Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.Bölüm GERÇEĞİM OLDUĞUNA SEVİNDİM

@papatyakadin

Ilık esen rüzgârın omuzlarına dökülen saçlarını dalgalandırdığı bir Ekim sabahında penceresinden gökyüzünü izliyordu. Gözkapakları gözlerini iç dünyaya açmak için gözbebeklerini örttüğünde burnuna gelen çiçek kokularını tüm benliğiyle içine çekiyordu. İçi içine sığmıyordu. Çiçekleri ekmek, toprakla uğraşmak, deniz kenarına gidip maviyi seyretmek naif sesiyle şarkılar söylemek çocuklar gibi dans etmek istiyordu. Henüz soğumaya başlamayan havalardan fırsat kocaman sarayının kapısına yürüdü. Babacığı at arabasıyla onu götürmelerini söylese de prenses tek başına kalmak istediğini söyleyip babasının yanaklarına öpücük kondurup saraydan çıktı.

Morali çok bozuktu prensesin. Etrafındaki değer verdiği arkadaşları onun prensle olan aşkına gölge düşürmeye çalışıyordu. Oysa prenses prensi çok seviyordu. Bu aşkı doyasıya yaşamak, onu her zerresinde hissetmek her daim onun yanında olmak istiyordu. Onun yanı huzurdu, onun yanı en güvenli limandı. Prensin onun için güvenli bir liman olmadığını söyleyenler, prensesin ruhunun diğer yarısı olmadığına inananlar, papatyanın toprağının yanlış toprak olduğunu söyleyenler… Çok korkuyordu prenses kaybetmekten… Onsuz kalmaktan…

Denizin mavisine yakın adeta denizle bütünleştiren mavi sade olan elbisesiyle adeta gözleri kamaştırıyordu. Şimdi tekrar gözlerini yumdu. Hissettiği sadece denizin kokusu, kuşların cıvıltısı, dalgaların sesiydi… Ruhuna şifa demekti deniz… Kuş gibi hafiflemişti, kendisini bulutların üzerindeymiş gibi rahat hissediyordu. Dalgaların sesi kulaklarında bir melodi gibi doluyordu. Kokusunu içine çekmek için derin bir nefes aldı. Bir gariplik hissetti, güzel bir gariplik… Başka bir koku, tanıdık… Önce anlamaya çalıştı prenses ama uzun sürmedi. Onun kokusuydu; Toprak’ın kokusuydu.

Gözlerini açtığında güneş gibi parlayan bir çift göz beliriverdi, yüzüne tebessüm yerleştiren, kalbine mutluluk tohumları eken, parmak uçlarına heyecanın aktığı bir çift göz; Prensin gözleri!

Prens elinde duran büyük yapraklarıyla beyazın asilliğini sergileyen papatyayı prensese uzattı. ‘‘Biz de bir papatya büyütelim mi? Ben en verimli toprağı aldım. Hatta güzel bir saksıda aldım. Bu papatya büyüdükçe bizimde aşkımız büyüsün. Papatya gibi tertemiz, saf, senin gibi masum olan sevgimiz bu papatyayla büyüsün, büyütelim. Birlikte.’’

‘‘Birlikte olursa neden olmasın.’’

Prenses mavi renkli saksıyı avuçlarının içine aldı. Prens özenerek aldığı toprağı avuçlarının içinden saksıya döktü. Prenses aklına bir şey gelmiş gibi birden ‘‘ Şey,’’ diye mırıldandı ve devam etti ‘‘diğer saksıya da papatya ekelim. Biri sende dursun biri ben de. Ölene kadar bizimle beraber büyüsünler.’’

‘‘Peki canım.’’

İki mavi saksı, iki papatya, iki yürek tek sevda… İkisi de önlerinde duran saksıya bakıyorlardı. Ellerine toprak bulaşmıştı prensesin. Parmaklarına bakındı bir süre. Dudağının kenarına yerleştiği tebessümüyle çantasını açtı içinden bir kutu çıkardı. Gri taşlı bir yüzük…

Kahverengi gözlerine, uzun kirpiklerine, kirli sakallarına, uzun parmaklarına uzun uzun baktı prensin. ‘‘Hiç kimse, hiçbir şey bizi ayırmaya yetmeyecek. Ben bugün herkese de söyledim bunu. Bu yüzük bizim sevdamızın sözü olsun. Seni seviyorum güzel yüreklim.’’

Adeta nutku tutulmuştu prensin, yüzünü avuçlarının içine aldı. Çünkü prensesin yüzü onun avuç içlerine yakışırdı.

‘‘Seni seviyorum. Ve seni hep seveceğim. Ve bu papatyalar hiç solmayacak’’

 

 

10.Bölüm

. ‘‘Yaşanmamış hiçbir hayalimiz kalmasın istiyorum. Ben seninle her şeyi yaşamak istiyorum. Ben seni istiyorum. Seni ve senli günleri’’

GERÇEĞİM OLDUĞUNA SEVİNDİM

 

‘‘Kavga ettik kızlarla akşam yine. İyice sinirlerim bozuldu artık, tahammülüm kalmadı Sumru.’’

‘‘Aşkım benim ya sakin ol sen. Sesinde iyi gelmiyor. Görüntülü arayayım mı seni?’’

‘‘Olur.’’

Gözlerimin içi dolmuş bir şekilde ekranda kocaman Sumru yazan yazıya baktım. Gelen görüntülü arama isteğini kabul ettim. Sumru’yu karşımda görünce ona sarılmak geldi içimden; öyle özlemiştim onu.

‘‘Kuzu, özlemişim seni.’’ Sarı saçları omuzlarına değecek kadar uzamıştı. Maşa ile yaptığı kıvırcıklar yüzüne çok yakışıyordu. Buruk gülümsemeyle ‘‘Ben de seni,’’ dedim. ‘‘Anlatmayacak mısın?’’ diye sorunca sinirlerimin bozulmuş olmasına rağmen anlatmalıydım, başka türlü rahatlayamazdım çünkü.

‘‘Her gün bir tartışma bir kavga. Bıktım gerçekten. Hayatıma bu şekilde müdahale etmesi beni çok rahatsız ediyor. Tamam, en başta sesimi çıkarmadım. Arkadaşım dedim, geçer dedim ama iş hiç istemediğim yerlere gidiyor.’’

‘‘Toprak’ı hazmedemiyor değil mi?’’

‘‘Evet.’’

‘‘Canımın içi, bu hayat senin hayatın. Eğer Toprak yanlış insansa bile bunu sana evren gösterecektir. Bizler yaşamadan bilemeyiz ki. Her ne olursa olsun kimsenin hayatına bu kadar müdahale edilemez. Al karşına konuş, rahatsız olduğunu böyle yapmaması gerektiğini söyle.’’

‘‘Babam giderken bizi birbirimize emanet etmiş,’’ sinirden konuşamıyordum.

‘‘Baban birbirinizin hayatına karışın dememiş, sizi size emanet etmiş. Neva bu durumu yanlış anlamış. Ama bence sen çok fazla önemseme. Kendi hayatına bak.’’

