
*İnsan insana iyi gelmeli, iyi gelmeyecekse hiç gelmemeli...
(Nazım Hikmet)
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Efsa'dan: (2 ay sonra)
••••••••••••••••••••••••••••••••••
Kulaklarıma dolan bebek ağlama sesiyle, gözlerim benden bağımsız açıldığında gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalışıyordum. Koala misali karnıma sarılan Yaman'ın elini usulca kendimden uzaklaştırarak yatağa bıraktıktan sonra, hiç vakit kaybetmeden yataktan kalkmıştım.
"Acıkmış mı annesinin çiçeği?" kızımın geceleri uyandığını, genelde de acıktığını bildiğimden dolayı, soluğu odamızın içine yerleştirdiğimiz beşiğin yanında almış, dikkatli bir şekilde kızımı kucağıma almıştım.
"Annesi şimdi doyuracak bebeğini" gülümseyerek dudaklarımı minicik yanağı boyunca sürttüğümde ağlaması azalmıştı, bunu sürekli yaptığım için alışmıştı galiba.
"Aferin kızıma, ağlama ki, babayı uyandırmayalım" burnuma dolan mis gibi bebeksi kokusunu içime çekerken, bir yandan da odada olan tekli koltuğa kurularak, yerimi rahatlamıştım.
"Güzelim, yardıma ihtiyacın var mı?" sesinden buram buram uyku akan kocam, başını hafifçe kaldırarak sorduğunda gülümseyerek başımı olumsuzca sallamıştım loş ortamda görmeyeceğini bile bile.
"Hayır sevgilim, yorgunsun uyu sen, miniğin karnı doysun geliyorum ben de" hamileliğimin son ayları, hastanede geçirdiğimiz günler derken işini baya aksatmıştı ve şimdi çok yoğun oluyordu. Haliyle de çok yoruluyordu.
Sanki dediklerimi bekliyormuş gibi bir şey mırıldanmış, burnunu yastığıma gömerek uykusuna kaldığı yerden devam etmişti.
Bense bu esnada sol göğsümü açmış, kızımın dudaklarıyla göğüs ucumu kavramasına yardımcı olmuştum.
Aşırı tatlı bir edayla hapur hupur göğsümü kavrayan Masal, yarı açık mavilikleriyle bana bakıyordu.
"Annesine mi bakıyor benim minik civcivim, oy kurban olur annen sana" parmağımı eline uzattığım gibi parmağıma tutunması yüzümü kocaman gülümsetmişti. Onunla kısa sürede aramızda oluşan bağa hayran kalmıştım. Mimiklerine kadar ezberlemiş, nasıl davrandığında ne istediğini kolayca buluyordum.
"Obur mu olacaksın kızım sen?" bir yandan gülüyor, diğer yandan iştahla sütümü içen miniğimi seyrediyordum...
Takvimin yaprakları bir bir dökülürken, zaman akıp gidiyordu. Acılarıyla, tatlılarıyla geçiyordu zaman. Saatler günlere, günler haftalara karışıyor, insan da bu akıma kapılırken buluyor kendini.
Zaman aktıkça, elbette hayat olduğu gibi kalmıyordu, bir sürü değişiklikler getiriyordu bize. Şöyle ki her geçen saat yeni bir olay olabilir, hayatının akışı büsbütün değişebilirdi.
Akıp giden zaman çerçevesinde dile kolay değişiklikler olmuştu hayatımızda. En önemlisiyse hastaneden çıkmamızdı.
Kızım, Masal'ım tıpkı annesi gibi inatçı ve güçlü duruşuyla hayata tutunmuş, kısa sürede toparlanmayı başarmıştı.
Hastanede kaldığımız on üç günlük süre, bana on üç yıl kadar uzun gözükse de, kızımın her gün biraz daha iyileşmesi, uygulanan tedaviye olumlu geri dönüş yapması haberi içten içe sevinmeme yetiyordu.
On üç günlük sürecin ilk on gününü kızım küvezde tedavi almıştı. Ona dokunamadığım, kokusunu içime çekemediğim, yalnız camlar ardından görmekle yetinmek zorunda olduğum o günler, istisnasız hayatımın en zor günleri listesinin ilk sıralarında yer edinmişti.
Sonraki üç günü ise normal odada geçirmiş, kızımın tetkikleri yapılmış, doktor ve hemşirelerin yardımıyla alıştırma sürecinden geçmiştik. Hastalığı için doktorun söylediği her tavsiyeyi can kulağıyla dinlemiş, teker teker hepsini uygulamak için çalışıyordum.
Gün geçtikçe biraz daha toparlanan kızım dile kolay kırk gün içinde, normal bebeklerin erişebileceği kiloya ulaşmıştı. Hâlâ tam ayına ulaşan bebeklere göre zayıf, küçük gözüküyordu ama, her gün biraz daha toparlanmasını görmek anne kalbimin ferahlamasına yetiyordu. Ciğer hastalığı zamanla geçse de, astımı için sürekli gözetimde olması gerekiyordu.
Onu çok seviyordum, öyle bir sevgiydi ki, bunu anlatacak doğru kelime bulunamaz, yalnız anneler bilir bu sevginin gücünü, yalnız gerçek anneler bilir...
Günlerce, haftalarca onu seyretsem yine doymayacağımı çok iyi biliyorum. Gözlerini kırpıştırmasını, huysuzlandığında kaşlarını büzüştürmesini, ağladığında gözlerinin kısılarak ufacık kalmasını, sinirlendiğinde bükülü ellerini aşağı yukarı silkeleyerek bir şeyler mırıldanmasını ve bir sürü daha mimiklerini, hareketlerini sıkılmadan izliyor, bir nevi onunla yeniden büyüyordum.
Anneliği öğreniyordum ben, annemden göremediğim anneliği, hem kendim yaşıyordum, hem de kızımın yaşamasını sağlıyordum. Ve aklımın cevabını bulmaya yetmediği sorular beliriyordu kafamda. Bir insan evladını nasıl sevmez? Nasıl terk eder? Hele bu insan bir anneyse?
Cevabını bulamıyorum. Çünkü Masal'la öğrenmiştim anneliği ve onu asla bırakmayacağımı, sevgimi asla ondan esirgemeyeceğimi çok iyi biliyordum...
"Doydun mu meleğim?" esneme isteğimi bastırırken, artık emmediğini, hafiften uykuya dalmak üzere olduğunu anladığım kızımı göğsümden ayırmış, başını göğsüme bastıracak şekilde tutarak koltuktan ayağa kalkmıştım.
"Azıcık rahatlatalım seni ki, rahat uyu," elimle sırtını sıvazlarken, odada hafif adımlarla geziyordum. Böyle yaptığımda hem yedikleri ağırlık yapmıyordu, hem de uykuya rahat dalıyordu. Zaten Masal çok mızmız ve sürekli ağlayan bir bebek değildi, bu konuda çok şanslıydım.
Sıvazlama işim devam ettiğinde, iki kere art arda gazını çıkaran kızımla yüzümde beliren yorgun gülümsemeyle kızımı tekrar kollarımın arasına almıştım.
"Aferin, minik civcivime" diyerek burnumu yanaklarına sürtmüş, ardından çok ufak bir öpücük kondurarak beşiğine doğru adımlamıştım.
Beşiğe yaklaştığım gibi kızımı sarsmamaya özen göstererek yerine bırakmış, üzerini de güzelce örttükten sonra birkaç dakika uyuduğundan emin olmak için başında beklemiştim.
Üç, bilemedin dört dakikanın sonunda uyuduğundan emin olmuş, tekrar yatağa geçmiştim. Battaniyeyi kaldırarak içine girerek uzandığımda sırtım Yaman'a, yüzümse beşikteki bebeğime taraf gelecek şekildeydi.
"Uyudu mu Mavi?" uyku mahmuru sesi kulaklarıma dolan adam geldiğimi anladığı gibi kolunu tekrar karnıma sarmış, bedenimi kendine çekerek sırtımı göğsüne yapıştırmıştı. Burnuysa saçlarım arasına dalmıştı bile.
"Evet canım, uyudu" Mavi'nin aşırı tatlı uyku pozisyonları gözlerimin önüne tekrar tekrar geldiğinde içime huzur dolarken, elimi Yaman'ın karnımın üzerinde olan elinin üzerine koymuş, huzurla gözlerimi kapatmıştım...
Sabah gözlerimi açtığımda bakış açıma ilk giren şey, takım elbisesini giyinerek hazırlanmış kocam ve kucağında sevdiği Mavi olmuştu.
"Ne güzel kokuyorsun sen böyle? Mis gibi" burnunu kızımın yanağına sürten Yaman'ın hayranlık dolu sesi kulaklarıma dolduğunda içimi kocaman huzur kaplamıştı. Kızım zaten yanağını sevdiğimizde memnun mırıltılar çıkararak bundan hoşlandığını belli ediyordu.
