladım bilmiyorum. Sadece ağladım. Düşünmedim, duyduklarımı hazmetmedim. Ağladım. Sadece ağladım.
Uzandığım yataktan kalktığımda gözüme çarpan ilk şey dışarda başlayan yağmur olmuştu. Sanki yağmur da bana ve Yaprak'a ağlıyordu. Gökten yere bocalanan sular, bizim yaşadıklarımızın ağırlığına katlanamayan bulutların gözyaşlarıydı sanki...
Ruhsuz adımlarla zifiri karanlık odamdan çıktım, ölü gibi attığım adımlarla loş ortamda merdivenleri inmiş, ayağımda terlik bile yokken dış kapıyı açarak bahçeye çıkmıştım.
Yine ölü gibi attığım birkaç adım sonrasında yağmurda ıslanmama aldırmadan dizlerim üzerinde yere çökmüştüm.
Tepemden aşağı süzülen damlalara gözyaşlarım eşlik ediyordu...
Ağlıyordu bulutlar...ağlıyordum ben...
Yaprak için ağlıyorduk...
Benim için ağlıyorduk...
Karnımda hiçbir şeyden haberi olmayan bebek için ağlıyorduk...
Titrememe, üşümeme aldırmıyordum, ruhum çekilmiş gibiydi. Canımdan can alıyorlardı sanki. Saklı sandıklar ardında saklamak istediğim acılarımı bugün hayat hiç ummadığım gibi yüzüme sert bir şekilde savurmuştu..
Ağlıyordu bulutlar... ağlıyordum ben...
Yaprak için, gerçekleşmeyen umutları için, yarım kalan dilekleri için, yaşayamadığı günler için...
Sırılsıklam olmuştum, muhtemelen hasta olacaktım. Hatta bebeğim bile zarar görebilirdi ama düşünecek durumda değildim bunları...
Öylece hıçkırarak yere çökmüştüm, ıslanmayan tek zerrem bile yoktu..
"Neden Allah'ım? Neden?" diye bağırdığımda başımı göğe kaldırmıştım. İsyan ediyordum. Şimdiye kadar, başıma gelen onca şeye rağmen yapmadığım şeyi yapıyordum şuan. İsyan...
"Alsaydın da canımı bunları yaşamak, duymak zorunda kalmasaydım." Dudaklarım soğuktan titriyor, doğru düzgün konuşamıyordum bile...
"Bizim suçumuz yoktu ki... ama acımadılar, kıydılar bize vicdansızca" hıçkırıklarım, hüngürtülerime.. bedenimin titreyişleri, bir birine çarpan dişlerime karışmıştı...
"Suçumuz yoktu, ama kıydılar bize" yalnız bu sözler çıkıyordu titreyen dudaklarımın arasından...
Ne kadar orada öylece çökerek ağladım bilmiyorum. Yağmursa azalmak yerine, daha da şiddetlenmişti...Gök bile dayanamıyordu...bulutlar gözyaşlarını saklayamamıştı...
Fakat aniden araba sesi, bir kaç dakika sonraysa yaklaşan adım sesleri hissetmiştim. Ama kıpırdayacak dermanı bulamıyordum kendimde...
"Efsa" dudakları arasından şaşkın ve bir o kadar da endişeli nida dökülen Yaman beni gördüğünde şok olmuştu. Fakat hızla toparlanarak iki büyük adımda soluğu yanımda almıştı.
"Ne oldu sana böyle? Hasta olacaksın" dediğinde o da diz çökmüş, iki eli yanağımı kavramıştı.
"Kıydılar bize.." demiş ve yeniden hıçkırarak ağlamaya başlamıştım.
Transa girmiştim sanki, aklım düşünme işlevini kaybetmişti.
"Efsa, kime kıydılar? Neden kıydılar?" dediğinde yanağımda duran eliyle beni hafif sarsmıştı.
"Kıydılar işte, kıydılar" sarsıla sarsıla ağlayınca başımı göğsüne yaslamıştı.
"Ah be güzelim, hasta olacaksın şimdi" diyerek ayağa kalkmış, beni belimden ve bacaklarımın altından kavrayarak sanki bir bebekmişim gibi kolayca kucağına almıştı. Bense hala ağlıyor, titriyordum.
"Titriyorsun" fısıldar nitelikte çıkan sesiyle ona sokularak, beni sakince odaya götürmesine izin vermiştim..
Odaya girdiğimizde beni kucağından indirmeyerek doğru banyoya götürmüş, duşa kabine girmişti.
İçeri girdiğimizde beni indirmiş, dengemi sağlayıncaya kadar bırakmamıştı. Bense titreyek ona bakmaktan bir şey yapmıyordum.
Çok soğuktu, sıcak eve girdiğim andan buz tutan bedenim iyice titremeye başlamıştı.
Birkaç saniye kararsızca gözlerime baktıktan sonra dudaklarını aralamıştı.
"Sıcak duş alman gerek" dedikten sonra üzerimde olan sırılsıklam elbisenin eteklerinden kavrayarak bir çırpıda üzerimden çıkardığında şaşıramamıştım bile. Karşısında sadece külot ve sütyenle kalmanın utancını bile yaşayamıyordum. O kadar üşüyordum ki.
"Çok üşüyorum" titreyerek dediğim şeyle eş zamanda duş başlığından akan sıcak su başımdan aşağı süzülmeye başlamıştı.
"Sıcak su iyi gelecek" diyerek başlığı tüm bedenimde gezdiren adamla az da olsa rahatlıyordum. Fakat karşısında çıplak kalmanın rahatsızlığı vardı üzerimde, birde hala etkisinden çıkamadığım duyduklarım.
Bir süre sıcak suyun bedenimin her yerine yayılmasına izin verdikten sonra kahveliklerini mavilerime dikmişti.
"Daha iyi misin?" endişe rüzgarları hakim olan ses tonuyla sorduğu soruya başımı olumlu anlamda sallamakla yetinmiştim.
O da elini üzerimden çekerek duş başlığını kapatmıştı. Bedenimde olan elinin ve sıcak suyun çekilmesi yeniden titrememe sebep olmuştu.
Ardından hızla kabinden çıkarak bir kaç saniye sonra elinde koca bir havluyla dönmüş, havluyu tüm bedenime sararak beni yeniden kucağına almıştı.
Odaya döndüğümüzde beni yatağa oturtmuş, ardından dolabın önüne giderek hızlıca bir şeyler alarak geri dönmüştü. Yatağa bıraktığı iç çamaşırı ve pijama takımını görünce yanaklarıma alev topu hücum eder gibi hissetmiştim. Çokça utanmıştım.
"Hızlıca kurulan ve üzerini değiştir tamam mı? En fazla beş dakikan var. Beş dakika sonra tekrar odaya geleceğim " dediği gibi banyoya gitmişti...
Ben de kendinden emin çıkan sesine karşın yataktan kalkmış, havluyla üzerimi kuruladıktan sonra ıslak çamaşırlarımdan kurtulmuş, yeni takımı ve pijamamı geçirmiştim üzerime. Fakat hala çok üşüyordum.
İşlerim bittiği gibi tekrar yerime oturmama bile fırsat kalmadan banyonun kapısı açılmış, elinde saç kurutma makinesi olan Yaman karşımda belirmişti.
"Saçlarını da kurutmamız gerek" diyerek elimden kavramış, beni tekrar yatağa oturtarak prize takmıştı makineyi...
Saçlarımda dolaşan parmakları, gözlerimi kapatma isteği uyandırıyordu bende. Makinenin sıcaklığı ise saç diplerime kadar üşüyen bedenime çok iyi gelmişti.
Büyük bir iş yapıyormuş gibi özenle saçlarımı dikkatlice kuruttuktan sonra, makineyi prizden ayırarak komodinin üzerine bırakmış, ardından yatakta oturarak gözlerini gözlerime dikmişti.
"Şimdi neyin seni bu kadar üzdüğünü anlat" dediğinde bir türlü unutmadığım acı gerçekler tekrar gözlerimi doldurmuştu. Dudaklarım yeniden titremeye başlayınca Yaman'ın elleri ellerimi kavramıştı.
"Hadi, anlat seni neyin bu hale soktuğunu" dediğinde usul usul damlalar dökülmeye başlamıştı bile.
"Annem mi bir şey dedi?" parmakları yanağıma ulaşarak orada olan ıslaklıkları kuruluyordu. Sorusunu duyduğumda başımı iki yana sallamıştım.
"Ben Yaprak'ın neden öldüğünü öğrendim," fısıltı gibi çıkan sesimle, yanağımda gezinen eli duraksamıştı. Tutulmuştu sanki, kıpırdamadan gözlerimin içine bakıyordu. Ben de onun gözlerine bakarak, ağlıyordum....
O kadar ağırdı ki yaşadıklarımız, kelimeler asla yetmiyordu anlatmaya...
Hızla gözleri dolmaya başlayınca dayamayarak hıçkırdım ve kollarımı boynuna doladım.
"Çok üzgünüm...çok" diye fısıldadığımda onunda kolları belime dolanmış, başını boynuma yaslamıştı. Boynuma damlayan sulardan ağladığını anladığımda ağlamam şiddetlenmişti...
Zehirliydi gözyaşlarımız, acılarımızın, yaralarımızın zehriyle zengindi...
Öylece bir süre ağladıktan sonra ilk geri çekilen Yaman olsa da bedenimizin temasını kesmeyerek başımı göğsüne yaslamış, burnunu saç diplerime gömmüştü. Ben de tepkisizce saçlarımla oynayan ellerine bırakmıştım kendimi. Sussak dahi içimiz yanıyordu, ve ikimiz de bunun çok farkındaydık...
Giderum dalga gibi bir ileri bir geri
Koca Karadenuz'un yok mudur bana da yeri
Giderum dalga gibi bir ileri bir geri
Koca Karadenuz'un yok mudur bana da yeri...
Gözlerimi kapatarak kısık sesle türkü söylemeye başladığımda saçlarımda olan eli duraksamıştı...
Baktun da göremedun yüreğimu sen felek
Baktun da göremedun yüreğimu sen felek...
Başımı yaralı adamın göğsünden kaldırmadan, boşta kalan elimi yanağına ulaştırarak orada biriken ıslaklığı kurulamıştım acı dolu sesimle türküyü söylemeye devam ederken.
Oturup ta ağlarsun derdimi bilsen felek
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum
Oturup ta ağlarsun derdimi bilsen felek
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum...
Başımı göğsünden kaldırarak gözlerimi gözlerine dikmiş, son mısraları gözlerine bakarak söylemiştim...
Bugün sanki devrimimizdi bizim. Acılarımızla kaplı yaralı kalplerimiz, vardı. Yaralarımızın ve peşimizi asla bırakmayacak olan acı gerçeklerimizle sarsılan ruhlarımız vardı.
Türküyü mırıldanmam bittikten sonra, bir süre yine sükut oluştu aramızda. Yemin etmiş gibi konuşmuyorduk. Nasıl öğrendin diye sormadı. Nasıl oldu? Neden anlatmadın demedim.
Ne hissettiğimizi, neler yaşadığımızı, acılar içinde nasıl kavrulduğumuzu da anlatmadık. Öylece sustuk.
Acılarımıza, kaderimize sustuk.
Susarak anlaştık birbirimizle. Ne o beni zorladı, ne de ben onu.
Gerekte yoktu sorgulamaya zaten.
Kelimelerin anlatmaya yetmediği şeyleri yaşamıştık biz. Varsın susalım.
Öylece dolu dolu olan gözlerimiz bir süre birbirine kenetli kalmıştı.
Sonraysa Yaman yine elimden kavramış, kendine yattığı yere geçerek benim de gelmemi ister gibi elimi çekmişti.
Ben de karşı koymayarak dediğini yapmış, yatağa uzanmıştım. Hâlâ kavradığı elimi bırakmamış, aksine beni iyice kendine çekerek başımı göğsüne yaslamış, üzerimize örtüyü çektikten sonra, kolunu omuzuma dolamıştı. Ben de hiçbir şey demeden, hiç itiraz etmeden elimi de göğsü üzerine koyduktan sonra gözlerimi kapatmıştım...
Neden böyle davrandığımızı sorgulamayı, utanmayı, yarına kadar erteleyerek...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🌺
•••••
10.cu bölümün de sonuna geldik değerli okurlar...
21.11.2020
Gözyaşlarım yanaklarımı ıslattı bölümü yazdığım sürede...
Umarım beğenirsiniz bölümü...
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin Lütfen...
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın❤❤❤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |