@papatyakadin
|
12. Bölüm O hep elimi tutardı. Hep tutsundu
Dersler yoğun geçiyor sınavlar başlamak üzere. Yoğun bir maraton beni bekliyor. Dersten aşırı derecede sıkılmıştım. Alin ile bir an da ders bitse bakışı attık birbirimize. Toprak’ ta mesaj atmasa patlardım. Bu hoca konuşurken iki saat söylesem mi söylemesem mi diye düşünüyor. Neyse ki son on dakika kaldı dersin bitimine. Toprak’ın mesajına cevap vermek için telefona döndüm. ‘‘Sana bir sürprizim var bebeğim. Okul çıkışında ama birine ihtiyacımız var.’’ ‘‘Birine ihtiyaç var derken anlamadım?’’ ‘‘Evet aşkım.’’ ‘‘Evet, aşkım ne? Birine nasıl ihtiyaç var anlamadım söylesene.’’ ‘‘Kıskançlık akıyor şu an değil mi? Yüz ifadeni tahmin edebiliyorum.’’ ‘‘Beni delirtmek hoşuna mı gidiyor ya?’’ ‘‘Kızınca çok tatlı oluyorsun bebeğim ne yapayım… Ben çıkışta bekliyorum seni yanında biri olacak mı kızlardan?’’ ‘‘Alin var şu anda.’’ ‘‘Ona söyler misin sen aşağı inince kamerayı açıp bizi çekebilir mi?’’ ‘‘Niye ki?’’ ‘‘Sürpriz da’’ Ne sürprizi yapacağını çok merak ettim. Bir şey de söylemiyor ki sırık. Mesajlaşamaya o kadar dalmışım ki ders bitmiş haberim yok. ‘‘Kız düştün telefona kalk hadi ders bitti.’’ Alin’e gülümsedim. ‘‘Sorma valla. Ya Toprak sürpriz yapacakmış Alin aşağı inince video çekebilir mi diyor.’’ ‘‘Çekerim tabi de enişte bey ne sürprizi yapacakmış?’’ omuz silktim. ‘‘Bilmiyorum vallahi’’ dedim. Zümrüt yeşili hırkamı üzerime giyinip çantamı koluma taktım. Alin’in koluna girip asansöre doğru yürüdük. Bir yandan Toprak’a mesaj yazıyordum. Okulun çıkış kapısına gelince başımı karşıya çevirdiğimde gördüğüm manzara karşısında şaşkınlığımla öylece kalmıştım. Sol tarafımızda kantinde oturan bir sürü insan, sağ tarafımızda banklarda oturan insanlar ve karşımda Toprak. Kucağında bembeyaz kocaman bir ayıcıkla bekliyordu. Gri renk sweat ve kot pantolonuyla şık duruyordu. Alin telefonunu çıkarmış beni bekliyordu. ‘‘Hu dünyadan Papatya’ya, kız hadisene başlattım videoyu.’’ Kendimi toparlayıp Alin’e tamam dedim. ‘‘Kız utandım o kadar insan var’’ ‘‘Tadını çıkar,’’ diyerek göz kırptı bana merdivenlerden inerken. Herkesin gözü üzerimizdeydi. Okulun çıkış kapısının önündeydik. Ben öylece şapşal şapşal gülüyordum. ‘‘Aşkım sana aldım. Mutlu olacağını düşündüm sen seversin. Geçen ki küçüktü bu da büyük olsun dedim.’’ Toprak’ın bana uzattığı kocaman ayıyı aldım. Etrafa baktığımda herkes bize bakıyordu. Gerçekten çok mutlu olmuştum. ‘‘Çok teşekkür ederim.’’ ‘‘Ben teşekkür ederim güzelim hayatıma güneş gibi doğduğun için. Bunlar ne ki seni mutlu etmek için daha çok şey yapmalıyım.’’ ‘‘Varlığın yetiyor beni mutlu etmeye sevgilim.’’ … ‘‘Sen ne ara aldın bunu?’’ ‘‘Eren’le önceki gün gelirken görmüştüm o zaman almıştım. Dün buluşamadık bugün sürpriz yapayım dedim.’’ Sımsıkı sarıldık birbirimize. Bu anı hiç unutmayacağım. Toprak, Alin ve ben eve kadar yürüdük. Toprak’ın biraz işleri varmış akşamüstü haberleşmek üzere orada ayrıldık. Alin’i eve kahve içmeye çağırmıştım. Neva yüzünden pek gelmek istemedi ama ben onu zorla eve çıkardım. ‘‘Kızçeler ben geldim.’’ Dedim en şen kahkahalarımla içeri girerken. ‘‘Baksanıza Toprak benim için almış çok güzel değil mi?’ Neva adeta mahkeme duvarı gibiydi. Mısra ‘‘güzelmiş’’ dedi. Hayır, anlamadığım şey bu kızlar neden benim mutluluğumda beni desteklemiyorlar. Resmen enerji emiciler. Oysa Neva için Hakanla beraber neler alıyorduk o mutlu olsun diye… Peki, o neden böyle? Ayıyı yattığım ranzanın üstüne koydum. Bana maviş gözleriyle bakan pandanın yanına. Mutfağa geçip birer kahve yaptım Alin’le bana çünkü kızlar istemedi. İstemezlerse istemesinler. ‘‘Kız bir şey diyeceğim sana’’ kızlar duymasın diye fısıltıyla konuşuyorduk. Duymasınlar konuşuruz bunları sonra.’’ Kahvesini yudumlarken ‘‘tamam canım’’ dedi. ‘‘Çok seviyorum onu baksana o da seviyor ki sürprizler yapıyor böyle beni mutlu etmeye çalışıyor, ailesiyle tanıştırıyor. İki ablasının da evine gittik çaya davet ettiler. Ama yengesi var Efsun ondan çekeceğiz galiba.’’ ‘‘Sen hiç kimseyi takma kafana. Bence Toprak seviyor seni onlar sadece bunu hazmedemiyor. Siz onların ekmeğine yağ sürmeyin.’’ ‘‘Haklısın.’’ Kahvelerimizi içtik, Alin gitti. Akşam olmuştu. Biraz kitap okudum. Önümde duran defterin kapağını açtım. Mavi tükenmez kalemi parmaklarımın arasına yerleştirdim. Yazmak istiyordum. Önümde bembeyaz sayfa. Kalem öylece emir almayı bekleyen asker gibi yazmayı bekliyordu. Yazamıyordum. Küçükken de böyleydim. Açardım defteri yazmaya çalışırdım. Kaç sefer başladım bıraktım. Bu bembeyaz sayfalara güzel şeyler yazabilmeliydim. Ama benim yazabilecek güzel şeylerim yoktu. Mutluluğu, sevinci yazmalıydım; güzel anıları anlatmalıydım. Acıyı, kederi, hüznü değil. Kalemi masanın üzerine koyup defteri kapattım her zamanki gibi. Pijamalarımı giyip ranzama geçtim. Telefonumdan Toprak’ın resmini açtım büyüttüm. Yanaklarında gezindi parmaklarım. Öptüm yanağındaki benden. Sağ yanağında çene hizasındaydı beni. Bir de boğazında tam yutkunduğu yerde. Bir buse kondurdum. ‘‘Seni seviyorum Toprak. Seni çok seviyorum. ’’
