
Medya: Sezen Aksu - Ben sende tutuklu kaldım...
**************************************
🌺
•••••
*Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşina beni, bir dem belâ-yı aşktan etme cüda beni.
(Tanrım, aşk belasıyla beni tanıştır, bir an bile aşk belasından uzak tutma beni. ) Fuzuli
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Aleyna'dan:
•••••••••••••••••
Bazı gerçekler vardır...acı olan gerçekler...
İnsan o gerçekleri kapalı bir kutunun içine koyarak engin denizlerin hırçın dalgalarına bırakmak istiyor, gitsin diye, çok uzaklara...sana ulaşamayacağı kadar uzaklara...
Ya da toprağın yedi kat dibine gömmek istiyor, yılların ölüleri gibi, bir daha karşına çıkmasın diye...
İşte benim de hayatım böyle gerçekler üzerine kurulmuştu, daha anne karnına varlığımın düştüğü ilk andan....
Göz ardı etmek, unutmak, yüzleşmemek istesem de, olmuyordu işte.
İzin vermiyordu hayat saklı acılarımın kutularda kalmasına, bir yerlerden çıkararak savuruyordu önüme.
Zaten sakin olan bir parkta, bir de insanların tek tük olduğu alanı seçerek bir bankta oturmuştum.
Öylece dalarak düşünüyordum.
Hayatımın nedenlerini, keşkelerini, olacakları, ya da olamayacakları düşünüyordum.
Ha bir de az sonra anlatacaklarımı nasıl yapacağımı düşündüğüm gerçeği var ve bu konuda ne yapacağımı bile bilmiyorum.
Erteleye, erteleye geçiştirdiğim görüşme bugün gerçekleşecekti ve açıkçası ne söyleyeceğimi, nasıl davranacağımı hiç bilmiyordum.
Gerçeklerin ağırlığıyla ezilen omuzlarını mı görecektim acaba?
Yoksa onu bile görmeme izin vermeden gidecek miydi?
Fakat ben ne istediğimi bilmiyorum. Ona karşı boş değilim doğru, fakat birlikte bir şeyleri başaramama, biz olamama korkusu tüm benliğimi kaplayarak duygularımın önüne geçiyordu bir şekilde.
Derin bir şekilde iç çektiğimde kollarımı göğüslerim önünde çaprazlaştırmıştım.
Her şeyi akışına bırakarak gelmiştim buraya, ne olacaksa olsun ve bu belirsizlik bitsin diye. Ama içimi kaplayan gerginlik, ne olacağını, nasıl tepki vereceğini bilememe korkusu beni olumsuz etkiliyordu.
Dalgın bakışlarımı gayri ihtiyari olarak sol tarafıma çevirdiğimde, tüm yakışıklılığıyla Ferit'in bana doğru geldiğini görmemle hafif doğrulmuştum.
"Ben erken gelmiştim, ama sen benden de erkenci davranmışsın" gülümseyerek yanımda olan boşluğa kurulan adama zoraki bir gülüşle güldüm. Evet, öncesinde kendimle yalnız kalmak için bir saat kadar erken gelmiştim buraya.
"Madem bugün izinliydim, biraz kendimle baş başa da kalmak istedim diyelim. " diyerek gülümsememi sürdürdüğümde, başını olumlu anlamda sallamıştı. Galiba gerçekten de bu konuşma çok zor geçecekti.
"Ee nasılsın?" kısa bir süre sessizleştikten sonra sessizliği bozan Ferit olmuştu. Nasıldım? Bomboştum. Evet, resim için kullanılan ama üzerinde resim olmayan bir tablo kadar boştum. Daha çok anlamsız.
"İyiyim, sen nasılsın?" dediğimde, iyi olmadığım aşikardı.
"Ben de iyiyim," dediğinde yine sessizleşmiştik. İkimiz de söze nasıl başlayacağımızı, lafa nereden gireceğimizi bilmiyorduk.
Uzakta çimlerin üzerinde oynayan iki kız çocuğunu gördüğümde, yüzümde buruk bir gülümseme belirdi, çünkü gözlerimde çoktan anılar belirmeye başlamıştı.
"Çocukken en sevdiğim şey yemyeşil çimlerdi biliyor musun?" bakışlarımı ağır ağır ona çevirmiş, kısa bir bakış attıktan sonra yeniden çimlere bakmaya başlamıştım.
"Yurtta dışarı çıkma saatlerimizi hep çimlerin üzerinde geçirirdim. Kimseye yaklaşmayan, kendine kapanık bir çocuktum ben. Yurtta bazen bununla ilgilenseler de, o kadar çok çocuğun sorunu oluyordu ki bir süre sonra yeni sorunlar çıkıyor ve sen unutuluyordun." gerçekten de öyleydi, o kadar çocuk, o kadar sorun oluyordu ki...
"İşte benim koca çocukluğumda tek arkadaşım çimlerdi. Tüm gün onların üzerinde oynar, bazen uzanarak gökyüzüne bakar, bazense sadece konuşurdum onlarla. Onlar büyüdükçe sevinirdim.
Fakat mevsimsel geçiş zamanları olduğunda çimler azalıyordu, ya da çimler çok büyüdüğü vakitlerde bahçıvan onların boylarını kısaltıyordu.
İşte ben o günlerde çok üzülüyordum biliyor musun?" diyerek duraksadığımda bakışlarımı yeniden ona çevirmiştim. İlgiyle bana bakıyor, pür dikkat dinliyordu. O gözlerde acıma duygusu görmeyi beklesem de, asla öyle bir şey hissetmemiştim.
"Bir gün yine bahçeye çıkma saati gelmişti, ve ben uzun süre sonra bahçeye çıkarak arkadaşlarımı göreceğim için çok mutluydum. Çünkü bir haftadır hastaydım ve dışarı çıkmam, ortalıklarda dolaşmam yasaktı.
Evet, dışarı çıktığım gibi büyük bir sevinçle arka bahçeye çimlerimin yanına koşmuştum. Fakat, gördüğüm manzara ile yerimde duraksamış, ağlamaya başlamıştım." diyerek yeniden çimlere odaklandığımda sanki tekrar o gündeymişim gibi
gözlerim dolmuştu.
"Çimlerim küçücük kalmıştı çünkü, kesmişlerdi onları, koca dünyada olan tek arkadaşlarımı mahvetmiştiler. Çocuk aklıyla yurtta öğlen arası yemeğimizi gizlince alarak bahçeye çıktığımda, çimlerimin hep olduğu toprağı kazarak oraya dökmüştüm biliyor musun? Yesinler de çabuk büyüsünler, yeniden benim arkadaşlarım olsunlar diye. Ama istediğim gibi hemen büyümediler, vakitleri ne zamansa o zaman büyüdüler" dediğimde artık gözümün yaşları sağanak yağmuru gibiydi.
"İşte ben o günden sonra çok daha iyi anladım ki, bazı şeylere ne kadar müdahale edersen et, akışı değiştiremiyorsun. Bir şeyi ne kadar çok seviyorsan, o şey illa kalbinde bir yara izi bırakıyor, istemsizce ve ya isteyerek" daha minik olduğumda çözmüştüm ben hayatı, acıları, gerçekleri... çocukluğumu bile yaşayamamıştı çocuk ruhum.
"Aleyna," diyerek cümleye başlamak isteyen adamı durdurmuş, sonraysa ayağa kalkmış, biraz ileri doğru gitmiştim. Tabii ki benim arkamdan gelmesi gecikmemişti.
"Ferit, önce ben anlatmak istiyorum, sadece dinle lütfen" dediğimde hiçbir şey demeyerek başını olumlu anlamda sallamıştı. Bense derince nefes alarak az sonra yapacağım konuşmaya hazırladım kendimi. Her şeyi netleştirmeye kısaca.
"Benimle bir yola çıkmak istiyorsun, bunu görebiliyorum" diyerek lafa başladığımda elini ensesine atarak, gözlerini kaçırmıştı.
"Fakat bilmen gereken şeyler var...
Böyle bir şey nasıl söylenir, inan hiç bilmiyorum, ve Efsa'dan başka ilk kişi sensin ki sana hayatımı anlatıyorum" gerçekten de ilkti benim için Ferit. Asla bir erkeğe kendimi anlatmak isteyeceğimi sanmıyordum. Fakat şu an buradaydım ve onun sormasına bile gerek kalmadan kendim anlatmak istiyorum.
"Ben kimsesizim Ferit, düşüneceksin ki yurtta büyüdün bunu biliyorum, ama öyle değil işte.
Benim ruhum kimsesiz...
Yurtta büyüyen çocuklar genelde ailesinin ölümünden sonra oraya geliyorlar, ve en azından ailelerinin öldüklerini, nasıl öldüklerini biliyorlar. Umut etmiyorlar aileleri dönecek diye, kabulleniyorlar acılarını" diyerek sesli bir şekilde iç çekmiştim. Herkesin hayattan aldıkları tecrübeler farklı oluyordu ya, işte bende kendi kazandığım tecrübelerimi anlatıyordum, zor...çok zor olsa da.
"Bir de ailelerinin isteyerek, ve ya sözde zorunda oldukları için bıraktıkları çocuklar büyüyor, yurdun soğuk duvarları arasında. Onlardaysa umut oluyor, umut ediyorlar ki belki ailem beni yeniden alır, almasa bile belki görmeye gelir. Umutları oluyor onları ayakta tutan şey..." diyerek tekrar duraksamıştım, en zor kısma geliyordum çünkü, kendime...
Boğazımda beliren kocaman yumrunun geçmesi için derince yutkunsam da, geçmiyordu bir türlü.
"Ve ben vardım, o yurdun buz gibi yataklarında uyumaya çalışan küçük kız çocuğu. Annem bırakmış beni yurda daha on günlük bile değilmişim. Biliyor musun? Benim savrulmuşluğum annemin savrulmuşluğunun devamı olmuş, annem çok hastaymış, beni bıraktıktan iki üç gün sonra da bu dünyaya temelli veda etmiş zaten" dolan gözlerimden süzülen her damla yaş aşağı ulaşmamış, yenisi ekleniyordu üzerine.
"Peki baban diye soracaksın?" dediğimde gözlerimi gözleriyle buluşturmuştum. Hiç bir söylemeyerek, sadece beni dinlemeyi tercih ediyordu. İyi ki de öyle yapıyordu zaten.
"Babam kim bilmiyorum, açıkçası bilmek istemiyorum ve bulabileceğimi de sanmıyorum. Biliyor musun neden? Çünkü benim annem bir hayat kadınıydı, doğal olarak da babam belirsiz. İnsanlar buna ne diyordu? Haa piç kurusu" anlattıkça hem gülüyor, hem de ağlıyordum. Sinirlerim boşalmıştı. Karşımda duran adamsa anlattıklarımla şaşırmıştı. Bunu belli ediyordu.
"Evet, Ferit Koçer, soyu sopu belirsiz bir kızla bir yola çıkmak istiyorsun. Bundan emin misin?" diye sesimi yükselttiğimde davranışlarım tamamen istem dışıydı, tepkilerimse kendimeydi, zira benim sorunum onunla değil, tamamen kendi iç savaşımlaydı.
"Ben söyleyeyim, hayır. Nedenini de çok iyi biliyorum. Hiçbir erkek böyle bir kızla bir yola çıkmak istemez, hiçbir anne oğluna böyle birini yakıştırmaz, böyle bir gelin istemez." dediğimde titreyerek ağlıyordum.
"Şimdi anladın mı neden uzak durmak istediğimi? Ferit Koçer, benden sana yar olmaz, olsa yara olur ya da sırtında kambur olur. Buna da ben izin vermem" diyerek nefes nefese kaldığımda Ferit beni bileğimden çekerek beni tamamen sardığında kurtulmak istesem de sıkı tutuşu yüzünden kurtulamamıştım. Bir süre sonraysa kendimi bırakmış, ağlamaya başlamıştım tekrardan.
Ferit de bir elini saçlarıma çıkararak saçlarımı okşamaya başlamıştı.
Bir süre öylece göğsünde ağladıktan sonra gözyaşlarım azalmış, yerini kısık kısık iç çekişlerine bırakmıştı.
Ferit sakinleştiğimi anlamış olacak kafamı yavaşça göğsünden kaldırdı, ve parmaklarıyla gözyaşlarımı kurulamaya başladı.
"İzin ver de yar mı olacağına, yoksa yara mı olacağına ben karar vereyim güzel gözlü kadın" sakin ve gülümseyerek dedikleriyle eş zaman da baş parmakları göz altlarımı okşuyordu. Bense biraz şaşkın, biraz üzgünce ona bakıyordum.
"Aleyna, güzelim benim. Annenin nasıl biri olduğu, babanın kimliği.
Senin nerede büyümen beni ilgilendiren şeyler değil ki, beni ilgilendiren ne biliyor musun?"- diye sorarak cevap bekler gibi yüzüme baktığında başımı bilmiyorum der gibi iki yana salladım. Onunsa o sakin gülüşü daha da büyümüştü.