Fakat, kızım bıyıklarından rahatsız olmuş olacak ki, mızmızlanmaya, ufaktan ağlamaya başlamıştı.
"Rahatsız mı oluyorsun meleğim benim? Sanırım bıyıklarımdan bir süreliğine kurtulmamız gerekecek" Yaman'ın ciddi ciddi anlattıklarıyla kocaman gülümserken, yataktan kalkmıştım bile.
"Günaydınn" diyerek soluğu yanlarında aldığımda elimi Yaman'ın kolunun üzerine koymuş, kucağında tuttuğu civcivime bakmaya başlamıştım. Allah'ım, sabah sabah bu ne tatlılıktı böyle?
"Günümün ayma sebepleri," dedikten sonra önce civcivi, ardından beni öpen adam içimi eritmeyi başarmıştı.
"Benim de günüm aysın o zaman" dedikten sonra parmak uçlarımda yükselerek dudaklarımı dudaklarıyla kavuşturmuş, küçük bir buse kondurmuştum dudaklarına . Umarım Masal bize bakmıyordu :)
O bana hayran bakışlarla bakmaya devam ederken, ben kucağında olan kızımı kavramış, göğsüme çekmiştim.
"Ben işe gecikiyorum, siz iniyor musunuz aşağı?" ilgiyle beni süzen adama çevirmiştim bakışlarımı.
"Sen in canım, ben önce Masal'ın karnını doyurayım, ardından Yasemin ablayla Masal'a banyo yaptıracağız, sonra ineriz" diyerek gülümsediğimde onun dudakları alnımla saçlarımın kavuştuğu çizgiyle buluşmuştu.
"Öyle olsun güzelim, dikkat edin" dediğinde başımı olumlu anlamda sallamış, gözlerimi gözlerine çıkarmıştım.
"Sen de dikkat et, ve kahvaltı yapmadan çıkma" dediğimde kocaman gülümsemiş, içimi sıcacık etmişti.
"Emriniz olur karıcığım" ukala bir tavır takındığında üst dudağım hızla yukarı kıvrılmıştı.
"Aferin kocacığım" diyerek gülümsediğimde kucağımda olan civcivin elini kavrayarak öpücük kondurmuş, sonraysa makyaj masamın üzerinde bulunan telefonunu alarak hızla odadan çıkmıştı.
Arkasından bakmaya devam ettiğimde kucağımda huysuzlanan minik dikkatimi kendi üzerine çekmeyi başarmıştı.
"Acıktın mı annem?" diye gülümsediğimde, kızımı fazla bekletmeyerek tekli koltuğa kurulmuş, sağ göğsümü açarak kavramasına yardımcı olmuştum. Anında hapur hupur emmeye başlayan kızım, artık ilk zamanlara göre daha iyiydi. İlk bir ay boyunca göğsümü kavramakta bile zorlanıyor, anında nefessiz kalıyordu. Şimdilerde de bazen nefesinin düzensizleştiği olsa da, çok şükürler olsun ki ciddi atağı olmamıştı. Doktor, tozlu ve havasız ortamlardan olabildiğince uzak olmamızı, büyüdükçe üzerindeki nezaretimizi arttırmamız konusunda bol uyarılarda bulunmuştu.
Yarım saat kadar sonra kızımın karnı doymuş, onu tekrar beşiğine bırakarak önce yatağımı toplamıştım, ardındansa uzun kollu, lacivert elbisemi üzerime geçirerek saçlarımı tepemde gelişigüzel toplamıştım.
Ardından tekrar kızımı kucağıma almış, kendi yatağımıza bıraktıktan sonra yanına oturmuştum.
"Üzerini mi değiştirmemi istiyorsun bebeğim?" Yatağa bıraktığım gibi ayaklarını hızla hareket ettirmesinden, üzerinde dün geceden kalma giysilerden rahatsız olduğunu anlamıştım.
"Birazdan yıkanacak, mis gibi olacağız" minicik parmaklarını avuç içime alarak tek tek öpücükler bıraktığımda ağzını açarak gülüyordu. Dişleri olmadığı için pembe tamağı onu aşırı tatlı gösteriyor, sürekli yanaklarını sıkma isteğiyle dolduruyordu içimi.