‘‘Öyle de Toprak bile etkileniyor. Yanına gidiyorum sürekli mesaj atmalar, aramalar. Neredesin saat kaç diye sorguya çekmeler. Sabah zaten tartıştılar biraz. Toprak Neva’ya yazdı neden böyle yapıyorsun diye. Neva istiyor ki her şey onun istediği gibi olsun. Ama kalp bu, kimsenin istediğine göre değil kendine göre.’’

‘‘Kuzum benim ya… Sen mesafeli ol akışına bırak Allah büyüktür.’’

‘‘Kızın laf yapmadığı bir şey yok Sumru. Neymiş okuldan çıkınca eve gidecekmişim. Benim evde arkadaşlarım da varmış. Ya hu benim okulda da arkadaşlarım var. Tabi ki onlarla da vakit geçireceğim. Ben gündüz eğitimindeyim o ikinci öğretimde. Okul saatine kadar dana gibi yatıyorlar ne ev toplama var ya hatta kahvaltı yaptıkları sofrayı bile toplamıyorlar gel de deli olma!’’

‘‘Papatya bir sinirlerine hâkim olsan mı? Sen iyi dolmuşsun yavru ceylan. Çık bir hava al sakinleş. Yürüyüş yapmak sana iyi geliyor, tak kulaklığını. Doğa insana iyi gelir.’’

‘‘Hiç sorma! Çok doluyum. Onların bir şeylerini ellemiyorum, ev işinde de yardım etmiyorum çok. Ne halleri varsa görsünler. Birazdan dersim var dışarıda çıkamam. Sakinleşip kendimi toparlamalıyım.’’

‘‘Şu yazar eğitmenliği mi?

‘‘Evet canım, hatta ben hazırlansam iyi olacak. On dakika kalmış. Yazarım sana olur mu?’’

‘‘Olur aşkım, öpüyorum seni.’’

‘‘Sumru’’

‘‘Efendim’’

‘‘Ben onu kaybetmekten çok korkuyorum.’’ Dolan gözlerimden boncuk boncuk akarken yaşlar kendime engel olamadım. Onu kaybetme düşüncesi bile içimi acıtırken bir de gerçekten kaybedersem ne yapardım ben?

‘‘Korkma, sen Allah’a güven. Hadi kalk bakalım benim sulu gözlüm.’’

‘‘İyi ki varsın.’’

‘‘Sen de canımın içi.’’

Telefonumu masanın üzerine bırakıp dakikalardır Sumru’ya hissettirmemek için çırpındığım ağrımla baş başa kaldım. Pencereyi açıp serin havayı ciğerlerime doldurdum. Kalbim ağrıyordu. Havayı tekrar teneffüs ettim. Kendimi sakin kalmam için teselli ederken pencereyi açık bırakıp banyoya doğru yürüdüm. Yüzümü buz gibi suyla buluşturduğumda ürperen vücuduma gelen rahatlıkla kafamı meşgul ettim. Yüzümü kurulamadan odaya doğru geçtim tekrar. Bir süre daha pencerenin önünde oturdum. Soğuk suyun yüzümde kalan esintisine rüzgârda eklenince gelen soğuma hissi beni rahatlatıyordu; kalbimi de. Derin bir nefes çekip pencereyi örttüm. Saçlarımı toplayıp kendime çekidüzen verdikten sonra bilgisayarımı açıp bizim sitenin linkine tıklamayı bekledim.

Saat 19:00 olmuştu ve ders başlayacaktı. Herkes yavaş yavaş gelmeye başlıyordu. Ben gelen arkadaşlarla havadan sudan muhabbet etmeye başlamıştım. Kalbimin ağrısı dinmiş kendimi de biraz rahatlamış hissediyordum. Sumru ile konuşmak bana hep iyi geliyordu. Ve şimdi bana iyi gelen bir diğer konuya değiniyorum; Yazmak ve okumak, yazı ve okumak hakkında konuşmak. Siyah kemikli gözlüklerimi yeşil gözlerimi dinlendirmesi için yerine yerleştirip online toplantımıza başladık. Herkes gelmiş hoş beş sohbetlerden sonra konumuza girmeye başlamıştım.

‘‘Sevgili arkadaşlar, hepimiz burada olduğumuza göre keyifler de yerinde o halde başlayalım. Başlamadan önce arkadaşlar bu akşam dersimizi bir saat erken bitirmem gerekiyor bazı sağlık sorunlarım sebebimden ötürü. Merak etmeyin bu bir saati boş bir günde veya ders saatlerimize göre paylaştırıp tamamlayacağım. Yani eksiklik olmayacak.’’

‘‘Sorun yok benim için.’’

‘‘Geçmiş olsun Hocam, ciddi bir şeyiniz yoktur inşallah’’

‘‘Benim için de problem yok.’’

‘‘Sıkıntı yok Papatya hocam sağlığınız her şeyden önemli’’

Diğer arkadaşlar içinde bir sorun olmadığı için herkese teşekkür edip konuya giriş yapmaya başladım. Ben bu işimi çok seviyorum. Ne olursa olsun daima seveceğiniz işi yapın. Sizin ruhunuza iyi gelsin. Ruh iyi oldu mu gerisi hallolur bir şekilde.

‘‘Herkese anlayışı için teşekkür ederim arkadaşlarım. Şöyle bir baktım da oldukça ilerlemişiz konularımızda. Noktalama işaretlerini bitirdik. Şiir bilgisi ve kurguya giriş yapacağız demiştik. Şiir konusunu bitirmiştik galiba?’’

‘‘Evet Hocam bu hafta kurguya geçiş yapacağız,’’ diyen Enes’e ‘‘Sonlara yaklaşmışız ya hu’’ biraz burukluğumu da ifade ederek cevap verdim. Grubumuzda şiir dalında çalışmaları olan yaşça benden büyük olan Suna Hanım söz almak istediğini söyleyince can kulağıyla dinledim onu. ‘‘Siz ve diğer arkadaşlarım için de uygunsa şiirler yazıp birbirimizce yorumlarımızı aktaralım. Her gün kalem açma çalışması yapıyorduk bu da ek çalışma gibi olur. Şiirde ne kadar kalemimizin sağlam olduğunu görmek bizi daha da kamçılar diye düşünüyorum. Tabi bunu kurgu konumuz bitince de yapabiliriz.’’

‘‘Harika bir fikir. Hatta ne kadar yazamasak da ortaya ne çıkarsa çıksın muhakkak birbirimizle paylaşalım. Belki yazamadığımız bir kelimede gülümser belki bir cümlede ağzımız açık kalır. Ben grubumuzdan size hatırlatma yaparım.’’

Teşekkür eden Suna hanıma gülümsemeleri iletirken konuya başladım.