"Beni ilgilendiren senin kalbin, güzelliğin, masumiyetin, karakterin.
Güzelim senin yurtta büyüdüğünü elbette biliyorum, ve bunun arkasında acıklı bir hikayenin dayandığını da düşünebiliyordum. Ben soya, şöhrete, aileye, zenginliğe önem veren biri olsaydım, sence seninle en başından konuşmak ister miydim hiç ? Yaralarını kanatmak değil benim amacım, yaralarını sarmak ve ailen olmak istiyorum." dediğinde pür dikkat onu dinliyordum. Çok güzel konuşuyordu, benim onunla bağlı tüm korkularımı almaya yetmişti. Fakat ailesi?
"Ailem konusuna gelirsek, ne annem ne babam, ne de ablam Feride seni asla sorgulamazlar. Buna izin vermem ki, zaten kendileri de öyle insanlar değiller. Lütfen böyle şeyle takılarak canını sıkma" dediğinde bakışlarımı ondan kaçırmıştım. Haklı mıydı ki? Sorun olmayacak mıydı? Dışlanmayacaktım değil mi? Yıllardır sırf dışlanma korkum yüzünden her ortamdan kaçtım ben, şimdi bu korkumu yenebilecek miydim?
"Korkularını da birlikte yeneceğiz, sen yeter ki ellerimden tut, ben seninle her şeye varım"- dediğinde elinin birini yanağımdan çekerek bana uzatmış ve gülümsemesini sürdürmüştü. Sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi verdiği cevaplarla beni iyice etkiliyordu.
Kararsızca bir süre ona ve eli arasında mekik dokudu bakışlarım.
Fakat en sonunda titreyen elimi yavaşça kaldırmış ve avuç içine bırakmıştım. Ardından gözlerine çıkardım bakışlarımı. Ve o gözlerde rahatlama ve mutluluk gördüğümde ben de gülümsemiştim.
"Pişman olmaman için elimden ne geliyorsa hepsini yapacağım " dedikten sonra dudaklarını alnıma bastırmış, derince bıraktığı öpücükten sonra beni tekrar kendine çekerek sımsıkı sarmalamıştı.
Fakat bu kez benim de ellerim onun sırtına dolanmış, başımı ise isteyerek yaslamıştım göğsüne...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Efsa'dan:
•••••••••••••
Sabah gözlerimi artık birkaç gündür alıştığım manzarayla açmıştım. Başım Yaman'ın göğsünde, onun kolları bedenimi sımsıkı sarmıştı. Kafası yana doğru kaydığı için burnu saçlarımın arasındaydı.
Gülümseyerek kollarının arasından onu uyandırmamaya özen göstererek hafif doğrulmuş, dirseğimle destek alarak ona bakmaya başlamıştım, güzel yüzüne.
Kaşları hafif çatıktı, ve bu beni gülümsetmişti, uykuda bile çatık kaşlı olmayı nasıl becerebiliyordu bu adam Allah aşkına?
Gülümsemem devam ettiğinde parmağımı kaldırarak kaşının ortasına dokundurmuş, bir süre orada oyalandıktan sonra burnu boyunca aşağı indirmiş, en sonda bıyıklarının içine dalmış, onları dağıtmaya başlamıştım. Yaptığım şey beni iyice keyiflendirdiği için kıkırdamama engel olamamıştım.
Fakat aniden belimde varlığını koruyan el sıkılaşarak beni kendine iyice bastırdığında gülümsemem şaşırmayla yer değişmişti.
"Küçük hanım oyun oynuyor demek ki?" dediğinde şaşkınlıktan açılan maviliklerimi koyu kahvelerinde sabitlemiştim.
"Sen ne zaman uyandın ki?" şaşkın bir nidanın dudaklarımın arasından dökülmesine izin verdiğimde o hâlâ gülüyordu.
"Sen uyanmazdan önce" diyerek burnumun ucuna öpücük kondurduğunda uyumadığını, ama uyuma numarası yaptığını anlayarak gözlerimi kısmıştım.
"Demek bana numara yapıyordun, yaaa gıcık mısın acaba?" diyerek çatılı kaşlarımın altından ters bir bakış fırlattığımda o yüzüme doğru gelen saç tutamlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırmıştı. Nadiren yüzünde gördüğüm gülümsemesi ise hâlâ devam ediyordu. Çok güzel güldüğüyse danılmaz bir gerçekti.