Neva ile tartışmalarımız artıyordu. Ne ev konusunda ne Toprak konusunda bir türlü anlaşamıyorduk. Bazen bakıyorum iyi bazen iyiliğinden eser kalmıyor. Mısra aramızı bulmaya çalışıyordu hep. Ben her zaman güzel geçinebilmekten yanaydım. İyi niyetim bir gün biterse geriye bir şey kalmaz. Bu akşam kızların okul çıkışında biraz yürüdük. Olabildiğince tartışmalardan uzak kalmayı tercih ediyordum. Aynı evde yaşıyoruz alttan almaya gayret ediyorum. Güzel bir sohbet etmiştik yürürken. Hava çok güzel esiyor. Gökyüzü çok güzel ortam güzel. Ben her şeyi gece yapmayı seviyorum. Gece insanıyım desem tam yeri. Toprak annesini köye götürdü burada değildi. Onunla ayrı kalmaya hiç dayanamıyorum. Ne yapalım idare edeceğiz. Kızlarla bir hayli yürüdük. Bir bankta oturduk bardakta mısırlarımızı yedik. Eve doğru yürürken Neva’nın telefonu çaldı. Bir erkekle konuşuyordu. ‘‘Tamam, memo kaybolma geliyoruz bizde otururuz.’’ Bu Neva’nın oda arkadaşı benimde sınıf arkadaşımı seven çocuktu. Onun yanına gidecek sanırsam. ‘‘Memo yukarıda ki Yalı kafedeymiş. Hadi hep beraber gidelim.’’ ‘‘Neva’cığım biliyorsun Toprak var. Hem saat geç oluyor siz Mısra ile gidin. Yani hoş olmaz sevgilim varken bu saatte bir kafede erkekle oturmam. O yapsa benimde hoşuma gitmez.’’ Sinirli bir iç çekiş, ateş püsküren gözler… Toprak’ın adını duymaya gelmiyor. Ama kusura bakmasın Toprak’ın burada olmamış olması onun hayatımda olmadığı anlamına gelmiyor. İnsan birini sadece yanındayken sevmez, sadece yanındayken hal ve hareketlerine dikkat etmez. O yoksa bile o varmış gibi hareket etmek lazım. Sevmek bunu gerektirir çünkü. O yokken bile sadık kalabilmektir sevmek. O yokken bile varmış gibi davranabilmektir aşk. Benimle konuşmadan trip atarak gittiler. Ben de evin yolunu tuttum. Doğruyu yaptım.
Okul çıkışı yine yeniden Toprak ile buluşmuş vakit geçirmiştik. Onun yanında olmadığım an kendimi yaşıyormuş gibi hissetmiyorum. Ne zaman ki yanına geldim o zaman hayat başlıyordu. Arabayla sahilden geçerken ‘‘Aşkım hatırladın mı ilk zamanlar burada gel zıp zıpa binelim demiştin ben de utanmıştım, istememiştim.’’ ‘‘Evet, teklif hala geçerli ne dersin?’’ Ayy utanırım ben ya! Gerçi maksat eğlenmek ama bilemedim. Benden hala bir cevap bekliyordu. O zaman elbisede vardı üstümde şimdi pantolonum var rahat olur hem. ‘‘Ya düşersem beceremezsem?’’ tek kaşını havaya kaldırarak bana döndü ‘‘hmm… gülerim ben de sana’’ ‘‘Ne güler misin? Aşk olsun.’’ Suratımı düşürdüm. Gözlerimi cama doğru çevirdim. Ellerimi önümde bağlayıp hiç bakmadım ona. Güldüğünü burnundan çıkardığı sesten anlamıştım. Eliyle çenemi tutup yüzümü kendine çevirdi. Elmas gibi parlayan koca gözleriyle yani o kadar koca değil tabi aman bu adam bana bakınca konuşamıyorum bile… Karşımda sırıtıyordu. ‘‘Aşk olsun biz olalım.’’ Ve devam etti ‘‘Küsüyorsun ya küçük bir kız çocuğu gibi oluyorsun ve ben senin bu halini çok seviyorum. Hadi gel gidelim beraber gülelim beraber eğlenelim.’’ Gönlümü almayı başarmıştı. Tebessüm ettim gözlerimi gözlerinden kaçırdım. ‘‘Tamam, zıp zıpa binelim o zaman.’’ ‘‘Zıp zıp he!’’ kıkırdadım. Saçlarımı arkaya doğru ittim, ‘‘Evet canım.’’ Lacivert arabasını uygun bir yere park etti. Yenge ile dayı oradaydı. Kafede çocuklar vardı sanırım. Onların yanına gidip selam verdik. On dakika kadar sohbet ettik. Çok tatlı insanlar. Ceketimi ve çantamı çıkartıp sandalyenin üstüne koydum. Üzerimde mint yeşili bir gömlek ve bej rengi rahat bir pantolon vardı. Kahverengi bir kemerle kombini mi tamamladım. Toprak spor takılıyordu bugün. Beyaz bir tişört ve kot pantolon. Sıradan görünse de boylu olması üzerinde şık durmasını sağlıyordu. Fön çekmiş saçları yeni traş olmuş top sakalı onu daima yakışıklı gösteriyordu. Ama ben onun dağınık saçlarını, uzayan sakallarını daha çok seviyorum. Ve en heyecanlı ana gelmiştik. ‘‘Hazır mısın güzelim?’’ gülümsedim, bana uzattığı ellerini tuttum. O hep elimi tutardı. Hep tutsundu. ‘‘Hazırım’’ dedim. Denizin esintisi, dalgaların sesi, üstümüzde mavi karşımda sevdiğim adam. Küçük küçük zıplamaya başladık. ‘‘Korkma tamam mı? Tadını çıkarmaya bak.’’ Daha da yükseliyorduk. Sanki gökyüzüne kadar çıkacak bulutlara dokunacaktık. Sahi ne güzel olurdu bir zıplasak ve bulutlara çıksak. Sonsuz mavinin içinde onunla sonsuz bir aşkla ne güzel olurdu… Ellerimi hiç bırakmıyordu, olabildiğince zıplıyorduk. Kahkahalarımızda bizle zıplıyordu. Gökyüzüne uçuyorduk. Her bir zıplayışımızda saçlarım savruluyor gökyüzüne kucak açıyordum. Hayatım boyunca onun yanında mutlu olduğum kadar başka bir yerde mutlu olmadım ben. İçimde ki kız çocuğu onun yanındayken çok mutlu. Biliyorum ki onun içindeki çocukta çok mutlu. O iki çocukta bizimle beraber zıplıyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar. Bizim içimizde ki çocuklar birbirini bulmuş, ruhlarımız bütünleşmiş… Yenge gülümseyerek bizi seyrediyordu. Çok seviyordum bu kadını. Çok mutluydum. Toprak elimi bırakıp takla atmaya başladı. ‘‘Nasıl ama güzelim ?’’ nefes nefese kaldığım doğruydu. ‘‘Sen bir düş bir yerini acıt ben o zaman soracağım sana.’’ Dedim biraz sitem ederek. Kalbimin acıdığını belli etmeden biraz yavaşladım. Üzülmesini istemiyordum. Hiç beklemediğim bir anda kendimi yerde buldum daha doğrusu zıp zıpın üstünde. Toprak bir an da belime sarılmış beni yatırıverdi. Bu adam tam bir manyak demedi demeyin. Göğüs kafeslerimiz hızlı hızlı yükselip iniyorken nefeslerimizi kontrol etmeye çalışıyorduk. Maviyi seyrediyordu yeşillerim. Toprak ile göz göze gelip gülmeye başladık. Kahkahalarımız büyüyordu. İki küçük çocuktan farkımız yoktu ve ben çok mutluydum. ‘‘Seni seviyorum kızıl saçlı prenses’’ Başımı yan tarafa ona çevirdim. Toprak’ta başını benden yana çevirdi. Birbirimize bakıyoruz. Nefes alışverişlerimiz normalde döndü. Onunla şu an burada böylece kalabilirdim. Şu anın fotoğrafını çekip ölümsüzleştirmeyi çok isterdim. ‘‘Bozmayın pozu çekiyorum.’’ O da kim? Kim çekiyordu bizi. Ben sesli mi düşünmüştüm. Bir an kendimi sorguladım. ‘‘Çok güzel çıktınız be! Birkaç sefer çektim sizi. Zıplarken falan da var.’’ Ulaş’tı bu. Ne ara gelmiş bizi çekmiş hiç fark etmemiştik. ‘‘Yanınıza gelip zıplamayı düşündüm ikinizi de havaya uçuracaktım ama tek başıma yapamam diye vazgeçtim.’’ Yavaşça oturur pozisyona geçtik. Önce Toprak ayağa kalktı. Nazik sevgilim benim elini uzattı kalkmam için. Ben ayağa kalkarken Toprak Ulaş’a cevap veriyordu. ‘‘İyi düşünmüşsün kardeşim.’’
Sahilde birer limonata içip dinlendik. Toprak’ın telefonu çaldı. Evdekiler arıyordu. ‘‘Ne diyorlar aşkım?’’ ‘‘Akşam amcamlara gideceklermiş seni de çağırıyorlar papatyam.’’ ‘‘Beni de mi? Sahi mi? Nerede ki amcanların evi?’’ ‘‘Evet balım sahiden. Senin kaldığın yurt var ya onun az ilerisinde. Gelirsin değil mi?’’ ‘‘Bilemedim ki nasıl olur?’’ ‘‘Güzel olur balım.’’ Gülümsedim. ‘‘Peki bakalım.’’ Dedim. Toprak’ın gözleriyle işaret ettiği yere baktığımda Neva ile Mısra’yı gördüm. Yanımıza geldiklerinde selamlaştık. Masaya davet ettik. ‘‘Kızlar bir şey içer misiniz?’’ ‘‘Yok!’’ Toprak’ın sorusuna keskin bir şekilde cevap vermişti. Aldırış etmedim. Kızlar kendi aralarında sohbet ediyordu. ‘‘Papatya gel bir tur atalım yürüyelim.’’ Dediğinde masadan kalktım. Toprak hemen elimi tuttu her zaman ki gibi. Sahil kalabalıktı. En sona kadar denizi seyrederek yürüdük. Biraz durup denizi seyrettik. Kızlar tek kalmasın diye tekrar geri döndük, masaya geçtik. Bizimkiler eve geçeceklerini söyleyip kalktılar. ‘‘Neva’nın sıkıntısı ne?’’ ‘‘Bilmiyorum.’’ ‘‘Seni üzecek bir şey yapmıyor değil mi?’’ Toprak’ aramızda geçenleri pek yansıtmıyordum. Akşam ki olanı da söylememiştim. Onlarla kafeye gitmediğimi Neva’nın bozulduğunu falan. Ama o da anlıyor ne kadar söylemesem de. ‘‘Ben konuşacağım onunla olmaz böyle. Hem kendisi tanıştırıyor hem ne bu havalar.’’ ‘‘Geçen gün de annemi aramış eve geç geliyormuşum cart curt.’’ Bir an söylemese miydim diye düşündüm ama çoktan söylemiştim. İnsan anlatmak istiyor bazen, konuşmaya ihtiyacı oluyor. ‘‘Sizinkilere kadar taşıdı sorunu ve sen bana anlatmıyorsun bunları öyle mi?’’ ‘‘Aşkım ufak tefek şeyleri sorun yapmak istemiyorum aramızda. O yüzden bahsetmedim.’’ Toprak kaşlarını çattı bir süre düşüncelere daldı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi kahve gözlerini gözlerime çekti. ‘‘Annen ve babanla konuş. Söyle ilişkimizi. Eğer bilirlerse Neva artık hiçbir şey diyemez. Bir şey de yapamaz keser sesini. Zaten bizimkiler biliyor seninkilerde öğrensin.’’ Annem ve babama bir sevgilim var demek ne demek biliyor musun sen? Doğru söylüyor illaki öğrenecekler ama zamanı şimdi mi bunu hiç bilmiyorum. İlk sevgilim olduğunda kıyameti koparmışlardı. Ne çektiğimi bir ben bir Allah bilir. Şimdi başlayacaklar yok şöyle olmaz yok böyle olmaz yok uzaktı yok bilmem neydi… Ne yapacağım ben o zaman? Toprak’a nasıl derim benim ailem böyle böyle der diye? Annem kesin yanımda olmaz git babana sen söyle der ve babamda eminim ki uzaklığı sorun eder. Neva yetmiyor gibi onlarla uğraş dur. ‘‘Tamam canım.’’ Konuyu kapatmak bu huzurlu anı bozmak istemiyordum. Bir saat daha oturduktan sonra arabaya bindik. Biraz arabayla gezdik. Şarkılar dinledik. Sözlerini çok sevdiğim bir şarkı çıkınca sesi biraz yükselttim.
Gözlerine bakınca senin Delin olurum ben senin İyi ki de sevmişim seni Sen benim iyilik meleğim
Ne olsun daha ne olsun Sen ne istersen gülüm o olsun Bana kalırsa bebeğim Bir kız bir de oğlumuz olsun
Şarkıyı baştan açıp tekrar dinledik. Bir kız bir oğlan dediği yerde gözümde canlandı hayaller. Ne güzel olurdu sevdiğim adam ve ondan olacak parçam, çocuklarımız. Ne güzel bir baba olur. Güzel sesiyle ninniler söyler onlara gitar çalar. Hayal etmesi bile güzelse yaşaması nasıl güzeldir Allah bilir. Çoktan eve gelmiştik. Daldığım hayallerden çıktım. Toprak’ı öpüp eve çıktım. Çantamı askılığa koyup hemen üstümü değiştirdim. Telefonumu alıp Sumru’yu görüntülü aradım. İkinci çalışta açtı. ‘‘Aşkım müsait misin?’’ dersinin olmadığını biliyordum ama belki başka bir işi vardır diye düşünmüştüm. ‘‘Müsaidim uzanıyordum öyle. Neyin var senin sesin durgun geliyor.’’ AH kuzum benim hemen de anladı. Bir anlığına duruldum. Asık suratımı toplamaya çalıştım her ne kadar başarılı olamasam da… ‘‘Toprak’la konuştuk biraz.’’ Dedim derin bir iç çektim. ‘‘Bir sorun mu aranızda bir şey mi oldu?’’ yutkundum ve konuşmaya başladım. ‘‘Yok, aramız iyi hatta çok iyi. Zıp zıpa falan bindik çok güzeldi.’’ Sumru saçlarını geriye topladı. ‘‘Sorun ne o zaman? Neva mı?’’ başımı evet anlamında salladım. ‘‘Toprak annen ve babanla konuş bilsinler bizi dedi. Ama biliyorsun bizimkileri. Lisede sevgilim olduğu zaman öğrendiklerinde telefonumu elimden almışlardı. Ev hapsi yemiştim. Bir yere çıkamıyordum annemle gidip annemle geliyordum. Bilemiyorum ne derler ne yaparlar aynı şeyler olursa bu sefer Toprak’a söyleyemem bunları ben.’’ Dolan gözlerimi akmaması için ikna etmeye çalışıyordum. ‘‘Kötü düşünme kötü olmasın. Doğrusunu söylüyor çocuk. Neva iyice ileri gitmeden önünü kesersin. Hem Toprak seni seviyor bence. Sizin ilk zamanlar seni sormuştu bana sevmese ne sorsun ki…’’ Kaşlarımı çattım. Bunu bilmiyordum. Toprak Sumru’yu biliyor görüşürüz hep beraber ama bu meseleyi bilmiyordum. ‘‘Kız benim niye haberim yok? Ne zaman oldu ne konuştunuz anlatsana Sumru.’’ ‘‘Unuttum ki anlatmayı. Arada kaynadı galiba. Şey dedi işte Papatya nasıl biri diye sordu.’’ ‘‘Sen ne dedin?’’ ‘‘Hayatında görüp görebileceğin en iyi kalpli kızdır. Dedim çok merhametli birisi dedim. Hayatında daha önce biri oldu mu diye sordu ben de bunun ne önemi var dedim. Sen senden sonrasına bak dedim. Önemli olan bu dedim doğru diyorsun dedi.’’ ‘‘Eeee’’ heyecandan karnımda kelebekler uçuşuyordu. ‘‘Kız sakin ol surata bak ağzın kulaklarına vardı şapşal seni.’’ İkimizde kıkırdıyorduk. ‘‘Anlat hadi’’ dedim sabırsızlıkla. ‘‘Sabırsız kız tamam tamam devam ediyorum. Huyu suyu nasıl dedi. Anlaşabilir miyiz diye sordu ben de siz istedikten sonra neden anlaşamayasınız dedim. Siz birbirinizi sevdikten sonra her şey olur dedim. Tamam, ben alacağımı aldım teşekkür ederim dedi rica ederim dedim. Bir şey olursa sorarım yine dedi ben de tamam dedim. Öyle işte.’’ ‘‘Vay kankim benim iyi ki varsın lan sen. İkinizi de yerim ben.’’ ‘‘Siz mutlu olun yeter. Bence seviyor seni. Sen zaten seviyorsun takma kimseyi.’’ ‘‘Neva ayıcığı gördü göreli dik dik bakıyor ayıya’’ Sumru bir kahkaha patlattı. Onu öyle görünce ben de gülmeye başladım. ‘‘Allah canınızı almasın sizin ya manyak ayıya dik dik bakmak ne demek kanka ya’’ ‘‘Karnım ağrıdı gülmekten sus ya… Kafayı yedi işte.’’ Sumru ile konuşmamız tam bir buçuk saat sürdü. Onunla konuşmak bana çok iyi geliyordu. Ruhuma ilaç o benim. Dostum, kardeşim iyi ki varsın. Perdeyi çekip gökyüzüne baktım. İçim kıpır kıpır ediyordu. Çok huzurluydum. Gözlerim çalışma masama kaydığında kalem ve kâğıdı gördüm. Çevrimiçi eğitim bu hafta sonu bitiyor. Sınav haftasına gireceğiz, yoğun bir süreç geçirecektik. Ara vermem gerekiyordu. İçimdeki bu kıpırtıları kâğıda dökmek arzusu beni yakıp kavuruyordu. Oturduğum yerden kalkıp masam geçtim. Sandalyemi çekip yavaşça oturdum. Perdeyi gökyüzüyle aramdan çıkardım. Toprak’ın resmini telefonumdan açıp büyüttüm. Arka planda çalan şarkımızı tekrar çalmaya ayarlayıp derin bir nefes çektim. Kalem kâğıda dökülmeyi bekliyordu, bekletmemeliydim. Sevgilim Toprak gözlüm benim, aşk adamım… İçimde ki kelebek kanatlarının kıpırtısını dindiremedim. Kalbimde dolup taşan coşku beni kalem ve kâğıdın yanına koyuverdi. Sana bu mektubu yazdırdı. Kızıl saçlarına türküler söylediğin bu kadın seni çok seviyor. Hangi kelime ifade eder, hangi cümle tanımlar bilmiyorum. Bunun imkânı var mı onu da bilmiyorum. Tek bildiğim bir şey varsa o da sana âşık olduğumdur. Gülüşümden öptüğün o gün dedim tamam bu adam o adam. Gülüşümde papatyalar açtırdığın için sana teşekkür ederim. İyi ki karşıma çıktın. İyi ki seninle yollarımız kesişti. İyi ki o gün elimden tuttun. Deniz kokulum benim. Kokusu huzurum. O kokun uzun yoldan sonra eve gelmenin rahatlığını yaşatan kokun… O eşsiz gülüşün, güldüğün zaman kısılan gözlerin. Seni gülüşünden tanırım ben. Yanağının solundaki ben, boğazının üstünde ki beninden tanırım seni ben. Ezberlemek istiyorum sana dair ne varsa, her şeyini bilmek… Seni her şeyinle sevmek istiyorum. Sevilmeye en layık olan sensin çünkü. Gökyüzünde ki Ay gibisin karanlığıma ışık olan. Gecenin karanlığı gibisin; öyle sessiz öyle sakin öyle huzur. Ömrümün sonuna kadar sesini dinleyebilirim. Sen hep söyle olur mu? Çünkü senin sesine aşığım ben. Ruhumu dinlendiriyor, gönlümü doyuruyor. Parmakların saçlarımdan sonra bir tek sazının tellerinde gezinsin. Bilirsin kıskanırım. Her şeyinle her şeyine aşığım. Seni yazmakla bitiremem, sana olan aşkım yazmakla ifade edilemeyecek kadar büyük. Bana böylesi güzel bir aşkı yaşattığın için teşekkür ederim. Seni çok seviyorum. Çok bile az kalır. Sana aşığım.
Cennet kokulun… Kağıdı katlayıp kitabımın arasına koydum. Pencereden gelen rüzgârın saçlarımı dalgalandırmasına gözlerimi kapatıp eşlik ettim. Pencereyi kapattım. Hafif üşümüştüm. Maviş gözlü pandamı alıp yatağıma yattım. Karşımda duran kocaman ayıya gülümsedim. Aklıma bu ayıyı gerçekten alıp almadığı geldi. Hayır, düşüncelerime negatif şeyler eklemeyecektim. Huzurla gözlerimi kapatıp uykuya bırakacaktım kendimi. Telefonumdan resmini açıp yanağına bir buse kondurmayı ihmal etmeden.
‘‘Bana mektup mu yazdın sen ?’’ Şaşkın gözlerle bana bakıyordu sevdiceğim. ‘‘Hı hı’’ dedim. ‘‘İçimden geldi öyle. İnşallah mutlu olursun okuyunca.’’ Ben konuşurken kâğıdı açıyordu. Kaşları hafif çatıldı. ‘‘Bu nasıl yazı böyle, büyüteç yok mu?’’ Niye böyle söylediğini biliyordum. Yazım küçüktü çünkü. ‘‘Ne güzel yazın var. Hem küçük hem kibar. Ne güzel yazmışsın. Okuyacağım.’’ ‘‘Okursun sonra.’’ Yanağına bir öpücük kondurdum. Saçlarımı öptü o da. Arabanın içinde denize karşı oturuyorduk. Ablasına çay içmeye gitmiştik. Önceki akşam da abisi davet etmişti. Her şey güzel gidiyordu. Gitsindi. O günden sonra Efsun herhangi bir şey dememişti ama yüzünden anlayabiliyordum beni pek sevmediğini. Hatta Toprak çok kıskandığını söylemişti. Gerçekten de öyleydi. Neva’dan sonra bir de onunla uğraşmak istemiyordum. Ama onunla da uğraşacak gibi duruyor bu iş. Sürekli Toprak onun işini gücünü hallediyor. Oraya götür buraya getir onu yap bunu yap. Sinir olmuyor değilim. Ama ne yapalım; Sabır! ‘‘Ya Toprak sana bir şey soracağım. Hani senin bana aldığın şu ayı.’’ ‘‘Evet, bir tanem.’’ ‘‘Senin hesabında aynısını gördüm. Sen bana Eren ile aldım demiştin ama ne bileyim.’’ Sonunda dayanamayıp sordum. ‘‘Evet, doğru söyledim. Aynısından vardı ama sana verdiğim beyaz renk. Hesaptaki krem rengi. O yeğenimindi. Ablamın kızının.’’ ‘‘Anladım, tamam canım.’’ En azından sorup öğrendim. Toprak konunun Neva ile ilgili olup olmadığını öğrenmeye çalıştı gerçi ne kadar saklasam da anladı. Ne olursa olsun ben o küçük kıza bir söz verdim. Sevdiğimi kaybetmeyeceğim. O yüzden hiç kimseyi dinlemeyeceğim.’’
