@papatyakadin
|
Saçlarının kızıllığı ile bir bütün haline gelen kırmızı ruju benim yerim tam da burası der gibi yakışmıştı dudaklarına. Zümrüt yeşili hafif kabarık v yaka elbisesi kızıllarını ön plana çıkarıyordu. Ay gibi parlayan gerdanına sade ortası değerli bir taştan oluşan kolyesini takmıştı. Kendini çok güzel hissediyordu. Başını prensin omzundan kaldırıp kahvenin kokusunu burnuna getirip göğüs kafesine sakinliği iliştiren gözbebeklerine baktı. Tüm gününü bu güzel gözlere bakarak geçirmek istiyordu. Sadece onun omzunda, sadece onun göğsünde… Prens prensesin narin ellerini tutarken dalgalı saçlarına bir öpücük kondurdu. Prensesinin elini hiç bırakmaz daima elini tutardı. Bu ise prensesin gözünden hiç kaçmazdı. Koca çınar ağacının gövdesinde dayalı halde duran gitara tek eliyle uzandı. Bunu fark eden prenses oturduğu yerde doğruldu. Sevdiğinin sesini dinleyecekti. Enstrüman çalarken sevdiği adamı izlemek onun için bir aşktı. Sevdiğinin sesini dinlemek bir aşktı. Aşk demek prens demekti, prens demek aşk demekti. Prens gitarın yanı sıra bağlama da çalıyordu. Mükemmel bir ses mükemmel bir yetenek. Adeta prenses ile birbirini tamamlıyordu… Çünkü prenseste şarkı söylüyor, şiir okuyor ve yazıyor… Dans edebiliyor. Birbirlerini sanatsal anlamda tamamlıyorlar. Prensin yeteneklerinin arasına resim çizebilmesini de eklemeyi unutmayalım. Prens prensesi atına bindirip saraya doğru yol alır. Prenses saraya yaklaşmadan önce Prense yürümek istediğini söyledi. Prens ne kadar tek başına bırakmak istemese de Prensesi kırmaz, isteğini kabul eder. Prenses sarayına doğru kır bahçelerinde dolanarak gitmeye başlamıştır. Prensesi gören bir arkadaşı prensesin yanına gelir. Sar,ı omuzlarından dökülen saçları ela gözleri, yuvarlak büyük burunlu, kahverengi elbisesi ile prensesin karşısında durur. Yanında ise onunla yaşadığı arkadaşı vardır. Siyah küt kesilmiş biraz bakımsız saçlara sahip olan balık etli, sivri burunlu, kahverengi gözlü koyu sarı elbiseli arkadaş… ‘‘ Demek bizi dinlemiyor bu güzel kızıl saçlı prenses sevgili arkadaşım. Biz de onun iyiliği için babasına söyleyelim o zaman. Bizim değerimizi anlar elbet. Her şey onun iyiliği için ama işte..’’ ‘‘Benim iyiliğim için mi sevdiğim insanla aramı bozmak istiyorsunuz? Bu yüzden mi babama söylemekle tehdit ediyor ailemle aramdaki iletişimi bozmak istiyorsunuz? Arkadaşlık böyle mi olur? Hâlbuki o gece o baloda sen tanıştırmıştın bizi…’’ ‘‘Sevgili arkadaşıma söyler misin tatlım ben ona o prensin kötü olabilme ihtimalini de söylemiştim. Eğer kötü biri çıkarsa benden bilme demiştim.’’ ‘‘Sen önce yanındaki arkadaşın üzerinden benimle iletişim kurmaya çalışma direkt benimle konuş, böyle yaparak zaten beni yok sayıyorsun. Bu gönül işi, kalp işi… Manavda elma, armut yeri değiştirmeye benzemez. Her çiçeğin bir yetişme tarzı vardır. O çiçeği güneşten alp başka bir yere koysan solar. Eğer prens benim için yanlış bir insansa bile bunu ben yaşayıp görmeliyim. Arkadaşlık ise ne olursa olsun hangi şartlarda olursa olsun destek olmaktır köstek olmak değil.’’ ‘‘ Sana aldığı hediyelere kanıyorsun, sana söylediği şarkılara kanıyorsun. Sanki hiç erkek görmemiş gibi daha ikinci buluşmanızda elini tutmasına izin verdin. Onun kucağına attın kendini. Annene söyledim işe yaramadıysa babana söyleyeceğim.’’ Prenses duyduğu bu cümleden sonra çok üzülmüştü. O kadar güzel bir kalbi var ki prensesin öyle masum öyle temiz… Arkadaşından beklememişti bunu. Ama izin vermeyecekti sevdiği adamla arasına girmesine. Başka bir cümle kurmadan arkadaşının yanından geçip gidecekti sadece. Ama kendini acı içinde yerde buldu. Sarı saçlarından kıskançlık akan hasetlik fışkıran sevgili arkadaşı prensesi dikenli güllerin olduğu tarafa doğru itmiş prensesin ayağına ve eline dikenler batmıştı. Birden düşmenin verdiği acıyla dizi acımıştı. ‘‘Senin bu yaptıklarını unutmayacağım. Sen de bil gülü seven dikenine katlanır. Ben onu çok seviyorum ve ne olursa olsun sevmeye de devam edeceğim. Belki bedenlerimizi ayırabilirsin ama bu sözümü unutma kalpleri ayıramadıktan sonra bir şeye yaramaz. O yanındaki arkadaşın da elbet seni yalnız bırakır.’’ Prenses kendini yatağına ağlayarak attı. Elbisesini sıyırıp dizine baktı; kızarmış ve biraz kanamıştı. Arkadaşının neden böyle davrandığını anlayamıyordu. Prensle asla vakit geçirsin istemiyordu. Prensin aldığı hediyeler, prensese söylediği türküler onu çileden çıkarmaya yetiyordu. Böyle arkadaşlık olmazdı. Ya babacığına söylerse bu durumu diye düşündü. Çekiniyordu fazlasıyla. Ve korkuyordu aynı zamanda. En iyi prenses bilirdi anne babasının huyunu. Babası aksi huysuz, katı kuralları olan biriydi. Annesi ise her şey onun istediği gibi olsun isteyen, asla dinlemeyen anlamaya çalışmayan biriydi. Prenses korkuyordu. Bunları anlatamazdı prense. Ne düşünürdü prens onun için. Biraz daha durumu idare edebilmek için susmalıydı. Prense şimdilik bir şey yansıtmamalıydı. Prensi dinleyip anne ve babasına bu durumu anlatmalıydı ama bunu nasıl yapacaktı? Korkuyordu çünkü duyguları ve düşüncelerine önem verilmeyen bir çocuktu. Endişeliydi çünkü onu hiç dinlemezlerdi kendi bildikleri doğruları vardı. Stresli ve kaygılıydı çünkü hiçbir zaman ona ait bir şey olmamıştı. Korku tüm bedenini kaplamıştı. Prenses hiçbir zaman kendi olamamıştı. Bu sefer kazanan olacaktı. Nasıl olacağını bilmiyordu ama bu sefer prensi sevmekten vazgeçmeyecekti. Prensi ondan alamayacaklardı. Peki ya prens? Prens bırakacak mıydı prensesi? Prens cesur davranabilecek miydi? Prens tutabilecek miydi prensesin elini daima? Prens dikenlere rağmen güllere ulaşabilecek miydi?
11.Bölüm Çocukluğumu katlettiler, sıra gençliğimde… Aysız gece mi olur güneşsiz gündüz mü olur… Sensiz de ben olmuyor işte. Onun çok güzel bir kalbi var ve ben o kalbe aşığım.
İnsanlar neden böyledirler? Arkadaşlar ne için vardır? Birine arkadaşım diyebilmek için bu arkadaşlığın sağlanması için ne gerekli? Anne baba olmak, bir çocuğu dünyaya getirmek demek ömür boyunca onlara mahkûm olmak demek mi? Peki büyümek neydi ve biz ne zaman büyüyorduk? Kendi hayatımızı şekillendirmek, bir birey olarak benliğimizi ortaya koymak ne zaman geçerliydi? Anne babanın onayı mı olmak zorundaydı? Bir arkadaşın fikrinden, düşüncesinden mi bizler doğruyu yanlışı anlayacaktık… Beynimin içinde seyahate çıkmış durmak bilmeyen sorular… Neva’nın annemi araması, annemin onun sözüne beni arayıp sorguya çekmesi o günden beri aklımdan çıkmıyordu. Niye benim kızım ne yapacağını bilen akıllı bir kız, onu bana şikâyet edemezsin demedi… Niye sen bu hakkı nereden buluyorsun kızım demedi… Herkes kendi hayatından sorumludur, biz uygun görürsek müdahale ederiz demedi, niye yani annem beni savunacak bir şey demedi de onun lafına birde beni aradı? Neden hep el âlem savunuluyor, onlar haklı ben haksızım? Beni çok incitmişti bu durum. Ve eğer ben annemi babamı tanıyorsam hiçbir zaman savunmayacak benim arkamda durmayacaklar. Çocukluğumu katlettiler, sıra gençliğimde… Kesinlikle hocayı dinleyemiyor, dikkatimi derse veremiyordum. Alin’in kolumu dürtmesiyle kendime geldim. Saate bakmak için telefonumun ekranını açtığımda Toprak’ın mesaj bildirimini gördüm. ‘‘Derste misin aşkım?’’ Toprak’a seni çok seviyorum diyerek sarılmak geldi içimden. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Kendimi toplamak zorundaydım, dersteydim ve hocanın fark etmemesi gerekiyordu. Boğazımı temizleyerek sessizde olan telefonumdan Toprak’a cevap yazdım. Anında Toprak’tan mesaj geldi. ‘‘kendimi iyi hissetmiyorum. Kafedeyim. Kaçta çıkarsın dersten?’’ ‘‘Ne oldu? Neyin var?’’ ‘‘Sana ihtiyacım var Papatya’’ Ah kıyamam sana ben. Senin bana ihtiyacın olur da ben gelmem mi hiç… Canımın içisin sen benim. Bir bilsen ne çok seviyorum seni. Saate baktığımda dersin bitmesine 15 dakika vardı. Okuldan çıkar çıkmaz kafeye geçerdim. ‘’15 dakika sonra dersim bitiyor. Hemen yanına geleceğim sevgilim. Seni seviyorum.’’ Mesajımı yazdıktan sonra telefonu kapatıp derse döndüm. Dersimiz Çocuk Edebiyatı idi. ‘‘Zeynep hoca ile beraber düşündüğümüz bir fikir bu. Çocuklara edebiyatı sevdirmek ve kitap okuma alışkanlığını kazandırmak hem de sizlerin eğitimine katkıda bulunması açısından güzel olacaktır. Okulumuzca ve siz gençlerimizin elinden bir çocuk dergisi hazırlayıp bunu çocuklarla okumak gibi bir projemiz var. Yarın bu proje için konuşalım. Sizlerde araştırmalarınızı yapın. Bir taslak oluşturalım ve hayata geçirelim.’’ Murat hoca sonunda konuşmasını bitirmişti. Benim için harika bir fikirdi bu. Ama şu an tek düşündüğüm Toprak’ın yanına gitmekti. Son cümleler söylendikten sonra nihayetinde ders bitmiş ve sınıftan çıkıyorduk. Kafe yürüme mesafesinde olduğu için çok mutluydum. Kalem eteğin hızlı yürümemi biraz engellemesi dışında bir sorun yoktu. Telefonumun titremesiyle çantamdan çıkarıp elime aldım. Sesini açmayı unutmuşum. Toprak’tan geldiğini düşündüğüm mesaj Neva’dan gelmiş. Bildirim çubuğuna tıklayıp ekranı açtım. Bir yandan da yürüyordum. Çaydanlığın resmini atıp uzunca bir yazı yazmış. ‘‘Bu ne? Biz öğrenciyiz. Paramızı bu şekilde her şeye savuramayız. Tutumlu olmak diye bir şey var. Bu çayı bu kadar doldurmaya ne gerek var? Ayrıca sabah kalkıp kahvaltı yapıyorsun ve sofranı neden toplamayıp ortada bırakıyorsun?.....’’ Mesajın devamını okumamıştım. Çünkü sinirlerim haddinden fazla gerilmişti. Eve geçince yine bir kavga yüklenecekti bize. Aynı şeyleri kendileri yapınca bir sorun yok ama ben onlara yapınca sorun. Ee tatlım nasıl oluyormuş gör. ‘‘Bunu bana yediği sofrayı kaldırmayıp sofranın yanı başında yatıp kalkıp, sofrayı öylece bırakıp dışarıya giden ve gece üstünü giyip elektrikli sobayı yakmaması ki bilindiği üzere elektrikli soba çok yakar bizde öğrenci olduğumuza ve tutumlu olacağımıza göre canım benim sabaha kadar elektrikli sobayı yakan Neva mı söylüyor?’’ Mesajı yollayınca telefonumu kapattım. Zaten mesajı yazana kadar kafeye gelmiştim bile. İçeri girince kafenin boş olduğunu gördüm. Pek kimse yoktu henüz. Daha öğlen olmamıştı normal diye düşündüm. Kasada duran dayıya selam verip hal hatır sordum. Yenge üst kattaymış. Toprak’ı sorduğumda içerde olduğunu öğrendim. Teşekkür edip ilerledim. Üç dört basamağı inince burasının da boş olduğunu fark ettim. Soluma döndüğümde Toprak oturuyordu. Yüzü mahkeme duvarı gibiydi. Sigarasını yakmış sobanın yanındaydı. Bugün hava serindi, artık soğuklar geliyordu önümüz kış… ‘‘Aşkım ben geldim.’’ Yanağına öpücüğümü kondurdum. Belimi sımsıkı tutup kendine çekti. Kollarının arasında kaybolmuştum. Öyle derin sarılıyordu ki gerçekten bana ihtiyacı vardı. Biraz sessiz kaldıktan sonra sessizliği bozan ben oldum. ‘‘Aşkım anlatmak ister misin? Ne oldu?’’ ‘‘Dedemler İstanbul’a gittiler. Ona üzgünüm.’’ ‘‘İyi de hayatım bunda üzülecek ne var bu kadar? Geri gelmeyecekler mi?’’ ‘‘Gelecekler de alışmıştım. Ben çok seviyorum dedemi babaannemi. Evde yoklukları o kadar belli oluyor ki… İnsan alışınca birine yokluğu kötü oluyor.’’ ‘‘Canımın içi. Haklısın insan alışınca zor oluyor. Ama olaya şöyle bakalım sonuç olarak yine geri gelecekler. Kısa bir süreliğine gidiyorlar. Hem telefonla görüşürsün görüntülü. Üzme kendini tamam mı?’’ ‘‘ Dedemin gözünü hep ben temizlerim biliyor musun? Gözünün üstünde tüyler var benden başkasına aldırmaz. Babaannemi görsen çok seversin.’’ ‘‘Ben buradan gitmeden gelmiş olurlarsa tanışırız. Ben buradan gitmiş olursam da artık tanışmada söz de falan tanışırız aşkım.’’ ‘‘Olur.’’ Saçlarımı öpüp kokladı, sarıldı. Sigarası kül tablasında yanıyordu öylece. ‘‘İyi ki varsın sevgilim’’ diye fısıldadı kulağıma. Biraz daha morali düzelmişti. ‘‘Çay içer misin?’’ ‘‘Yok canım. Sen kahvaltı yaptın mı?’’ ‘‘Hayır yapmadım. Canım bir şey istemiyor ki.’’ ‘‘ O zaman yengeye söyleyelim bize güzel bir kahvaltı tabağı hazırlasın. Seninle baş başa kahvaltı edelim.’’ ‘‘Hmmm… Güzel fikir. Sonra ben de seni yerim.’’ ‘‘Keyfin yerine geldi bakıyorum da sırık seni.’’
Toprak ile beraber kahvaltımızı keyifli sohbet eşliğinde yapmıştık. Gün boyu beraberdik. Bu Toprak’a da bana da çok iyi geldi. Akşam arkadaşlar da gelmiş yine bol kahkahalı, eğlenceli vakit geçirmiştik. Bizim kızlarla ve Toprak ile beraber sahil turu yaptık. Neva pek ılımlı değildi bana. Büyük ihtimal eve gidince bugünkü yarım kalan konuyu tartışacaktık. Ben onun sevgilisi varken hep yanlarındaydım o da oluversin ne olacak sanki… Toprak eve kadar eşlik etti. Kapının önüne gelince içindeki çocuk heyecanını dışa vurarak konuşmaya başladı. ‘‘Ya Papatya’yı beş dakika daha çalayım sizden. Bir tur daha atalım bırakırım eve. Ondan ayrılmak gelmiyor içimden vallahi.’’ ‘‘Tamam aşkım. Kızlar siz geçin ben de gelirim birazdan.’’ Onlara söz hakkı vermeden konuşmaya ben girdim. Neva’nın bakışları ateş saçıyordu. Asla hazmedemiyordu. Patlayacak barut gibiydi. Mısra ile beraber çıktılar yukarı. Biz de sokak boyunca yürüdük. Tabi elim onun elinde. Daima elimi tutardı. Onun elini tutmayı çok seviyordum. Parmaklarının arasından parmaklarıma güven akıyordu adeta. Onun yanından ayrılmayı bir saniye bile istemiyordum. Sokak aralarında yürüdük. Hava serindi içime çektim havayı. Toprak yüzünü astı. Soru sorar gibi bakışlarımı gözlerine diktim. ‘‘Ne, yanımdan ayrılmanı istemiyorum. Az önce beraber yürüdük bu sokakta birazdan tek gideceğim. Elin elimde olmayacak. Ya ben sensiz yapamıyorum hiç. Evime gidiyorum ama ben evimden uzaklaşıyorum, aslında benim evim sensin. Yuvam sensin. Ne bileyim aysız gece mi olur güneşsiz gündüz mü olur… Sensiz de ben olmuyor işte. Benim ayım da sensin güneşimde. Gecem de sensin gündüzümde. Sen benim oksijenimsin, bahçelerimi süsleyen çiçeğimsin, PAPATYAMSIN!’’ Toprak’ın bu sözleri karşısında kalakalmıştım öyle. Cümleleri beni çok duygulandırdı. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Ben biliyorum bu adamın yüreği çok güzel. Onun çok güzel bir kalbi var ve ben o kalbe aşığım. O kalp beni çok seviyor, çünkü kalbim bunu hissediyor. ‘‘Seni çok seviyorum ben.’’ Daha fazla konuşamadım çünkü sesim titriyordu. Bir kelime daha edersem gözlerimde zorla hapsettiğim inciler dökülecekti. Sarıldım boynuna. Kokusunu çektim ciğerlerime. Biraz sakinleştim. Onun kokusunun sakinleştirici özelliği vardı çünkü. Boyun girintisine sokuldum iyice. Yine çektim o muazzam kokusunu. ‘‘Seni çok seviyorum,’’ diye fısıldadım. Dudaklarıma bir buse kondurdu. ‘‘Birazdan bende ağlarım, sonra oturur beraber ağlarız. Biz niye duygusallaştık öyle ya hu’’ ‘‘Neden acaba Toprak Bey! Aah tamam ya hadi yarın görüşürüz.’’ ‘‘Belli olmaz.’’ ‘‘Anlamadım.’’ ‘‘Belli olmaz çünkü dayanamayıp seni özledim diye kapına dayanabilirim.’’ ‘‘Ya deli misin sen’’ ‘‘Hı, evet biraz öyleyim.’’ Bu adam günün sonunda yine güldürmeyi başarmıştı. Ben boşuna sevmiyorum. Harbiden deli ya! Gülmekten kendimi alamamıştım. En çokta onu gülerek izlemekten alamamıştım. Bu gidişle biz evlerimize gidemeyecektik. ‘‘Neyse hadi hava serin üşüme mesaj atarım sana bir tanem.’’ Toprak’ı öpüp eve çıkmıştım. Yüzümde hala o aptal gülümseme karşımda bir adet Mısra. ‘‘Papatya biraz konuşalım mı?’’ evet başlıyor yine bizim mesai. Koltuğa oturup Mısra’yı dinlemeye başladım. Yok, Toprak’la çok vakit geçiriyormuşum yok onlarla vakit geçirmiyormuşum. Onlar da arkadaşımmış. Birlikte bir yere gidince beraber dönülmeliymiş. Falan filan fındık fıstık… Bir kurallar listesi hazırlamışlar. Madde bilmem kaç Pazar günleri birlikte vakit geçirilecek. Madde bilmem kaç yemek yenmese de sofrada oturulacak. Madde bilmem kaç şu bu… ‘’Bunlar hazırlanılırken ben neredeydim acaba? Benim fikrim neden alınmadı? Kendinizce takılıyorsunuz benim en son haberim oluyor?’’ ‘‘Mesajlarımıza cevap vermediğin için haberin yok.’’ Her cümlesinin üstüne basa basa söylüyordu.’’ ‘‘Madem konuşuyoruz Neva derdin ne?’’ ‘‘Her şey açıkça ortada. Alin ve Lina ile takılıyorsun sürekli. Okula gidince hemen eve gelmiyorsun. Topraktan gözünü almıyorsun mesela evde arkadaşların da var ya senin. Ne zaman vakit geçirdik en son hatırlıyor musun?’’ ‘‘Her soruna tek tek cevap vereceğim. Önce şunu sorayım sana. Geçen sene eski sevgilin Hakan ile sen ben üçümüz beraber takılıyorduk. Ne zaman Hakanı bir kenara koydun da benimle baş başa vakit geçirdin Neva? Defalarca gelmek istememe rağmen sen kırılma diye yanınızdaydım. Biz hep 3 kişiydik. Şimdi sen bana kalkıp nasıl bu soruyu sorabiliyorsun? Düşün bakalım geçen seneyi. Sen sevgilinle her gün birlikteydin. Bunu benim önüme tartışma konusu olarak sunmak gibi bir lüksün yok senin!’’ Neva iyice sinirlenmiş ellerini ovuşturuyordu. ‘‘Şimdi sinirden bir şeyler kıracağım.’’ Yapmacıklık yüzünden akıyor. Bu hareketlerini yemiyordum. ‘‘Gelelim diğer konuya, hayırdır okuldan sonra eve geleceksin falan. Kocam mısın sen karım mısın? Çocuğum musun evde beni bekliyor? Ben gündüz gidiyorum okula ve arkadaşlarım var doğal olarak onlarla da vakit geçirme hakkım var. Yurttayken de böyleydi bu. Kasıtlı olan bir şey değil. Ben gündüz okuldayım siz akşam okuldasınız denk gelmiyor. Ben sabah erken kalkıyorum akşam uykum geliyor normal olarak. Bilmem anlatabiliyor muyum?’’ ‘‘Kızlar ikiniz de sakin olun. Bu kadar gerilmenize gerek yok.’’ Neva eline bir taş almış onu sıkıp duruyordu. Sinirlendiği zaman bir şeyle uğraşması gerekiyormuş. Yersen tabi. ‘‘Toprak sana uygun biri değil. O iyi biri değil. Görmüyor mu senin gözün. Erkeklerin ciğerini bilirim ben. Seni sevmiyor ki sadece kullanıyor. Arkadaşlarıyken görmüyor musun imalar bilmem neler şifreli konuşmalar. Daha kaç kere görüştünüz ikinci buluşmanızda elini tutturdun. Resmen onun kucağına atladın!’’ ‘‘Resmen onun kucağına atladın!’ Kulaklarımı tırmalayan beynimin içinde yankılayan bu cümleyi duymamış olduğuma kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Yok, canım demedi. O demedi ben duymadım. Maalesef Papatya o dedi ve sen de duydun.’’ ‘‘ Önce annenle konuştum ama sen demek ki körsün. Babanla konuşacağım. En azından baban gözünü açar.’’ ‘‘Neva, birincisi ben orospu değilim, Toprak’ın kucağına atlamış olup olmamam seni zerre ilgilendirmez. Hele ki aile hayatım hiç ilgilendirmez. Senin haddine değil. Bak aynı evin içindeyiz. Arkadaşız sabırlı ve sakin olmaya çalışıyorum. Ama bir gün her şey çok kötü olacak. O zaman her şey için çok geç olacak.’’ Tam oturduğum yerden kalkacaktım ki içimdeki öfkeyle tekrar Neva’ya döndüm. ‘‘O nasıl bir cümle ya ? sana hiç yakıştıramadım gerçekten. Çizgiyi aşıyorsun Toprak benim sevgilim. Bak parmağımda yüzük bile var ve sen geçmiş karşıma neler diyorsun bana. Kucağına atlamışım. Ayrıca atladım bundan sana ne? Alan razı veren razı sana ne?’’ Neva ayağa kalktı. Anlaşılan bu iş kavgayla bitecekti. Mısra Neva’yı alıp dışarı götürdü. Neva söyleniyordu ama Mısra kolundan tuttuğu gibi çıkardı. Kavga etmeyecekmişiz. İkisinin de ne yaptığı umurumda değil.
Mis gibi bir cumartesi günü. Hafta sonunu seviyordum. Erken kalkmak zorunda olmadığımız iki gün. İki gündür kızlarla konuşmuyordum. Bugün Toprak çalışacağı için görüşemeyecektik. Akşam da arkadaşıyla beraber çalgı aleti bakmak için sözleşmişler. Ben de bugün kendimle baş başa kalmak için çıkan bu fırsatı değerlendirmek istedim. Öğleye doğru kendimi sahile attım. Hava fena değildi. Ama belli olmuyordu birazdan yağmur bile atıştırabilirdi. Kumsala oturup kulaklığımı ve kitabımı çantamdan çıkarttım. Denizin dalgalarını seyrettim bir süre. Gözlerimi kapattım dalgaların sesini dinledim. Denizin tenime değen o esintisi ve o esintinin kokusu tarif edilemeyecek kadar güzel. Eğer bir gün kızım olursa adını DENİZ koyacağım. İşte bu kadar çok seviyorum Deniz’i. Toprak Esila istiyordu. Olsun o zaman gelsin de hallederiz. Belki iki kızımız olur, olmazsa da Deniz Esila koyarız ya da tam tersi. Kendimi bu hayale kaptırmışken aklım önceki akşam ki tartışmamıza takıldı. Sahi Neva babamla konuşursa babamın tepkisi ne olur? Neyi nasıl anlatır ve babam bunu nasıl anlardı? Toprak’tan önceki eski sevgilimde yaşanılanları bir ben biliyorum. Lisede okuyordum o zaman. Hayatıma da başka birini almadım o günden beri. Gerçi tamamen bir çocukluk benim için. Ama ailemin davranışları, tutumları ben de bıraktıkları travmalar… Babamın bordo berjerde hükümdar edasında oturduğu günü hatırlıyorum. ‘‘ Ben seni ona vermem!’’ bitti. Hayatınız babanızın bir cümlesiyle şekilleniyor. Elimden telefonumu aldılar, bilgisayarı yasakladılar. Bakkala, fırına hiçbir yere tek başıma yollamadılar; ev hapsi verdiler bana. Bazen bilgisayara oturacak olurdum annem öylece beni takip ederdi. Nefret ediyorum aklıma geldikçe. Ben neydim ki? Köpek miydim tasmayı bağla at kulübeye tamam. Eşya mıydım ben at bir kenara dursun. AİLEMDEN NEFRET EDİYORUM. Toprak’la sevgili olmaya en başta bu yüzden korkmuştum. Çünkü her şeyin bir sırası var benim aileme göre. Ben mesleğimi elime almadan âşık olamam. Böyle bir hakkım yok. Eğer olursa kıyamet kopar. Sanki bir cinayet işlemiş, hırsızlık yapmış, harama bulaşmış büyük bir günah işlemiş gibisindir. Uzaktan kumandalı araba benim. Kumanda ise annem babam. Onlar nereye yönlendirirse oraya giderim. Onlar için böyle. Ama unuttukları bir şey var ben bir insanım. Duygularım, düşüncelerim, hislerim fikirlerim var. Benim bir kalbim var. Ben bir bireyim. Ben bunu asla anlatamadım onlara. Anlamak istemediler çünkü. Derin bir nefes alıp verdim. Rüzgâr saçlarımı savuruyordu, Beynim yaprakları rüzgârda dağılan defter sayfaları gibi geçmişin sayfalarını karıştırıyordu. İçimde birikti yıllarca hüzün, dert, keder… Annem babam bir yara oldu kalbimde. Çocukluğumu mahvettiler. Küçücük bir kız çocuğuydum ben anne babasının kavgaları arasında büyüyen. Tartışma seslerinin arasında sesini yitiren. Küfürlerin, aşağılanmaların, hakaretlerin arasında benliğini yitiren. Kapının eşiğinde titreyen, yorganın altında ağlayan, sesi duyulmasın diye ağzını kapatan. Çocukluğuma dair çok güzel anılarım yok anlatabileceğim. Gözyaşı var acı var şiddet var… Yemek sofrasında dayak yiyen annem, annemi döven babam var. Yemek sofrasında birbirleriyle bağıran tartışan ailem var. Lokmaları boğazında kalan ağlayarak odasına kaçan bir Papatya var. Kapıyı annemi dövmesini görmeyim diye kapatan ama o kapının arkasında gözyaşları içinde tir tir titreyen ‘‘Açın kapıyı’’ ‘‘Anneeee!’’ diye odalara koşan kapıları yumruklayan bir Papatya! Babam kapıyı açtığında annemin gözünün etrafı kan içinde bana bakıyordu. Babamsa dövmekten yorulmuş elinin parmakları arasında kan akıyordu. Annem canı çok yanınca babamın elini ısırmış. Odanın kapısında sağ tarafta kandamlalarının izi… Koltukta inim inim inleyen annem… Annem o gece aldatıldığı için dayak yemişti. Babam başka kadınlarla görüştüğü için ölesiye dövülmüştü. Babam güya benim karnem için bana alınan bilgisayarı tamamen kendi için kullanıyordu. Sözde benimdi ama benim olmadı hiçbir zaman. Eve gelirdi yemek yerdi. Giderdi odaya daha göremezdik. Bilgisayar başında bitmeyen sigaralar. Benim odam sigara kokardı. Amcamlara gittiğimizde sofrada yemek yerken de kavga etmişlerdi annemi milletin içinde dövmüştü. Annem yengemle yan odadaydı. Babam yollamıyordu annemin yanına. Beni çok sevdiği içinmiş. İnsan kızını çok seviyorsa bunları yaşatır mıydı? İnsan kızını annesinden ayırır mıydı? Gözüm kapıda aklım annemin yanına gitmekte. Ne yalan söylesem de çıksam odadan diye düşünürdüm. Tam söyleyecekken kelimeler boğazımda kalırdı. Kalkamaz hareket edemezdim. O gün o travma bana yüklendi. Papatya büyüdü ve derslerinde parmak kaldıramayan cesaret edemeyen o kız oldu. Öğretmenlerim çok başarılı, zeki bir kız ama nedense tahtaya kalkamıyor derlerdi. Babalar günü için annemle beraber babama pasta almaya gitmiştik. Kardeşim Arın yürüteçteydi daha. Babam bizim evde olmadığımızı fırsat bilip başka bir kadınla görüşmüş görüntülü. Mesajları okuduğumda aklımda kalan cümle oğlun ne kadar tatlı cümlesi olmuştu. Orospulara kardeşimi göstermişti.
Ellerim titremeye gözlerim kararmaya başladı. Nefes alamıyordum. Sayfaları beynimin içinde uçuşan defteri bir daha açılmasın diye yakıp yok etmek istiyordum. Kararıyordu gözümün önü. Tüm gücümü kaybetmiş gibi hissediyordum. Ellerimle yüzümü kapattım. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Sayfalar kapanmıyordu. Annemle kavgalarım, bitmek bilmeyen tartışmalarım. ‘‘Yeter artık anne. Ben bireyim, ben bir insanım bana saygı duymak zorundasınız. İnsan değilmişim gibi davranamazsın bana.’’ ‘‘Kes sessini! Sus’’ Papatya hep susacak, konuşmayacak. Anne hangi saatte uyu derse o saate uyuyacak, hangi saatte kalk derse o saatte kalkacak. Kendine ait odası olan ama asla kendine ait olmayan. Ahıra girilir gibi girilen istenildiği gibi dolapları, çekmeceleri karıştırılan… Annesinin istediği gibi olmak zorunda olan odası. Ben hiçbir zaman o eve ait olmadım. Ben hiçbir zaman Ben olmadım ki. Neyi seviyorum neyi sevmiyorum hoşuma gidiyor mu beni kızdırıyor mu kimsenin umurunda değildi ki… Herkesin umurunda olan tek bir şey vardı: kendi istekleri. Benim yaşıtlarım anne babasının elinden tutup şarkılar söyleyerek okula giderken güle oynaya yürürken ben annemin elinden tutmuş annemin bana babandan boşanayım mı sorusunu anlamaya çalışıyordum. Boşanmak neydi? Boşanınca ne oluyordu? Asla evimize gitmek istemiyordum. Her okul çıkışı ayaklarım geri geri gidiyordu. Binanın önüne gelince kalbime acılar saplanıyordu. Daha fazla titremeye başladım. Kalbim sıkışıyordu. Çantamda duran su şişesini çıkarıp sudan içtim. Biraz avuç içime döküp yüzüme çarptım suyu. Bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha Aaaaahhh!!! Çığlıklarım, içimde biriken acılarımı haykırmak istiyordu. Derin derin nefes aldım, denizin kokusunu içime çekerek sakinleşmeye çalıştım. Ve sessiz sessiz ağladım. Ya Neva babamla konuşursa, yalan yanlış anlatırsa Toprak’ı. Ya babam dinlemezse. Ben o zaman ne yaparım? Toprak’a nasıl anlatırım bunları. Anlatamam ki! Ne düşünür benim hakkımda. Nasıl anlatılır bu yaşanılanlar. Nasıl derim ona babam kabul etmedi diye. Belki de böyle olmayacak her şey güzel olacak. Bir yerde okumuştum çocukluk travması olan yetişkinler bir olay durum karşısında en kötü senaryoyu düşünürmüş. Peki, bu nasıl atlatılır ki… Biraz daha sakinleştim. Gözyaşlarımı sildim. Hava soğumaya başlayınca yavaşça toparladım kendimi. Çok korkuyordum. Böyle bir ailem olmasından nefret ediyordum. Çocukluğumu katlettiler, sıra gençliğimde… Müthiş derecede başım ağrıyordu, hala ağlamak istiyordum. Eve gelince pijamalarımı giyip yattım. Uyudum ama ağlaya ağlaya. Zaten ben hep böyle uyurdum; ağlaya ağlaya…
Çocuk dergisi hazırlamak için konu araştırıyordum bilgisayar odasında. Ders saati çoktan bitmiş hiç fark etmemiştim. Kızlarla beraber toparlanıyorduk. ‘‘ Papatya, Neva ile nasıl gidiyor?’’ ‘‘Kuzum o konulara girmeyelim şimdi. Öyle böyle gidiyor diyelim. Toprak gelecek hatta gelmiştir. Onlara gideceğiz. Bu konuyu sonra konuşalım mı Buğlem?’’ ‘‘Olur tatlım, keşke bizi dinleseydin. O kız pek arkadaş olacak biri değil. Gelmiş seninki hadi görüşürüz.’’ Buğlem’i öptükten sonra Arabaya bindim. Onların evine gidecektik. Çaya çağırmışlardı. Geçen günde gitmiştim. Abisi falan vardı sohbet etmiştik. Nereli olduğumu falan konuşmuştuk, tanışma fasılları. Sevmişlerdi beni, şu an tanıdığım kadarıyla iyi insanlara benziyorlardı.
Çaylarımızı sohbetimize eşlik ederken zaman nasıl geçiyor anlamamıştım. Kahverengi masanın etrafında oturuyorduk. Toprak’ın abisinin eşi Efsun biraz tuhaf gibiydi. Yani suratı asıktı. Anlam veremedim ama beni ilgilendirmiyordu. Annesi ve en küçük kardeşi Eftal vardı. Kardeşinin ismini duyunca anlamını çok merak etmiştim. En değerli anlamına geliyormuş. Kulağa çok hoş geliyor. Küçük ablası koymuş ismini. Ben çok beğenmiştim ismini. İsmi gibi güzel yaşasın. Abisinin ismi ise Efnan. İsimler çok hoş kim koyduysa güzel seçimler yapmışlar. Aklımdan Toprak’ın neden farklı olduğu geçmişti. Yani E harfiyle başlayan bu isimlere uygun isimler neden düşünmemişler diye. Dayanamayıp annesine sordum. ‘‘ Efnan ismini babası Toprak ismini ben koydum. Eftal ismini küçük ablası Fulya istedi çok. Biz de kıramadık. İlk kızım Funda, ben istemiştim ismini. İkinci kızım doğunca babası Fulya uyar diye öyle koymuştu. Ben çok takılmam isim konusunda.’’ ‘‘Çok güzel isimler gerçekten. Hem kulağa hoş geliyor hem anlamları güzel.’’ ‘‘Çay dolduralım sana Papatya.’’ ‘‘Çok teşekkür ederim sağ olun. Ben almayım elinize sağlık. Kalkarım zaten şimdi.’’ Efsun suratı asık bir şekilde bir mutfağa gidiyordu bir masaya geliyordu. Biz sohbet ederken dikkatimi çok çekmişti bu konu gerçekten. Geçen gün geldiğimde de böyleydi. Belki başka bir şeye canı sıkkındır. Neyse ne… Geçen gün Toprak ile yine gelmiştik. Öğle saatleriydi. Biraz oturup kalmıştık. El ele yürürken Toprak anlam veremediğim şekilde bana dönüp aklındaki soruyu yöneltti. ‘‘İçinde Efsun’a karşı bir kıskançlık var mı?’’ ‘‘Kıskançlık mı? Hayır, da böyle bir soruyu neden sordun ki? Daha doğrusu neden böyle düşündün? ‘‘ Hiç sordum öyle sadece emin misin?’’ çatılan kaşlarım bu soru karşısındaki şaşkınlığımı gösteriyordu. ‘‘ Evet, hayatım hiç düşünmedim bile böyle bir şey’’ ‘‘peki bakalım.’’ Daha sonra yürümeye devam ettik. Müsaade isteyip kalkmıştık. Ben arabaya binerken Toprak küçük kardeşi Eftal’i yanına çağırdı. Ben koltuğa yerleşip çantamı kucağıma aldığım da Eftal geldi. ‘‘Bir şey dedi mi Efsun? Duydun mu bir şeyler?’’ Toprak neyi öğrenmeye çalışıyor diye anlamaya çalışıyordum. Eftal önce bir çekindi ama Toprak sorusunu tekrar edince konuşmaya devam etti. ‘‘Siz çıkınca söylendi abi. Toprak bu kızı niye getiriyor ki eve dedi. Nişanlısı değil sözlüsü değil ne diye alıp alıp geliyor dedi.’’ ‘‘Ben malımı bilmez miyim, tamam sen bir şey deme ben hallederim. Ben biliyorum bir şey demeden durmaz o’’ Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Benim ne kötülüğümü gördü ki beni istemiyordu. Demek bu yüzden ben gittikçe suratı asıktı. Toprak ‘a dönüp ‘‘Sorun nedir?’’ diye sordum. ‘‘Sen bakma ona o öyle konuşur durur. Kıskançlıktan çatlıyor.’’ ‘‘Ne demek bakma, ya ne var bileyim ben ne yaptım?’’ ‘‘Sen bir şey yapmadın güzelim. O öyle biraz işte.’’ ‘‘Ben gelmem daha eve. Kimseye rahatsızlık vermek istemem. Zaten çok fazla geliyorum doğru değil. Tanışma söz olmadan gelmemem gerekir. Ben eve geçeyim sen sıkıntıya girme.’’ Ben konuşurken Toprak arabayı sağa çekti. Bana doğru dönüp yüzümü avuçlarının içine aldı. ‘‘Papatya, beni bir dinler misin? O ev benimde evim, evime kimi getirip getirmeyeceğimin kararı Efsun’a veya başkasına kalmadı. Sen benim sevgilimsin, sevdiğim kadınsın evime de gelirsin ki geleceksin. Ben şimdi babamla konuşacağım. Onu babam susturur. Hadi gel sen oradan kafeye geçeriz.’’ ‘‘Toprak benim yüzümden evdekilerin huzuru bozulsun istemem. Sonuçta o evin bir bireyi değilim o gelini o evin. Uzatmayalım gerçekten.’’ ‘‘Aşkım o suratını bir düzelt ve in arabadan. Herkes yerini bilecek yok öyle.’’ Toprak ile arabadan indik. Gerçekten babasıyla konuşacaktı. Çünkü kahveye doğru yürüyorduk. Elimi sıkı sıkı tutuyordu. Hiç bırakmazdı ki. Toprak bana doğru dönüp ‘‘Aşkım sen ilerde beni bekle ben beş dakika babamla konuşup geliyorum.’’ Dedi. Başımı tamam anlamında sallayıp biraz ileride beklemeye başladım. El işaretiyle babasına çağırmıştı. Babası çok tatlı çok iyi birine benziyordu tanıdığım kadarıyla. Bir şeyler konuşmaya başlamışlardı. Çok duyamıyordum ama Toprak’ın ‘‘Kız çok üzülüyor’’ dediğini duydum. Babası ‘‘Tamam ben konuşurum’’ dedi ama gerisini duyamadım. İçime sinmemişti hiç. Neva’dan sonra Efsun çıktı başımıza birde. Toprak yanıma geldiğinde yüzü gülüyordu. ‘‘Babam konuşacak Efsun’la. Ne demek gelemez o da bizim kızımız tabi gelebilir söyle üzülmesin,’’ dedi. Utanmıştım. Hem böyle düşünmeleri beni sevmeleri hoşuma gitmişti hem de ne bileyim doğru muydu bilemedim. ‘‘Ne diyeyim bilemedim.’’ Toprak müzik için arkadaşıyla buluşup eğitim merkezine gitti, ben de öğleden sonra ki ders için okula geçtim. Ders bitimi okulun bahçesinde kızlarla oturuyorduk. Sınavlar yaklaştıkça derslerde yoğunlaşıyor. Bu yoğunluğa bir kahve molası ile ara verdik. Alin, Lina ve Buğlem ile otururken Eda sitemkar şekilde yanımıza geldi. ‘‘Bensiz oturuyorsunuz öyle mi?’’ Buğlem biten kahvesini yenilemek için kantine gitti. Eda bir sorun olup olmadığını sorunca ben de mecburen söylemek zorunda kaldım. ‘‘Canım bir sorun yok. Buğlem kıskanıyor fazlasıyla ben de o yüzden pek seninle yakınlık kurmuyorum. Geçen gün sizden gelirken açıkça söyledi kıskanıyorum diye. Çok yakınlaşıyorsunuz dedi. Yoksa bir problem yok. Yani biliyorsun o kadar size geliyoruz sen bize geliyorsun.’’ Eda’nın burada evi vardı ailesiyle kalıyorlar. Bize gelir biz onlara gideriz. Az zaman geçirmedik okul boyunca. Az eğlenmedik. Güzel bir arkadaşlığımız var. Ama Buğlem kıskanıyor diye bu sene pek yakınlık kurmuyordum. ‘‘Ay daha neler saçmalama. Hiç sevmediğim şeyler. Senin sevgilin olduğunu da Neva’dan duydum. Buğlem’de anlattı bir şeyler. Ben sana söyleyeyim Toprak iyi biri değil.’’ ‘‘Ya neden peki?’ ‘‘Çünkü sen onu hak etmiyorsun. Ben onun abisiyle sevgili olmuştum tabi evlenmeden önce. Oradan tanıyorum onları hiç onaylamıyorum sizi benden söylemesi.’’ Eda cıvıl cıvıl, konuşkan, çatlak biri. O sevgili senin bu sevgili benim tarzında pek hayatı umursamayan yapıda. Neden herkes onun iyi biri olmadığını söylüyor? Bende mi sorun var yoksa onlar mı sorunlu anlamadım. ‘‘Yani bir şey diyemem sevgililik durumunuzla ilgili. Biz birbirimizi seviyoruz. Eğer bana zarar veren ya da ondan gördüğüm bir şey olursa bunun kararını verebilirim ben.’’ ‘‘Ben söyleyeyim baştan tatlım.’’ Buğlem elinde kahvesi ile gelirken Neva ile Mısra’nın sesini duyar gibi oldum. Arkama döndüğümde onları gördüm. Onlarda masaya oturdu. Eda ‘‘Gel tatlım ben de Papatya’ya Toprak için uygun olmadığını söylüyordum.’’ Alin ve Lina ile göz göze geldik. Sanırım aynı şeyi düşünüyorduk. Kalkıp gitmeyi düşünüyordum ki Neva söze girdi. ‘‘Papatya iyice uzaklaştı bizden. Gerçekten art niyetim yok. Sadece eskisi gibi vakit geçiremiyoruz. Arkadaş değil miyiz ne de olsa bizi de gör istiyorum. Aramızda soğukluk olmasın.’’ En son ki konuşmadan sonra söylediği şeyler hiç öyle değildi ama belki de gerçekten art niyeti yoktur. Kendini ifade edemiyordur. İyi düşünmeye çalışıyorum ama böyle olmadığını biliyorum. Hissediyorum daha doğrusu. Aynı evin içinde yaşıyoruz bir arkadaşlığımız var en azından bunu hatırına ben de ılımlı olmayı deneyeceğim.
Sigaramı yakmış balkonda çayımı yudumlarken Neva geldi. ‘‘Bu akşam birbirimizle vakit geçirelim mi?’’ dün kızlarla konuşmamızdan sonra yumuşamak konusunda kararsız kalmıştım. Ama bugün onunla vakit geçirmeyi kabul edecektim. Yine büyüklük bende kalsın. Beraber çaylarımızı içtik. Makyajımızı yaptık, saçlarımızı şekillendirdik. Evde yeteri kadar vakit geçirince dışarı attık kendimizi. Sahile gittik. Sahil resmen huzur benim için. Neva tüm gün gezerken koluma girmişti. Çay bahçesinde oturup soğuk bir şeyler içtik. Hava karardı ve en sevdiğim saatler. Gece insanıyım ben ya gündüzü sevmiyorum o kadar da. Saat sekizi geçiyordu. Biraz daha sahil kenarında yürüdük. Çekirdek çitledik. Markete uğrayıp bir şeyler aldık. Eve geçince televizyon izleyecek çayın yanına aldıklarımızı yiyecektik. Eve geldik. Çayı koyduk, koltukta otururken çalan telefona baktım. Toprak mesaj atmış, herkes kafedeymiş beni de çağırıyor. Ben bugün için Neva’ya söz verdim. Verdim de zaten kaç saattir onlayım. Gelince de vakit geçirebiliriz. ‘‘Neva çay oldu mu?’’ ‘‘Evet, ne oldu ki?’’ ‘‘Bizimkiler kafedeymiş beni de çağırıyorlar. Gelsene beraber gidelim.’’ ‘‘Biliyorsun gelmeyeceğimi?’’ ‘‘Tamam, o zaman ben biraz oturup gelirim. Gelince devam ederiz. Neredeyse tüm gün beraberdik.’’ Toprak sanırım bozulmuş olacak ki Şule’nin yazdığı mesajdan onu anlamıştım. ‘‘ Papatya zaten sen onlarla evdesin. Birbirinizi görüyorsunuz. Ben yurda geçeceğim zaten okulda da görüşemiyoruz.’’ ‘‘Haklısın kuzum da ben ne yapayım bilemedim ki? Kime yetişeyim arkadaşım. Kaç parçaya bölüneyim?’’ ‘‘Toprak ne kadar üzgün eğer görseydin böyle demezdin. Herkesin sevgilisi burada yanında Toprak öyle tek duruyor. Selvi burada ben buradayım. Adam ne kadar mutsuz. Onu da bir düşünsene herkesin sevgilisi varken yanında onun sevgilisi yanında değil. Sen eve geçince zaten birbirinizi göreceksiniz. Hem önceden daha çok zaman geçiriyorduk Papatya, artık o da yok.’’ ‘‘Haklısın, üzülmesin o hem sen de doğru diyorsun. Vallahi ben de şaşırdım iyice. Tamam, ben geliyorum.’’ ‘‘Bugün beraber vakit geçirecektik ama sen her zamanki gibi yine beni ekiyorsun. Ondan sonra Neva niye böyle yapıyor oluyor.’’ ‘‘Kahvaltıda beraberdik. Akşamdan beride geziyoruz. Sahili turladık, sohbet ettik, alışveriş yaptık. Şimdi herkes kafede Toprak tek kalıyor zaten gelince yine beraber olacağımız için bir sorun yok diye düşünüyorum. Çok geç olmadan gelirim ben.’’ Neva’nın ateş püsküren bakışlarını es geçerek odaya geçtim. Üzerime siyah hırkamı aldım sadece. Siyah pantolonum ve üzerimde yeşil kalın askılı trikom vardı. Telefonumu ve cüzdanımı da alıp Neva’ya görüşürüz dedikten sonra çıktım. Kafenin evimizle ayı sokakta olması benim içim muazzamdı Evimizle aynı hizada üç dükkân ötesindeydi. Ona giderken bile, onun yanına gideceğimi bilmek bile beni çok heyecanlandırıyordu. Ve hoop kafedeyiz! Kasada duran Umut’a merhaba dedikten sonra direkt karşıya geçtim. Bizimkiler yoktu burada. ‘‘Abla Toprak abimler yukarıdalar. Terasa çıktılar.’’ Umut’un sesini duyunca arkamı döndüm. ‘‘Sağ ol ablam ben de onlara bakmıştım.’’ Umut’a sıcak dolu gülümsememi yollarken sağ tarafıma yönelip merdivenlerden yukarı doğru basamakları hızlıca çıktım. Kalbim yerinden çıkacaktı. Bu adamın yanına ne zaman gitsem hep böyle hissediyordum. Merdivenin karşısında duran sandalyeler boştu ama öbür taraftan sesler geliyordu. Yönümü sola doğru çevirdiğimde Selvi ve Bartu, Ateş ve Şule, Ulaş, Eren ve Eren’in yanında bir kız vardı. Gözlerim Toprak’a kaydığında asık suratını gördüm. Terasta oturuyor elinde ki sigaranın külünü kül tablasına döküyordu. Şule elindeki telefonu kulağına götürdü. Birini arıyordu. Telefonum da eş zamanlı çalınca kaşlarımı çatarak arama ekranına baktım. Beni arıyormuş. Telefonumun zil sesini duyan bizim tayfanın bakışları bana çevrildi. ‘‘Beni arıyordun ama geldim çoktan Şule’ciğim.’’ gülümseyerek onların yanına doğru yürüdüm. ‘‘Şükür yüzünü görebildik Papatya. Eve gelip kolundan tutup getirecektim he!’’ Şule ile gülüştükten sonra Toprak’ın yanına geçtim. ‘‘Aşkım’’ ‘‘Hı’’ ‘‘Hı mı? Aşk olsun ama.’’ Küçük çocuklar gibi omzunu silktiğinde kendimi gülmekten alıkoyamadım. Onun bu hallerine bayılıyordum. Kendini gülmemek için zor tutuyordu yüzünden belli oluyordu. Yanına geçip yanağına öpücük kondurdum kokusunu ta ciğerlerime çekerek. Sımsıkı sarıldım. ‘‘Senin çocuksu hallerine bayılıyorum ya.’’ Toprak önce içeri baktı sonra hiç beklemediğim anda dudaklarımı öptü. ‘‘Görecekler, ayıp’’ dedim utangaç bir tavırla. Muzipçe güldü. ‘‘sen benim sevdiğim kadınsın, ne ayıbı’’ dedi. Elimden tuttu arkadaşların yanına geçtik. İsminin Esra olduğunu öğrendiğim kadın Eren’in sözlüsüymüş. Yurt dışından gelmiş. Onunla da tanıştıktan sonra sohbet koyulaştı. Alt katta olduğu gibi burada da saz vardı. Toprak duvarda asılı olan sazını aldı. Yanıma oturup, sazının akortlarını yaptı. Evet, iki gözümün çiçeği yine şarkı söyleyecekti. Tüm dikkatimi Toprak’ın kahve gözlerine odakladım. Cam gibi parlayan gözlerine… Ve yine vurdu sazın teline… Önüne dökülen saçını attı geriye… Dilinden döküldü o türkünün sözleri…
Gemileri yürüten de ortadaki direktir Beni böyle söyleten da bu gaybana yurektir Aykırı yollaruna da boylaruna maşallah Bizim evde gelin yok ta sen olursun inşallah
Son nakaratını söylerken gözleri sadece bendeydi, gülüşü sadece bendeydi, hayran bakışları bendeydi, bir an olsun gözlerini benden ayırmadı
Aykırı yol uzunida dön göreyum yuzüni Versak omuz omuza da, öpsem deniz gözünü Aykırı yol uzuni da dön göreyim yuzüni Versak omuz omuza da öpsem çimen gözünü
Gülümsemelerim kirpiklerinin uçlarına asılı kalırken sesimle sesine eşlik etmek isteğimi durduramadım. Hiç kimsenin beklemediği bir şekilde türküyü söylemeye ben de başladım.
Gemileri yürüten de ortadaki direktir Beni böyle söyleten da bu gaybana yurektir Aykırı yollaruna da boylaruna maşallah Bizim evde damat yok ta sen olursun inşallah
Aykırı yol uzunida dön göreyum yuzüni Versak omuz omuza da, öpsem kara gözünü
Ve türkünün devamını beraber söyledik. Sesim sesine karıştı, gözlerimin yeşili kahvelerinde kayboldu, kulaklarımda bir uğultu misali alkış sesleri… Zaman dursa burada olur mu?
‘‘Papatya bu ses sen de var da biz mi şimdi mi dinliyoruz ?’’diyen Bartu’ya gülümsedim. ‘‘Sen bir harikasın be kadın!’’ Toprak’ın tebessüm eden yüzü hayranlık dolu bakışları ondan kendimi alamama yetiyor da artıyordu bile. Çok seviyorum çok. ‘‘Siz neden düet yapmıyorsunuz?’’ Ulaş’ın sorusuyla herkes evet der gibi baktı ve Ulaş’ı onaylarcasına cevaplar verdiler. ‘‘Ben aslında şarkı söylemiyorum yani o kadar eğitimli bir sesim yok. Ben şiir okuyorum genelde. Youtube adresinde paylaşıyordum. Uzun zamandır okumadım.’’ ‘‘Ya hani bir çift vardı ya adı gelmiyor aklıma… Şey neydi Şeyda mıydı hani bu kocasıyla düetleri vardı.’’ Ateş bir türlü çifti hatırlayamamıştı ama ben onları biliyordum. ‘‘Şebnem… Şebnem ve Fatih KISAPARMAK çiftini diyorsun sanırım.’’ ‘‘Heh onlar işte. Sizden de olur. Papatya Toprak AKAL çifti şimdi güzel sesleriyle sizde. Tamam, bundan sonra size böyle diyoruz’’ Yengenin getirdiği çayları yudumlarken aklımda tekrar ediyordum. Papatya Toprak AKAL
Koyu kumral saçları dağınık, yuvarlak yüz hatları, sağ yanağında ki küçük beni, kirli sakalı, daha belirgin hafif top sakalı, kahve gözlerini süsleyen kirpikleri, muazzam derecede kusursuz görünen kaşları… Kalbimin ritmini değiştiren gülüşü… Çayını yudumlarken ıslanan dudakları, kucağında duran bağlamasını tutan parmakları… Sabaha kadar bağlamasını çalsa hiç usanmadan seyredebilirim onu. Başını müziğin ritmine göre sallamasını, tek kaşını havaya kaldırışını, bir adamı sazını tutan parmaklarına kadar sevmek, içinden mırıldandığı müziğe eşlik eden enerjisini sevmek, sanki çok değerli bir tabloyu seyretmek gibi hissetmek. Sadece sussa, yalnızca bağlamasını çalsa… Sesine değil sessizliğine bile aşığım!
Terastan görünen karanlığa baktım. Yıldızlar görünüyordu bir de ay. Karanlığı aydınlatan ışıklar. Kalabalık masada oturan adama baktım. Karanlığımı aydınlatan ışığıma, ayıma baktım. Seni seviyorum. Toprak terasa yanıma geldi. ‘‘Sevgilim ne yapıyorsun burada?’’ ‘‘Hava alayım dedim aşkım.’’ ‘‘Ne diyeceğim sana?’’ tek kaşımı kaldırıp merak ettiğimi belli edercesine bakış attım. ‘‘Babam bugün Efsun’la konuşmuş. Sen kıza niye öyle diyorsun demiş. Ayıp değil mi neden gelmeyecek burası bizim evimiz demiş. Gelecek tabi demiş. Efsun morarmış. Ağlamış galiba onu tam bilmiyorum da.’’ ‘‘Ya Toprak gerek var mıydı buna? Sonuçta doğru ben senin henüz bir şeyin değilim o ise o evin gelini.’’ ‘‘Sen benim her şeyimsin kimse sana tek laf edemez. Buna asla izin vermem.’’ Kolunun altına aldı beni. Bir kız çocuğu edasıyla sokuldum kucağına. Kokusunu çektim içime. Sarıldım sıkı sıkı. Kokusuyla başım dönerken gökyüzündeki Ay’ı seyrediyordum.
O benim güvenli limanım O benim karanlığım ışığı O benim yaşam kaynağım O benim gece parlayan Ay’ım O benim nefesim O benim umudum O benim bu hayatta ki tek şansım O benim huzurum O benim her şeyim! |
0% |