Yeni Üyelik
5.
Bölüm

🍃Bölüm~3🍃

@papatyahikayeleri

Medya: Efsa Turan
•••••••••••••••••••••••••

 

🌺
••••

*Bugün benim efkarım var zarım var
Bugün benim efkarım var zarım var
Değme felek değme değme telime benim
Değme felek değme değme telime benim
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Efsa'dan:
••••••••••••••

Üzerimde sanki hunharca yük varmış gibi hissediyordum şu an. Ağrımayan tek bir noktam bile yoktu... Ruhum bile acıyordu. Ruhumu bedenimden çekip alıyorlardı sanki bilmediğim eller.

Aslında şu an yaşamamam gerekiyordu benim, ne acılarımı hissetmeli, ne de düşüncelerimle savaşmalıydım.

Ölüler acıyı hissetmez ki? Yoksa hisseder miydi de ben mi bilmiyordum? Hayır hissetmezlerdi, o zaman ben ölmemiştim, intihar girişimim başarısız sonuçlanmıştı demek ki.

Peki ya bebeğim? Bebeğim ölmüş müydü acaba? Hayır onun ölmesine dayanamazdım. Sırf onun ölümünü görmemek için intihar etmemiş miydim zaten?

Ona bir şey olmuştuysa bu veballe nasıl yaşayacaktım ben? Bir şey olmamışsaydı da bu işin içinden nasıl çıkacaktım?

Öyle çaresiz bir durumdayım ki, göğe danışsam derdimi günlerce gözyaşı gibi yağmur yağdırır halime dayanamayarak, öyle çaresiz bir durumdayım ki, toprağa danışsam derdimi göğsünde bitirdiği tüm çiçekleri tek gecede soldurur halime dayanamayarak, öyle çaresiz bir durumdayım ki, yıldızlara danışsam derdimi bir bir kayarak ferleri söner halime dayanamayarak... Ay ağlar çaresizliğime, güneş şafak saçmaz derdime, akan sular durur durumuma...

Gözümden usul usul dökülen yaşlarla birlikte göz kapaklarımı da araladım yavaşça. Gözümün önünde oluşan siyah noktalar, dönen başım yüzünden hareket eder gibi gözüken oda yüzünden bakış açım iyice bulanıklaşmıştı.

Bir süre gözlerimi kırpıştırarak kendime geldikten sonra gözlerimi tamamen açmayı başarmıştım.

Etrafıma bakındığımda tahmin ettiğim gibi bir hastaane odasında olduğumu anlamam uzun sürmemişti.

Allah kahretsin ki ölmemiştim, toprak bile kabul etmemişti kirlenmiş bedenimi.

Sessiz sessiz döktüğüm gözyaşlarımın altında kocaman çığlıklarım saklanıyordu. O çığlıklar ki acımasızca mahvolmuş hayatıma olan isyanımdı, o çığlıklar ki kirlenmiş benliğime olan isyanımdı.
O çığlıklar derdi boyundan büyük olan yaralı Efsa'nın acı dolu haykırışlarıydı....

Usul usul akan yaşların bulanıklaştırdığı bakış açımı açılan kapıya doğru çevirdim. İçeri giren hemşire beni gördüğünde adımlarını hızlandırarak yanıma geldi.

"İyi misiniz? Neden ağlıyorsunuz? Canınız mı yanıyor?" Telaşlı ses tonuyla peş peşe sorular sorarak koluma takılan serumu kontrol eden hemşireye cevap vermedim, veremedim. İyi olmadığımı diyemedim, ağlama nedenimi söyleyemedim, evet canım çok fazla yanıyor diye haykıramadım.

"En iyisi doktoru çağırmak" cevap vermeyeceğimi anlayan hemşire geldiği gibi de dışarı çıkmıştı.

Beş dakika kadar vakit geçtikten sonra, kapı açılmış içeri az önce dışarı çıkan hemşire, bir kadın doktor ve tanımadığım iri bedenli bir erkek girmişti.