"Hazırlan kahvaltımızı dışarıda yapalım, sonra da yürüyüşe çıkalım. Buraya geldiğin sürede hastane dışında hiçbir yere gitmedin" parmaklarını saçlarıma dolayarak dediği şeyler beni mutlu etmişti, ve bunu dün çok üzüldüğüm için yaptığını biliyordum. Şöyle ki dün sabah babamı ziyarete gitmiştik, ve durumumda iyileşme yoktu. Aksine babam ona verilen yemekleri bile yemiyordu, ve bu durum beni çok kötü etkilemişti. Sabahtan geceye kadar yanında kalmış, yanına uzanmış, onunla eskilerden konuşmuş, çokca ağlamıştım. Gece babam uykuya daldıktan sonra eve gelmek zorunda kalmıştım. Çünkü doktorlar babamın yanında gece kalmamamın onun sağlığı içinde daha iyi olacağını belirtmişti.
"Peki, işe gitmeyecek misin?" diye sormuştum büyük bir merakla. Çünkü önemli bir mevzu olmadıkça işten kalmıyordu.
"Hayır güzelim, birlikte vakit geçirelim istiyorum." dediğinde gülümsemiştim.
"Tamam, hazırlanıyorum o zaman" diyerek yanağına küçük bir öpücük kondurmuş, ardından gözlerimi kaçırarak yataktan kalkmıştım. O ise utandığımı biliyor olacak ki, uzatmamıştı.
Kısa bir duş alarak odaya döndüğümde Yaman yoktu, ben rahat hazırlanayım diye hep böyle yapıyordu ve ben onun böylesi düşünceli hallerini çok seviyordum. O kazanın üzerinden on gün geçmesine, bizim aramızda bazı duvarların yıkılmasına rağmen ben henüz tam anlamda gerçek karı kocalar gibi davranmaya hazır değildim ki. O da beni hiç yormuyordu bu konularda...
Düşüncelerime son vererek dolabın kapağını açmış ve elbiselerim üzerinde gözlerimi gezdirdikten sonra mavi renkli uzun kollu ve dizlerimden bir iki parmak kadar aşağı uzunlukta olan önden düğmeli elbisemde karar kılmış, onu alarak üzerime geçirmiştim. Siyah bel kemerimi de taktıktan sonra hazırdım. Yaz aylarına girsek de henüz havalar soğuk geçtiği için uzun kollu elbise tercih ediyordum genelde.
Saçlarıma ellerimle şekillendirdikten sonra çok hafif makyaj yaptıktan sonra siyah çantamı almış, hafif kokulu parfüm de sıkınca hazırdım.
Odanın kapısı açılınca içeri giren Yaman kot bir pantolon ve lacivert tonlarda giydiği kazakla sade ama çok yakışıklı gözüküyordu.
"Ne güzel olmuşsun" dedikten sonra parmağıyla çenemi kavramış, başımı hafif yukarı kaldırdıktan sonra sağ yanağımla dudağımın kavuştuğu çizgiye öpücük bırakmıştı. Tüm bedenimi titreten nahif öpücüğünü sol yanağımla dudağımın kavuştuğu çizgiye de bıraktığında gözlerimin kapanmasına engel olamamıştım.
Kızarmaya başlayan yanaklarımla gözlerimi açtığımda hayran bakışlarla bana bakıyordu.
"Teşekkür ederim" diyerek hafifçe gülümsediğimde o da gülümsemişti...
******
Kahvaltı için geldiğimiz açık hava da olan yere resmen bayılmıştım, etraf yeşilliklerle, çiçeklerle kaplı olduğu için havası da çok ferahtı. Hafta arası olduğu için çok kalabalık olmaması da işime geliyordu.
"Mide bulantın geçti değil mi?" diyerek ilgiyle beni süzen adama çevirdim etrafı inceleyen bakışlarımı. Araba da midem biraz bulanmıştı ve onu soruyordu.
"Evet canım, geçti. Açık hava iyi geldi" dedikten sonra Yaman şaşkın bakışlarla bana baktığında ilk neden öyle baktığını anlamasam da, ardından fark ettiğim şeyle ben de gözlerimi kaçırmıştım. Zira az önce canım demiştim. Bilinçsizce dediğim şey benim açımdan bir ilkti.