"Ağzını yiyeceğim ama ben senin, bal mısın sen? Bu ne tatlılık böyle?" bir yandan gülerken bir yandan da tek elimi iki yanağına bastırmış, yanaklarını hafifçe çekiştiriyordum.
"Baldan daha tatlıdır, yengesinin mavişi" yanımıza ne zaman geldiğinden bir haber olduğum, Yasemin ablanın sesiyle bakışlarımı minikten ayırmış, ablama çevirmiştim.
"Günaydın abla" dedikten sonra ayağa kalkmıştım.
"Günaydın çiçeklerim, hazır mıyız yıkanmaya?" Masal'ı kucağına aldığında gülümseyerek başımı olumlu anlamda sallamıştım. Tek başına zorluk çektiğim için, Yasemin ablayla birlikte yıkıyorduk bebeğimi. Ayrıca su konusunda da dikkatli olmamız gerekiyordu.
"Hazırız tabii" diye yanıt verdiğimde, memnun bakışlar atmış, parmağıyla kucağında duran Masal'ın yanağını sevmişti. Minik yanakları insanı kendine bağımlı yapıyordu resmen. Sevdikçe, sevesimiz geliyordu.
"O zaman, bilmem kaçıncı Masal Mavi yıkama etkinliğimizi açık ilân ediyorum" diyerek kıkırdayan Yasemin abla kahkaha sebebim olurken, attığımız kahkahaların arasından o Masal'la banyoya, ilerlemiş, bende hızla gerekli eşyaları alarak peşi sıra gitmiştim...
🌺🌺🌺🌺🌺
"Evet, şimdi hazırız" pembe tulumunu giyindirdiğim kızım halinden memnundu. Yasemin abla duş almamızda yardımcı olmuş, sonraysa gitmişti. Ben de kızımı aşağı inmek için hazırlamıştım. Artık ekim başlarında olduğumuz için havalar iyice serinlemişti.
Kocaman açtığı mavi gözleriyle, emziğini emen kızımı daha rahat tuta bilmem için dikkatlice küçük battaniyesine bırakmış, güzelce sardıktan sonra kucağıma almıştım. Mis gibi bebeksi kokusuyla karışmış, bebek şampuanının kokusu burnuma dolarken içimi tarifsiz huzur kaplamıştı.
Odadan çıktığımız gibi aşağı indiğimde herkes salondaydı. Gözlerim istem dışı önce duvardaki saate kaydığında, saatin artık on bir buçuk olduğunu görünce hiç şaşırmamıştım. Zira Masal doğduğundan sonra saat su gibi akıyordu benim için.
"Oy oy, çiçeğum gelmuş" Reyhan ana direk Masal'ı kucağına çektiğinde gülümsesem de içimde garip hisler dolaşıyordu. Kendi kanlarından olmadığını bilselerdi acaba, böyle sahiplenir miydiler? İşte bu soru kalbimin sıkışması için yetiyordu.
"Babaanne otursana koltukta, ben de sevmek istiyorum Mavi'yi" Alin heyecanla şakıdığında bir yandan da Reyhan ananın eteğini çekiştiriyordu.
"Hadi kizum, sen de ye bir şeyler, Masal bizimle" bakışlarını Alin'den ayırarak bana çeviren Reyhan anaya gülümseyerek onu onaylamış, ardından sadece benim yiyeceğim kadar kahvaltılıklar kalmış sofraya geçmiştim.
Tabağıma birkaç parça bir şey alarak, bardağıma da portakal suyu dökmüş, yemeğe başlamıştım. Yediğim sırada gözlerim sık sık koltuğa taraf kayıyor. Reyhan ananın kucağında oturan kızıma ve onunla oynayan Alin ve Ayaz'a bakınıyordum.
"Size konuşmak istemediğini söylemiştim, içeri giremezsiniz" aniden duyduğum seslerle istem dışı ayağa kalktığımda bakışlarım gördüğüm manzarayla donmuştu.
Çünkü Handan hanım içeri girmiş, ardından nefes nefese kalmış Yasemin abla girmişti.
"Efsa, konuşmak istemediğini söylemiştim ama ısrar ediyor" bana üzgün, Handan hanımaysa sinirli bakışlar atan Yasemin ablaya sorun yok der gibi bakış atsam da, çok büyük bir sorun vardı. Ben o kadını görmek istemiyordum ki.
"Niye geldin?" hastaneden çıktığım bu iki aylık sürede bu artık üçüncü gelişi oluyordu. İlk ikisinde odamda olmuş, aşağı bile inmeyerek gitmesini istemiştim.