Evin önüne gelince Toprak’a sıkı sıkı sarıldım. Keyfimiz acayip yerindeydi. Akşam kafede buluşmak için sözleştik. Tam arabadan inecekken Toprak’ın parfümünü gördüm. Aklıma çok güzel bir fikir gelmişti. ‘‘Aşkım bu parfümü alıyorum akşam getiririm sana.’’ ‘‘Ne yapacaksın?’’ göz kırptım. ‘‘Bana aldığın kocaman ayı var ya, biraz kokunu ona bulaştıracağım. Kokunla uyumak güzel olacak.’’ ‘‘Sen nesin bilmiyorum ki… Seni seviyorum.’’ ‘‘Ben de seni bebeğim.’’ çoktan daireye girmiştim merdivenleri çıkmıştım bile. Kapıyı açar açmaz kızlara selam verdim. İçim kıpır kıpır ediyordu. İçeriye geçip bizim kocaman ayıyı aşağı indirdim. Çantamda ki parfümü çıkardım. Yanıma gelen Mısra ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Koltuğa oturdum. Neva çay içip içmeyeceğimi sordu. Atıştırmalık hazırlamışlar. ‘‘Yok yemeyeceğim. Afiyet olsun size.’’ ‘‘Güya kendimize kurallar belirledik uyan yok. Ne Pazar günü geziyoruz ne sofraya beraber oturuyoruz ne bir şey.’’ ‘‘Masanın üstüne mi çıkalım Neva. Masa yanımızda zaten görmüyor musun?’’ telefonumun titremesiyle gözlerimi telefona çevirdim. Toprak’tan gelen mesajı okudum. ‘‘Seni çok ama çok seviyorum. Mektubunu okudum. Sana ne kadar teşekkür etsem az. Sen benden hiç gitme olur mu?’’ ‘‘Olur.’’ Dedim. ‘‘Olsun,’’ dedi. ‘‘Sen de benden gitme.’’ Diye ekledim. ‘‘Olur,’’ dedi, ‘‘Olsun,’’ dedim. Parfümü ayıcığın üstüne sıktım birkaç defa. Kokusu sinsin istiyordum. Çok mutluydum. Ta ki Neva konuşana kadar. ‘‘Yaptığın ne şimdi?’’ ‘‘Toprak’ın parfümünü sıkıyorum.’’ ‘‘Vallahi kafayı yiyeceğim ben. Gelmiş parfüm sıkıyor. Allah bilir kaç sevgilisinden geri geldi bu ayıcık.’’ ‘‘Geldiyse geldi sana ne?’’ Güya sinirden kendini sıkıyor hanım efendi. ‘‘Neva haklı,’’ dedi Mısra. Anlaşılan ikisi bana oynuyordu. Dinlemedim onları. Parfümden tekrar ayının üstüne sıktım. ‘‘Biz parfüm kokusu koklamak zorunda değiliz. Koku eve siniyor. Sabah kalktığımızda parfümün kokusunu koklamak istemiyoruz.’’ ‘‘Neva derdin ne senin? Sen niye hiçbir şeyden memnun değilsin? Her şeyde bir şeyler buluyor tatsızlık çıkarıyorsun?’’ ‘‘Bu evde 3 kişi yaşıyoruz hatırlatırım.’’ ‘‘Gerek yok tatlım, biliyorum. Ayrıca sizi hiç ilgilendirmez. Canım istiyor sıkıyorum.’’ ‘‘Sen körsün gerçekten.’’ ‘‘Yeter ama Neva haddini bil.’’ ‘‘Neva bu konuda haklı Papatya. Bu yaptığın kişisel bir şey bizler bu kokuyu koklamak zorunda değiliz.’’ Allah beni bunlarla sınıyordu. Abi sevgilimin parfümünü bana aldığı hediyeye sıkıyorum kime ne? Tatsızlık çıkmasın diye alttan aldıkça tepeme çıkıyorlar. İnsan bir kere olsun arkadaşının yanında olmaz mı? Oysaki o mutlu olsun diye sevgilisiyle ona ne sürprizler hazırlardık. Karşılığı bu olmamalıydı. Tansiyon iyice yükseliyordu. Neva’nın sesi yükseliyor, kızgınlığı bu işi kavgaya götürecek hale geldi. ‘‘İnsan biraz düşünür. Bu evde iki kız arkadaşın daha var.’’ Bu kız ne demek istiyor. Neyi ima ediyor. ‘‘Ne demek istiyorsun sen?’’ diye sordum neyi ima ettiğini anlamaya çalışırken. ‘‘Sen Toprak’ın parfümünü sıkıyorsun biz koklamak zorunda değiliz bu bir, nefis denen bir şey var etkilenebiliriz.’’ Etkilenebiliriz mi? O… O ne demek? Ne duydum ben az önce? Kaşlarımı çattım duyduklarım karşısında. Parmak uçlarım sinirden titremeye yüz tutmuş parfüm şişesini zor tutuyordum. Duyduğum şey anladığım şeyle aynı olamazdı. Benim arkadaşım ne olursa olsun bu tarz bir düşünceye sahip değildi ya da ben şuan kendimi kandırıyorum. Öylece onun yüzüne bakakaldım. ‘‘Ne bakıyorsun öyle doğruyu söylüyorum. Biz kızız, bu kokudan etkilenebiliriz, duygularımız var sen gelip burada parfümü sıkıyorsun.’’ Midem bulanıyordu. Boğazıma kadar gelen ekşi tat geri gidiyor kusamıyorum. Gözlerim kararıyor, bedenim ise bir boşlukta kalmışçasına bilincim dışı hareket ediyordu. Ben bu cümleyi duymadım o da söylemedi değil mi? Hayır, söyledi. Sen de duydun papatya! ‘‘Etkilenebiliriz… Nefsimiz var… Biz kızız..’’ beynimin içinde gezinen bu cümleler beni mahvetti. Arkadaş dediğim insan karşıma geçmiş senin sevgiline âşık olabilirim diyor. Peki, soruyorum size bir arkadaş bunu nasıl diyebilir? Ya da biz böyle bir insana arkadaş diyebilir miyiz? ‘‘Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Söylediğin laf nereye gidiyor ?’’ ‘‘Evet duyuyor!’’ Sesler yükseldikçe yükseldi. Tartışma iyice büyüdü. ‘‘Yazıklar olsun sana Neva. Arkadaş dedim sana sen neler diyorsun bana. Lan senin sevgilin benim arkadaşımdı. Bırak sana böyle bir şey demeyi aklımın ucundan bile geçirmedim. Allah belanı versin lan! Amma gerdi seni Toprak ile olan ilişkim. Çek ellerini üzerimizden duydun mu? Elimden bir kaza çıkacak yoksa!’’ ‘‘Sen salaksın gerçekten camı çerçeveyi indireceğim sinirden.’’ Parfüm şişesini yatağın üzerine koydum. Bir hışımla Neva’ya dönüp ‘‘indir lan’’ dedim. ‘‘Anlamıyor adam seni kekliyor. Evden getirmiş ayıyı sana kör müsün sen ya?’’ Mısra, Neva ve ben iyice birbirimize girdik. Ev sahibi birazdan gelip kızabilirdi o derece yani. ‘‘Seni var ya parçalarım ben Neva. Ulan gelmiş bana nefsimiz var diyorsun beni çileden çıkarmayın ya.’’ Orospu! Aynen öyle iç ses. Sinirlerime hâkim olamıyordum. Neva’nın üzerine yürüdüm. Tam tokat atacaktım ki Mısra aramıza girdi. Başıma bir de bu kız çıktı. Tabi onunla mahalleden arkadaşlar ne bekleyebilirdim. Ama Neva artık gözümden düştü. Ben onunla bu eve çıkarak büyük bir hata yaptım. Dışarısı akşam olmuştu. Mısra’nın aramıza girmesiyle kavga büyümedi ama benim olan nefretim büyüdü. Uzunca bir süre sessiz aldık. Tüm bu olanların bir rüya olmasını istiyordum ama maalesef gerçeğin ta kendisiydi. Aklıma Toprak geldi, Toprak kafede beni bekliyordu büyük ihtimalle. Telefonumu aramakla geçen zaman boyunca inceden atışmaya başladık. Sinirden telefonu koyduğum yeri bile unutmuşum. En son çantamın yanında buldum. Allah bilir oraya nasıl gitti… Artık dayanamayıp Toprak’a mesaj attım. ‘‘Toprak’’ ‘‘Efendim aşkım.’’ ‘‘Neredesin? Ne yapıyorsun?’’ ‘‘Kafedeyim, şimdi geldim dayı var bizim çocuklar var oturuyoruz. İyi misin sen?’’ ‘‘Sana bir şey soracağım bana doğruyu söyle lütfen.’’ ‘‘Sor’’ ‘‘Bana aldığın ayıyı evden mi getirdin? Eski sevgililerinden mi kalma? Bana doğruyu söyle.’’ ‘‘Seninle bu konuyu konuştuk. Anlattım ya. O ayıdan evde de vardı ama sana yeni aldım. evde bir şeyler oluyor belli. Neden bu konu bu kadar büyüdü?’’ Mesajı görüldü yaptıktan sonra Neva’ya döndüm kızgınlığından ödün vermeyen ses tonum ile ‘‘Yine konuştum Eren ile aldığını söylüyor. Evde ki ayı olmadığını söylüyor. Tamam mı?’’ Arkamı Neva’ya döndüğümde aklıma gelen anlık bir düşünceyle olduğum yerde durdum. Neva konuşurken ayıyı paylaştığı resme baktım, evden getirdim dedi. Bu kız Toprak’ın hesaplarını mı kontrol ediyor? Onu mu inceliyor? Hangi hakla ? Telefonuma ardı ardına mesaj yağıyordu. Göğsüme saplanan acı kımıldamama sebep olduğunda canım çok acıdı. Sanki kalbime bıçak saplanıyordu ama bu acının sırası değildi. Allah kahretsin bu kalp hastalığını. Burnumdan derin bir nefes alıp ağzımdan verdim. Bunu birkaç kez tekrarladım. Tamamen olmasa da acım biraz hafiflediğinde telefonumu açıp gelen mesaj ve aramalara baktım. ‘‘Neden cevap vermiyorsun?’’ ‘‘Papatya orada mısın? Bir mesaj yaz bir şey söyle.’’ ‘‘Açsana şu siktiğimin telefonunu merak ediyorum seni.’’ ‘‘Doğruyu söylüyorsun değil mi?’’ ‘‘Amına koyduğumun yerinde beni çileden mi çıkaracaksın sen? Ben seni merak ettim sen ne diyorsun? Tamam, inanmıyorsan at aşağı atacağım çöpe’’ Koltuğa oturup biraz daha sakinleştikten sonra mesajı tekrar okudum ve kendimden emin bir şekilde mesaj yazdım. ‘‘Hayır, tabi ki atmayacağım. Neyse ne… Neva senin hesabında görmüş evdeki falan dedi. Atıştık biraz. Hediyem yerinde…’’ ‘‘Neva’nın amacı ne? Sürekli bir pürüz çıkartıp duruyor. Ama benim sabrımı çok zorluyor bu işin sonu iyi olmayacak canımı sıkmasın.’’
Tartışmadan sonra gece doğru düzgün uyuyamamıştım. Sabah kalkınca üstümü giyinip evden çıktım. Kahvaltımı deniz kenarındaki kafelerden birinde yapıp sahil kenarına indim. Gece kalbimin acısı dinmemişti hiç. İyice düşünüp taşınmış Toprak’ın sözünün dinlemeye karar verdim. Ailemle konuşacaktım. Benim için çok zor olacak. Hiçbir şeyi böyle hayal etmedim ama umarım hayallerimden de güzel olur. Şiddetli baş ağrısı, boğazlarımın acısı yakamı bırakmıyordu. Strese, üzüntüye dayanamayan bünyem çöktü. Okulda çıkaracağımız çocuk dergisi için araştırmalar yaptık kızlarla. Akşam sahilde oturdum, kitap okumak istedim ama yapamadım. Tüm gün kendimi hayli yordum. Toprak ailesinin işi gereği köydeydi. Eve gidip dinlenmenin daha iyi olacağını düşündüm. Hava da serinlemişti. Evde kimse yoktu. Bir ağrı kesici içip kendimi koltuğa attım. Üşüyordum sanki. Elektrikli sobayı yaktım. Gözkapaklarım ormanın yeşilliğini örten gece misali örttü yeşillerimi. Başımda bir fısıltı duyar gibiydim. Bir şeyler mırıldanıyordu birisi. Güçlükle gözlerimi açtığımda Neva ve Mısra karşımdaydı. ‘‘Ateşi var gibi biraz’’ diyordu birisi ama kim olduğunu anlamamıştım. Anlamakta istememiştim. Yüzüme değen soğuk suyla irkildim. ‘‘Papatya hadi kalk hastaneye gidelim ateşin var.’’ Neva başımda duruyordu. ‘‘İstemiyorum, iyiyim ben.’’ Buna kendimde inanmıyordum. ‘‘Olmaz kalk ateşin daha çok çıkar havale geçirirsin.’’ Mısra bana destek olarak uzandığım yerden doğrulmama yardım etti. Biraz yürümenin iyi geleceğini düşündüm. Eğer doktora görünmezsen daha kötüleşeceğimi biliyordum. O yüzden gittim. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama yürümek iyi gelmişti. Kısa bir süre Neva’ya baktım. Bal renginde ki dalgalı uzun saçlarına baktım. İnce kaşları, yuvarlak yüz hatlarına… Sonra da karakterine ve kalbine baktım. Resmen ikili oynuyordu bunun başka bir açıklaması olamazdı çünkü. Ev ile hastane arası biraz uzaktı, yürümeden arabayla gideceğimizi söyledi. Ama hangi araba? Eczaneden ilaçlarımı alıp çıktığımda telefonundan bir numara tuşluyordu. Bir arkadaşını arayacakmış. ‘‘Kim bu arkadaş?’’ diye sordum. ‘‘Erkek mi?’’ diye soruma ekledim. ‘‘Evet, arabası var bizi bırakır.’’ Gecenin bu saatinde bir erkek bizi eve bırakacak ve benim bir sevgilim varken. Bunun mümkünü yoktu. ‘‘Yürürüm ben arabaya falan binemem. Benim bir sevgilim varken başka bir erkeğin arabasına binmek doğru değil.’’ Omuz silkti. ‘‘Hepimiz olacağız arabada Papatya. Zaten hastasın gelirken yürüdük. Arabayla iki dakika bile sürmez.’’ İkisinin de ısrarı üzerine pes ettim. ‘‘Bir daha asla böyle bir şey istemiyorum. Sırf saat geç diye kabul ediyorum.’’ Neva arkadaşını aramış iki dakika içinde gelmişti. İstemeye istemeye bindim arabaya. Ama ne arabaya baktım ne renk ne şekil diye ne de çocuğa baktım. Eve gelince yüzüne bakmadan araçtan indim ve eve girdik. Hiç halim yoktu ilaçlarımı içip yattım. Çok şükür sabah kendimi daha iyi hissediyordum. Kahvaltıdan sonra ilaçlarımı içip tekrar yattım. Halsizliğim ve ağrım daha geçmemişti. Kızlar temizliğe başlamış. Neva yanımda yerde oturmuş çamaşır katlıyor telefonunda son ses müzik açmış halde. Beni akşam hastaneye götürmüş hasta olduğumu bildiği halde son ses açmış. Ben boşuna ikili oynuyor demiyorum. Hiç sesimi çıkarmadım. Bana seslenmesiyle halsizce cevap verdim. ‘‘Bulaşıkları sen yıka!’’ olur efendim başka emriniz! Ya sabır! ‘‘Akşam beni hastaneye götüren sen, hasta olduğumu gören sen şimdi kalkıp iş mi yapayım. Bugün idare edin. Sonra yaparım.’’ Dedim kendimi uyumak için zorladım. Akşam uyandığımda ılık bir duş aldım. İnsan cidden çok rahatlıyor. Askılı şortlu pijamalarımı giyip oturdum. Pencereyi açtım serin havanın tenimi okşamasına izin vermek için. Islak saçlarım omzumu ve sırtımı serinletiyordu. Toprak’ın resmini açtım telefondan. Uzun uzun seyrettim onu. Sonra internetten yüklediği videosunu açıp sesini dinledim. Neva ve Mısra uyuyordu. Yarın annemle konuşacak Toprak ile olan ilişkimizi anlatacağım. Artık yetişkin biriyim. Üniversite okuyorum, yazarlık eğitmenliği yapıyorum. Onlarda farkına varmalı her şeyin. Kararımı verdim artık. Öyle ya da böyle zaten öğrenecekler. Yarın benim için büyük gün. Güzelce dinlenip kendimi toparlamam lazım. Hazır mıyım? Hazır değilim ama hazırım. Tüm cesaretimi toplamak zorundayım… Peki ya siz hazır mısınız? Benimle birlikte misiniz? Artık ailem Toprak ile olan aşkımızı öğrenecek. Bundan sonra neler olacak bilmiyorum. Siz bu süreçte benimle misiniz? |
0% |