"İyi misiniz hanımefendi?" diye soran doktorla adamda olan bakışlarımı doktora çevirdim.
Sonra aklıma gelen şeyle yıldırım çarpmış gibi irkilerek yerime doğruldum, fakat bacak aramda, kasığımla karnımın arasına bıçak misali saplanan acıyla yüksek sesle inlemiştim.

"Ahhhh" diye iki büklüm olup inlediğimde hemşire ve doktor hemen yanıma yaklaşarak beni yeniden uzatmış, yatağı hafifçe kaldırmışlardı.

"Bebeğim nasıl?" diye sordum elimi acıyan karnıma bastırarak. Bir yanım ölmemesi için dualar ediyorken, diğer yanım ölmesinin mantıklı olacağını haykırıyordu.

"Merak etmeyin, bebeğiniz daha beş haftalık çok küçük de olsa inatçı çıktı. Hayata tutundu, fakat düşük ihtimali oldukça yüksek. Dikkat etmeliyiz" dediğinde doktor dudaklarımın arasına kadar gelen hıçkırığı bastırarak yeniden konuştum.

"Ben kaç saattir buradayım?" telaşlı çıkmıştı sesim. Babam, halam nasıl merak etmişlerdir şimdi.

"Yaklaşık 4 buçuk saattir. Zira iki saat gereken işlemler yapıldı, bir buçuk saattir de uyuyorsunuz" dediğinde az da olsa rahatlamıştım, iş çıkış vaktine iki üç saate kadar vardı ve ben bir an önce buradan çıkmalıyım. Fakat aklıma gelen şeyle duraksadım. Hastane masraflarını ödemeden buradan nasıl çıkacaktım ben. Allah kahretmesin beni. Arayacak kimse de yoktu.

"Şimdi siz bugün tedbir amaçlı burada kalacaksınız, ben ve hemşireler sık sık kontrole geleceğiz" dediğinde kalamam diyemedim, çıkmalıyım babamın bana ihtiyacı var diyemedim, nasıl ödeyecektim ben o masrafları.

Doktor dediklerini bitirdikten sonra hemşireyle odadan çıkmıştı, kimliğini bile bilmediğim o adamda onların arkasından çıktığında sabahtan içimde sakladığım hıçkırığımı serbest bıraktım.

Hangi derdime yanayım, neye ağlayayım bilemiyordum. Bebeğimin ölmemesine üzüleyim mi? Yoksa sevineyim mi onu bile bilmiyordum.
Bir de şu masraflar çıkmıştı, çantamda olan birikmişi vererek gerisini sonra öderim desem olur muydu acaba?

Hırsla saçlarımı çekiştiriyor, transa girmiş gibi hıçkırarak ağlıyordum. Yapacak başka ne vardı ki. Allah'ım mucizelerine olan inamımı hala kaybetmedim, lütfen bir mucize olsun, öyle bir şey olsun ki dertlerim hafiflesin, omuzlarıma çöken ağırlık azalsın, lütfen Allah'ım.

Hıçkırıklarım daha da arttığında kapı yeniden açılmış, az önce çıkan adam odaya girmişti tekrar.

İçler acısı halimi görünce şokla açılan gözleriyle birlikte iki büyük adımda yanıma gelerek boş olan sandalyeye oturmuştu. Acı kahve gözlerini, mavi fakat ağlamaktan kıpkırmızı olduğundan emin olduğum gözlerime dikmişti.

"Doktoru çağırayım mı? Ağrın mı var?" dediğinde başımı olumsuz anlamda iki yana sallamıştım. Ağrılarım dermanı doktor değildi ki, beni yalnız mucize kurtarırdı.

"Peki neden ağlıyorsun?" sesi o kadar sert çıkıyordu ki, bu heybetli görünüşüne daha da heybet katıyordu.

"Sen kimsin?" diye sordum pürüzlü çıkan sesimle, sorusunu es geçerek.

"Arabasının önüne atladığın adamım" alaylı ve sert çıkan sesi balyoz sertliğiyle kafama inmiş, soğuk su misali üstüme bocalanmıştı. Bir de o mesele vardı değil mi? Benim intihar etmem?
Dedikleriyle yutkunarak gözlerimi kaçırmıştım. Ne diyebilirdim ki zaten?