"Ne istiyorsun?" sert soluklarım odada yankılanırken benden başka herkes sessizliğe gömülmüştü.
"Konuşalım Efsa, lütfen konuşalım," dolu dolu olan gözleri bile benim için bir hiçken onunla konuşmakta hiç bir şey ifade etmeyecek, düşüncelerimde ve hislerimde değişiklik yapmaya yetmeyecekti.
"Konuşacak hiçbir şeyimiz yok Handan hanım, gider misiniz lütfen?" Her kelimeye ayrıca baskı uygulayarak dediğimde, kahve gözlerinden yaşlar büyük bir hızla yanaklarına ulaşmaya başlamıştı.
"Lütfen kızım, sadece konuşalım. Sana her şeyi anlatayım. Sonra gideceğim" Kızım.... ne kadar geç kalmıştı bu kelimeyi kullanmak için.
Derince bir nefes aldığımda aklımda tek bir şey vardı: bir an önce bu kadından kurtulmak.
"Konuşalım" sessizce mırıldandığımda tam karşısına geçmiş, başımı dimdik tutmuştum. Zaten başını eğmesi gereken kişi ben değildim, oydu.
"Efsa, konuşmak istemiyorsan zorlama. Göndeririz gider." Tersçe söz de annemin gözlerine bakan Yasemin ablaya çevirmiştim bakışlarımı ağır ağır.
"Sorun yok abla, derdini anlayayım. Sonra gidecek nasıl olsa" gözlerinin içine baktığımda gözlerinden geçen üzüntünün anbean şahidi olmuştum. Fakat umurumda bile değildi.
"Gidelim" diyerek önden ilerlediğimde peşime takılması gecikmemişti. Merdivenleri çıkarak kendi odama girdiğimde o da girmiş, kapıyı kapatmıştı.
Sanki normal biriyle konuşma yapacakmış gibi koltuğa oturduğumda ilk önce şaşkınca duraksasa da, ardından hızla toparlanarak karşımda olacak şekilde oturmuştu.
"Dinliyorum" tahammülsüzdüm. Çünkü onu görmeye, aynı havanı solumaya, aynı şehirde yaşamaya, hatta ilerde Demir ve Ahu sayesinde akraba olmaya katlanamıyordum.
"Efsa, öncelikle kendimi affettirmeye gelmediğimi bilmeni istiyorum, çünkü yaptığım şeyin affı yok. Ama pişmanım kızım. Yıllarca o pişmanlıkla yaşadım ben" lanet olası gözlerim neden doluyordu ki şimdi? Hani güçlü duracaktım? Hani onun beni yine üzmesine izin vermeyecektim?
"Uzatma" diye dişlerimin arasından konuştuğumda kızgınlığım kendimeydi. Niye üzülmeye değmeyen biri için üzülüyordum ben?
"Ziya'yı çocukluğumdan seviyordum ben. Aynı mahallede, mahalle çocuklarıyla birlikte büyümüştük biz. Ama o beni hiç sevmedi biliyor musun? Gözlerimin önünde benim en yakın arkadaşım Ceylan'ı seviyordu. Ceylan da ona karşı boş değildi, ama hakkına girmeyeyim benim de onu sevdiğimden haberi yoktu. Hiçbir zaman da olmadı" ağlayarak, derince nefesler alarak anlattıklarını dinlesem de, benim için anlattıkları değersiz söz yığınından, birer bahaneden başka bir şey değildi. Belki de acımasız olduğumu düşüneceksiniz, öyle olsun.
"Ceylan'ın onun için gelinlik giymesi, düğünleri hepsi benim gözlerimin önünde oldu. En çok koyansa ikisinin de en yakın arkadaşı olarak aralarını yapmam, düğünleriyle yakından ilgilenmemdi. Ben göz göre göre sevdiğim adamın bir başkasına ait oluşunu izlemiş, sesimi bile çıkaramamıştım" kendince zordu yaşadıkları, ama bunlar yetmiyordu içimdeki patlayan volkanı hafifletmeye. Yetmeyecekti de. Ben de göz göre göre annemin gidişini izlemiştim çünkü.
"Kendimi toparlayamıyordum. Sonra Ahmet geldi, baban" babamın adını onun ağzından duymak istemezdim asla. Nur yüzlü, güzel kalpliydi benim babam. Böyle bencil birinin dudaklarından anılmaya layık değildi.
"Beni çok sevdi, babamdan istedi. Babam da verdi beni ona. Çok efendi, düzgün, işinde gücünde biri idi çünkü. Benim itirazlarıma rağmen verdi beni babana" dayanamıyordum, kahroluyordum. Canım babam benim.
"Onunla evlendim sonra, ama aklım hep sevdiğim adamdaydı. Ahmet'le yaşadığım birlikteliklerde gözlerimin önüne Ziya gelir, çok zorlanırdım. Ona karşılık bile veremezdim." diyerek duraksadığında sertçe yutkunmuştu. Bense bu konuşmanın nereye varacağını merakla bekliyordum.
"Ama Allah var yukarda, bana asla zorla dokunmadı. İlk başta yaşadığımız birkaç birliktelikten sonra yapamayacağımı ona söylemiştim. O ise hiçbir şey dememiş, beni o günden sonra asla zorlamamıştı. Evliliğimiz boyunca onu sevmediğimi, sevmeye bile çalışmadığımı görse de, bir gün bile ters cevap vermemiş, hep sabırla onu seveceğim günü beklemişti. Fakat o gün asla gelmedi. Çünkü ben denemiyordum bile, Allah beni kahretsin ki onu sevmeyi denemedim bile," burukça gülümsediğinde pişman olduğunu görüyordum. Ama bu sonraki ve faydasız bir pişmanlıktı.
"Fakat kaderime sen yazılmıştın. Birkaç hafta sonra hamile olduğumu öğrendiğimde girdiğim girdabı bir ben biliyordum. Onun gözlerinde olan sevinç, asla benim gözlerime uğramadı" ne kadar rahat anlatıyordu beni daha rahmine düştüğüm ilk andan istemediğini.
"Aldırmama izin vermedi seni, ilk kez bana karşı sert çıkışmış, senden vazgeçmeme izin vermemişti. Aslında ben de kalbimin içinde istiyordum seni, ama yaşadıklarım psikolojimi allak bullak ederek, beni kör bir kuyuya hapsettiği için, doğru yolu bulamıyordum." bulmak istemiyordun anne, bulmak isteseydin şimdi şu konumda olmayacaktık. Sonuçta Ziya bey de artık evliydi ve sen kalbinde evli bir adama sevgi besliyordun.
"Senin mavi gözlerini gördüğüm ilk an asla çıkmadı yıllarca aklımdan. Tıpkı Ahmet'in gözleri gibiydi gözlerin. Yine de yanaşamadım sana, ısınamadım. En çok koyansa buna çalışmamam, denemememdi." Bağırarak susmasını istiyordum, ama dinlemekte istiyordum onu. Nefesim kesilecek gibiydi. Kalbim hızlı çarpıyordu. Gözlerimin önünde yaralı çocukluğum vardı.
"Günler bir bir akıp gidiyordu, sen büyüyordun bense sana anne olamıyordum. O zaman istemiyordum bunu nedenini bilmeksizin, sonraysa çok pişman oldum, öyle pişman oldum ki geceleri uyuyamaz, gündüzleri rahat nefes alamaz olmuştum." Kendin söylüyorsun anne, sonradan pişman olduğunu. Sonraki pişmanlık fayda etmez ki.
"Bir gün aldığım bir haberle aklımı yitirecek kadar, sevinmiştim. Manyak gibi, deli gibi. Çünkü öyle bir habere ancak akıl sağlığı yerinde olmayan biri sevinirdi. Haberse Ceylan'ın ağır bir hastalığa yenik düşerek ölmesiydi." Damarlarımda akan kanım donmuştu söyledikleriyle. Benim annem bu kadar zalim olamazdı. Başkasının, hem de en yakın arkadaşının ölümüne sevinen kişi benim annem olamazdı.
"Duyduğum gibi yıllarca aklımdan bir an bile olsun çıkmayan Ziya'nın yanına gitmek istedim. Babana boşanmak istediğimi söylediğimde hiç bir şey demedi, neden biliyor musun?" diye sorduğunda başımı olumsuzca iki yana sallamıştım.
"Çünkü o da duymuştu o haberi, Ziya'yı sevdiğimi ise çok iyi biliyordu. O günden önce defalarca boşanmak istediğimi söylediğimde kabul etmemiş, umutla onu seveceğim günü beklediğini belirtmişti." Benim çilekeş babam, nelere katlanmışsın sen böyle.
"O günse sadece tek kelime dedi: boşanalım. O günden sonra sustu baban, çabalamadı onu sevmem için. Seninse artık yedi yaşın vardı. Öyle uysal bir kızdın ki, seninle ilgilenmeme rağmen, isyan etmiyordun. Baban gibi, umutla bir gün seni seveceğimi bekliyordun, baban gibi. Ama Allah benim belamı versin ki, sizin kıymetinizi kaybettiğimde anladım." Hıçkırdığında artık gözyaşlarımı bende tutamıyordum. Ah, anne, ah.
"Kısa sürdü boşanma işlemleri. İkimiz de karşılıklı anlaştık, boşandık. Ben gittim, hepimizi bitirdim." Evet, bitirdin bizi. Ama biz küllerimizden doğarak, birbirimizi çok güzel sevdik. Senin yapmayacağını yaptık bir birimize.
"Ziya'ya gittim direkt. Ona onu sevdiğimi, ona geldiğimi belirttim. Başlarda kabul etmedi, istemedi beni. Ama vaz geçmedim. İkna ettim onu. Evlendik. Ahu ise senden birkaç yaş büyüktü," o ikna çabalarının çok değil, birazını babama sarf etseydin. En mutlu ailelerden olabilirdik biz de.
"Ahu'nun gözlerinde gördüğüm annesizlik kederi beni çok kahretmişti. Çünkü senin gözlerinde görmek istemediğim, görmeyi sürekli reddettiğim o duyguyu görmüştüm ben. Seni nasıl üzdüğümü, ilk kez o zaman anlamıştım." Duymak istemiyordum, canım yanıyordu çünkü. Yakıyorsun canımı anne. Bu kaçıncı yakışın artık sayısını bile hatırlamıyorum.
"Yıllarca vicdan azabından öldüm kızım ben, geri dönmeyi, seni görmeyi çok istedim ama yapamadım. Yanlış yaptığımı daha gittiğim ilk gün anlamıştım. Çünkü Ziya beni asla Ceylan'ın yerine koymadı, beni Ahmet gibi sevmedi. Kötü de davranmadı doğru, benimle normal çiftler gibi ilgilendi ama sevmedi de. Birkaç zaman sonra ise buralara taşındık Ziya'nın işleri gereği. İyice uzaklaştım sizden." Hıçkırıklara boğulmuştu, ama gram umurumda değildi.
"Yıllarca çektim cezamı, Ahu'nun yaralarını sararken senin kalbini parçalamam çıkmadı bir an bile aklımdan. Ama dönemiyordum. Yüzüm yoktu kızım. Dönmeye, seni görmeye, hiç sevmediğim saçlarını sevmeye, hasret kaldığım kokunu solumaya yüzüm yoktu benim." Dediğinde artık dayanamamıştım.
"Yeter, Allah aşkına sus artık" ayağa kalkarak bağırdığımda hıçkırıklara boğulmam gecikmemişti.
"Anlattıkların umurumda bile değil. Acılarını umursamıyorum bile. Çünkü benim yıllarca senin yüzünden çektiğim zulmün yanında seninkiler kocaman bir hiç oluyor," diye bağırıyordum yılların birikmişliğini kusarcasına.
"Babam senin yüzünden hastalandı, seni düşünmekten, üzüntüsünden hastalandı. Ben, ben annem yanı başımda ola ola annesiz büyümdüm, neden?" diyerek duraksadığımda o da ayağa kalkmıştı.
"Çünkü benim annem bencilin, sadece kendi hislerini düşünen acımasızın tekiydi." Ok misaliydi vurgu yaptığım her kelime. Zehirli birer ok.
"Seni görmek istemiyorum, aynı havayı solumak istemiyorum. Adını bile duymak istemiyorum." Haykırıyordum. Çünkü gerçekten istemiyordum onu. Nefret dahi etmiyordum artık. Kocaman boşluk vardı içimde.
"Keşke ölseydin de, seni sevmeyen bir adam için, evin köşesinde senin sevgine muhtaç kızını bırakmasaydın." Ağırdı dediklerim biliyordum, ama pişman olmayacağımdan da emindim. Çünkü benim annesizliğimin, babamın hastalığının, okuyamamamın, başıma gelen her şeyin sorumlusu oydu. Yanımda olsaydı, onunla birlikte atlatırdım sorunlarımı. Kafede çalışmak zorunda kalmazdım, belki tecavüze bile uğramazdım. Olur da kader alnıma yazmıştıysa tecavüzün illet acısını, tek başına değil de, anneme yaslanarak mücadele ederdim.