‘‘Şiir hakkında geçen hafta konuştuk. Şiir nedir dedik, şiirde bulunan ölçüleri işledik örneklerle. Şiir çeşitlerini işledik; Lirik şiir, pastoral şiir, epik şiir, didaktik, satirik ve dramatik şiirlerin tanımlarını söyledik ve örneklerini işledik. Size bir dörtlük okuyayım siz de bu şiirin hangi çeşit olduğunu söyleyin bana. Kısa bir hatırlamış olalım. Bu arada şimdi aklıma gelmişken haftaya yazacağımız bu şiirlerin de hangi şiir olduğunu ölçülerini de konuşalım. Pekiştirmiş oluruz.’’

Ve Cahit Külebi’ den ‘‘Ayrılık’’ şiirinden okumaya başladım.

 

Sessiz, tek başına yürüyordun yollarda

Üşüyorsun, ıslanıyorsun, aç kalıyorsun.

Kimse yok, ortalık tenha, çevre bomboş

Ama ayrılık seninle hep yanında

 

Yazanın kalemine sağlık. ‘‘Evet, kim söylemek ister hangi şiir çeşidine ait olduğunu?’’ ilk söz almak isteyenin sevgili Aysu olduğunu hızlıca hocam demesinden anlamamak zor değildi. ‘‘Lirik şiir hocam. Hem aşırı güzel, duyguyu hissettiriyor.’’

‘‘Evet, Aysu’cuğum, teşekkür ediyorum, bir tane daha okuyorum sizlere.

Ahmet Kutsi Tecer ‘’Nerdesin’’ şiirinden bir dörtlük;

Bütün sevgileri atıp içimden,

Varlığımı yalnız ona verdim ben,

Elverir ki bir gün bana derinden,

Ta derinden bir gün bana ‘‘Gel’’ desin.

 

‘‘Dramatik şiir hocam, Ahmet Kutsi’nin en sevdiğim şiiridir.’’

‘‘Evet Tolga, bu şiirimiz dramatik türde. Teşekkür ederiz. Şiir bambaşka diyelim ve soruyu değiştirip şöyle sorayım size. Pastoral şiirin temsilcisini sorsam hangi şairi söylersiniz?’’

‘‘Evet Su, sendeyiz.’’

‘‘Faruk Nafız Çamlıbel birde Behçet Necatigil’de var.’’

‘‘Harikasın Su, arkadaşlar süpersiniz. Haftaya da şiirleri okurken ölçülerini konuşuruz böylelikle şiir konusunu kapatırız. Bazı kelimeler ve anlamlarını vermiştik. Sizlerde daha çok araştırıp kelime hazinenizi çoğaltın. Şiir yazmak için çok önemli. Mesela

Saudade: Özlem, özlenene kavuşamama

Vuslat: Sevdiğine kavuşmak

‘‘Arkadaşlar, kurguya bir giriş yapalım hızlıca. Sanırım kurgu iskeletini yetiştiremeyeceğiz. Ama haftaya bitiririz. Kurgu nedir? Soralım ve cevaplayalım. Ben sizler için grubumuza yazı olarak paylaşacağım.’’

‘‘Kurgu: Bir hayale okuyucuyu inandırmak. Tamamen veya kısmen gerçeklere dayanmayan; yazar veya sanatçının hayal gücünün eseri olan kişi, yer ve olaylar içeren eser.’’

Kurguyu bu şekilde tanımladıktan sonra bilgi aktarımına devam ediyorum. Arkadaşlar Biyografi, makale, deneme kurgu değilken masal, roman, hikâye bir kurgudur. Ve yazarlar hayali ve gerçeği birleştirebilirler. Gerçekte yaşanan bir olay vardır. Mesela gerçekte kimsesiz bir çocuk vardır, yazar bunu kurguyla birleştirebilir. Yani sadece kurgu yazılacak değil. Bazen içimizdeki gerçekleri kurgu ile dışa yansıtırız. Bu mümkündür.

Bir diğer konu ise yazar konuya nasıl başlamalı? Başlamadan önce ne yapmalı? Bu soruları cevaplandıralım. Öncelikle yazacağımız zaman mükemmel sözcükler olmak zorunda değil. Kendimizi kesinlikle buna şartlamamalıyız. Bir soru cümlesi ile başlayabilirsiniz. Bir gün dersiniz başlayabilirsiniz. Kesinlikle bir kısıtlama söz konusu değil. Yeter ki başlayalım arkadaşlarım.

Başlamadan önce kurgunun sonunu yazmalıyız. Yani kurgumuz da bir son bilmeden başlamamalıyız. Neden diye soracak olursak arkadaşlar bu şekilde kendimize bir son belirlediğimizde daha net olur kafamızda ve sağlam ilerler. Öteki türlü kafa karışıklığı olur. Sağlıklı olmaz. Hatta birkaç son yazabilir içlerinden beğendiğinizi seçebilirsiniz. Hem farklı bakış açılarını görmüş olursunuz.

Son olarak size Sinopsis nedir onu söyleyeyim. Bir sayfayı geçmeyen genellikle 50 cümleyi aşmadan yazılan kısa taslak öyküdür. Bakın bu biz yazarlar için çok önemlidir. Şöyle düşünelim nasıl ki bir şarkıcı ses açma çalışmaları yapıyor şarkısını seslendirmek için biz yazarlar ise kalem açma çalışması yaparız. Ne kadar yazarsak o kadar yazarız. Yazın yazabildiğiniz kadar. Üç cümle beş cümle fark etmez. Anlamlı anlamsız hiç önemli değil. Yazdıkça kendinizi geliştireceksiniz. Ve inanın faydasını göreceksiniz. Ve arkadaşlar bir sinopsis yazıp grubumuzda paylaşalım, konuşalım. Vaktimiz kalırsa eğer şiirlerden sonra inceleriz.’’

Bir saatimiz doldu, bu konumuzda kalalım. Haftaya kurgu ve karakter iskeletinden bahsedeceğim sizlere. İşin zevkli yanları, ben daha çok roman yazma ile ilgilendiğim için en sevdiğim yerler. Yazar tıkanıklığı ve başka yazara kayma konusunu konuşacağız. İşleyeceğimiz diğer konuları haftaya aktarırım sizlere. Bir sorunuz söylemek istediğiniz şeyler yoksa dersimizi sonlandıralım.’’

‘‘Mümkünse bu derslerimiz hiç bitmesin. Gerçekten insanın ruhunu iyileştiriyor.’’

‘‘Çok haklısın Sedef, daima ruhumuz şifanlasın. Sağlıcakla kalın arkadaşlar.’’

Dersi bitirip, kendimi geriye doğru attım oturduğum sandalyede. Derin bir nefes aldım. Biraz uzanıp dinlenmenin iyi geleceğini düşünürken kapıdan gelen tıngırtıyla sinirlerim bozuldu. Neva düşmanına bakan bir insanın sert bakışlarını üzerimde gezdirdi. Bu evde bu şekilde nasıl yaşayacağımı bu şekilde nasıl anlaşacağımızı düşünmeden edemedim. Bu böyle devam edemezdi. Mısra’nın yanıma gelmesi ile düşüncelerime ara verdim. Halimi hatırımı sorduktan sonra mutfağa gidip çay koydu. Elinde bir kitap ile karşımdaki lila koltuğa oturdu. Neva ile konuşmuyordum. Ortamdaki bu sessizliği bölmek istercesine kitaplardan konu açtı Mısra. Biraz kitaplar ve kütüphane hakkında sohbet ettik. Kitaplar hakkında konuşmak iyi gelirdi hep. Masada bıraktığım telefona bakmak için mutfaktan ayrıldım. Toprak aramış ve mesajlar atmış. Telefonu sessizde unutmuşum. Mesaj atacaktım ki aramamın daha iyi olacağını düşündüm. Telefonun diğer ucundaki Toprak’ın aramamı cevaplandırmasını beklerken duyduğum sesiyle tepeden tırnağa rahatladığımı hissettim.

‘‘ Aşkım neredeydin? Aradım açmadın, yazdım cevap vermedin.’’

‘‘Kuzum kusura bakma ya, sessizde kalmış telefonum. Mutfakta Mısra ile sohbet ediyorduk. Özür dilerim.’’

‘‘Önemli değil bir tanem, işin yoksa gelsene. Özledim.’’

‘‘Sen iste yeter ki. Birazdan oradayım.’’

Telefonu kapatıp üstüme siyah hırkamı aldım. Hazırlandığımı gören Neva sorusunu sormakta gecikmemişti. ‘‘Kafeye mi?’’

‘‘Evet.’’

‘‘Hala anlamıyorsun bizi. Biz gelmişiz değil mi? İnsan arkadaşlarıyla vakit geçirir.’’

‘‘Ben yatıya gitmiyorum oraya.’’

‘‘Geç saate kalma. Erkenden gelirsin.’’

‘‘Olur anneciğim.’’ Son cümlemi üstüne basa basa söylemiştim. Kapıyı çarpıp çıktım. Kafe evin hizasında üç dört dükkân yanımızdaydı. Benim için büyük bir avantaj işte bu. Hemen gidebiliyordum kafeye. Tabi onun yanına.

Toprak’ın yanına gitmek, onunla beraber olmak kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar muazzam bir duygu. O yokken onun yanında olabilmek için sabırsızlanıyorum. Sanki nefesin kesilmiş nefes alabilmek için oksijenini bekliyorsun işte onun yanında olmadığım zaman bunu hissediyorum. Onun yanına geldiğimde, onu gördüğümde oksijenimi soluyup nefes alıyorum. Kocaman bir oh çekiyorum. Onun yanında olmak huzuru yaşamak gibi. Uzaktan görüyorum onu daha yanına varmadan. O uzaktan gördüğüm bile yetiyor. Tıpkı şimdi kafenin önünde onu uzaktan gördüğüm gibi.

‘‘Bak burada es vermeyi unutma. Bir de nağmelerde biraz uzatmalara gitmen lazım,’’

‘‘Bir şey soracağım sana bu tezene kullanmadan tellere dokunup çalma daha iyi değil mi?’’

‘‘O da olabilir. Saz çalarken tezenede kullanılır, parmaklar ile çarpma tekniği de kullanılır önemli olan ezgilerin kulağa hoş gelmesi.’’

‘‘Baya öğrenilmesi gereken şeyler var. Şu Selvi boylum al yazmalımı bir daha göstersene Toprak.’’

‘‘Bak şimdi. Notalar burada tamam mı? Zaten sazı çalarken bu şekilde söylenilir. Notalarla ezgiyi birleştireceksin. Bunun gibi mesela;

La sol fa sol mi mi do mi re re si do si do re si la, bak görüyor musun hem notalar aklında hem melodi.’’

‘‘Bugünlük bu kadar yeter valla yoruldum. Benim beyin error verecek birazdan. Almıyor kafa. Sen bir şeyler söyle de kulağımızın pası silinsin. Çayımıza eşlik etsin.’’

‘‘Olur olur merak etme sen. En başta zor geliyor alışınca daha zorlarını çalmak istersin.’’

Sazını, gövde kısmını sağ dizinin üzerine yerleştirip sapını gövdesinden yüksekte tuttu.

Ve değdi parmakları sazın tellerine… Aşk kokan parmakları. En çok saz çalarken parmaklarını izlemek hoşuma gidiyor. Tezeneye tellere vuruşu, parmaklarıyla aradığını bulmaya çalışan ir yürek gibi notlar arasında gezişi ve ortaya çıkan nağmeler, nağmelere eşlik eden sesi. Kulaklarıma dolan sesini gözlerimi bir an ondan ayırmadan dinledim.

Tutma benim gibi onun elini

Onu benim gibi sevme sevme

Ben kimseyi sevmedim senin gibi

Sen de benim gibi sevme sevme

Sen de benim gibi sevme

Yaşıyormuşçasına şarkıyı içten söylüyordu. Kapatıverdi gözlerini şarkıyla bütünleşmek istercesine. Dolmakta olan gözlerimi ikna etmeye çalışırken bir yandan sesi kalbime ilmek ilmek işleniyordu.1

 

Nasıl sever nasıl kıskanırmışım

Nasılda gitmene sessiz kalmışım

Sen gitmişsin ama ben anlamışım

Hala seviyorsun durma durma

 

Bakma benim gibi onun yüzüne

Ona yüreğini verme verme

Bakma benim gibi onun gözüne

Gönül sarayını sevme serme

Ahh gönül sarayını ona gösterme

İşte şimdi huzur yerleşti kalbime. O kalbim, sesi kalbimin huzuru. Ben bu adama aşığım…

‘‘Aaa! Papatya gelmiş Toprak.’’ Bartu’nun beni fark edip Toprak’a söylemesiyle kendimi toparladım. Toprak beni görünce orada olduğumu bilmediği için şaşırmıştı. ‘‘Yavrum ne zaman geldin sen?’’ sazını yan sandalyenin üzerine dikkatle yerleştirirken ben de şu üç basamağı inip yanlarına geçtim. ‘‘Sen şarkıyı söylediğinden beri sevgilim.’’ Toprak ayağa kalkıp sımsıkı sarıldı bana. ‘‘İyisin değil mi var mı bir sıkıntı. Biraz keyifsiz görünüyorsun?’’ Toprak’la beraber sandalyeye otururken bir yandan cevap veriyordum. ‘‘Yazarlık eğitimi dersi vardı. O yordu biraz beni. Yoksa bir şey yok canım. Sesine sağlık çok güzel söyledin yine.’’

‘‘varlığına şükür’’

‘‘Bizim çifte kumrular gelmiş. Maşallah size be vallahi örnek alınacak çiftsiniz.’’ Dayının iltifat dolu cümlelerini duyunca kapıya doğru çevirdim gözlerimi. Dayının arkasından Canan Yenge ‘‘Sırık bu kızı bir kaybet sorarım ben sana. Nazarlardan korusun Allah sizi. Birbirinize çok yakışıyorsunuz.’’ İkimizin de sırtını bir anne edasıyla sıvazlarken güzel yüreğinden dökülen cümleleri söylüyordu. Sevgi dolu gülümsemeyle bakıp ‘‘Teşekkür ederiz’’ dedim. ‘‘Sağolasınız, inşallah kaybetmeyeceğiz birbirimizi.’’ Sımsıkı tutuyordu ellerimi. Gülümsedim.

Şule ve Ateş’in gelmesiyle beraber sohbetimiz daha da koyulaşmış, gırgır şamata eğleniyorduk. Burada gülmemek imkânsız arkadaşlar. Bana çok iyi geliyordu. Acaba zamanı durdursak burada olmaz mıydı?

Bartu, Selvi gelince erken kalkmıştı. Ateş ve Toprak sazın akortlarını bakıyorken biz de Şule ile beraber oradan buradan konuşuyorduk. Güzel bir dörtlü olmuştuk. Saate bakmak için telefonumu elime aldığımda bilin bakalım ne gördüm? Neva’cığımdan erken gelmemi tembihleyen bir mesaj. Olur, tatlım senin keyfine göreydi. Telefonu kapatıp Şule ile beraber terasa çıktık. Birer sigara yaktık vurduk muhabbetin dibine.

‘‘Ben kaçıyorum gençler size iyi takılmalar. Malum bizim yurt saati var, yarına haberleşiriz.’’

‘‘Ben bırakayım seni aşkım, tek gitme. Gençler var mı bir isteğiniz?’’

‘‘Canınızın sağlığı’’

‘‘Görüşürüz, kendinize iyi bakın.’’

Belimi saran kolları fark ettiğimde kapıya bakan gözlerimi Toprak’a çevirdim. Beni kendine doğru çekti. Bir eli belimde bir eli kızıl saçlarımda… Dudakları dudaklarıma değeli ellerini çekmedi kızıllarımdan. Kendimi biraz geri çekip ‘‘Gelen olacak şimdi yeri mi burası?’’ diye fısıldadım. ‘‘Yerine gidelim o zaman.’’ Yüzünde ki çapkın gülüş, göz kırpışı ne yapmalı bu adamı? Kıkırdayarak konuştum. ‘‘Delisin sen’’ sağ kaşını yukarı kaldırıp düşünür gibi yapınca ki bayılıyorum onun bu hareketine çok şapşik ya… ‘‘Sana deliyim, bir de dudaklarına. Doyulmuyor tadına.’’

‘‘Hadi ben eve geçiyorum. Mısra mesaj atmış dışardalarmış bir tur atar geçeriz. Sen de gel.’’

‘‘Geleceğim tabi. Seni tek bırakmam bu saatte.’’

Birlikte kafeden ayrılıp kızların yanına geçtik. Biraz yürüyüş yaptık, biraz sohbet muhabbet. Hava serinlemiş yağmur atıştırmaya başlamıştı. Dünden beri yağacak gibi bunaltıyordu hava. Sağanak yağış gözükmüyordu hava durumuna baktığımda, çok yağmazdı galiba. Gerçi ben severim yağmuru. Yürüyüşün sonunda evin önüne gelmiştik. Yağmur biraz daha hızlandı. Toprak aklına bir şey gelmiş gibi kızlara dönüp ‘‘Ben Papatya’yı birazdan getiririm eve. Yağmur yağıyor biraz yürüyelim.’’

Neva’nın kapıyı açarken bana bakışı sanki kan davalısına bakan bir kız gibiydi. Öyle sinirli öyle öfke dolu. Hiç umursamadım. Kızlar içeri girerken biz de meydana doğru yönümüzü çevirdik ve yağan yağmurda uzun dar sokağa doğru yürümeye başladık. Her zaman ki gibi Toprak’ın eli elimdeydi.

‘‘Hatırlıyor musun geçen akşam konuşuyorduk seninle. Yağmurdan, yağmurda yürümekten bahsetmiştik.’’

‘‘Evet, hatırladım aşkım.’’

‘‘Yağmur yağıyorken hayalimizi gerçekleştirmek istedim.’’ Duraksadım. Yağmur damlaları düşerken yüzümüzün her yerine sadece gözlerine baktım. Ne demişti o? Hayalimizi gerçekleştirmek istemiş. Düşünsenize bir adam var, sizinle sohbet ederken en sevdiğiniz şeylere önem veriyor, söylediklerinize değer veriyor, önemsiyor. Bir adam var küçükte olsa hayallerinizi yaşatıyor size. Bir adam var parlayan gözleriyle çocuksu neşesiyle karşımda duruyor. Bir adam var elleri ellerimde kendimi en güvenli limanda hissettiriyor. Bir adam var karşımda kalbini sevdiğim. Kalbimde yer edinen. Sen benim kalbimsin.

Dar sokağın ortasında sadece ikimiz, yağmurun sesi ve gecenin karanlığı… Yüzüm avuçlarının içinde, alnını alnıma dayamış, nefesini dudaklarımda hissediyordum. Kirli sakallarında gezinen parmaklarım bir pamuk tarlasında pamuklara dokunuyor hissi veriyordu. Öylesine seviyordum onun sakallarını. ‘‘Yaşanmamış hiçbir hayalimiz kalmasın istiyorum. Ben seninle her şeyi yaşamak istiyorum. Ben seni istiyorum. Seni ve senli günleri’’

Koyu kumral saçlarını okşadım bir annenin bebeğinin saçlarını okşarcasına. Parmaklarım sakallarından sonra saçlarının arasında dolanıyordu. Gözlerimden yaşlar gelmesine engel olamadım. Gökyüzüne baktım, sonra sevdiğim adama. Fısıldayan ses tonumla, alnım alnında burnu burnumdayken ‘‘Seni çok seviyorum’’ dedim. Nefesi daha da yaklaştı. Bedenlerimizin yakınlığı bizi tek beden haline getirdi. Yağmur bizi ıslatırken dudakları dudaklarımı ıslatıyordu. Kokusunu içime çeke çeke öptüm onu.

Elleri ellerimle buluştuğunda şarkımızda ki cümleyi fısıldadım. ‘‘Sen tutunca ellerimi, kader bize boyun eğdi.’’ Yağan yağmurun altında hayatım boyunca yaşamadığım o romantik anı yaşıyorum. Aşık olduğum o sesiyle söylemeye başladı şarkımızı. ‘‘ demek öyle senin de parmağın var bu işte. Yüzüme vurur güneş aklıma gelişinle’’

‘‘Sana aşığım adam. Gerçeğim olduğuna sevindim.’’ Başımı göğsüne yasladım sadece kokusu ve atan kalbi ile baş başa kaldım. Zamanın durması için tanrıya yalvarıyordum.

Ona sarılınca kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyorum. ‘‘Dans edelim mi?’’ bir anda akla gelen fikrin neşesiyle, yağmurda ıslanan saçımı gözlerimin önünden çekerken soruverdim. ‘‘Müziksiz mi?’’ kaşlarını çatarak sorduğu soruya muzipçe gülümsedim. Çünkü çok güzel bir fikrim vardı. İçimde küçük kız çocuğuna en sevdiği oyuncağını almışlarda mutluluktan havalara uçan sevinci vardı. ‘‘Müzik var ya…’’ sağ kaşını hafiften kaldırmış düşündüğünü belli ediyordu. ‘‘Telefondan mı açacağız aşkım?’’ şapşal sevgilim benim. ‘‘Müzik karşımda duruyor sevgilim. Telefonda neymiş senin sesin varken. Sen söyleyeceksin ve biz dans edeceğiz.’’

‘‘Sen gerçek misin? Nasıl bu kadar güzel sevebiliyorsun? Her seferinde sana daha da bağlanıyorum. Sevgin o kadar güzel ki kalbimi fethediyorsun. Sen hayatıma gelene kadar ben neyin içinde nasıl yaşamışım acaba. Doğru ya Her zaman karşına çıkmıyor doğru insan…’’

‘‘Hadi sevdiceğim, sesini dinlemek istiyorum.’’

Sağ ayağını bir adım geriye atarak aramıza mesafe koydu. Sağ eliyle parmaklarımı kavradı. Yağmur damlalarının sesine onun sesi de karışmıştı şimdi. Doğa bizim sevdamıza uyum sağlıyordu. Evren bize eşlik ediyordu. Derin bir nefes alıp kendimi ona bıraktım. Sesinden döküldü nağmeler.

Ben bal arısı gibiydim senden önce, bak pervanelere döndüm seni görünce

Sağ eliyle tuttuğu elimi havaya kaldırdı, beni olduğum yerde adeta bulutların üstünde dans ediyormuş gibi hissettirerek döndürdü. Bir kez daha, bir kez daha , bir kez daha…

Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam

Ayaklarımız ritmik hareketlerle birbirini takip ediyor. Sol eli belimi sarmıştı. Küçük parmaklarım onun büyük avucunun içinde varla yok arasındaydı.

Bin yıl yaşasam yine sana doyamam

Sana gönlümü verdim ey nazlı güzel

Seni almazsam gözlerim açık gider

Şarkıyı söylerken o kadar içten söylüyordu ki acaba gözlerinin dolduğundan, yüzünün bu gülümsemesinden haberi var mıydı? Ah adam, iyi ki…

Bir adım geriye adım atıp tekrar beni etrafımda döndürdü. Elimi elinden bırakmıştı bu sefer bir saniyeliğine duraksadı. Yağmur damlaları muazzam bir ahenkle yeryüzüne inerken saçlarımızı, kirpiklerimizi ıslatmayı ihmal etmiyordu. Gözyaşlarım yağmur damlalarının arasından kaybolurken ellerini uzattı,

Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel

Yoluna adadım ömrümü ben kaçma güzel

Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel

Sana gönlümü verdim nazlı güzel

Gözyaşlarım yağmurla yarışırcasına dudaklarıma ulaşıyordu. Ellerimi verdim ona. Avuç içlerine bıraktım parmaklarımı. O şarkıyı söylemeye devam ederken beni etrafımda döndürürken ona arkamı döndüğümde beni kendine yaslayıp aşağıya doğru eğilmemi sağladı. Gökyüzüne bakıyordum yağan damlalara, ardından içimi ısıtan kahvelere, ıslak saçlarından burnumun üstüne dökülen su damlacıklarına…

O söyledi biz dans ettik, o söyledi döndük etrafımızda. Daha hızlı daha romantik. Yağmurun altında onun sesiyle, onun bedeniyle…

Mırıldanıyordu, ‘‘Bana ellerini ver…’’ durdu bir an, yanaklarım avuç içlerindeydi. Başparmağıyla dudak kıvrımımı okşuyordu. ‘‘Teşekkür ederim süper kahramanım.’’ Şaşkınlığımı gizleyememiştim çünkü hiç beklemediğim bir şekilde dudaklarımı dudaklarına hapsetti. Direnmedim. Dudaklarının kokusunu içime çeke çeke öptüm onu. Öptüm, öptüm. Öptüm.

Onu öpüşlerime daha şehvetle karşılık veriyordu. Bu öpüşme hızını alamaz hale gelmişti. Günler susuz kalmışta kana kana su içiyordu dudaklarımız. Hızla inip kalkan göğsüme onun nefes nefese kalan hali eşlik ediyordu. Yavaşlamış ve en son da dudaklarımız ayrıldı birbirinden. ‘‘Ben teşekkür ederim kızıl saçlı prensesim.’’ Nefesi yüzüme çarparken kulağıma ilişti cümlesi.

Ve bu akşam benim unutamayacağım anlar arasında ilk sıraya yerleşiverdi.

 

Günler zamanla akıp geçiyor. Okul, dersler, eğitim, Toprak, Neva derken hayatın içinde akıp gidiyorduk. Yine kafede Toprak’la buluşmuş arkadaşlarla vakit geçirmiştik. Sınavlar başlayacaktı. Ben her gün düzenli tekrar yaptığım için beni zorlayacağını düşünmüyordum. Ama yine de sıkı çalışmalıydım. Eve gidince pek mümkün olmuyordu. Genelde okulda çalışıyordum. Şimdi de eve gidip klasik işlerimi halledip uyuyacaktım. Toprak’la vedalaştıktan sonra eve geçtim. Kapıdan içeri girdiğim an da telefonumun çalması bir oldu. Çantamı askıya asıp gelen çağrıyı cevapladım. Arayan annemdi.

‘‘Efendim anne’’

‘‘Ne yapıyorsun kızım?’’

Eve bu saatte geldiğimi söylemeyi düşünmüyordum. Gerçi bu saat dediğim saat on birdi. Ama bizimkiler buna bile kızardı. Onlar her şeye kızardı. Çoğu şeylerimi anlatmaz söylemezdim. O yüzden şimdide yalan söyleyecektim.

‘‘Oturuyorum anne, sen neler yapıyorsun? Ablam bizde mi hala?’’

‘‘Evet, bir müddet daha bizde kalacak. Sen evde miydin yani?’’ annemin ses tonundan ve bu soru tarzından bir şeyler olacağını hissetmiştim ve tabi ki doğruyu söylemeyecektim.

‘‘Evet anne. Bir şey mi var, öyle seziyorum.’’

‘‘Neva aradı beni bugün. Senin her akşam eve geç geldiğini söyledi. Ne yapıyorsun sen dışarılarda? Çok geç geliyormuşsun?’’

Bir dakika… Neva… Annemi mi aramış? Tamam sakinim. Sakin kalmalıyım. Sinir parmak uçlarıma yayılmışken sakin kalmam pek mümkün değildi. İçeride dinliyordu. Bu kız kendini ne zannediyordu? Nasıl olur da hayatıma bu kadar müdahale edebilme cesaretinde? Kendi içimde çatışmayı bırakmalı anneme cevap vermeliydim.

‘‘Pardon anne geç saat dediğin on- on bir. Yurtta kalan arkadaşlarım on birde yurda gidiyorlar, ben de eve geliyorum. O ikinci öğretimde ben gündüz gidiyorum biliyorsun. Benim sınıf arkadaşlarım var onun dışında da bir çevrem var. Bilmem anlatabildim mi? Onun ne haddine seni aramak?’’

‘‘Bilmiyorum bana öyle söyledi. Babanın kulağına gitmesin bu durum.’’

‘‘İyi akşamlar.’’ Deyip telefonu kapatınca mutfaktan içeri girdim. Neva her zamanki gibi ben yokmuşum da bir tek Mısra var gibi durum aktarmasını ona yapıyordu. ‘‘Eve şimdi geldiği halde annesine ne dediğini duydun mu?’’

1‘‘Derdini bana söyle kızım. Senin muhatabın benim Mısra değil! İletişim nasıl kurulur onu mu anlatayım sana? Sen ne hakla annemi arayabiliyorsun? Neva kendine gel benim sinirlerimi iyice zıplatıyorsun. Haddini bil! Çizgini koru!’’

Onun konuşmasına fırsat vermeden kendimi duşa attım. Çünkü kavga edersek elimde kalırdı. Bu konu babama giderse iş büyür. Onlar beni dinlemez, onlar benden yana olmaz. Babam; öfkenin, sinirin, asabiliğin adı. Onun sinirinden herkesi korusun Allah. Gözü görmez kulağı duymaz. Biliyorum çünkü. Aile yaşantımı bir ben biliyorum. Ve yine biliyorum onu da alırlar benden.

Kendimi suyun altına bıraktım.

 

Yeniden merhaba!

Ben Papatya AYSAL

Saçları kızıl gözler yeşil Papatya

Yazmaya vurgun okumaya âşık, denize sevdalı çocukluğundan yaralı

En yakın arkadaşıyla çocukken kaybetmeyle tanışmış hayata bir sıfır yenik başlamış olan kızım ben.

Küçücük bedeninde gülümsemelerin yakıştığı çehresinde acıyı barındıran yaralı bir ceylan.

Gözyaşıyla, hüzünle, kederle arkadaş olanım ben.

Bir çocukluk gitti benden, bir gençlik gider mi? Hayat onu da alır mı?

Bu kaybetme korkusu içimde bir yerlerde kendine ev edinmekten vazgeçer mi?

Beni anlamadılar, dinlemediler, duymadılar sesimi… Bu benim kaderim mi?

Duştan çıkıp üstüme pijamalarımı giydim. Onlar çoktan yatmıştı. Kendimi mutfağa attım. Kapıyı kapatıp pencereyi açtım. Bir sigara yaktım ıslak saçlarımı umursamadan. Bu gece Neva’nın yaptığını yanına bırakmayacaktım. Aklıma koyduğum şeyi yarın yapacak ve onun sesini kesecektim. O kötü biri değildi.

Başım sol tarafıma hafifçe aşağıya kaydığında küçük kız yanımda bana gülümsüyordu. ‘‘O, iyi biri değil mi?’’ dedim fısıltıyla. ‘‘Hı hı’’ dedi omuzlarına düşen saçlarını geriye atarken. ‘‘Gülüşümüzden öptü ya… Hem bunu ancak iyi insanlar yaparlar. Hem bizimle salıncakta sallandı. Çok güzeldi.’’ Küçük parmaklarını minik dudaklarına götürdü kıkırdarken. Kendimi dudaklarımı birbirine bastırmış onun gibi parmaklarım dudaklarımdayken bulmuştum.

‘‘Ama ona kötü diyorlar. İyi değilmiş. Bana layık değilmiş.’’

‘‘Cadı onlar’’ dedi cam gibi parlayan gözleriyle. Kahkahamı bastırmak isterken elimi sıkıca ağzıma bastırmıştım. O da benimle aynı hareketi yapıyordu. SESSİZCE KAHKAHA ATIYORDUK.

İkimizin de üstünde kırmızı renkte pijamalar vardı. Mutfakta tezgâhın karşısındaki duvara sırtımızı yaslamış dizlerimiz karnımıza çekilmiş ellerimizle dizlerimize sarılıyorduk. ‘‘Onu çok seviyorum,’’ dedim dudaklarımla gülümsememi bastırmaya çalışırken. Dönüp baktığımda o da benimle aynı hareketi yapıyordu. Yeşillerimi onun yeşillerine çevirdim. ‘‘Şşşş,’’ dedim ‘‘Uyanacaklar, duyacaklar bizi.’’

‘Cadılar’ ikimizde sessizce kahkaha atıyorduk. BİZİM KAHKAHALARIMIZ BİLE SESSİZ.

‘‘Hadi yatalım artık.’’ Sessizce mutfak kapısından başımı çevirdiğimde maviş görüş açıma geldi. ‘‘Hadi gel’’ dedim. Kapıyı kapatıp yatağa doğru ilerledim. Küçük kız çocuğunu içime alıp uzandım. Yanı başımda duran mavişe baktım. Bir bebeğin anne karnındaki pozisyonunu alarak kendimi soğuk çarşafa bıraktım. Bana maviş gözleriyle bakan pandayı avuç içlerimden tam göğsümün ortasına bastırdım. Gözkapaklarım bir yorgan edasıyla kapatırken yeşil gözbebeklerimi kendi duyabileceğim bir fısıltıyla mırıldandım.

‘‘Seni seviyorum Süper kahramanım. Cennet kokulun seni çok seviyor.’’

 

 

Bir yandan merdivenleri inerken bir yandan Sumru ile konuşuyordum. Dış kapıyı çekip kendimi dışarıya bıraktım. Sahile doğru biraz yürümek istiyordum sonra Toprak ile buluşacaktık. Akşam olanları ve aldığım kararı Sumru’ya anlatmalıydım. Ben onu arayacakken o beni aramıştı. Sumru akşam olanları duyunca sinirden deliye döndü.

‘‘Sen o kızı nasıl hala dövmüyorsun ben hayret ediyorum. Hadsize bak sen ya! Kendini ne zannediyor?’’

‘‘Bizimkileri bilmiyor musun Sumru? Hele babamı. Onlar için bir doğru var; kendi doğruları. Hayatını onlara göre yaşamak zorundasın. Zaten sinir onların göbek adı. Anlamaz onlar beni. Ben annemle babamla dertleşebilen, konuşabilen biri değilim hiçbir zamanda olmadık. Neva ise öyle değil. Onun ailesi benim aileme göre daha rahat. Ben böyle düşünmedim hiçbir şeyi. Keşke ben de diğer insanlar gibi aileleriyle arkadaş olmuş, onlarla sohbeti iyi olan bir kız olsaydım. Çok isterdim bunu. Ama maalesef öyle değil. Ve sabretmek zorundayım. Zamanı gelince zaten herkes öğrenecek.’’

Karşı tarafta kısa bir sessizlik oldu. Sumru’nun burnundan derince çektiği nefesi bırakışı duyuluyordu. ‘‘Sen de haklısın. Aynı derdin aynı yolun yolcusuyuz. Allah yardımcımız olsun.’’

Görüş alanıma lacivert arabası girdiğinde Toprak’ın geldiğini anladım. ‘‘Kuzu Toprak geliyor. Sana anlattığım konuyu konuşacağım. Ararım sonra, öptüm kardeşim.’’

Sumru görüşürüz dedikten sonra Toprak yanıma gelmişti çoktan. ‘‘Kimle konuşuyordun aşkım?’’ Toprak’a gülümseyip arabanın kapısını açtım. Şoför koltuğunun yanındaki koltuğa geçip kapıyı kapattım. Yanağına öpücük kondurdum. ‘‘Sumru ile aşkım.’’ Gri sweat ve kot pantolonu ile spor görünüyordu. Hafif dalgalı saçları yüzüne çok yakışıyor. Gerçi bu adamın her şeyi çok güzel. Direksiyonu sağa kırıp sahil yolunun çıkışına doğru sürmeye başladı. Onların mahallesine giden yolun soluna doğru sapıp hafif bayır olan yola doğru yavaşça gidiyorduk. Buralar yeşilliklerle dolu, mis gibi. Yol kenarında ağaçların, kuş cıvıltılarının hâkim olduğu tarafta arabayı durdurdu.

‘‘Neyin var senin aşkım? Düşünceli görünüyorsun?’’

‘‘Aynı mevzular.’’

‘‘Ben onunla konuştum daha derdi ne bu kızın? Sen bana bir şey anlatacaktın seni dinliyorum.’’

Sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdikten sonra saçlarımı geriye attım. Siyah kalem etek giydiğim için çok rahat değildim. Üzerime de koyu yeşil sweat giymiştim. Ellerimi örtecek şekilde uzattım. Olduğum yerde yönümü Toprak’a çevirdim.

‘‘Hanım efendi annemi aramış ve beni şikâyet etmiş. Ben eve geç geliyormuşum, geç saatlere kadar dışarıdaymışım falanlar filanlar. Bir görsen sanki düşmanıyım onun öyle nefret dolu bakışları var. Tabi evde de istediği gibi hareket ettiremiyor bana. Rahat durmayacak.’’

Toprak sinirinden direksiyonu sıkıyordu. Yüz hatları gerilmiş bakışlarını sabitlemiş bir şekilde duruyordu.’’

‘‘Ama sevgilim… Sabah onunla konuştum.’’ Gözlerini gözlerime kenetledi ve tüm dikkatiyle beni dinlemeye başladı. ‘‘Her ne olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın, karşımıza ne zorluk çıkarsa çıksın senden asla vazgeçmeyeceğimi söyledim. Birlikte bir yola çıktığımızı ve bu yolun sonuna kadar el ele yürüyeceğimizi anlattım. Seni sevdiğimi senin de beni sevdiğini söyledim. Ve doğru zamanda aileme ilişkimizden bahsedeceğimi bu konuda ciddi olduğumuzu söyledim. Ve... Bu ciddiyetimizi anlaması içinde…

Sweatımın ellerimi örten uzun kolunu geriye doğru çekip parmaklarımın tamamen görünmesini sağladım. Sol elimi sağ elimden kaldırıp parmağımdaki yüzüğü görmesini sağladım.

Kahverengi gözleri ışıl ışıl bakışları hayranlık dolu içinde parmağımdaki yüzüğe bakıyordu. Yüzünde hafif bir tebessüm…

‘‘Bu ciddiyetimizi anlaması içinde kendi aramızda yüzük taktığımızı söyledim. Seni sevdiğimi söyledim.’’

Aramızda ki sessizliği bozan Toprak oldu. ‘‘Gel buraya…’’ Kollarını açmış ona sarılmam için bekliyordu. Ben de ona sarıldım. Saçlarımı kokladı ve bir buse kondurdu. Bu çok hoşuma gidiyordu. Sımsıkı sarıldı…

‘‘Ben seni çok seviyorum. İyi ki seni tanımışım, iyi ki varsın. Sen benim kalbim oldun kadın!’’

Parmağımda ki yüzüğe bakıp teşekkür ederim diye mırıldandı.

‘‘Sen de benim kalbimsin Adam’’

‘‘Yarın teyzem gelecek bize seni onunla tanıştıracağım. Bir görsen Cansever’e benziyor aynı. Bugün seni bize götüreyim. Abimler var çay içiyorlardı. Artık alış ne de olsa gelin geleceksin.’’

Gelin dediği yeri üstüne basa basa gülerek söylemişti. Beni utandırmaya bayılıyordu bu adam.

‘‘Anlaşılan beni hep utandıracaksın böyle.’’

‘‘Utanınca gözlerini kaçırıyorsun ya bir tatlı oluyorsun be!’’

‘‘Deli ya!’’

‘‘Senin sevdanın delisiyim’’

Seni sevmekten vazgeçmeyeceğim. İnsan ne olursa olsun sevmekten, sevdiği insan için mücadele etmekten vazgeçmemeli. Hayat bu elbet zorlu yollar olacak, imtihan olacağız, bizi istemeyenler olacak. Kader gayrete âşıktır. Son nefesime kadar seveceğim seni.

Aşk çok başka bir şey. Hayatta birilerini sevebilirsiniz hatta çok sevebilirsiniz ama bir kere birine aşık olursunuz. Hayatınızda bir kere ‘‘biri’’ olur. Çalan telefonunuzda onun adını görürsünüz kalbiniz deli gibi atar. Onun sesini duyarsınız karnınızda kelebekler uçuşur. Elinizi tutar, parmak uçlarınız titrer. Bir yerlerde ismini görürsünüz tepeden tırnağa vücudunuzda hissedersiniz o titremeyi, elim ayağım boşaldı dersiniz. Elli kere de olsa yüz kerede yine de aynı hissi hissedersiniz. Yürürken sokakta bir anda kokusu geliverir burnunuza bakınırsınız etrafa ama o yoktur öyle deli eder sizi. Öyle sarhoş eder.

Aşk işte hayatta bir kere birinde yaşarsınız. Sonrası mı ya bir aldanış, ya bir kabulleniş ya da siz tamamlayın gerisini.

Ben aşkı onda tattım.. Yüreğimi alev alev titreten sesinde, beni sarhoş eden kokusunda… Onun kokusu bir bebeğin kokusu gibi rahatlatan onun kokusu fırından çıkmış taze ekmek kokusu gibi. Onun kokusu kahve kokusu gibi sakinleştiren… Ben aşkı onda tattım… Onun sesinde, onun bağlama çalan parmaklarında…

Aşk işte birinde bir kere olur.

Sen hep çal… Parmakların ellerimden sonra en çok sazında güzel durur. Sen hep söyle ben hep dinlerim seni. Ama hep bana söyle duymasın başka kimse sesini… Sen hep gülümse çünkü sen gülümseyince çok güzelsin. Ama gülüşlerine değmesin başka gülüşler dayanamam. Sen çok bana gülümserken güzelsin.

Senin topraklarında bir tek ben açayım, başka çiçeklere yer verme. Ben bir tek senin topraklarında büyürüm. Başka topraklar bana mezar olur.

Senin topraklarında bir tek PAPATYALAR açsın.

Ben hep senin topraklarında büyümek isteyen o PAPATYA olacağım.

‘‘Seni seviyorum. Ve seni hep seveceğim

Loading...
0%