"Neden intihar girişiminde bulundun?" dediğinde daha şimdi hafifleyen gözyaşlarım yeniden sağanak yağmur misali dökülmeye başladı. Acı kahve gözleri gözyaşlarıma takılı kalıyordu. Kaşları çatılmış, sinirle soluyordu ve ben korkuyordum. Yanında dursam kafam çenesinin altına ancak gelirdi bu adamın.

"Neden intihar girişiminde bulundun dedim, üstelik hamilesin de" dediğinde sert sesiyle bir kez daha, artık cevap vermeli olduğumu anlamıştım. Ama ne diyecektim ? Hamileyim, bebeğim tecavüz sonucu mu olmuş.

"Benn..." dedim duraksadım, gerçekten ne diyeceğimi bilmiyordum. Sadece usul usul gözyaşı döküyor, bazen de burnumu çekiyordum.

"Evet, sen ne? Bak sabrımı zorluyorsun. Arabamın önüne atlıyorsun, üstelik hamilesin ve bunu biliyorsun. Uyandığında da ilk bebeğini soruyorsun. Derdin ne senin? Bebeğe bir şey olmasını istemiyorsan neden atlıyorsun arabanın önüne?" sona doğru sinirle tıslamıştı. Allah kahretmesin ki, dediklerinin hepsinde haklıydı. Bir tek kelimesi bile yalan değildi.

"Ben mecburdum, o an ki psikolojik durumumla atladım işte arabanın önüne, özür dilerim, sizin de başınızı derde soktum" sonunda düşüncelerimi toparlayarak ağzımı açabilmiştim. Ama cevabıma pek tatmin olmuşa benzemiyordu.

"Neye mecburdun? Bebeğinle birlikte intihar edecek kadar ne yaşadın sen?" işte kanımı donduran türden olan sorusu gelmişti. Sorduğu soru bir buçuk ayda yaşadıklarımı film şeridi misali gözlerimin önüne sermişti. Elimi ağzımın üstüne koyarak hıçkırığımı bastırmaya çalışıyordum. Ama yapamıyordum. Hüngür hüngür ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.

"Bak, ağlama, sakin ol önce. Hadi sorununu anlat belki yardımım dokunur," dedi sesini sakin tutmaya özen gösterir gibi. Bana yardım etmek mi? Alayla güldüm yaşlı gözlerimin arasından.

"Bana yardım etmek için katil olmalısınız, zira benim derdimin tek çaresi toprağın yedi kat dibine gömülmem" dediğimde dişlerini sıkmaya başlamıştı.

"Sen anlat, derman olma kısmını sonra düşünürüz" nedense sesi bana samimi geliyordu, sanki gerçekten yardım edecekmiş gibi hissediyordum. Fakat nasıl derdim başımdan geçen felaketleri tanımadığım bir erkeğe?

"Tereddüte düştüğünü görebiliyorum, fakat benden korkma ve anlat. Ayrıca arabamın önüne atladın, neredeyse başımı büyük bir belaya sokuyordun. Bir açıklamayı hak ediyorum." dediğinde derince nefesler aldım. Sonra ellerimi yüzüme yaklaştırarak gözyaşlarımı kuruladım.

"Mecburdum, çünkü bu bebek olmaması gereken bir bebekti ve ben ona kıyamadığım için, ikimizin birden canını almak istedim. Ama yapamadım. Allah kahretsin ki ölmeyi bile beceremedim" dedim yeniden dolan gözlerime, beni bu hale düşüren hayata lanetler ederek.

"Neden olmaması gereken bir bebek bu? Kocan istemiyor mu?" dediğinde kalakalmıştım. Ne diyeceğim ben bu adama, kocam yok ama hamileyim mi diyecektim. Allahım sen kendin yardım et Efsa kuluna.

"Kocam yok ki benim," dedim bakışlarımı kaçırarak, fısıltıdan farksız çıkmıştı ses tonum. Şaşırmıştı hem de çok, kim bilir hakkımda neler düşünüyordu.

"Yoksa, evlenmeden mi?" cümlesini bitirmesine izin vermedim. Bu cümlenin sonu yaralı kalbime hançer misali saplanırdı. İmasını yapması bile kanımı dondurmaya yetmişti.

"Hayır, Allah beni kahretsin düşündüğün gibi biri değilim ben. Bu bebek benim rahimime isteğimin dışında koyuldu, tecavüze uğradım ben Allah'ın cezası bir şerefsiz tarafından. Masumluğum, umutlarım , çalındı benim anlıyor musun? Görmüyor musun kirlenmiş, masum olmayan bedenimi toprak bile almak istemedi. Simsiyah kocaman lekeleri olan ruhumu gökyüzü bile kabul etmedi." hıçkırıyor, bağırıyordum. Acım kelimelerime dökülmüş, ok misali deliyordu göğsümün ortasını.

Anlattıklarım, acı dolu haykırışlarım, karşımda oturan adamın da dağılmasına sebep olmuştu. Gözleri dolmuştu karşımda duran heybetli bedenin. Şaşırmıştım açıkcası.
Karşımda sert sesiyle odayı inleten, heybetli duruşuyla beni korkutan adamın göz pınarlarına biriken su düştü düşecek kıvamdaydı.

Aniden sinirle ayağa fırlayarak sandalyenin gürültülü bir şekilde yere devrilmesine bile aldırmadan odadan çıkan adamla ağzım bir karış açık kalmıştı. Dengesiz miydi bu adam acaba? Daha duyduklarının ağırlığını bile kaldıramıyorsa, yardım etmeyi nasıl düşünüyordu acaba.

Gittiğinden on beş dakika kadar geçmişti fakat o adını bile bilmediğim adam dönmemişti. Acaba beni burada böylece bırakarak gitmiş miydi diye düşünüyordum. Fakat giderse de yapacak bir şey yoktu. Zira beni tanımıyordu bile, neden sorunlarımla ağrımayan başını ağrıtsındı ki.

Keşke diyorum, annem terk etmeseydi beni. Belki o zaman bunların hiçbiri yaşanmazdı. Ben eğitimimi bile tamamlardım. Olur da alnıma yazılan yazgıyı annem yanımda olmasına rağmen yaşasaydım da yine bu kadar zor olmazdı. Beni anlardı belki, yardım ederdi bana. Birlikte sarardık yaralarımı o zaman. Sırtımda olan yükleri hafifletirdi belki. Belki...

Düşüncelerimin çıkmaz sokaklarında boğulmaktan beni kurtaran ses kapının yeniden açılması ve o heybetli bedenin tekrar bana doğru yaklaşmasıydı. Pür dikkat vereceği, verdiği tepkileri izliyordum fakat, asla bir şey anlayamıyordum.

"Kaç yaşındasın sen?" ani gelen sorusu beni afallatmıştı. Yaşım ne alaka şimdi?

"Yirmi bir yaşındayım," dediğimde şaşırmıştı. Evet, yaşımı duyan çoğu kişi şaşırırdı zaten. Çünkü en fazla on dokuz yaş verirlerdi bana.

"Küçük gözüküyorsun" demişti daha çok kendi kendine konuşur gibi. Bense dediğini yanıtsız bırakmıştım. Acaba yaşımı neden sormuştu? Konuyla ne ilgisi vardı.?

"Sana yardım edeceğim, " dediğinde gözlerim şaşkınlıktan açılmıştı. Karşımda oturan, tanımadığım bu adam bana nasıl yardım edecekti ki?

"Na-as-sıl?" dedim zar, zor kekeleyerek. Nefes almam bile sıklaşmıştı.

"Önce bana olanları tam şekilde anlatmanı istiyorum, özellikle böyle bir piçliği kim yapmış onu bilmek istiyorum " dediğinde hala şaşkındım. Fakat aklıma yeniden dolan gerçekle bir kez daha çaresizliği iliklerime kadar hissetmiştim.