"Ne dedin sen?" diyerek soran adamla alt dudağımı ısırmıştım.
Fakat içimdeki çocuk ondan sabah olan uyuma numarasının intikamını almam gerektiğini söylüyordu. Ve ben bu çocuğu kesinlikle dinleyecektim.
"Açık hava iyi geldi dedim" gülerek dediğim şeyle o gözlerini kısmıştı. Bunu kastemediğini ikimiz de çok iyi biliyorduk.
"Ondan önce ne dedin" diye başını hızla sallayarak dediğinde
"Bilmem ne dedim ki?" diye cevap vermemle kesinlikle sabrını sınıyordum.
"Efsa!" diye sabırsızca bir nida koy verdiğinde gülümsemem genişlenmişti.
"Efendim canım" canım kısmını uzatarak ve içten bir şekilde dediğimde, Yaman hayran hayran bakışlarını gözlerimden ayırmak masanın üzerinde duran elimi kavramış, dudaklarına götürerek derin bir öpücük kondurmuştu.
"Canım canına kurban olsun güzel gözlüm, ne güzel söylüyorsun sen öyle" dediğinde gülüşüm yerini gülümsemeye bırakmıştı.
Dedikleri beni çok etkilemişti.
Fakat verecek bir cevabım olmadığını için gülümsemekle yetinmiştim.
Zaten garsonun da getirdiği siparişlerle konuşmama fırsat da olmamıştı...
"Sen seviyorsun böyle, al bakalım" dediğinde üzerine tere yağı ve bal sürdüğü ekmek dilimini tabağıma bıraktığında gülümsemiştim. Ona söylememe rağmen neyi sevip, neyi sevmediğimi çok iyi biliyordu. Ee her yemekte kendi tabağından çok benim tabağımla ilgilendiği için doğaldı aslında.
"Teşekkür ederim," dediğimde o da gülümsemişti.
"Güzel gülüşünü görmek yetiyor, teşekkür etme" dediğinde içim kıpır kıpırdı, uzun süreden sonra bu kadar huzurlu hissetmiştim kendimi. Benimle çok nazik, ilgili davranıyordu. Sanki her an kırılma tehlikesi olan cam bir nesneydim. Yaşadıklarımı göz önünde bulundurursak böyle davranması da doğaldı aslında, ve ben bu durumu çok seviyordum.
Genellikle Yaman'ın benim yediklerimle ilgilenmesiyle geçen kahvaltı faslı bittikten sonra ikimiz de kırlık alanlara taraf geçmiş, yürüyorduk. Gerçekten de yürümek çok iyi gelmişti.
Yürürken elimi kavrayan elin varlığını hissettiğimde gülerek başımı omuzuna yaslamış, gezmeye öyle devam etmiştim.
"Ya bu ne kadar tatlı" diyerek bizden biraz aralı da gri tüylü yavru kediyi gösterdiğimde gülümsememe engel olamıyordum. Kucağıma alarak sevmek istesem de, hamileliğim için iyi olumsuz olabileceğini düşünerek vazgeçmiştim.
"Evet tatlı ama, senin kadar değil" diyerek kediye değil de bana bakan adama çevirmiştim bakışlarımı. Gezerek insanların çok seyrek olduğu alana gelmiştik.
"Öyle mi?" diyerek güldüğümde, yanağımı sıkmasıyla yüzümü buruşturmuştum.
"Öyle" dediğinde hâlâ yanağımı sıkan elini elimle yanağımdan uzaklaştırmıştım.
"Ya niye sıkıyorsun, kızaracak şimdi," gerçekten de kocaman parmakları vardı ve kesin kızaracaktı.
"Kıyamam ben sana, gel bakalım buraya," diyerek beni göğsüne çektiğinde hiç itiraz etmeden göğsüne sokulmuş, derince kokusunu içime çekmiştim.
Gözlerimi anın etkisiyle kapattığımda, tek dileğim bu huzurun kalıcı olmasıydı...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🌺
•••••
16.cı bölümüzün de sonuna geldik değerlilerim.
25.12.2020
Sınavlarım başladığı için sizi biraz beklettim. Kusuruma bakmayın.
Evet, Efsa ve Yaman'ın hallerini seviyor musunuz?
Bir de Aleyna ve Ferit sahnesi nasıldı?
Keyifli okumalar diliyorum, oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Selametle😊🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |