@papatyakadin
|
Papatya kadın size eyifli okumalar diler 13.Bölüm Efulim Bir yük mü yüklendi omuzlarıma yoksa bir yük mü kalktı bilemedim
Okul çıkışı merdivenlerden inerken içimdeki heyecanı dizginlemeye çalışıyordum. Yorucu bir günün ardından rahatlatıcı bir şekilde sonlanmasını diliyordum. Kendimi düne göre daha iyi hissediyordum. İlaçlarımı aksatmamaya özen gösteriyordum. Bu hafta yazarlık eğitimi dersi bitiyor ardından sınavlar başlayacak. Sınavlardan önce bu konuşmayı yapmam gerekiyordu. Bu konuda Alin ve Lina bana destek çıkmaktan hiç vazgeçmediler. Yanımda olamasa da Sumru her daim desteğiyle kalbimdeydi. Sahile geldiğimizde denizin kokusunu çektim içime. Deniz bugün maviliğini biraz yitirmiş sonbaharın gelişini hissettiriyordu. Alin’e dönerek ‘‘O an geldi çattı arıyorum artık annemi. Dua edin bana,’’ dedim. Avuç içlerim terlemiş, kalbim ağzımda atıyordu. Ne olursa olsun yapmak zorundaydım. Rehbere girip annemin numarasını tuşladım ve karşı tarafın açmasını bekledim. Ve annemin sesini duyduğum an gözlerim Alin ve Lina’ya döndü. Bismillah dedim önce hal hatır sordum. Ablamı ve Arın’ı sordum. Oradan buradan derken artık konuya girmem gerekiyordu. ‘‘Anne,’’ dedim ve devam ettim. ‘‘Seninle konuşmak istediğim bir konu var. Onun için aramıştım.’’ Ellerim titrese yeterdi ayaklarım neden titriyordu? Bir banka otururken annem beni dinliyordu. ‘‘Birisi var anne. Biriyle tanıştım, konuşuyoruz okul başladığından beri. Yani birbirimize ısındık biz ailelerimize söylemeye karar verdik. Ben de bugün sana söylemek için aradım.’’ Oh be! Bir nefeste söyledim gitti. İnsana ecel terleri döktürüyorlar. ‘‘Babana söyle kızım ben bir şey diyemem.’’ Ve annemden tam beklediğim hareket. Sinir oluyorum gerçekten bir anne gider kocasıyla kendisi konuşur. Nerede görülmüş bir kızın babasıyla konuştuğu. Bu sefer sinirden titriyordum. ‘‘Anladım zaten hayatında biri olduğunu. Baban iştedir akşam konuşursun.’’ Sen ne halta yarıyorsun acaba anne? ‘‘Valla ben konuşamam o iş senin, sen konuş. Artık üniversitedeyim. Gelmişim kaç yaşıma çocuk değilim.’’ Annem tamam dedikten sonra telefonu kapattım. Ben bilmez miyim malımı… ‘‘Bir yük mü yüklendi omuzlarıma yoksa bir yük mü kalktı bilemedim kızlar.’’ Saçlarımı geriye atarken Lina ‘‘İyi yaptın. Bakalım bundan sonra Neva ne yapacak? O düşünsün.’’ Telefon avucumun içinde beklemediğim anda çalınca irkildim. ‘‘Toprak arıyor.’’ ‘‘Açsana merak ediyordur.’’ Alin’e gülümseyip telefonu açtım. ‘‘Efendim canım,’’ dedim karşıdan gelen ses tüm stresimi unutturdu. ‘‘Canını yerim senin. Ne yapıyorsun? Sahile geldim şimdi merak ettim ne yaptın?’’ ‘‘Konuştum canım sen neredesin göremedim seni.’’ Gözlerim Toprak’ı ararken tam karşımda belediye binasının önünde lacivert arabasıyla kulağında tuttuğu telefonuyla şoför koltuğunda oturuyordu. Kızlara ‘‘birazdan geliyorum’’ diyerek yanlarından ayrıldım. ‘‘Gördüm, geliyorum.’’ Hızlı adımlarla arabanın yanına geldim. Kapıyı açıp koltuğa yerleştim. Toprak pür dikkat gözlerime bakıyordu söylesene ne oldu dercesine. Bu adamın yanında konuşamıyorum. Kilitleniyorum gözlerine, yanına geldiğimde buram buram burnuma dolan kokusuna. Kirpiklerini seyretmekten konuşmayı unuttuğumu fark ettim. Konuşmam gerekiyordu. Saçlarımın bir tutamını kulağımın arka kısmına attım. ‘‘Annemle konuştum az önce. Bir şey demedi. Babamla konuşacak bakalım. O da anlayış gösterecektir eminim.’’ Toprak’ın gözlerinin içi gülüyordu. Rahatlamıştı. Gülümsemesi yüzüne yayıldığında aha dedim güneş parlıyor. Günüm aydınlanıyor. ‘‘Annen babanı ikna eder bir şey derse merak etme. Sevindim valla. Bundan sonrasını Neva düşünsün.’’ Yanağıma bir buse kondurdu. Dudakları yanağımdan ayrılmadan boynuna sarıldım. Kollarıyla bedenimi kavradı. Onun bana sarılmasını çok seviyorum. Keşke saatlerce bu anda kalabilme şansım olsaydı. Saçlarıma bir öpücük kondurdu. Yüzümü avuçlarının içine aldı ‘‘Benim biraz işlerim var bitince mesaj atarım sana kafede buluşuruz olur mu?’’ dedi. Tebessümümle eşlik ederken kahve gözlerine ‘‘Olur’ dedim. ‘‘Kızlarla biraz dolanırız eve geçeceğim sonra haberin olsun.’’ ‘‘Olsun’’ dedi. Gülümsedim. ‘‘Olsun.’’ Arabadan inip kızların yanına geçtim. Şimdilik atlatmıştık bakalım sonra neler olacak? Soğuk bir şeyler içtik sahile karşı bir kafede oturup. Proje çalışmaları için eksik kalan malzemelerimiz vardı. Bir liste hazırladık beraber. Kızlar eksikleri kendileri alacaktı. Boş bir vakitte birlikte planlamak için sözleştik ve ayrıldık. Ben de boş durmayacak araştırmalar yapacaktım. Bir yandan da annemden haber bekliyordum. Kızlar çarşıya geçerken ben de eve gelmiştim çoktan. Biraz uyudum. Uyumak dinlendirdi beni. Telefonumu alıp bizim yazarlık grubuna girdim. Hafta sonu eğitim bitiyordu. Sonra sınavlar başlıyordu ve benim şimdiden çalışmaya başlamam gerekiyordu. Ama öncesinde mutfağa girip yemek hazırlamam lazımdı. Kendime bir tost yapıp masaya oturdum. Telefonumdan Toprak’ın resmini açıp telefonu duvara yasladım. Birlikte yemek yiyecektik! Ne yapayım çok seviyorum çok! Buzdolabından çıkardığım meyve suyunu bardağa aktardıktan sonra afiyetle karnımı doyurdum. Yanağındaki benine öpücük kondurdum. Çantamdan sigara paketimi çıkartıp bir sigara yaktım. Saat dörde geliyordu ve yemek yapmam lazımdı. Kızlar geç gelecek bugün dersleri çoktu. Dudaklarımın arasında duran sigaranın dumanı mutfağı doldurdu. Camı açıp biraz havalandırdım. Sigaram bitince kül tablasına koydum. Ellerimi yıkadım ve telefondan bir şarkı açtım. Soğanları küp küp doğrayıp kenara koydum. Biberleri, domatesi ve tavuğu da doğradım. Tencereye yağı koyup kızdırdım. Sebzeleri pişirdim. Ardından salçayı ve tavuğu koydum, baharatlarını ekleyip pişmeye bıraktım. Diğer yandan pilav için şehriyeleri kavurdum ve pirinçleri ekledim. Pirinçleri biraz kavurduktan sonra suyunu ekledim ve pişmeye bıraktım. Bardağıma meyve suyu koyup içmeye başladım. Müziğin değişmesiyle telefonumun çaldığını anladım. Arayan tabi ki sevgilimdi. ‘‘Efendim,’’ dedim. ‘‘Aşkım kafedeyim sen de gelsene.’’ Hayda yemekler pişiyordu ama nasıl olacak şimdi? ‘‘Kuzum yemek pişiyordu ama bilemedim ki şimdi.’’ Bir of sesi duydum. ‘‘Gel ama ya bana ne? Seni görmek istiyorum.’’ Kalbimsin adam! ‘‘Tamam, pişmediyse de gelince pişer artık napalım hemen geliyorum.’’ Telefonu kapatınca yemekleri kontrol ettim. Aslında pişmişlerdi. Üzerime siyah hırkamı alıp kafeye geçtim. Bizimkiler de sohbet koyuydu anlaşılan. Keyifler yerindeydi çok şükür. Selam verip içeri girdim. Toprak sigarasını söndürürken geldiğimi görünce gülümsedi. Onun gülümsemesi içimi ısıtıyordu. Yengenin getirdiği çayları yudumlarken kahkahalarımız kafenin içini sarıyordu. Toprak ellerimi tuttu. Avuç içlerimi dudaklarına getirirken onu seyrediyordum. İki avucuma da birer öpücük kondurdu. ‘‘Ellerin mis gibi yemek kokuyor.’’ Parlayan gözbebeklerine aşkla bakıyordum. ‘‘Yemek yapıyordum ne yapayım…’’ dedim omuz silkerken. ‘‘Desene çok şanslıyım. Bu güzel kadın bu güzel ellerle bu sevgiyle bize çok güzel yemekler yapacak.’’ Gülümsemem yüzüme yayıldı. ‘‘Bize derken’’ dedim. ‘‘Bize işte; bana ve çocuklarımıza’’ gözlerim doldu. Biz ve çocuklarımız. Çocuk konusunda çok hassastım. Kendimi bildim bileli çocuklara karşı çok büyük bir sevgim var. Hatta o kadar büyük bir sevgi ki en büyük hayalimden biri ANNE OLMAK! Zaten çok bir hayalim yok; Toprak olsun yanımda bir de öğretmen olayım yeter bana. Çocukluğumda da bebeklerimle oynar onlara kıyafetler giydirir benim bebeğimmiş gibi oynardım. Annesi olurdum bebeğin. Bir gün anne olacak kendi bebeğime bakıyormuş, seviyormuş gibi oynardım. Bir kız çocuğu istiyorum özellikle. Nedendir bilmem. Gülücük sesleriyle dünyam dolsun, kokusuyla huzuru yanı başımda hissedeyim. Kucağımda uyurken ninnileri fısıldayayım kulağına… Anne deyişi dolsun kulaklarımda… Dalıp gittiğim düşünceleri Ateş’in sesi böldü. ‘‘Hareketlenelim biraz. Oyun havası açıyorum oynayalım.’’ Toprak bir sigara daha yaktığında Şule çayını bitirmişti. ‘‘Horon biliyor musun Papatya?’’ ‘‘AA sen de soruyorsun Şule, horon benden sorulur.’’ Büyük bir gururla konuşmuştum. ‘‘O zaman Ateş bir horon açsın bizde bir horon tepelim havamız değişsin.’’ Şimdi keyiflenmiştim işte. ‘‘Bak bu çok güzel olur.’’ Şule ile beraber oynuyorduk. Ateş ve Toprak bizi seyrediyordu. Şule’nin oynama tarzıyla benim oynama tarzım arasında sadece bir ayak atış farkı vardı. Şule sol ayağını öne atarken biraz daha öne atıp kıvrakça çekiyordu. Geri. Biz öyle yapmıyorduk. ‘‘Var var Papatya’da Karadeniz havası var baksana.’’ Ateş Toprak’a beni göstererek konuşurken biz oynamaktan nefes nefese kalmıştık. Biraz soluklanmak için oturduk. ‘‘Papatya oynamayı çok seviyorsun galiba?’’ saçlarımı geriye atarken Ateş’e cevap verdim bir yandan. ‘‘Hem de çok severim. Çok da oynarım.’’ Ateş bilgisayardan hareketli şarkılar seçerken bir yandan konuşmaya devam ediyorduk. ‘‘Oyun havası açayım mı? Gelin damat şarkısı var ya oy gelin oy damat… Buldum bile.’’ ‘‘Papatya ben oturayım sen de karşımda oynasana.’’ Toprak yeni bir sigara yakıp sandalyeyi ortaya çekti. Ateş şarkıyı açınca ben de başladım oynamaya. Etrafında döne döne oynarken gözlerinin içi gülüyordu. Acayip neşeliydi. O neşeli oldukça ben daha da keyifleniyordum. Herkes kenara geçmiş bizi seyrediyordu. Gülerken gözlerinin içinin parlamasını neye borçluyuz sevgilim? Böyle güzel gülünmez ama… Toprak’ ta ayağa kalkarak sandalyeyi kenara koydu ve başladı benimle oynamaya. Hafif kalça hareketlerimle biraz cilveler yaptığım doğruydu. Seviyorum ama napiyim. Etrafımda dönüyor Toprak’a cilveler yapıyordum. Şarkının bitmesiyle yerlerimize oturduk. Stres atmış biraz olsun kendime gelmiştim. Bu adamla olup mutlu olmamak imkânsız. Onunla geçirdiğim her an çok kıymetli benim için. Anlatılmaz yaşanır denilen şey bu olmalıydı. Bazen kelimelere dökemezsiniz hissettiklerinizi çünkü hiçbir kelimenin gücü ifade etmeye yetmez… Kelimelerin bile ifade edemediği bir aşk besliyordum ona karşı. Gülmeyi onda öğrendim. Sevgiyi onda tattım, değerli hissetmeyi onunla gördüm ben. İlklerimi onunla yaşadım. Ben onun cennet kokulusuydum. Gülüşümden öpen adamdı o. Parmaklarım dudak kıvrımımda dolanırken o gün gözümün önünde canlandı. O ilk gün ben denizi seyrederken onun beni seyretmesi… Sahilde onun kollarında güvenli bir limanda hissettiğim o gece… Şu an şapşal gibi gülüyordum aklıma o günler geldikçe… Yarın babamla konuşacaktım. Annem sağ olsun her zaman ki gibi her şeyi tek başıma yapmam için elinden geleni yapıyordu. Bir gün olsun yanımda olmayacak mı çok merak ediyorum. Anneniz ya size sizden daha yakın kim olabilir ki? Anneniz bile yanınızda değil. Tüm sorumluluklar sizin omuzunuzda. İyi de bu omuz çürür bir gün. Onunla geçirdiğimiz güzel günden sonra eve gelmiş klasik rutinler yaşanmış pencere kenarında oturmuş düşüncelerimle boğuşuyordum. Bu düşüncelerimi Neva böldü. ‘‘Eşyaların düzenini değiştireceğiz yarın sen de yardım et.’’ Ben bu kızı öldürürüm arkadaşlar. Tek kaşımı havaya kaldırdım, oldukça soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladım. ‘‘ Geleneksel eşya düzenlenmesi falan var da benim mi haberim yok… Ya da farz mı şart mı?’’ her zamanki gibi Neva’nın ateş püsküren bakışları her yere alev saçmak için bekliyordu. ‘‘Biliyorsun ben sevmiyorum.’’ Gırtlağına yapışmam an meselesiydi. ‘‘Bu evde yaşayan iki kişi daha var. Sen kendi keyfine göre hareket edemezsin. Ayrıca bu ev kira bizim evimiz değil. Eşyalar bize ait değil. Her hafta bu şekilde eşya değiştiremezsin. Kırılır bir şey olur bize patlar. Ayrıca yeter ne neredeydi karıştırıyorum ben rahatsız oluyorum ağır eşya kaldıramam.’’ ‘‘Bu evi ben tuttum siz değil. Gidin bakın bakalım sözleşmede kimin adı geçiyor.’’ Oturduğum yerden kalktım. Gözlerimi gözlerine diktim. ‘‘Öyle mi canım, o zaman kirayı da kendin verirsin. Bu evde ortak yaşıyorsak ve biz de para sayıyorsak tek başına bu evi ben tuttum diyemezsin. Vermem kira ödersin o zaman. Kes sesini işine bak.’’ ‘‘Ben de bunu senin yanına bırakmayacağım.’’ Hoşt köpek! Yanıma bırakmayacakmış. Yarın görüşürüz seninle. Ona cevap verme tenezzülünde bulunmadım. Maviş’i yanıma alıp yatağıma yattım. Hiç ayırmazdım pandayı yanımdan. Onunla uyurdum onunla uyanırdım. Kahvaltı, diş fırçalama gibi rutin işlerimizi hallettik. Akşamdan ördüğüm saçlarımı açtım. Kıvırcık saça aşırı ilgim var. Sık sık yapar böyle saçıma değişik hava katarım. Saçlarım uzamıştı omuzlarımı geçiyordu. Saç spreyimi saçlarıma uzaktan sıkıp tarakla üzerinden geçtim. Ay çok güzel oldum ben ya kızıl kıvırcık saçlarımla. Kırmızı gömlek elbisemi giydim. Kahverengi düğmeleriyle aynı renk kemeri takıp çekmeceden kırmızı ojelerimi çıkardım. Bizim kızlar fısır fısır bir şeyler konuşuyordu. Umurumda mıydı hayır! Ojelerimi sürdükten sonra biraz makyaj yaptım. Neva’nın sesi kulaklarımı tırmalıyordu. ‘‘Bugün temizlik yapacağımızı söylemiştik. Eşyaların yerini değiştireceğimizi biliyorsun.’’ ‘‘Dersim var dersten sonra da işlerim var. İşlerimden sonra da işim var. Ayrıca dün açıklamasını yaptım. Ağır falan kaldıramam eşya kaldıramam. Keyfiniz istiyorsa siz yapın.’’ Çantamı alıp kapıyı çarpıp çıktım. Okulun yolunu tuttum. Sadece iki dersimiz vardı. Okuldan sonra yurda uğrayıp Alin’in notlarını alıp ders çalışmayı planlamıştık. Tabi bir de babamla konuşacaktım. Hayat işte size her şeyi tek başınıza yaptırmayı öğretiyor. İnsanın destekçisi olmuyor arkasında. Nasıl içten dua ettiysem ders erkenden bitti. Bir an evvel babamla konuşmayı yapıp bitirmek istiyordum. Alin notlarını alıp gelmişti yanıma. Aşağıda bankta oturuyorduk. ‘‘Alin ben nasıl söyleyeceğim. Ya bir kız babasına söylemez ki bu annenin görevi.’’ Sıkıntıyla nefes verdim. Bendeki baba bildiğimiz babalardan değildi. Padişah bizimki kanunları olan padişah. İyi olduğunu zanneden sonucu kötülüğe dokunan padişah. Ellerim titriyor avuç içlerim terliyordu. Kalp atışımın hızını anlatmam mümkün bile değildi. Numarayı tuşlayamıyorum. Vücudumu sıcak bastığında yangının içindeyim zannettim. Yapacaksın Papatya! O küçük kıza bir söz verdin tutacaksın. Toprak için aşkınız için yapacaksın. Kendime verdiğim gazla artık her şey çok geçti. Çalıyordu.! Telefon açıldı, yutkundum. Alin’in elini sımsıkı tutuyordum. Hal hatır sormalar falanlar filanlar konuşuldu. Bir türlü konuya girememenin sancısı karnımdaydı. Sanırım öteki tarafın yolcusuydum. Derin bir nefes aldım içime ateş püskürüldü sandım. Hadi Papatya. ‘‘Şey baba… Annemle bir şey konuştum dün.’’ Babam dinliyordu. Konuşsana be adam ben de bir nefes alayım. Konuşmuyordu ben konuşmaya devam ettim. ‘‘Şey annem anlattı mı sana?’’ ‘‘Evet anlattı. Birisi varmış. Yani tamam hayatında biri olabilir ama sana mantıklı geldi mi bilemedim.’’ Kaşlarım çatıldı. Anlamadım ne demek istediğini. ‘‘N.,, Nasıl anlamadım.’’ ‘‘Çok uzak kızım. Samsun nerede İstanbul nerede. Ben o kadar uzağa verme taraftarı değilim. İyi düşün taşın.’’ ‘‘Olsun baba mesafeden ne olmuş ki… Bundan daha önemli olan konular var. Hele bir tanışın.’’ İçimde öfke duygusunun tohumları yeşeriyordu. Siksinler mesafenizi sizin! ‘‘Bilmiyorum pek mantıklı gelmiyor bana.’’ dedi babam ve ekledi. ‘‘Yine de bir tanırız ama şimdiden söyleyeyim kendini kaptırma, çok bağlanma.’’ Sinirle soludum. Baş üstüne padişahım. ‘‘Tamam baba, bakarız.’’ Dedim konuşmanın bir an evvel bitmesini umarak. ‘‘İyi bakalım kızım, iyi tanıyın birbirinizi.’’ Klasik nasihatler dinlemekten hemen kaçmalıydım. ‘‘Öyle baba biz Alin’le ders çalışacağız iyi günler.’’ Deyip telefonu kapattım. ‘‘Uzaklığı sorun etti sadece Alin.’’ Dedim döktüğüm ecel terlerimi silerken. ‘‘Hallolur o kanka bakma sen. Bak en azından artık haberleri var. Bir şey de demedi.’’ ‘‘Demeyeceği anlamına gelmiyor. İyi mi oldu bilmiyorum ama…’’ Alin sırtımı sıvazlayarak ‘‘Oldu merak etme sen’’ dedi. Okula gidip saatlerce ders çalıştık. Bir sürü not kâğıtları birikti. Sınavlar bu hafta başlayacağı için çok çalışmalıydık. Öyle de yapıyorduk. Elimizi yüzümüzü lavaboda yıkadıktan sonra kantine indik. Bir soğuk kahve içip rahatladık. Sırtıma birinin dokunmasıyla irkildim. ‘‘Korkuttum mu?’’ dedi. Arkamı döndüğümde Şule’yi görünce kendime geldim. ‘‘Allah iyi etsin seni kız korktum valla. Ne zaman geldin sen?’’ gülerek yanımıza oturdu ‘‘Yeni geldim canım, beraber geçeriz kafeye diye konuşmuştuk. Unuttun mu?’’ Ah tabi ya… Babamla konuşmanın stresi, dersler derken unutmuştum. Alin’e de bizimle gelmesini teklif ettim. Hem akşam yemeği için bir şeyler atıştırırdık. Allahtan Neva gibi değil. Her anımda yanımda oluyor bana destek çıkıyordu. Hep beraber kafeye gittik. Akşamın serinliği günün tüm stresini atmama yardımcı oldu. Kafenin üst katında oturuyorduk bu akşam. Toprak ile koltuğa oturmuş bugün babamla olan konuşmamı anlatıyordum. ‘‘Eee ne dedi?’’ Ağzını yüzünü yicem bu adamın ama yaaa… Çok tatlı gülüyor. ‘‘Olumlu karşıladı. Sadece mesafe uzak diye sitem etti biraz.’’ Toprak’ın gözleri sevinçten büyüdü. Onu böyle görmek beni çok mutlu ediyordu. ‘‘Olur, o bir şey olmaz. Artık annen baban biliyor ve onayladılar…’’ ‘‘Evet, aşkım resmen artık biliyorlar…’’ Toprak’ın şen kahkahaları doldurdu etrafı. Onun kendine has bir gülüşü var. Ne zaman nerede olsam onu gülüşünden tanırım. Onu ne kadar görmesem aradan uzun yıllar da geçse ben onu gülüşünden tanırdım. Ellerini belime doladı kendine has olan gülüşüyle… Çok mutluydu. O kadar çok mutluydu ki bu adam mı beni sevmiyormuş dedim. Biliyorum beni seviyor. Gülüşlerimin sesini gülüşlerine kattım. Kendine çekti, kocaman sarıldı bana. Usulca sokuldum koynuna, sarıldım boynuna. Biz kazanacağız sevgilim. Sen yeter ki bırakma beni. Ona sarılmak bana verilmiş büyük nimet. Çünkü ona sarılınca bütünleşiyor ruhum, o zaman tamam oluyorum. Yengeye yiyeceğimiz yiyeceklerin siparişini verdik. Cebimde titreyen telefona baktığımda bizimkiler arıyordu. Artık içim rahattı. Bu rahatlıkla açtım telefonu. Şule merdivenleri çıkıp yanımıza doğru gelirken Toprak ise yanımda elimi tutuyordu. İkimizde çok mutluyduk. Şule hamburgere ketçap mayonez ister misin diye sorunca onu sadece ketçap olsun diyerek cevapladım. Bir yandan bizimkilerle konuşmaya devam ediyordum. Her şeyin güzel olmasını umuyordum. Telefonu kapatmış hamburgerlerimizi yemiştik. Toprak benimle eve kadar gelmişti. Aslında çok yakındı üç dört dükkân ilerideydi. Kendimin gidebileceğini söylesem de kendisi eşlik ediyordu. Hoşuma gidiyordu. Birbirimizi öptük. Ben binaya girmeden gitmiyordu. Önce ben binaya girdim, kapıyı kapatmadan önce el salladım. O giderken ben de merdivenleri çıkıyordum. Çantamdan anahtarı çıkarırken daire kapısına gelmiştim. Saçlarımı geriye attım. Anahtarı kapının kilit yerine geçirdiğimde anahtarın dönmediğini fark ettim. ‘‘Allah Allah ne oldu şimdi?’’ kendi kendime söylendim. O kadar uğraşsam da anahtar kesinlikle ne tam olarak yuvaya giriyor ne de dönüyordu. Zile bastım açan olmadı. Kapıya vurdum. Sonra içeriden gelen seslere kulak verdim tekrar kapıyı çalmadım. ‘‘Giremiyor bak.’’ Neva’nın sesiydi bu. Tabi ya şimdi anladım. Onunla tartışırken kira sözleşmesinde benim adım falan yazıyor demişti. Onlarla eşya değiştirmedim diye yaptı bunu. ‘‘Kapıya nasıl vuruyor?’’ ses uzaktan geliyordu çok anlayamıyordum. Mısra bir şeyler söyledi. Kapıya daha sert vurdum. ‘‘Sen aç bu kapıyı bak ben seni ne yapacağım’’ sinirle söylenirken durmadan kapıyı elimle vuruyordum. Her seferinde daha sert. En sonunda açtı kapıyı. ‘‘Gördün mü ev kiminmiş?’’ Bir hışımla içeri girip kapıyı sertçe kapattım. Mutfağa giden Neva’yı takip ederek ben de mutfağa geldim. ‘‘Senin derdin ne? Sen hangi hakla böyle bir şeye cesaret edersin? Sen benden belanı mı arıyorsun kızım?’’ Mısra’ya döndüm. ‘‘Sen de uyuyorsun buna ikiniz işbirliği mi yapıyorsunuz?’’ sinirime hâkim olamıyorum. Şu an bu evi onların başına yıkabilirdim ama kiradaydık ve eşyalara dokunamazdım. Ben çok büyük bir hata yaptım. Onunla bu eve çıkarak çok büyük bir hata yaptım. Bu ev kâbusum oluyordu. Oysa ne umutlarla gelmiştim. Ne düşünmüş ne ile karşılaşmıştım. Mısra susuyordu. Neva karşımda son derece umursamazlığıyla duruyordu. Sesimiz ev sahibine kadar gidiyor muydu bilmiyordum. ‘‘Madem öyle bundan sonra görüşürüz. Bunun hesabını sormazsan ben de Papatya değilim.’’ ‘‘Sen de devam et böyle babanla konuşayım da görürsün.’’ Beni babamla tehdit ediyordu. Ona tokat atmak için elimi havaya kaldırdığımda sıkışan kalbim buna engel oldu. Hayır, zamanı değildi şimdi. Elimi kalbimin üzerine koydum. İnsan neyin var diye sorar ne olursa olsun destek olurdu. Kalpsiz ne olacak. Gerçi artık ondan bir şey istemiyorum. Odaya geçip camı açtım. Nefes alamıyor boğuluyordum. Masanın üzerinde duran tokayı alıp saçlarımı topladım. Telefonum çalıyordu ama bakacak durumda değildim. Çantamda şişe su olduğunu hatırladım. Fermuarını açıp yarıya kadar su dolu şişeyi aldım. Mısra kapıya vurmuş iyi olup olmadığımı soruyordu. Gitmesi gerektiğini söyledim. Şişenin kapağını açtım ve suyu hemen yüzüme döktüm. Pencerenin kenarına geçip başımı gökyüzüne kaldırdım. Sakinleşmeliydim. Tamam dedim geçecek. Sakin ol kızım. Neleri tek başımıza atlattık biz bunu mu atlatamayacağız. Kaç geceyi böyle geçirdik. Kaç sabahları zor ettik. Her şey geçecek, her şey güzel olacak Papatya. Toprak’ı düşün. Biraz daha sakinliyordum. Toprak beni çok seviyor. Bugün nasıl mutluydu çocuklar gibi. Sadece güzel şeyleri düşünmeye çalıştım. Kalbimin acısı dinmiş, nefes alabiliyordum. Üzerimi değiştirip pijamalarımı giydim. Kendime bir şişe su doldurup kapıyı kapatıp yatağa uzandım. Tekrar su döktüm yüzüme. Telefonu elime aldım. Parmaklarım tuşların üzerinde dolaşmaya başladı. Toprak aramış daha sonra da mesaj yazmıştı. Ona anlatmalı mıydım bilmiyordum. Nereye kadar olanları saklayabilirdim ki? Sumru’ya yazmayı düşündüm, onunla konuşmalıydım. Hemen mesaj atıp Toprak’ın mesaj sayfasını açtım. Az önce olanları anlattım. ‘‘Yurda geç sizinkilerle konuş. Ben de destek olurum sana. Onun bu hadsizliğine susma. Onu elbet görürüm ben soracağım derdi ne?’’ ‘‘Şuan için yurt konusunu konuşamam da dur bakalım her şeyin sırası gelecek.’’ Uyumak istediğimi söyledim. Sumru yazmayınca müsait olunca yazar diye düşünüp telefonu yanıma koydum. Uykunun rehavetine kapılıp gözlerimi kapattım mavişin yanında.
Sabah kalkıp kahvaltımı yaptım ve soframı topladım. Dişlerimi fırçalayıp üzerimi değiştirdim ve okula gitmek için çıktım. Bundan sonra böyle olacak. Onların masraflarına karışmayacak yeme içme ihtiyaçlarımı kendim dışarda karşılayacaktım. Sadece fatura ve kira ödemesini yapacaktım. Öyleyse böyle. Kendimi derse de veremiyordum. Bu gerginlik Toprak ile arama yansıyordu son zamanlarda. Şule ile konuşmuş Neva ile ayı meselesinde ki kavgayı anlatmıştım. Neva’nın hadsiz konuşmalarını. O da Ateş’e anlatmış. Üzerine bu kavga. Kendimi çok sıkışmış hissediyordum. Dersleri bitsin diye iç geçirerek geçirmiştim. Ders çıkışı kızlarla sahile gidecektik. Biraz kendime zaman ayırmalıydım. Toprak’a mesaj attım. Kızlarla sahile doğru yürümeye başlamıştık. Neva ile tartışmalar bitmeyecek bilmiyorum. Artık sabrımda yoktu. Toprak onunla vakit geçirmemi istiyor. Neva ise onunla vakit geçirmememi. Peki ya ben? Benimde ihtiyacım vardı. Umarım Toprak alınmaz diye düşündüm. Deniz göründü. Derin bir oh çektim. Şule ile mesajlaşıyorduk bir yandan. Toprak’ın moralinin bozuk olduğunu söylüyordu. Zaten biliyordum. Onlarda sahile geliyormuş. Toprak haklıydı. Okula gittiğim zamanlar görüşemiyorduk haliyle. Okul dışı zamanlar da benimle olmak istiyordu. Neva ile olanlar onun da moralini bozuyor. Bu düşüncelerimi arkamdan seslenen Şule bozdu. Ateş’in koluna girmiş yürüyorlardı. Toprak ise yüzü asık tek başına geliyordu. Canımın içi. ‘‘Selam!’’ ‘‘Selam!’’ Toprak pek bakmıyordu bana. Sahilin sağ tarafına doğru yürümeye başladı. Lunapark oyuncaklarının olduğu tarafa. Alin ve Lina bana göz kırptılar. Git peşinden dercesine. Şule ise bir adım geriye giderek bana yol açtı. Toprak’ın gittiği yere doğru gitmeye başladım. Aramızda mesafe vardı. Ona yetişmeye çalışıyordum. ‘‘Toprak’’ diye seslendim ama hiç oralı olmuyordu. Gondolun bulunduğu yerden geçerken demiri tutarak ilerledi. Hmm bizim haylaz çocuğun canı oyun oynamak istiyor anlaşılan. Kıkırdadım. Tekrar seslendim. Zıp zıpların oradan da geçti. ‘‘E artık dur ama aşkım.’’ Çocuk gibi kaçıyordu. Tam bir yaramaz çocuk edasıyla bir o demirden tutuyor bir öbüründen. Resmen birbiriyle oyun oynayan çocuklar gibiydik. Deniz kenarında lunapark oyuncaklarının etrafında Yeşilçam filminde ki âşık çiftler gibi salına salına koşuyorduk. Sahi biz Yeşilçam filmi olsak hangi film olurduk? Bilemedim. Yüzünü görebiliyordum. İstediği olmayınca sevimli bir şekilde küsen çocuk gibiydi. En sonunda salıncağın yanına durdu. Salıncak karşılıklı duran yuvarlak içinde duran bir salıncaktı. ‘‘Yaramaz çocuk seni.’’ Yanına oturdum. Salıncak yavaş sallanıyordu. ‘‘İyi eğlendin mi bari?’’ diye sordum. Omuz silkti. Toprak’ın peşinden koşarken yorulmuştum. Toprak’ın konuşmaya pek niyeti yok gibi gözüküyordu. Ben de bu şekilde durmayı sevmiyordum. Elimi elinin üzerine koydum. Parmaklarım onun kocaman parmaklarının yanında küçük kalıyordu. Gülümsedim. ‘‘Parmaklarım küçücük kaldı senin parmaklarının yanında.’’ Alttan bakışlarıyla tuttuğum eline baktı. ‘‘Hı, öyle… Ama parmakların çok güzel ben çok seviyorum.’’ Parmaklarımı sıkı sıkı kavradı küçük parmaklarımı. Parmağımdaki yüzüğe baktı. Eliyle parmağımı okşayıp bana doğru döndü. Kahve gözlerinin içinde kayboldum anın akışında. ‘‘Seni seviyorum,’’ dedi. Ve devam etti. ‘‘Hep yanımda olsana sen?’’ hep sesini duyayım, yüzünü göreyim, elini tutayım. Sen yanımda olmayınca annesini kaybetmiş bir çocuk gibi oluyorum. Ne yapacağımı kestiremiyorum. Sen yanımda olunca o çocuk annesine kavuşuyor, yolunu buluyor. Sen varken evimdeyim Papatya, sen yokken evimden uzaklaşıyorum. Bu da beni üzüyor, kalbimi acıtıyor.’’ Gözleri doldu, sesi titredi. Yutkundum, dudaklarımı dilimle ıslattım. Yönümü biraz daha Toprak’a çevirdim. Parmaklarım daha sıkı tuttu parmaklarını. Derin bir nefes bıraktım havaya. Denizin kokusu Toprak’ın kokusunu yanına alıp burnumun ucuna doldu, hafif rüzgarda uçuşan saçlarıma hayran hayran bakıyordu. ‘‘İyi ki çıkmışsın karşıma, evini hiç terk etme olur mu? Sen benim içimdeki o kızın kahramanısın, Seni seviyorum.’’ Başımı göğsüne yasladım. Uzun kollarıyla beni kendine çekti. Saçlarıma sayısız öpücük kondurdu. Salıncak hafiften sallıyordu bizi. Çok huzurluyum onun yanında. Şu kokusu var ya sıcağın altında saatlerce susuz kalmışta kana kana suyu içince gelen o oh be rahatlığı gibi kalbimi rahatlatıyor. Bu koku sadece bana ait olmalı. Sadece ben bilmeliyim onun kokusunu. Gözlerimin önünde duran buğulu görüntüyü yok etmek için kapattım gözlerimi. Daha sıkı sarıldım Toprak’a, sadece onun kokusu ve Denizin dalgaların sesi ile ruhumu dinlendirmek için sessizce kaldım.
Toprak ile bugün akşam onlara gitmek için sözleştik. Siyah pantolonumu ve siyah kayık yaka şık bluzumu giydim. Saçlarımı ay kuyruğu yaptım. Küpelerimi ve yüzüğümü de taktığımda hazırdım. Takıp takıştırmayı çok seviyordum. Toprak’ın ailesiyle her şey iyi gidiyordu. İki ablasına belli aralıklarla çaya gitmiştik beraber. Muhabbetimiz iyiydi. Beni çok sevmişlerdi; Efsun hariç. Ben de onları sevmiştim. Efsun konusunda pek bir şey diyemeyeceğim. İçeri girdiğimiz de anne ve babasının elini öptüm. Efnan abi ve Eftal ile merhabalaştık. Salona geçip rahat koltuğa oturdum. Gözlerim kapıdaki Toprak’a bakmak için hareketlendiğinde duvarda sabit kaldı. Duvarda asılı duran çerçevede. Bir Toprak’a bir duvarda duran çerçeveye bakıyordum. Dudağımın kenarı kıvrıldı. Gözlerinin içi elmas gibi parlıyordu. Benim çerçeveye bakışım herkesin dikkatini çekmiş olacak ki onlarda çerçeveye bakıyordu. Toprak’a doğum gününde almış olduğum hediyeydi. Resmimizi çerçeveletip vermiştim. O da salonda ki duvara resmimizi asmış. Bu beni o kadar mutlu etti ki değer verdiğini önemsediğini hissettim tüm kalbimle. Bu ailenin buna sevgiyle karşılık vermeleri ayrıca mutlu etmişti beni. Toprak’ın annesi mutfaktaydı. Ben de yardım lazım olabileceğini düşünüp mutfağa doğru geçtim. Toprak’a gülümsememi yollarken. Toprak beni belimden kavrayıp kendine çekti. Yanağıma bir öpücük kondurdu. ‘‘Ya görecekler ayıp olacak öyle orta yerde öpülür mü Toprak?’’ küçük bir sitem ettim sevgilime. ‘‘Bu kadar güzel olma sen de sevgilim. Güzel olmuş mu çerçeve?’’ gülümsedim. ‘‘Çok mutlu oldum. Beklemiyordum böyle bir şeyi hiç. Gerçekten çok mutlu oldum teşekkür ederim.’’ Boyun girintime dudaklarını yaklaştırdığında değen nefesi ürpertti beni. Hiç rahat durmuyordu hiç! ‘‘Ben teşekkür ederim sevgilim. Annemle çayın yanına bir şey hazırlasanıza.’’ Benim için büyük bir zevkti. Seve seve hazırlardım. Toprak’ın kollarından ayrılarak mutfağa geçtim. Annesi kısır yapacaklarını söyleyince ben de malzemeleri çıkardım. Kısırlık bulgur yumuşayana kadar malzemeleri hazırlamıştım. Duyduğum bir sesle kapıya doğru yönümü çevirdiğim de kollarını göğsünde birleştirmiş kapıya yaslanmış bir şekilde Toprak’ı gördüm. Başını kapıya yaslamış beni izliyordu. Ben içeride olduğunu sanıyordum. Canım benim… Gülümseyip gözlerimi kırptım. Tezgâha geri dönüp malzemeleri karıştırdım. Ve kısır hazırdı. Toprak’ın annesi Cevher teyze bana kaseleri çıkarttı. Ben de kısırları eşit şekilde pay edip tepsiye koydum. Toprak hala kapıda beni seyrediyordu. Elimde ki tepsiyle kapıya doğru yürüdüm. Toprak önümden çekilmiyordu. ‘‘Sen artık bu evin gelini olsan ya’’ gülümsedim ve içeri geçtim. Toprak’ın beni bu şekilde seyretmesi çok hoşuma gitmişti. Kalbim adam! Çaylarımızı içip kısırlarımızı yedik. Bu adamın yanında zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum ve zaman geçsin de istemiyordum. Her şey güzel gidiyordu ama evde pek iyi gittiği söylenemezdi. Olsun en azından bu tarafta iyi gidiyordu. ‘‘Toprak yarın çarşıya ineceğim beni de arabayla bırakırsın’ dedi Efsun. Bu kadın neden her işinde bu çocuğu öne sürüyordu ki… Geçen gün arabayla çarşıdayken de gelmişti, kafede otururken de çağırmıştı ve kimse buna ses etmiyordu. Bir yaşında küçük bir oğlu vardı. Çok tatlıydı çok sevmiştim. Belki de çocuktan dolayı sürekli böyle Toprak’a konuşuyordu. Neyse Kızım başında zaten Neva gibi bir bela var bir de Efsun’u düşünme. Karışmamak en iyisi. Masayı toplamaya yardım ettim. Kaseleri tepsiye koyup mutfağa götürdüm. Efsun masayı silerken bana yapılacak bir şey kalmamıştı. Yavaştan kalkmanın zamanı gelmişti. Cevher teyzenin ve Bulut amcanın ellerinden öpüp Efnan abiye ve Eftal’le vedalaşıp kapıya doğru yürüdüm. Efsun kapıya kadar eşlik etti. Yüzünden okuyabiliyordum. Her şey yolunda gibi gözükse de içten içe kıskanıyordu. Benden pek haz etmiyordu. Efsun’dan hiç güzel enerji alamadım. Yine de her şeyin olumlu olabilmesi adına pozitif düşünmeliydim. Evden çıkmış arabaya binmiş biraz arabayla gezdikten sonra evin önüne geldik. Toprak’ın yanağına öpücük kondurdum. Toprak torpidoya doğru uzandığında ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Torpidodan küçük bir zarf çıkardı. Merakla onu izlerken ellerimi tuttu. Ben de aynı samimiyetle ellerini tuttum. Gözleri dudaklarımı bulduğunda ok geçmeden dudaklarının ıslaklığıyla buluştu dudaklarım. Dudaklarının tadını çok seviyorum. Nefeslerimiz birbirimizin teninde dolaşırken elime küçük zarfı koydu. Alnını alnıma yasladı. Sen bana böyle yakınken ben eriyorum. Elini tutup bak kalbime demek istiyordum. Bak nasıl atıyor senin yanındayken kalbimin ritmini nasıl değiştiriyorsun demek istedim. Dudakları konuşmak için aralandı. ‘‘Sen bana geçen gün bir mektup yazmıştın ya hani… Ben… Pek beceremem böyle şeyleri ama karşılıksız bırakmak istemedim. Sana yazdım. Öyle çok uzun değil ama işte… Evde okursun olur mu?’’ kurban olurum ben sana ama. Canımsın be adam. ‘‘Senin düşünmen yeter be adam, seni seviyorum,’’ dedim ona sarılırken. Bedenlerimiz ayrılırken Toprak’ın gözleri bizim evin camlarında kaldı. Aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyordum. Toprak Neva ile olanlardan sonra konuşacaktı onunla ama Neva yanaşmıyordu. Beni eve bırakırken suratının asıldığını gördüm. Ciddi anlamda Neva ile aramız iyi değildi ne kadar üstünü örtmeye çalışsam da geçiştirmeye çalışsam da gerçek buydu ve birazdan bu gerçekle yeniden yüzleşecektim. Eve girdiğimde ikisi ellerinde telefon koltukta uzanıyordu. Neva şeytan görmüş gibi bana bakıyordu. İçi kaynıyordu. Onun Toprak için nefsimiz var aşık olabiliriz dediği o günden sonra benim için bitmişti. Onlara bir şey demeden odaya geçecektim ki Neva’nın bana laf sokmasıyla yerimde durdum. ‘‘Birileri evi otel gibi kullanıyor. Saat kaç olmuş nerelerde?’’ ben bu kızı öldürsem kaç yıl hapis yerim acaba? Bunu bir araştırmam lazım. ‘‘Seni hiç çekemeyeceğim. Yarın sınav var benim için daha önemli. Siz ne haliniz varsa onu görün.’’ ‘‘Bir gün her şeyi göreceksin ama çok geç olacak. Toprak seni g.t gibi ortada bıraksın sen o zaman anlarsın. İnsan az gözünü açar. Onunla konuşurken başka kızla sevgiliymiş kız sana yazmış, gitmiş evdeki ayıyı getirmiş, daha ilk günden evini söyledin elini tuttun. Aç gözünü aç!’’ ‘‘Bitti mi?’’ dedim son derece sakinliği mi korurken. ‘‘Bir daha o ağzını bu konularda açma.’’ Tek kaşımı havaya kaldırmış sert bakışlarımı Neva’nın kahverengi gözlerine ok gibi fırlattım. ‘‘Sen görürsün!’’ dedi. Duymadım onu. Kendimi hemen yatağa attım. Çantamdan Toprak’ın bana verdiği zarfı çıkardım. Küçük bir kâğıttı ve kısa bir yazıydı. Okumak için sabırsızlanıyordum. Vakit kaybetmeden kâğıdı açtım ve heyecanla okumaya başladım. ‘‘Çiçeğim, Senin gibi afili cümleler kuramam belki kızma bana. Senin hayatıma girdiğinden günden beri karanlık dünyama güneş girmiş hissediyorum. Kalbim sevginle ısındı. Bana gerçek sevginin ne olduğunu sen gösterdin. Sevilmeyi sen tattırdın. Değer görmek, önemli hissetmek neymiş sen de gördüm. Sen benim her şeyim oldun. Sen benden hiç gitme. Sen benim nefesimsin, seni çok çok seviyorum güzelim benim…’’ Ya ben senin bu cümleleri yazan parmaklarını öperim. Avuç içlerine öpücüklerimi biriktiririm. Şimdi yanımda olsaydın sarılırdım sımsıkı boynuna, çekerdim kokusunu içime. Hemen aramalıydım, sesini duymalıydım. Ya da önce mesaj atıp müsait mi değil mi öğrenmem daha uygun olurdu. Telefonumu çıkarıp mesaj sayfasına girdim. ‘‘EFULİM’’ yazan yazıya tıkladım ve mesajımı yazdım. ‘‘Aşkım’’ Mesajı gönderdim ve beklemeye başladım. Ben artık geceleri de onunla olmak istiyorum. Hep onunla olmak onun yanında olmak istiyorum. Telefonum titredi. Aşkım mesajıma cevap yazdı. Ekranı açıp gelen bildirimin üzerine tıkladım. Mesajı görünce dudaklarımı birbirine bastırdım. Gülümsemem yüzümde büyüdü. Efulim: ‘‘Cennet Kokulum’’ Onun bana CENNET KOKULUM demesi dünyalara bedeldi. ‘‘Öptüm parmaklarını çokça sevgilim.’’ ‘‘ Okudun mu?’’ ‘‘Hı hı okudum, çok beğendim. Kalbimsin Adam!’’ ‘‘Kalbini severim senin güzelim benim. Seni üzemesin kimse sen üzülme mutlu ol diye her şeyi yaparım ben.’’ Mesajı okurken gözlerimin önüne yerleşti buğular. Çok sevmekten ölünür mü acaba? Ölünürse ben onu bu kadar çok sevmekten ölebilirim. Telefonu ve elimde ki kağıdı göğsüme bastırdım. Başımı yastığa bir kuş tüyünün düşüşü gibi bıraktım. Seni seviyorum diye yazdım ve göğsümden ayırmadım hiç. Dolabın üzerinde duran kocaman ayıya baktım, hemen yanımda duran mavişe… Gözlerimden birer damla akarken yastığa kendimi akan yaşımla birlikte bırakıverdim. Islak kirpiklerimi kapattım gülüşünün cam gibi parlayan gözlerinin hayalini düşünürken…
1 Hafta sonra ‘‘Sumru hiç iyi değilim. Günlerdir Neva ile tartışmalarımız bitmiyor. Toprak ile aramız açıldı iyice. Fark ediyorum benden uzaklaşıyor. Durgun son zamanlarda. Bana geçen gün sana senin için her şeyi yaparım demiştim hatırlıyor musun demişti. Korktuğum şey başıma gelecek sanırım.’’ Beni günlerdir sabırla dinleyen güzel yürekli arkadaşım benim. Hem sınavların stresi hem Neva ile sonu gelmek bilmeyen tartışmalar… Beni şimdiden yıpratmaya yetiyordu. Boğazını temizlediğini gelen sesle anladım. Yumuşak sesiyle kalbime iyi gelmeye çalışıyordu. ‘‘Can içim benim orada olamamak canımı çok sıkıyor gerçekten. Ama ikinizde şimdiden Neva’nın istediğini eline verirseniz olur mu hiç… Bir silkelenin rica ediyorum. Neva kim ya? sizin aşkınız mı büyük Neva’nın şeytanlığı mı?’’ Yaşlar gözlerimden sicim gibi dökülmeye başladı. Derin bir nefes alıp sıkışan ciğerlerimi rahatlatmak istemiştim oysa ki… Ama daha da çok acıyordu canım. Sumru ben ağlarken beni dinledi. Hep öyle yapardı, ben biraz ağlayıp sakinleşene kadar beklerdi. Bilirdi ağlarken konuşamazdım. ‘‘Sumru Neva babamla konuşacağını söylüyor. Toprak benim ailemle sorun yaşamamı istemiyor. Eğer babamla konuşursa ben olacakları biliyorum. Zaten bu yüzden susuyorum ya ona.’’ ‘‘Anlamadm,’’ dedi ve devam etti. ‘‘Ne yapabilirler ki?’’ gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. ‘‘Elimden telefonu alırlar. Beni eve hapsederler ve kesinlikle dışarı çıkarmazlar. Çıkarsam da annemle çıkarım. Ve ben Toprak ile konuşamam. Onunla iletişim kuramam. Ama şu an aynı şehirdeyiz ve bir şekilde görüşebiliyoruz. Bu yüzden susuyorum anladın mı? Babam sinirlendi mi gözü bir şey görmüyor. Küfür eder hakaret eder olur olmaz şeyler söyle ben biliyorum. Öküz gibi bağırır durur.’’ Beni sükûnetle dinleyen Sumru derin bir iç çekti. ‘‘Bu nasıl iş arkadaş… Daha önce yaptılar mı böyle?’’ ‘‘Yaptılar.’’ ‘‘Kuzum benim ya, ne olacak peki şimdi sen de haklısın bir yandan. Bu kızı durdurmanın bir yolu olmalı… Ben geleyim de bir güzel dövelim.’ ‘‘Bilmiyorum, Toprak sabahtan beri soğuk. Akşama konuşuruz dedi daha da yazmadı bir şey. Birazdan kızlarda gelir. Ve ben yüzlerini görmek istemiyorum kesinlikle…’’ Durulmuştum. Sanki sakinleştirici almış gibi bir havam vardı. Bir an da sessizliğe hapsettim kendimi. Ya da sessizlik çekti içine beni. Korktuğum şey başıma geliyordu sanırım ve ben ne yapacağım konusunda hiçbir şey bilmiyordum. ‘‘Kuzum derse geçiyorum ben mesaj atacağım sana olur mu?’’ Can içim benim. Olurdu tabi. ‘‘Tabi olur ben de elimi yüzümü yıkarım. Toprak’tan haber bekleyeceğim. Yaz muhakkak dersten sonra.’’ ‘‘Öpüyorum can içim.’’ ‘‘Ben de…’’ Sumru ile telefonu kapattıktan sonra saat sekizi gösteriyordu. Kızlar gelince Sibel ve Meltem’e gideceklerdi. İkisi de bizim sınıftaydı ama Neva ile kendi mahallelerinden arkadaşlarmış. Toprak’tan mesaj beklerken stresten tırnaklarımı yediğimi fark ettim. Belki de bu kadar kuruntulu olmamalıydım. Ama içimdeki ses hep karamsardı. Ranzaya çıkmış oturuyordum öylece. Kapı sesiyle beraber telefonum titredi. Gelen kızlara aldırış etmeden telefonumda bildirimlere girdim. Evet, Toprak mesaj atmıştı nihayet. ‘‘Yeni mesaj’’ yazıyordu. Vakit kaybetmeden mesaja baktım. Sadece baktım. Şu an sadece telefon ekranımda yazan mesaja bakıyordum. Gözlerimin önünde oluşan buğulu görüntü dondu kaldı. Kalbim acıyordu inceden. Bir boşluğun içinde en derine düşüyormuşum gibi sanki. Gözlerim doğru görmüş olamaz, ben doğru okumuş olamazdım. Bu mesaj ne diyordu böyle? Efulim ne yazmış böyle? |
0% |