"Anlatırım da, benim hemen buradan çıkmam lazım" dediğimde kaşları çatılmıştı.

"Doktoru duydun, bu gece burada," dediğinde şiddetle başımı sağa sola sallayarak lafını böldüm.

"Bak benim babam hasta, yatağa mahkum yani, şu an beni merak ediyor, fakat arayamaz bile. Merak onu daha da kötüleştirir, o yüzden eve gitmeliyim. Benim biraz param var, onu versem gerisini sonra ödesem bırakırlar mı sence?" dedim umut dolu bakışlarla, başka çarem yoktu ki.

"Tamam, doktorla konuşayım çıkalım o zaman, masrafları da dert etme, hallettim ben," dediğinde kalakalmıştım. Kızsam mı? Teşekkür mü etsem onu da bilmiyordum. O kadar çaresiz, karmakarışıktım ki.

"İsminiz neydi?" dedim, aniden. Soru benden bağımsız dökülmüştü dilimden.

"Yaman Eroğlu," dediğinde, isminin de kendisi gibi ağır olduğunu düşünmeden edemedim.

"Teşekkür ederim, Yaman bey. En kısa zamanda size olan borcumu ödeyeceğim" mahcup söylediğim şeyle elini havada salladı.

"Önemli değil, konuşmaya gidiyorum ben doktorla," diyerek yanıt vermemi beklemeden odadan çıkan mucizeme bakmıştım. Evet, galiba Allahtan istediğim mucize bu adam olacaktı. Nasıl yardım edeceğini bilmesem de, en azından beni buradan kurtarmıştı ya o bile bana yeterdi...

Doktorla konuşan Yaman bey olumlu cevabı alarak odama geri döndüğünde günler sonra ilk kez olumlu bir şey duymanın mutluluğuyla gülümsemiştim. Yaman'ın ardından hemşire de odaya gelerek, son kontrolleri yapmış, serumumu da çıkararak geçmiş olsun dileklerini diledikten sonra odadan çıkmıştı.

Yavaş hareketlerle yatakta doğrularak bacaklarımı yere sarkıttım. Anında beliren acıyla hafif inleyerek yüzümü buruşturmuştum. Zira kasığıma bıçak saplıyorlardı sanki.

"Yardım edeyim mi?" diye soran Yaman beye başımı olumsuz anlamda sallamakla cevap vermiştim.

Yine kendimi, özellikle karnımı sarsmamaya özen göstererek yataktan ayağa kalktığımda dönen başım ve bulanıklaşan görüntü yüzünden yerimde sendelemiştim. Yere çakılmaktan beni son anda kurtaran şey Yaman'ın öne atılarak kollarımdan kavraması olmuştu.

"Anlaşıldı, yardım şart" diyerek koluma giren adam tüm ağırlığımı sırtlanarak yavaş yavaş adımlarla, sabırla çıkışa doğru ilerletmeye başlamıştı bedenlerimizi.

Sakin adımlarla ilerleyerek arabasının önünde durduğunuzda neden bu adama güvendim diye sorgularken bulmuştum kendim. Bilmiyordum. Düşünmekte istemiyordum. Zaten yanacağım kadar yanmıştım.

Arabanın ön koltuğunu açarak binmeme yardımcı olduktan sonra kapıyı kapattı. Ben kemerimi takınca o da sürücü koltuğuna kurulmuştu zaten. Böylelikle de evimin adresini söyledikten sonra yola koyulmuştuk...

Sessiz, sakin akıp giden yolculuğumuzda aniden arabayı sağa çekip durunca şaşkın mavilerimin hedefine aldım acı kahveleri.

"Anlat ki, sonrasında nasıl yardım edeceğimi konuşalım" dediğinde gerçekten nasıl yardım edecek diye düşünmeye başlamıştım.

"Neden yardım ediyorsun ki tanımadığın birine?" diye sordum merakıma yenik düşerek, ama öyle bir bakış attı ki sorduğuma bin pişman oldum. Bakışlarından çekinerek bakışlarımı kaçırınca eliyle suratını sıvazlayarak sakinleştirir gibi yaptı kendini.

"Bak, ben böyle bir şerefsizliğin sonucunu iki masum canın ödemesine dayanamam. O yüzden her şeyi en başından anlat" sona doğru sesi iyice yüksek ve sert çıkıyordu ve ben irkilmeden edememiştim. Çünkü babamla ikimizin sakin dünyasında kavgalara, bağrışmalara asla yer olmamıştı ki...

"Her şey annem gittikten sonra ve babam yataklara düştükten sonra benim çalışmamla başladı. Annemin neden gittiğini ne sen sor ne de ben anlatayım. Liseyi bile zar zor bitirdim. Hasta babama bak iki işte çalış derken üniversite okumayı düşünmeme bile vakit kalmıyordu...
Başımdan geçen olaylar çalıştığım Xxxxx restoranında oldu. Bilirsin belki bu civarda hayli meşhurdur..." diye en başından başlayarak anlattım olanları. Savaş piçinin beni nasıl yarım, lekelenmiş bıraktığını, hayallerimi mahvettiğini, nasıl masumluğumu elimden aldığını hepsini bir bir anlattım. Usul usul akan gözyaşlarımla.

Ben konuştukça o ellerini yumruk misali sıkıyordu, öyle bir sıkıyordu ki, parmak boğumları beyazlaşmıştı. Gerçekten böyle tecavüz, taciz gibi konulara dayanamıyordu. İstem dışı verdiği tepkiler bunun en büyük kanıtıydı.

"İşte böyle, intihar etmek istesem de babam gözlerimin önüne geldikçe yapamıyordum, fakat sonra o kirli ve siyah gecenin bir delili daha karnıma, düşünce acı gerçeklerden kaçacak yer bulamadım. Hastaneye onu aldırmak için gitmiştim o gün" diyerek koruma iç güdüsüyle karıma bastırdım elimi, böyle bir şeyi düşündüğüm için bile bebeğimden özürler diledim.

"Ama yapamadım, her nasıl olduysa oldu, bebeğimdi sonuçta. Kıyamadım. Ve tek çareyi ikimizin de ölmesinde gördüm. O anlık psikolojim ile de ilk gelen arabanın önüne atlayacaktım. Ki bu da siz oldunuz" diyerek bir kez daha gözlerimi kaçırdım.

Anlattıklarımdan sonra aramızda ölüm sessizliği vardı. İkimiz de düşünceli bakışlarla camdan dışarı bakıyorduk. Tabii benim dolu dolu olan gözlerim bakış açımı da bulanıklaştırıyordu ya.

Derince nefesler alarak arada yaranan uzun soluklu sessizliği bozmaya karar verdim. Zira benliğim meraktan çıldırıyordu. Bu adam bana nasıl yardım edecekti.

"Peki, nasıl yardım edeceksiniz bana?" diye ürkekçe sorduğumda ileriye bakan bakışlarını ağır ağır bana çevirdi. Kuzguni hareleri bir süre mavilerime baktı, çok derin ve anlam veremediğim türde bakışları vardı.

"Benimle evleneceksin." Dudaklarının arasından çıkan iki kelimeyle şaşkınlıktan kaşlarım havalanmış, alt dudağım açılarak aşağı doğru kaymıştı benden bağımsız. Bu adam ciddi miydi yahu? Nasıl yani onunla evlenecektim ki?. Sırf bana yardım etmek için tanımadığı ve üstelik hamile bir kadınla mı evlenecekti ? Bu hangi mantığa hangi akla sığardı Allah aşkına.

"Neee?" Aklımdan geçen hunharca düşünceden farklı olarak dudaklarımın arasından tek bir nida dökülmüştü....
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🌺
•••••

Üçüncü bölümün de sonuna geldik değerli okurlarım.
08.10.2020

Keyifli okumalar dilerim. Umarım beğenirsiniz.

Oy ve yorumlarınızı beni mutlu eder çook. Eksik etmeyin lütfen.

Sağlıcakla kalın ❤❤

 

 

Loading...
0%