"Ölseydin eğer, yıllarca kendimi bitirmezdim ben. Ben hep düşündüm ki ben çok mu çirkinim, ya da çok mu yaramaz bir kızım ki annem beni sevmedi. Yıllarca sorguladım." Elleriyle yüzünü kapatmış, hıçkırıklara boğulmuştu. Bense kinimi kusmuş, nefes nefese kalarak duraksamıştım.
"Anne," dedim kısa bir süre sonra, başını diktiği yerden kaldırarak hasretle gözlerimin içine baktı. Baktığı kadar da ciğerimi yaktı.
"Git anne, yıllar önce nasıl gittiysen öyle git. Seni affedemem. Seni sevemem. Çünkü anne sevgisi bekleyen, küçük kız çocuğu büyüdü, artık." Kendime verdiğim yeminim olsun, onu affetmeyecektim.
"Efsa, konuşma böyle lütfen, vebalini taşıdığım yükü çoğaltma," elini bana doğru kaldırsa da dokunmadı. İyi ki de dokunmadı bana.
"Taşıdığın vebali düşünüyorsun öyle mi? Zaten senden başka bir şey de beklenmez" diyerek suratına çarpmıştım.
"Yanlış anladın beni kızım" elimi yukarı kaldırarak konuşmasına izin vermemiştim.
"Buraya hakkın için geldiysen, üzerimde olmayan hakkını sana helal ediyorum. Şimdi rahatça gidebilirsin. Çocuklarının yanına," dediğimde artık ağlamam hafiflemişti. Onun için ağlamaya değmezdi çünkü.
"Efsa, güzel kızım" yine izin vermedim konuşmasına. Veremezdim de. Yeterince konuşmuştu çünkü.
"Git dedim, git. Git artık. Bir daha da gelme sakın. Git" kolundan tutarak yüksek sesle bağırdığımda bir nevi sinir krizi geçiriyordum.
"Efsa, güzelim" kapının açılması ve Yaman'ın hızla yanıma gelmesiyle kendimi kolları arasında bulmuştum.
"Gitsin artık Yaman, lütfen gitsin. Dayanamıyorum ben." dediğimde saçlarımı okşayan eli duraksamıştı.
"Gidiyor canımın içi, gidiyor" sert sesiyle dediklerinden sonra, Handan hanım mesajı almış olacak ki, usulca odadan çıkmış, kapıyı kapatmıştı.
"İyi misin bebeğim?" bir eli ayaklarımın altına, diğeriyse belime ulaşan adam beni bir çırpıda kucağına almış, sonraysa koltuğa oturarak iyice kucağına yerleşmemi sağlayarak başımı göğsüne yaslamıştı.
"Değilim" diyerek ağlamaya başlamıştım. Değildim ki iyi. Zor bela hayatımı toparlamayı başarmışken yine gelmiş, alt üst etmişti.
"Şşhht, ağlama lütfen, kıyamıyorum senin gözyaşlarına. Canımın içisin sen. İyi olman için her şeyi yaparım" diyerek saçlarımı öperek okşadığında bir süre sessizce göğsünde soluklanmış, iç çekişlerimi serbest bırakmıştım.
Ardındansa başımı göğsünden kaldırmış, yaşlı gözlerimi gözlerine dikmiştim. Baş parmakları usulca gözaltlarıma ulaştığında, büyük bir özenle gözyaşlarımın yarattığı ıslaklığı kurulamıştı.
"Yaman" diyerek titrek bir nefes almıştım.
"Söyle meleğim," dediğinde yumuşak çıkıyordu sesi. Beni kırmaktan, üzmekten korkar gibi.
"Gidelim buralardan lütfen. İstanbul'a gidelim. O kadınla aynı şehri paylaşmak, aynı ortamlarda bulunmak istemiyorum. Lütfen Yaman, kızımız, sen ve ben. Gidelim," ağlayarak ona baktığımda o benim aksime şaşkınlık ve şok içindeydi...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🌺
•••••
Merhaba güzel okurlar...
Sizi biraz beklettiğim için üzgünüm ve telafi amacıyla uzun bir bölüm olması için çalıştım.
15.03.2021.
Umarım beğenirsiniz...
Son olarak bölümle ilgili fikirlerinizi buraya alayım lütfen.
Efsa'yla annesinin konuşması nasıldı? Efsa'nın verdiği tepkiler fazla mıydı sizce?
Sağlıcakla kalın 😘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |