
Medya: Burcu Güneş ~ Ervah'ı Ezelden...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🌺
•••••
*Ervah-ı ezelden,
levh-i kalemden...
Bu benim bahtımı
kara yazmışlar...
Bilirim güldürmez
devr-i alemden...
Bir günümü yüz
bin zara yazmışlar...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Efsa'dan:
•••••••••••••
Kocaman dört gün... onsuz geçen koca dört gün...
Meğer ne zormuş varlığına alıştığın birinin yokluğuna alışmaya çalışmak?
Ellerimi göğsümde kavuşturarak derince iç çektiğimde pencerenin önünde durarak dışarı bakmaya devam ediyordum.
Zaman akıyor, mevsimler bile değişiyordu. Galiba benim hayatımda değişmeyen tek şey sorunlarım, acılarımdı.
Asla hafiflemeyen acılarımın üzerine sanki yetmezmiş gibi sürekli yenilerinin eklenmesi gerçekten artık yaşayacak güç bırakmıyordu bende.
Geçen dört günde değişen pek bir şey yoktu. Babam hastanede, bende Aleyna'yla kalıyordum.
Geçen zamanda iki kez babamın yanına gitmiştim onu görmek, onunla konuşmak için fakat yapamamıştım. Konuşamamıştım.
Birinde onu uyurken izlemiş, diğerinde odasına bile girmeden koridordan dönmüştüm.
Yüzüm yoktu yanına girmeye... korkuyordum... utanıyordum...
Bilmiyorum işte, o kadar karışık ve tepetaklaktım ki, bir gün düz ve ışıklı bir yola çıkacağıma dair umutlarım bile günden güne yok oluyordu, batıyordu...çok fazla hem de.
Yaman'a gelirsek ilk iki günde aramıştı beni. Fakat birinci arayışında konuşmak istemediğimi belirtmem ve ikinci aramasını cevapsız bırakmamla daha da aramamıştı.
Ve ben dengesizce pişman olmuş, onun armasını bekler olmuştum. Fakat mantığım da böylesinin ikimiz için daha iyi olacağını haykırıyordu.
Bir de iş bulma konusu vardı. Babamla konuşmayı başardıktan sonra iş arayacaktım kendime. Tabii hiçbir yerini tanımadığım bu yerlerde nasıl olacaktı hiçbir fikrim yoktu.
Bildiğim tek şey o işi bulmam gerektiğiydi. Elimde daha İstanbul'dan getirdiğim ufak birikimimden başka hiçbir şey yoktu
Hastanenin masraflarını bile Yaman karşılıyordu ve benim ona olan borcumu ödemem gerekiyordu.
"Erkenden uyanmışsın," Aleyna'nın uyku mahmuru çıkan sesiyle dalgın düşüncelerimden hızla ayrılmıştım. Evet, ben uyandığımda saat yedi buçuk bile değildi.
"Evet canım, günaydın" gülümsemeye çalışarak dediklerimle düşünceli bakışları yüzümü turladı kısa bir an.
"Günaydın, iyisin değil mi? Yani ağrın falan yok?" sorgular tonda olan sesiyle başımı iki yana sallamıştım. Burada kaldığım zamanlarda bu soruyu sık sık soran arkadaşıma göz devirmemek elde değildi.
"Aleyna, ben hamileyim canım, hasta değilim ki iki de bir ağrın var mı diye soruyorsun?" gözlerimi kısarak dediğim şeyle, o da gözlerini devirmiş birkaç paytak adım sonrası yanıma gelmişti.
"Elbette biliyorum, fakat hiçte kolay şeyler yaşamıyorsun ve ben senin için de yeğenim için de endişe ediyorum doğal olarak" elini saçlarıma çekerek dedikleriyle gözlerim anında dolu dolu olmuş, boğazıma kocaman bir yumru oturmuştu. Haklıydı, hiç kolay şeyler yaşamamıştım ve bu böyle de devam ediyordu.
Anın verdiği duygusallıkla ona sımsıkı sarıldığımda, o da hemen kollarını etrafıma dolamıştı. Tek eliyle de saçlarımı okşuyordu. Dokunuşlarında her şeyden önce şefkat vardı...
"Ay sarılmak karın doyurmuyor maalesef, erkenden kalkmış kahvaltı da hazırlamamışsın. Hadi doğru mutfağa" gülerek benden ayrıldığında onun da gözlerinin dolması gözümden kaçmamıştı. Canım arkadaşım benim.
Fakat çok doğru değindiği nokta vardı ki, neredeyse bir saattir uyanıktım ve kahvaltı hazırlamamıştım. O kadar bıkkın, o kadar yorgunum ki, ruhsal çöküntüdeyim desem yeridir...
******
"Emin misin bugün konuşacağına?" diyen Aleyna'nın sesiyle hastanenin bahçesine bakan bakışlarımı yanımda oturan arkadaşıma çevirdim.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra taksi çağırmış, önce beni hastaneye bırakmasını istemiştik. Şimdi araba hastanenin önünde durmuş, benim dalgın bakışlarım yine akıp gitmişti.
Cevap vermeyi es geçerek, kafamı ağır ağır aşağı yukarı salladığımda bu konuşmanın ne kadar ağır olacağını belirtiyordum sanki.
"Peki, gelmemi ister misin?" dediğinde bu kez de başımı sağa sola sallamıştım. Kelimeler bir türlü çıkmıyordu ağzımdan, boğazıma oturan koca yumru izin vermiyordu lafların dudaklarım arasından dökülmesine.
"Tamam, ama bir şey olursa ara lütfen" endişeli çıkan sesiyle bir kez daha başımı olumlu anlamda sallayarak, ne zaman kavradığımı bile bilmediğim elini sıkmayı bıraktım ve arabadan indim.
Babama doğru attığım hiçbir adım bu kadar zor olmamıştı benim için. Sonunda babamı göreceğim bir yol hiç bu kadar acılı ve çekilmez olmamıştı.
Ne bitmez çilesi varmış başımın. Ne ağır yükleri varmış omuzlarımın. Ağırlıkların altından bir gün kalkamayacağımdan korkuyorum.
Harabeye dönen ruhumda olan sızılar kaderin benim payıma düşen yazgısıydı. Bunu kabullenmiştim artık.
Adımlarım girdi kocaman hastane binasının kapılarından içeri. Beyaz rengin hakim kesildiği düz koridorda ilerleyerek artık aşinası olduğu odanın önünde durdu. Babamın kaldığı oda...
Sağ elim yavaş hareketlerle kapının kulpunu bulurken, parmaklarım sımsıkı sarmaladı gri kapı kulpunu.
Sıktı parmaklarım kapı kulpunu parmak boğumlarım beyaza dönene kadar. Fakat aşağı indiremiyordum bir türlü, açamıyordum kapıyı, giremiyordum odaya...
Aniden açılan kapıyla elim hızla boşluğa düşerken irkilerek birkaç adım gerilemiştim. Kocaman açılmış maviliklerim odadan çıkan hemşireye takılı kalmıştı.
"Bir sorun mu var hanımefendi?" diyerek gülümseyen hemşireyle kendime gelmeyi başarmıştım nihayet.
"Yok, babamı ziyarete geldim sadece" dediğimde beni onaylayarak, gittiğinde tekrar ellerim kapının kulpunu bulmuştu. Fakat bu kez çok beklemeden derince bir nefes koy vermiş, ve içeri atmıştım adımımı.
Bakışlarım hızlıca babamı bulduğunda, onun da bana baktığını görmemle gözlerim dolmaya başlamış, nice vakittir boğazımı sık sık yoklayan o yumru tekrardan kendini göstermişti. Babamın gözlerinde de tıpkı benim gözlerimde olan yıkılmışlık vardı.
Yavaş adımlarla babamın yattığı yatağın yanına vardığımda dizlerimin üzerine çökerek dolu dolu olan maviliklerimi dolu dolu olan maviliklerine sabitlemiştim.
Bir süre nereden başlayacağımı, ne diyeceğimi, nasıl açıklama yapacağımı düşünürken sessizleşmiştim. Nihayet kendimde cesaret bulduğumda iç çekerek dudaklarımı aralamıştım.
"Hatırlıyor musun baba? Ben o zamanlar on yaşında falandım. Bir gün sana arkadaşıma yalan söylediğimi, dediğimde bana nasıl kızmıştın? Yalan çok kötü bir şey Efsa, bir daha ne olursa olsun asla yalan söyleme demiştin bana" kısa bir an duraksadıktan sonra kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatmış, yeniden konuşmaya başlamıştım.
"Unutma güzel kızım, en kötü hakikat bile, en üzücü gerçek bile yalandan daha az acı verir insana. Yalan karşındaki kişinin sana olan güvencini kaybettirir diye de laflarına devam etmiştin baba. Hatırlıyor musun?" diyerek gözlerinin içine baktığımda gözlerini kapatarak açmıştı, evet der gibi. Bu vesileyle de göz pınarlarına dolan su birikintisinden bir damla kayarak şakağı boyunca süzülmüş, yastıkla kavuşmuştu.
"İşte ben o günden sonra sana asla yalan söylememiştim. Ta ki birkaç ay önceye kadar. Özür dilerim babacığım. Sana verdiğim sözü tutamayıp yalan hatta yalanlar konuştuğum için. Çok özür diliyorum seni hayal kırıklığına uğrattığım için" yanaklarımdan düşen damlalar daha aşağıya ulaşmamış yenilerini ekleniyordu.
"Baba... senin kızının canı çok yandı biliyor musun? Yaktılar canını meleğinin. Soldurdular tek gecede çiçeğini... Baba... özür diliyorum bunları yaşadığım için, sana anlatmak zorunda kaldığım için. Çok özür diliyorum babam..." artık ufak ufak hıçkırıklarım da eşlik ediyordu gözyaşlarıma.
Bir süre yeniden sakinleşerek, kendimi toparlamaya çalıştıktan sonra bu kez başımı aşağı dikerek devam etmiştim laflarıma... Yüzüne bakacak cesaretim yoktu...
"Evet ben hamileyim. Daha küçük kız olan kızının bir kızı olacak baba. Ne çok isterdim dede olacağını sana güle- sevine söylemeyi. Ne çok isterdim... Ama olmadı işte olmadı...
Hamileyim, ama durum düşündüğün gibi değil babacığım, çocuğumun babası Yaman değil" fısıltı niteliğinde konuştuğumda kelimelerimi zar zor toparlıyordum bir araya...
"Dedim ya soldurdular kızını... parçaladılar diye... hiçbir şey yapamadım ben beni mahvedene. Öldüm baba ben... yaşaya yaşaya öldüm. Her gün yüz kere gömüldüm kara toprağa, her yüzüne baktığımda yer yarılsın da yedi kat dibine gireyim dedim ben..."..............
Kelimeler tek tek döküldü dudaklarımın arasından, gözyaşlarım da sağ olsunlar, asla yalnız koymadılar kelimelerimi... ben anlattım babam ağladı... babam ağladı ben daha fazla ağladım...
Döktüm içimde aylardır birikenleri, en başında yapmalı olduğum şeyi yaptım. Anlattım babama. Tecavüze uğramamı, intihar girişimlerimi, Yaman'la tanışmamızı... Anlattım işte... sırtımda olan kamburu anlattım, omuzlarımda olan yükü anlattım.
Sarılamadık belki ama gözyaşlarımız sarıldı. Bir şey diyemedi babam bana ama gözleri çok şey söylüyordu. Kendini suçluyordu babam da, bunu anlamamak elde değildi.
Bir süre sessizleştiğimizden sonra ayağa kalkarak yatağın sol tarafına geçtim ve babamın yanında olan boşluğa bıraktım bedenimi. Ağırlığımı ona vermeden, onu rahatsız etmeyecek şekilde ona sokuldum. Dayanacak gücüm kalmamıştı artık ve babam bana güç veriyordu.
Başımı hafifçe kokusunun dağıldığı yastığa bıraktığımda başı ve omuzu arasında olan boşluğa sokulmuştum.
"Belki de sana en başında anlatsaydım, hiç buralara gelmeyecektik, Yaman da girmeyecekti hayatımıza. Ama anlatamadım babam, yapamadım. Kaderimde varmış demek ki yaşanmışlıklar. Affet beni ne olursun. Affet... " dedikten sonra elimi kaldırarak yanağında biriken damlaları temizledim.
Parmak uçlarım babamın yanağını okşarken, diğer elimin dirseğine yaslanarak, babamın çok sevdiği türkülerden birini mırıldanmaya başladım belli belirsiz:
Bu nasıl bir derttir dermanı yoktur
Bedenimde değil ruhumda sızı
Görünmez bir yara acısı çoktur...
Bedenimde değil ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı...
Bedenimde değil ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı...
Ruhumuzdaydı sızılarımız, öyleydi ki acıları ikimizin de canından can kopuyordu sanki. Fakat susmuştuk. Susmaya mahkum bırakılmıştık...
Kurşunsuz, hançersiz, kansız bir yara
Hiçbir tabip buna bulamaz çara
Keşke Mansur gibi çekseler dara
Bedenimde değil ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı
Bedenimde değil ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı
Evet, hiçbir bıçak, kurşun yarası değildi acılarımızın sebebi. Çünkü acı bedenimizde değil, ruhumuzdaydı. Öyleydi ki yakıyordu, kor ediyordu ruhumuzu...
Doktoru, lokmanı yok, ilacı yok
Görünmez göz ile hiçbir izi yok
Saplandı sineme görünmez bir ok
Bedenimde değil ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı
Bedenimde değil ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı, oy oy
Ruhumda sızı....
Hiçbir doktor, tabib, lokman çare olamamıştı, olamıyordu ve olamayacaktı da... Asla...
*****
Gözlerimi açtığımda ilk olarak nerede olduğumu kavramak ister gibi hızlıca bakındığımda hâlâ hastanede babamın yatağında olduğunu görmemle şaşırmıştım. Burada uyuya kalmıştım. Ve babam hala uyuyordu. Dudaklarımı yavaşça şakağına bastırarak yataktan kalktığımda ziyaretçi sandalyesinde gördüğüm kişiyle hafif irkilmiştim. Fakat çok kısa bir süre sonra korkumun yerini şaşkınlık almıştı.
Hiçbir şey söylemeyerek dışarı çıktığımda sandalyeden kalkan Yaman da arkamdan gelmişti.
Odadan dışarı çıktığımda duraksayarak ona dönmüştüm. Dört gündür özlemini duyduğum koku hafiften burnuma dolarken, yüzünü gören gözlerim sevinçten parlamaya başlamışlardı bile...
Kısa bir süre öylece birbirimize baktıktan sonra gözlerimizin duygu yüklü temasını ilk ben keserek arkamı dönmüş ve çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştım, kesinlikle arkamdan geldiğini çok iyi biliyordum.
Hastanenin bahçesine çıkarak yine kısa bir an duraksadığımda nihayet sessizliği bölmüştü.
"Ben bırakayım seni" tereddütle dediği şeye cevap vermeden, başımı olumlu anlamda salladığımda hafiflemiş gibi nefes koy vermişti. Ardındansa ikimiz de arabaya doğru ilerlemeye başlamıştık.
Benim için açtığı kapıdan içeri girerek kemerimi taktığımda, o da kendi tarafına geçerek arabayı çalıştırmıştı.
Yine sessizlik içinde geçmişti yolculuğumuz. Ölüm gibi soğuk ve ıssız olan sessizliğimiz ikimizin de canını çok yakıyordu. Benim konuşmak istememe ayak uydurmasına şaşırmadım desem yalan olurdu.
Nihayet yolculuk bittiğinde araba Aleyna'nın evinin önünde durmuştu. Camdan dışarıyı izleyen bakışlarımı ağır ağır yanımda oturan adama çevirdiğimde onun da bana baktığını görmem uzun sürmemişti.
"Bıraktığın için teşekkür ederim " dedim sadece. Hiçbir şey demedim. Neden hastanedeydin? Neden hiçbir şey sormuyorsun? Niye konuşmuyorsun? Bu ve bunun gibi beynimi istila eden bir çok soruyu cevapsız bırakmayı tercih etmiştim.
"Efsa, dur gitme" kapının kulpunu bulan elim erkeksi sesini duyduğunda anında duraksamıştı.
"Konuşalım, lütfen" dediğinde omuzlarımı düşerek elimi kapıdan çekmiş, yönümü ondan taraf dönmüştüm.
Ne diyeceğini büyük bir merak içinde beklerken kısa bir sessizliğin ardından konuşmaya başlamıştı.
"Evimize ne zaman döneceksin?" sorduğu soruyla gözlerim şaşkınlıktan açılmıştı. Evimiz mi? Benim bir evim vardı da ben mi bilmiyordum?
"Benim bir evim yok Yaman, ayrıca dönmek kısmını konuştuğumuzu sanıyordum" dediğimde kaşlarını derince çatmıştı.
"Senin bir evin var Efsa, karımsın sen benim. Benim evim, senin de evin o yüzden" sinir karışık sesiyle konuştuğunda gözlerimi baymıştım.
"Biz belli bir amaçtan ötürü o imzaları attık Yaman, ve elimize yüzümüze bulaştırdık her şeyi. Babam bile artık her şeyi biliyor. O yüzden uzatmamızın anlamı yok. " diyerek duraksadığımda gözlerimi kaçırmıştım.
"Neyi uzatmayacak mışız?" endişe karışık sinirle söylediğinde sesi yüksek çıkmıştı.
"Bu evlilik oyununu, boşanalım bitsin" dediğimde kısa bir an şaşırsa da, şaşkınlığı hızla yerini sinirle almıştı.
"Ne boşanmasından bahsediyorsun sen? Boşanmayacağız" dedikleriyle dumura uğrayan taraf ben olmuştum. Ne demek boşanmayacaktık? Zaten kalbime taş basarak zar zor aldığım karardı. Neden daha da zorlaştırıyordu ki şimdi.
"Yaman, böyle yaparak işleri daha da çıkılmaz duruma sokma. Boşanmak ikimiz için de en iyisi" değil, istemiyorum boşanmak falan aslında. Ama hepsi senin için, senin için mecburum buna sevdiğim. Seni sevdiğimi bile ayrı kaldığımızda anlamıştı benliğim. Senin ateşimle cayır cayır yanmana, senin olmayan bir çocuğa babalık yapmana, tecavüze uğramış bir kadının eşin olmana izin veremezdim. Seni kendime tutsak ederek, bir ömür pişmanlık çekmeni seyredemez, seni mahvedemezdim. Özür dilerim. Çok özür dilerim.
"Boşanmak mı ikimiz için de en iyi olan şey? Güldürme beni Allah aşkına" kesinlikle sinirden gülen adam parmak boğumları beyazlayacak kadar direksiyonu sıkıyordu.
"Dalga geçme, biz boşanmalıyız anladın mı beni? Sen ve benden biz olamaz. Anla bunu artık" artık ben de onun gibi sesimi yükselttiğimde aniden yumruğunu direksiyona geçirdiğinde hafif irkilmiştim.
"Boşanmayacağız dedim, sen de eve dönüyorsun" emir verir gibi tıslaması beni bir kez daha şaşırttığında dedikleri zaten uçuk sinirlerimi iyice bozmuştu.
"Anlamadın galiba sen, boşanmamız...." lafı bitirmeme izin vermeyen şey yine onun yüksek çıkan sesi olmuştu.
"Boşanmayacağız dedim. Unut boşanma işini " dediğinde sabır çekmiştim içimden. Derdi neydi bu adamın Allah aşkına? Dertli başına daha fazla mı yük arıyordu?
"Neden? Neden boşanmıyoruz?" artık ben de kendimi tutamayıp sesimi yükseltmiştim.
"Çünkü seviyorum seni," aniden bağırarak dediği şeyden sonra arabaya sessizlik çökmüştü. Yaptığı itirafı kendisi de beklemediği için şaşkınca baktığında ben ondan daha kötü durumdaydım. Seviyorum demişti, bana beni sevdiğini söylemişti. Aman tanrım...
İstem dışı gözlerime hücum eden yaşlarla dolan gözlerimi ondan ayırmadığımda derince iç çekmişti.
"Efsa, gökyüzü gözlü, küçük kadın... seviyorum seni... her şeyinle seviyorum... acılarınla, sorunlarınla, dertlerinle, bebeğinle seviyorum. Seni sen yapan her şeyi seviyorum. Masmavi gözlerini, gece karası saçlarını, kokunu, sesini, bebeğini... her şeyini..." az önce sinirlerin yükseldiği ortam şu an duygu yüklüydü. Donmuş gibi pür dikkat onu dinlemekten başka hiçbir şey yapmıyordum. Yapamıyordum.
"Gözlerini ilk gördüğümden, sesini ilk duyduğum andan çok farklısın benim için. İnan bana çok özelsin, kıymetlisin. Sen de, bebeğin de değerlimsiniz benim." tepkimi ölçmek ister gibi tekrar duraksadığında bu kez kocaman ellerinin arasına almıştı küçük ellerimi.
"Bırak da acılarına ortak olayım, sorunlarını birlikte çözelim, bırak yaralarını sarayım, yaralarımızı birlikte saralım. İzin ver seveyim seni, bebeğinin babası olayım... Sadece izin ver... istersen buralardan bile gidebiliriz. Sadece evet de bana... geri çevirme duygularımı..." dediğinde gözümden dökülen yaşlar yüzünden bakış açım bulanıklaşmıştı.
Ben... yapamazdım. Onu göz göre göre ateşe atamazdım. Buna hakkım yoktu ki. Onun güzel duygularına layık değildim ben. O güzel duygularını kirletmekten başka bir şeye yaramazdım ben. Ben de seni seviyorum demeyi ne çok isterdim. Ben de aile olmayı, yuva olmayı, yaralarımızı birlikte sarmayı ne çok isterdim. Fakat yapamazdım. Seni senden vazgeçecek kadar çok seviyorum Yaman... bu yüzden seni bir gün pişman olacağın alevin içine atamazdım göz göre göre.
Sevmek bazen vaz geçmek değil miydi zaten? Sevdiğin için sevdiğinden vaz geçiyorsun. Onun mutluğu için. Onun için onun hasretiyle yanıp kül olmaya razı oluyorsun.
Acılarıma ortak olayım diyorsun ya, benim bir ömür geçmeyecek yaram var sevdiğim. Yorar seni, yıpratır ikimizi. Bir ömür gözümüzün önünde büyüyecek kız çocuğu olacak o acı gecenin hatırası olan. Bize hep yaralarımızı hatırlatacak olan.
Nasıl izin vereyim ben buna? Nasıl bir süre sonra pişman olmana izin vereyim? Nasıl göz göre göre ikimizi de sonu gelmez bir alevin içine atayım ben? Nasıl?
"Ben yapamam... özür dilerim" diyerek ellerimi elleri arasından hızla çekmiş, konuşmasına, tepki göstermesine bile izin vermeyerek hızla arabadan dışarı atmıştım bedenimi. Arkama bile bakmadan eve doğru koştuğumda hıçkırıklarım asla durmuyordu.
Evden içeri girdiğim gibi kapı önünde çökerek ağlamaya başladığımda doğru mu yaptım yoksa yanlış mı yaptım bilemeyecek durumdaydım....
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🌺
•••••
14.cü bölümün de sonuna geldik değerli.
Bu kez çok bekletmek istemedim. Umarım keyifle okursunuz.
16.12.2020
Bol yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin lütfen...
Gelecek bölüm bol sürprizli olacak :)
Sağlıcakla kalın...❤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |