@papatyahikayeleri
|
🌺 *Sevmek; Efsa'dan: Başımı arabanın camına yaslamış, şubat soğuğunun hiss olunduğu havada akıp giden yolu izliyordum. Hayat'ın kendisi de bir yolculuk değil miydi zaten? Öyle bir yolculuk ki ne zaman biteceğini, hangi durakta ne yaşayacağını asla bilmiyorsun. Yalnız yaşadığında öğreniyorsun, o zaman da artık iş işten geçmiş oluyor. Hayat yolculuğuma dönüp baktığımda gerçek anlamda çok yandığımı anlıyordum. Çok yakmıştı hayat beni, yakmaya da devam ediyordu ve sanırım henüz çok daha yakacaktı. Vurduğu yerden vuruyor, durmuyordu hayat. Sen bir yaraya alışıp ayağa kalktığında, hayat başka bir yerden vurarak domino taşı misali deviriyor seni...Yine bir şeylere, diğer taşlara tutunarak ayağa kalkıyorsun fakat bu kez de rüzgar hiç beklemediğin yönden eserek seni tekrar deviriyor... Gözümden dökülen yaşlarla gözlerimi kapattım ve dirseğimi arabanın camının kenarına yaslayarak elimi alnıma koydum. Bir anlık nerede olduğumu umursamayarak çok sevdiğim türkülerden birini söylemeye başladım. Dışım çiçek açmış belki Türküyü söyledikçe içimde biriken kara yosunları anımsıyordum ve gözyaşlarım durmaksızın yanaklarım boyunca süzülüyordu... Hiç kimse hiç kimsenin içinde taşıdığı dertleri bilemiyor maalesef... Oy beni vurun vurun Minik omuzlarıyla hunharca yük omuzlanan, boyundan büyük zulümlara katlanan yaralı bir kadının söylediği türkü bölüyordu arabada olan sessizliği. Yaralı ruhumun sesimle birlikte söylediği türkü... Gün geçer gece olur Çokça yalvardığım zamanlar, fakat dualarımın kabul olmadığı anları düşünüyordum şimdide. Mesela annemin beni sevmesini dilemiştim, babamın iyileşmesini dilemiştim, üniversite okumayı dilemiştim, o testi yaptığımda hamile olmamamı dilemiştim ve bunun gibi daha niceleri... Geceleri sabahlara kadar beni yoran dertlerim, gerçekleşmez dileklerim... Türkü sanki benim için yazılmış gibiydi... Oy beni vurun vurun Çıktığım yeni yolda omuzlarımda olan yükün azalacağını mı; yoksa üzerine yeni yükler mi geleceğini hiç bilmiyordum. Allaha emanet asma köprü misaliydi durumum. Her fırtınada biraz daha yıpranan, bir türlü tutunduğu dalı bırakmayan asma köprü. Ben yani, savruluyordum ama hayatla bağımı koparamıyordum bir türlü... İçli içli okuduğum türkünün sözleri bittiğinde gözlerimden hala yaşlar dökülüyordu. "İyi misin?" elindeki pet şişede olan suyu bana uzatan adama çevirdim yaşlı maviliklerimi. Kısa bir an şişeye baktıktan sonra elinden aldım ve kapağını açarak, dudaklarıma yaklaştırdım. Midem bulandığı için bir iki yudum almıştım sadece. "Bilmiyorum," dedim umutsuzlukla. Şu an Yaman'ın arabasında doğduğum, büyüdüğüm şehri terk ederek, hiç bilmediğim yerlere gidiyordum. Üstelik hamileydim, evliliğim sahteydi. Sahte kocamın annesi beni istemiyordu. Ne acınası durumdaydım değil mi? "İyi olacaksın," kısık sesle mırıldanarak tekrar yola odaklansa da dediğini duymuştum. İçimden umarım demekten başka elimden bir şey gelmemişti. "Sesin çok güzelmiş" bakışlarını tekrar bana çeviren adamın sözleri damarlarımda dolaşan kanın yanaklarıma toplanmasına neden olmuştu. "Teşekkür ederim" evet sesim çok güzeldi. Hatta okul döneminde birkaç kez şarkı yarışmalarına falan katılmışlığım bile vardı. Müzik derslerinde müzik öğretmenim sık sık şarkı özellikle de türkü söylememi isterdi. Çünkü türküyü o kadar içli söylerim ki, sanki kendi yaralarımı da katarak. "Babam varmış mıdır?" diye sordum merakla. Evet, doktor bana uçağa binme yasağı koyduğu için Yaman'ın babam için ayarladığı özel uçağa binememiştim. Aslında babam da gitmek istemiyordu, bunu bakışlarından anlıyordum. Ve sırf bunun için bile kendimden nefret ediyordum. "Sanmam, ayrıca Ferit onunla merak etme, bir şey olursa arayacak" haklıydı Ferit, bir de babama bakması için tuttuğu bir erkek bir kadın çalışan da uçaktaydı. Buna hiç gerek olmadığını, babama benim bakacağımı söylesem de, ilerleyen günlerde hamileliğin izin vermeyeceğini belirtmişti keskin bir dille. Bir nevi haklıydı da, bu bulantılarla babama bakmam pek mümkün gözükmüyordu. "Haklısın" diye fısıldayarak tekrar camdan taraf çevirdim bakışlarımı. Fakat bu kez başımı arkaya yasladım, belki bulantım geçerdi diye. Yolculuk epey uzun olduğu için sabahın altısında yola çıkmıştık ve hiçbir şey yiyememiştim. İki saatten fazladır yoldaydık ve ben hem uykusuz, hem de açtım. Üstelik midem bulanıyordu. Başımı iyice koltuğa yaslayarak gözlerimi kapattım, kesinlikle uyumak istiyordum. Beni sarsan düşüncelerden arınmak için uyumak, hiç uyanmamak istiyordum. Midemden boğazıma doğru yükselen safrayla uyanmak zorunda kalmıştım. Gözlerimi hızla açtığım gibi, bakışlarımı Yaman'a çevirmiş, bir elimle ağzımı kapatırken diğer elimle kapının kulbuna tutunmuştum. Allahtan derdimi hemen anlayarak, arabayı sağa çekmişti. Titreyen ellerimle kemeri bir türlü çözemediğimde, imdadıma yetişen adam bir çırpıda kurtarmıştı beni kemerin kıskacından. Arabanın kapısını açtığım gibi bedenimi dışarı atmıştım. Arabanın sıcaklığına karşı buz gibi hava anında titrememe neden olmuştu. Biraz ileriye doğru koşarak eğildim ve öğürmeye başladım. Fakat midemde doğru düzgün bir şey olmadığı için biraz sarı su kusabilmiştim o kadar. Midemin kasılmasının üzerine kusamamam da eklenince iyice allak bullak olmuştum. Üstelik araba sıcak olduğu için çıkardığım montumun da üzerimde olmaması iyice titrememe sebep oluyordu. Saçlarımda hissettiğim eller, saçlarımı toplayarak sağ omuzumda sabitledi ve rahat etmemi sağladı. Bir süre öylece midemden su çıkardıktan sonra elimi karnıma yaslayarak doğruldum, fakat o kadar yorgun düşmüştüm ki yerimde sendeliyordum. Psikolojik durumumun üzerine bu durum da eklenince çokça dağılmıştım. Yaman halimin içler acısı olduğunu anlamış olacak ki, elini belime atarak beni kendi bedenine yaslamıştı. Diğer elinde olan ağzı açık pet şişenden avuç içime su dökünce suyu ağzıma alarak, çalkalamış sonraysa hafif eğilerek tükürmüştüm. Onun yanında bu durumda olmak çok utanç vericiydi. "İyi misin?" dediğinde başımı zar zor olumlu anlamda sallamıştım. Kısa bir an elini yanağımda gezdirerek gözyaşlarımın yarattığı ıslaklığı kurulamıştı. "Çok mu uyudum ben?" dedim etrafa bakınarak saati çözmek ister gibi... "Evet, öğlen oldu neredeyse ben de biraz ilerde yemek yemek için seni uyandıracaktım," dediğinde rahatlamıştım sıcak çorba gibi bir şey mideme belki iyi gelirdi. Cebinden çıkardığı mendili bana doğru uzatınca bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Teşekkür ederim" diye mırıldanarak mendili kavramış, dudaklarımın kenarını silmiştim. "Üşüyorsun, gidelim mi?" dediğinde istem dışı arabaya bakarak yüzümü buruşturmuştum. Halimi gören adamın dudakları kıvrılmıştı. "Biraz daha hava alsam iyi olacak sanırım" dediğimde başını olumlu anlamda sallayarak elini belimden çekmiş, arabaya doğru ilerlemişti. Ben nereye gittiğini sorgularken omuzlarıma bırakılan montumla istem dışı gülümsemiş, arabanın sıcaklığını içine almış montuma sokulmuştum iyice. "Teşekkür ederim " diye utangaç bir edayla mırıldandığımda, gülümsemiş ama bir şey dememişti. İkimiz de sessizliğe gömülerek yol kenarında olan manzaraya odaklanmıştık. Tabii beynimi istila eden düşünceler benliğimi bir türlü rahat bırakmıyordu... Bir süre öylece sessizliği dinledik ikimizde, fakat içimdekilerin bir kısmının boşalması için dudaklarımı aralayarak uzun soluklu sessizliği ben bölmüştüm. "Sen demiştin ya annen beni istemiyor diye, bunu duyduğumda hiç şaşırmadım biliyor musun neden?" diye sordum düz bakışlarım yola odaklanmış, sesimse öylesine bir şey anlatır gibi umursamaz çıkıyordu. Belki de artık acılara alışık olduğumdan dolayı böyleydim. "Neden?" dediğinde sesi iyice gergin çıkıyordu. Anlaşılan bu durum onun da canını sıkıyordu. "Annem bile beni sevmemiş, benden nefret ederken, başka bir annenin beni sevmesini beklemiyordum ki ben" şu an annemin bizi bırakıp gittiği güne dönmüştü ruhum. On dört yıl önceye... Dile kolay on dört yıl... Annem ola ola annesizliğin ruhuma ilmek ilmek işlediği o yıllar.... "Efsa.." acı çeker gibi adımı fısıldadığında sözlerim bıçak misali kesmişti onun sözlerini. "Bir kere bile saçımı okşadığını hatırlamıyorum biliyor musun? Hep duygusuzca baktı gözleri. Keşke diyordum hep küçükken, hiç olmasa nefret etseydi benden, ama öyle düz bakmasaydı..." evet, annem kapalı kutu gibiydi. Belki de kendince haklı nedenleri vardı, ama hiçbir neden benim o acılara katlanmam için geçerli olacak güçte değil ki. "Terk mi etti sizi?" cevabından korkar gibi verdiği soruyla dolu dolu olan gözlerimi ona çevirdim ve sadece başımı olumlu anlamda salladım. Gözlerim dolsa da ağlamıyordum, ağlamayacaktım da. Zira annesizliğime ağlamaktan bir yerlerde sıkılmıştım. Annemin bana verdiği acıya göz yaşı dökmeyi bir yerde bırakmıştım. O da hiç sorgulamadı sağ olsun. Ne zaman gitti? Neden gitti diye? Zaten hiç önemi de yoktu. Sonuçta giden gitmiş, biten bitmişti. Annem gitmiş, biz bitmiştik. Bir süre daha soğuk havayı ciğerlerime doldurarak içimdeki yangını söndürmesini bekledim. Fakat kor gibi hep alışan o yangın bir türlü sönmüyordu... "Gidelim mi?" dediğimde onun da karşıda olan bakışları beni bulmuştu. "Gidelim" dediğinde hafifçe gülümseme kondurmuştum dudaklarıma. Ve arabaya doğru ilerlemeye başlamıştık. Arabaya girdiğim gibi hissettiğim sıcaklıkla anında içim hoş olmuş, istem dışı gülümsemiştim. Ben kemerimi takıncaysa Yaman'da sürücü koltuğuna kurulmuştu. "Ferit'le konuştun mu?" diye sordum aklıma babam gelince. "Evet, varmışlar, Ağabeyim Ömer ve yengem Yasemin onu odasına yerleştirmiş, ihtiyaçlarıyla ilgilenmişler merak etme" dediğinde omuzlarım çökmüştü, insanlara yük oluyorduk. "Yol yakınken vaz mı geçsek? Boşanırız olur biter, bak çok fazla yük olacağız size. Ben yetmezmiş gibi, Babam, üstelik büyüyen karnım" dedim omuzlarımı düşürerek. Gerçekten de öyleydi, babam hasta, ben hamile bir sürü ihtiyacımız olacaktı bizim ve ben bebeğe göre çalışamayacaktım da. "Bir daha sakın böyle şeyler söyleme" keskin ve hafif yüksek sesi beni dumura uğratmıştı. O da anlamış olacak ki gözlerini kapatarak derince nefesler aldı. Sanırım sakinleşmek istiyordu bir nevi. "Bak Efsa, sen ve baban yük değilsiniz, lütfen böyle düşünme bir daha, ayrıca sen de bana yardım ediyorsun unuttun mu? Annemin beğendiği kızlardan beni kurtaracaksın" sona doğru göz kırparak gülümsemiş, gerilen ortamı yumuşatmaya çalışmıştı. Ve başarılı olmuştu çünkü ben de gülümsemiştim. Her ne kadar başka kızlar fikri hoşuma gitmese de, son dediği hoşuma gitmişti. Ben olacaktım diye kızlar devre dışı kalacaktı değil mi? Buna neden bu kadar takıldığımı ise sorgulamak dahi istemiyordum. "Tamam, ama beni rahatlatmak için söylediğini pekala biliyorum" gülerek dediğimde, gözlerini devirse de hala gülüyordu. "Peki küçük hanım, nasıl istersen öyle düşün. Artık yemek yemeye gidelim mi?" dediğinde hala gülümsüyordu, ben de gülümseyerek onu onayladığımda arabayı çalıştırmıştı. Böylelikle de yola koyulmuştuk... On beş dakika kadar daha gittikten sonra araba yol kenarında olan kafelerden birinin önünde durmuştu. Arabadan indiğimizde Yaman elini belime koyarak beni yönlendirdiğinde şaşırsam da belli etmemeyi başarmıştım. Sadece birkaç kişinin bulduğu mekan sıcak ve ferahtı. İki kişilik olan masalardan birine geçerek karşılıklı oturduğumuzda garson çocuk da yanımıza gelmişti. "Ne istersiniz efendim?" diye sorduğunda Yaman kısa biran bana bakmıştı. Sorgular gibi bakışlarına karşı dudaklarımı araladım. "Ben midem için çorba isterim" dediğimde kısık sesle, başıyla beni onaylayarak tekrar garsona dönmüştü. "Öncelikle sen bize çorba getir, sonrasına bakarız" dediğinde garson çocuk bizi onaylayarak hızla yanımızdan ayrılmıştı. Etrafta oturan birkaç kişiye bakındığımda hepsinin yolculuk yaptığını anlamamak elde değildi. Zaten böyle yol kenarı mekanda uzun yolculuk yapanlar soluklanırdı genelde. Mekanın içi ahşaptan düzelme desenlerle süslendiği için çok sıcak geliyordu insana. Sanki ormanımsı bir hava hakimdi. İçeride çok hafif hissedilen et kokusu hiçbir şey olmayan midemde yeni kasılmalar oluşmasına yetiyordu bile. Etrafı inceleyen bakışlarımı karşımda oturan adama çevirdiğimde doğrudan bana baktığını görmüştüm. E haliyle ben de aniden ona bakınca maviliklerim kahveleriyle buluşmuştu. Çok başka bakıyordu gözleri. Böyle hiçbir anlam veremediğim türde. Acıma mı vardı o bakışlarda? Yoksa şefkat mi bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı ki bakışları güven veriyordu bana. Sanki her şeyin iyi olacağını vaat ediyordu. Tek bakışları değil benliği de güven veriyordu. Tanıdığımın iki haftası bile tamam olmayan bir adamın bende böyle duygular aşılaması çok garip değil miydi? O'nun bakışlarını çekmeyeceğini anladığımda bakışlarımı ben çekerek elinde tepsi bize doğru gelen garsona çevirmiştim. Masayı dizdikten sonra tekrar bir isteğimizin olup olmadığını soran garson olumsuz cevap alınca hızla uzaklaşmıştı. Ben de kaşığımı elime alarak çorbaya daldırdım ve küçük küçük yutmaya başladım. Sıcak çorbanın boğazımdan geçerek mideme ulaşması, hem üşüyen bedenime, hem de öğürmekten dolayı yanan genzime çok iyi gelmişti. "Başka bir şey daha ister misin?" ilgiyle bana bakan adama çevirmiştim bakışlarımı. Kesinlikle başka bir şey istemiyordum. Zira arabaya bindikten sonra kusma isteği olacaktı. "Hayır, bu yeterli" diyerek gülümsediğimde başını olumlu anlamda sallamıştı. "Al bunu da o zaman, doymayacaksın yoksa" bana uzattığı ekmek sepetine bakakalmıştım. Hep böyle düşünceli miydi acaba? Yani her kese karşı? Hızla kendime gelerek eli havada kalan adama odaklandım. "Teşekkür ederim" gülümseyerek dedikten sonra bir dilim ekmeyi almış, küçük parçalara ayırarak çorbanın içine atmaya başlamıştım. Çocukluğumdan kalma alışkanlıkla hep böyle yerdim çorbayı. Tekrar kaşığımı çorbada olan ekmek parçasına daldırarak ağzıma götürdüğümde, Yaman'ın buğulu bakışlarla tabağımda olan parçalara baktığını görmüştüm, dolu dolu olmuştu kahvelikleri bir anda. Yoksa yanlış bir şey mi yapmıştım acaba diye düşünerek sorgular bakışlar attığımda zorlukla gözlerini tabağımdan çekmişti. "Kız kardeşim de böyle yerdi çorbayı hep" dediğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum. Ben Yaman'ın bir kız kardeşi olduğunu bilmiyordum ki. Yani bildiğim kadarıyla üç erkek kardeşlerdi. "Kız kardeşin olduğunu bilmiyordum, ismi ne?" dediğimde dona kalmıştı. "Yaprak" diye ruhsuzca mırıldandığında ne olduğunu anlamak ister gibi bakıyordum. "Peki, sizinle mi yaşıyor?" dediğimde sorduğuma pişman olmuştum. "Hayır, öldü," dudaklarının arasından çıkan tek kelimeyle damarlarımda akan kanın donduğunu hissetmiştim. Aman Allah'ım ölmüştü kız kardeşi, acaba hasta falan mıydı? "Anlatmak ister misin?" bir süre sessizleştikten sonra yutkunarak verdiğim soruyla bakışlarını gözlerime dikmişti, ne sen sor, ne ben anlatayım der gibi. "Belki sonra," dediğinde üstüne giderek, yarasını deşmemiştim. Zira çok acıklı bir hikaye olduğu kesindi. Yaman gibi biri bile bu hale geliyorsa... Ben nasıl etkilenirdim kim bilir... Üstelik birini kaybetmenin nedenli acı olduğunu çok iyi biliyordum. Ondan sonra hiç konuşmadan yemeklerimize odaklanmaya çalışmıştık. Fakat ikimizin de boğazında oluşan koca yumru çokça zorluyordu bizi. Ama bebeğim için kendimi zorlayarak tabağımı bitirmeyi başarmıştım. "Kalkalım mı?" diye sorduğunda onu başımla onaylamıştım. Tam ayağa kalkacakken çalan telefonum duraksamama neden olmuştu. Arayan halamdı. "Ben bir lavaboya geçeyim, hem halamla konuşur, hem de elimi yüzümü yıkarım" çalan telefonumu işaret ederek dediğim şeye başını olumlu anlamda sallamakla yetinmişti. O hesabı ödemeye giderken, ben de telefonu açarak ters yönüne doğru ilerlemeye başlamıştım. Zaten küçük yer olduğundan dolayı, tuvaleti bulmakta zorlanmamıştım. "Efendim, halacığım" diye telefonu açtığımda, şimdiden halamı özlediğimi anlamam uzun sürmemişti. "Ne oldu kuzum, vardınız mı?" diyen halamın sesinden ağladığı anlaşılıyordu. Üstelik bana çırpı bacak değil de kuzum dediğine göre Nefise Sultan baya duygulanmıştı demek ki. "Babam varmış hala, bizim biraz daha yolumuz var" Yaman işleri yüzünden yol üstünde uğrayacağı yer olduğunu söyleyerek ikna etmişti halamı. Benimle de tanıştırmak istediği adamlar olduğunu belirtmişti. Yoksa halam sorguluyordu ki neden hepiniz uçakta gitmiyorsunuz? "Anladım kuzum, halletti mi Yaman işlerini?" diyen halamla yanak içimi ısırmıştım. "Evet, hala zaten şimdi de yemek için durmuştuk, buralarda olan iş ortağıyla buluştu" yalan söylemek ne kadar da zordu ve son birkaç ayım hep yalanla geçmişti. Ne de büyük ironiydi değil mi? "Peki, vardığınızda konuşuruz tekrardan." diyen halam konuşmakta zorlanıyordu, ağladı ağlayacak kıvamdaydı. "Tamam halacığım, kendinize iyi bakın" dediğimde gözümden bir damlanın kaymasına engel olamamıştım. Sabah da gelmişti vedalaşmaya ama o zaman babamla çok ilgilendiği için biz konuşamamış, sadece sarılmıştık. "Sen de kızım, babanı sana, seni de Allaha emanet ediyorum. İyi bak ikinize de" diyen halamın da ağladığına emin olmuştum artık. Çoktu emeği halamın üzerimizde. Annemin yapmadığı anneliği bana yapmıştı hiç bıkmadan, bir kere bile söylenmeden. "Hoşça kalın. Siz de Allaha emanet olun" diyerek, telefonu kapatmıştım. Fazla uzatmamak ikimiz için de en iyisiydi. Telefonumu pantolonumun cebine sıkıştırdıktan sonra musluğa doğru ilerlemiş, elimi yüzümü yıkadıktan sonra kafeden ayrılarak beni bekleyen arabaya binmiştim. Saatler bir bir akıp gitmiş, sessiz geçen yolculukta radyoda çalan şarkı bölmüştü sessizliği. Yol azaldıkça, saatler ilerledikçe içimi saran korkular, heyecanlar daha da gün yüzüne çıkıyordu. Ne tepki vereceklerdi acaba? Üstelik annesi evlendiğimizi bile bilmiyordu. İçimde ufakta olsa umut kırıntıları vardı. Belki beni görünce ön yargısını bırakarak severdi. Fakat mantıklı düşünen yanım da fazla umutlanmamamı söylüyordu. "Ne kadar yolumuz kaldı daha?" uzun süredir konuşmadığım için boğazımı temizleyerek söylemiştim. Havada artık kararıyordu, birde kış mevsimi olduğu için karanlık çabuk düşüyordu. "Bizim yaşadığımız civara girdik bile. On beş dakika kadar sonra varırız" dediğinde kalbim gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Acaba nasıl karşılayacaklar bizi diye içim içimi kemiriyordu şu an. İçimde olan ufacık umut kırıntılarına dayanarak, beni hoş karşılamalarını ummaktan başka hiçbir şey gelmiyordu şu an elimden.... 🌺 7. Ci bölümün de sonuna geldik baldan tatlı okurlar. 30.10.2020. Bölümü yazarken medyada olan şarkıyı dinleyerek bolca duygulandım. Umarım sizde okurken aynı duyguları yaşayacaksınız. Oy ve yorumlarınızı beni mutlu eder çook. Lütfen eksik etmeyin. Keyifli okumalar dilerim Sağlıcakla ve sevgiyle kalın 💙
|
0% |