@papatyakadin
|
Selamlar PapatyaKadının papatyaları! kaldığımız yerden devam ediyoruz. bölüm sonu duygu ve düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın. Papatya Kadın size keyifli okumalar diler
........
Kara bulutlar masmavi gökyüzünü ele geçirmişti bugün. Tıpkı prensesin kalbini ele geçiren kara düşünceler gibi. Kötü arkadaşları durmak bilmiyordu. Prense bu durumu anlattığında Prens çok üzülmüştü. Bu büyük aşkın sonuna mı geleceklerdi? Prensesin narin kalbi dayanamıyordu sevdiceğinden ayrı kalma düşüncesine. Prensesin kötü arkadaşları yine gelmişti. Prenses konuşmak bile istemiyordu. Tartışmak kavga etmek istemiyordu. Ama onlar durmak bilmiyordu. ‘‘Göreceksin sen, seni bırakacak ve sen bizi anlayacaksın.’’ Hayır prens bırakmazdı prensesi. Yanılıyordu işte. ‘‘Evet, sevgili arkadaşım, bence sevgili padişahımıza söyleyelim. Arkadaşımızın iyiliğini düşünüyoruz sonuçta.’’ İki arkadaşta prensesin kalbini incitiyordu. Gök gürlemeye başladığında şimşekler çaktı. Prenses dayanamıyordu artık. ‘‘Çok kötüsünüz,’’ dedi ve dolan gözlerini akamsın diye kendini sıkıyordu. Oradan uzaklaşarak ilerlemeye devam etti pembe elbisesini narin parmaklarıyla tutarken. Gök gürledi, yağmur ince ince yağmaya başladı. Gelen atın sesini duydu. Prens gelmişti. Kaşları çatıldı prensin prensesi öyle üzgün görünce. Prenses dolu gözlerini prensi görünce bırakıverdi ağlamaya. Olanları prense anlatmıştı. Prens uzun uzun düşündü. Şimşek çaltı yine… Hava iyice kararmıştı. ‘‘Ayrılalım,’’ dedi Prens. ‘‘Seni sevmiyorum artık bunu söylemek için gelmiştim zaten’’ dedi. İnanamadı prenses. ‘‘Hayır, yalan söylüyorsun,’’ dedi. ‘‘Bırakamazsın beni.’’ Prens üzgün gözlerle bakıyordu prensese… ‘‘Onlara bu fırsatı veremeyiz, ayrılamayız.’’ dedi prenses. Prens ne kadar ayrılmak istediğini söylese de prenses o kadar istemedi. Ama prens kararlıydı, gidecekti. Prenses ne dese de Prensi ikna edemedi. Kalbi çok acıyordu prensesin. Onsuz nasıl yaşardı; yaşayamazdı. Ağlamaya başladı. Gözlerinden boncuk boncuk döküldü gözyaşları. Gök gürledi, daha çok gürledi. Ve sağanak yağış bastırdı bir an da… Prenses gitmek için adım attı, bekledi ama prens gitme demedi. Prenses gitmek zorunda kaldı. Eğer gitme deseydi gitmezdi ama demedi. Bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı yağmur. Saçları ıslandı, elbisesi sırılsıklam oldu. Gözlerinde zaten sağanak başlamıştı. ‘‘Prenses!’’ Duyduğu sesle olduğu yerde kaldı prenses. Soğuktu, üşüyordu. Yağmur daha da hızlanıyordu. Arkasını dönmeye korkuyordu. Ya yine seni sevmiyorum derse diye korkuyordu. Gitse gidemezdi. Çok seviyordu prensi çünkü. Dönmeli miydi? Sadece çok ağlıyordu, bir de o küçük narin kalbi çok acıyordu.
14.Bölüm Kara bulutlar çökerken üstümüze Gözlerimin önündeki buğunun kalktığını yanağıma değen yaşın sıcaklığı ile anladım. Günlerdir süren tartışmalar ve araya giren soğukluğun sonucu beklediğim gibi olmadı. Neyden korkarsak o mu gelir insanın başına? İnsan korktuğu her şeyi yaşar mı? Nerede yanlış yapıyordum nerede kaçırıyordum işin ucunu? İnsan korkularının esiri mi olur yoksa… Sevdiğimizi kaybetmeye korktuğumuzda kaybediyorsak biz bu korkunun esiri olduğumuz için mi ya da zaten kaderde yazılı mı? Hayat bizi korktuğumuz şeylerle yüzleştiriyor. Ben bu yüzleşmeye hiç hazır olmadığım bir an da yakalandım. Hayat hazır olmayı beklemezdi ki… Duygularım karmakarışık yolunu kaybeden bir yolcu gibi ortada kalmıştı hislerim. Ben de hiç beklemiyordum bu mesajı… Dakikalardır gözlerim ekrandaki mesajda takılı kaldı. Gönderen: Efulim Mesaj: Papatya ben çok düşündüm. Sanırım bizim için en doğrusu bu olacak. Ben ayrılmak istiyorum. Önünde bir hayat var okulun var ailen var. Eminim benden iyileri çıkar karşına. Evde arkadaşlarınla da aran bozulmasın. Üzülme tamam mı? Doğru kararmış. Neye göre kime göre doğru karar bu… Önüme onsuz bir hayat seriyor. Ben onsuz bir saniyemi bile geçirmek istemezken o bana koskoca bir ömür sunuyor. Şaka mı bu? Benden iyileri diyor iyi de bu kalp senden başkasını istemiyor ki… Kalbimi çok acıttı. Gönderilen: Efulim Mesaj: ‘‘Bu kadar mı yani Toprak? Zorluklarda böyle pes edip kenara mı çekileceğiz? Onların ekmeğine yağ mı süreceğiz? Benim sensiz yaşayabileceğimi nasıl düşünürsün?’’ Gözyaşlarım hapishaneden kurtulan mahkûm gibi gözlerimden düşüyordu özgürlüğüne… Bu sonu hak etmemiştim. Ben sensizliği hak etmiyorum. Gönderen: Efulim Mesaj: Olması gereken bu Papatya! Mutlu ol, yüzün gülsün hep. Benim yüzüm sensiz güler mi sandın Toprak? Mutfaktan gelen Mısra telaşlı gözlerle bana bakıyordu. Ben ranzanın üst katında oturuyordum. Başını yukarı kaldırmış bana neler olduğunu soruyordu. Duymuyordum, ben onları duymuyordum. Gönderilen: Efulim Mesaj: onları mutlu etmeyelim, bırakmayalım birbirimizi. İkimizde birbirimizi seviyorken ayrılmamız doğru değil. Toprak kararında çok netti anlaşılan. Gerçekten bitirmek istiyordu. Ben ne kadar bitirmek istemiyorsam o kadar bitirmek istiyordu. Neva bayram mı edecekti şimdi. İstediğini ona veriyorduk resmen. Gönderen: Efulim Mesaj: Ben seni sevmiyorum Papatya! Toprak’ın yazdığı mesajdan sonra ağzım bir karış açık kaldı. Artık hıçkırıklarımı tutmuyordum. Yalan söylüyordu. Biliyordum seviyor beni. Sırf ondan ayrılmam için yalan söylüyor bana. ‘‘Papatya ne oldu?’’ Mısra’nın sorusunu Neva yanıtladı. ‘‘Görmüyor musun ayrıldılar işte.’’ Telefon rehberimden Şule’yi bulup ona mesaj attım. Nerede olduğunu sordum. Kafedeydi büyük ihtimalle. Ben ne Mısra’ya ne Neva’ya cevap vermedim. ‘‘Papatya kalk sen de gel bizimle. Evde durma tek başına bu halde.’’ ‘‘İstemiyorum Neva, git başımdan. Nereye gidiyorsan git.’’ Onlar bu akşam benim sınıfımdaki arkadaşlarımın evine gideceklerdi. Neva’nın kendi mahallesinden arkadaşları oluyormuş. Aslında hiç gitmek istemiyorum. Ama belki Sinem ile vakit geçirebilirdim. Öyle olmayacağını biliyordum ama umuyordum işte. Gönderilen: Efulim Mesaj: Yalan söylüyorsun Toprak, seviyorsun ama ayrılayım diye yalan söylüyorsun. Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun ve bile bile yapıyorsun bunu.’’ Toprak’a mesaj attıktan sonra Şule’den cevap geldi. ‘‘Kafede canım. Ben ve Ateş’te kafedeyiz. Neler oluyor?’’ Bir elimle akan gözyaşlarımı silerken bir yandan mesaj yazıyordum. Aptal olmuştum iyice. Kalbim nasıl dayanırdı buna… Kalbim çok sevmişken onu nasıl sevmez artık? O büyülü aşkımızın büyüsü bozuldu. Şimdi mutlu olabilirdi herkes! ‘‘Kalk Papatya tek başına evde durma daha kötü olacaksın?’’ Neva’ya cevap vermedim. Biraz olsun sakinleşmeye çalışıyordum. Gönderen: Efulim Mesaj: seni sevmiyorum papatya! ‘‘Papatya ağlama artık lütfen. Kalk elini yüzünü yıka. Kendine gel yapma böyle.’’ Mısra ile göz göze geldikten sonra ranzadan aşağı indim. Gönderilen: Efulim Mesaj: bunu gözlerimin içine bakarak söyleyebilir misin Toprak?’’ Başımla Mısra’yı onayladıktan sonra yüzümü sildim. Askıdan siyah hırkamı alırken telefonum çaldı. Hırkamı üzerime geçirdim. Saçlarımı atkuyruğu yaptım ve telefona baktım. Gönderen: Efulim Mesaj: Evet. Yalan söylüyorsun Toprak! Gönderilen: Efulim Mesaj: Tamam o zaman yanına geliyorum. Gözlerimin içine bakarak söyle. Ben de bir daha çıkmam karşına o zaman. Dayanabilir miydi gözlerimin içine bakarak sevmiyorum demeye… Ben yanındayken ayrılabilir miydi gerçekten? Gönderen: Efulim Mesaj: Gelme, istemiyorum! Bak korkuyor işte. Gelme diyor bu yüzden. Geleceğim sevgilim. Hiç değilse gerçekten ayrılacaksak seni son kez görmüş olurum. Hazırlandığımı gören kızlar anahtarları askıdan alıp kapıyı açtı. Şule’nin aramalarına cevap vermedim. Ne konuşacak ne bir yere gidecek keyfim yoktu. Sadece Toprak’ın yanına gidecek oradan da eve geçecektim. Hava iyice karardı. Rüzgar yüzüme esiyordu ve ben ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kafenin önüne gelince ben kafenin kapısına doğru yöneldim. Neva Mısra’ya bir şey dedi ve Mısra benim arkamdan gelmeye başladı. Kuyruk mu takıyordu peşime? Ama onu düşünecek durumda değildim şimdi. Kafeye girdiğimde sağa sola bakındım. Kapının önündeki masada oturan Umut’a doğru yönümü çevirdim. ‘‘Umut Toprak nerede biliyor musun?’’ Umut anlamsız şekilde bana bakıyordu. ‘‘Üst kattalar abla sen iyi misin?’’ Umut’un sorusunu bilerek cevaplamadım. Merdivenlere yöneldim üst kata çıkmak için. Merdivenin başına gelince gözlerim direkt Toprak’ı gördü. Üzerinde bordo hırkası vardı. Beyaz tişört ve kot pantolon giymişti. Bu adamın gerçekten bir tarzı var. Tabi ki şu an bununla ilgilenmiyordum. Koltuğun orada oturuyor orta sehpa üzerinde ki hamburgeri tutuyordu. Şule sol tarafta elinde sigara masaya gelirken beni gördü. Ateş ve Ulaş Toprak’ın yanında oturuyorlardı. Başka bir yere bakmadım. Kim var kim yok görmedim. Toprak hamburgeri ısırmak için ağzına götürürken göz göze geldik. Suratı asıktı. Ve ben onu suratı asıkken bile çok seviyordum. Yeni tıraş olduğu sakallarının kısalığından anlaşılıyordu. Her zamanki gibi top sakalı daha ön plandaydı. Saçlarına fön çekmiş çok karizmatik görünüyordu. Sen benden nasıl ayrılırsın ki be adam… Toprak’ın yanına doğru yürüdüm. Karşısına oturdum. Herkes öylece bize bakıyordu. Toprak ağzına götürdüğü hamburgeri tabağa geri koydu. Donuk bir yüz ifadesi vardı yüzünde. Şimdi ayrılık konuşması mı yapacaktık biz? ‘‘Seni dinliyorum,’’ dedim kendimi toparlamaya çalışarak. ‘‘Yüzüme karşı da söylermişsin ya beni sevmediğini. Tamam, söyle ben de bir daha karşına çıkmayacağım.’’ Yutkundu, huzursuzdu. Şimdi sana sarılmalıydım, başımı göğsüne koymalı kokunu içime çekmeliydim. Karşında beni sevmediğini duymak için durmamalıydım. Gözyaşlarım akmaya başladı. Bense siliyordum. Beni ağlarken görmemeliydi kimse, istemiyordum. ‘‘Papatya lütfen yapma böyle. İkimizde ayrı dünyaların insanıyız işte. Denedik olmadı tamam mı? Hep mutlu ol inşallah.’’ ‘‘Neyi denedin olmadı? Sen ilk zorlukta kenara çekiliyorsun. O mu kazanacak Toprak? Ekmeğine yağ sürüyorsun böyle yaparak. Onun istediği de bu zaten. Onun amacı bizim ayrılmamız zaten. Ellerinle bu zaferi ona veriyorsun Toprak. O şimdi bunun gururuyla dolanacak ortalıkta.’’ Toprak kararından vazgeçmeyecekti. Bunu çok iyi görüyordum onda. Ateş Toprak’ın gözlerine bakıyordu. ‘‘Gerçekten sevmiyor musun beni?’’ cevabını duymaktan korktuğum o soruyu sormuştum. Gözlerini gözlerime değdirdi. Sen bana böyle masum bakarken ben nasıl giderim senden adam… Kalbim ağzıma gelecekti neredeyse. Yüreğime inecekti. Avuç içlerim terlemeye başladı. Gözlerinin içine kilitledim gözlerimi, açmasan olmaz mı? Boğazını temizledi, huzursuzca yerinde kıpırdandı. Yok ya demeyecek öyle. Dudakları aralandı sanki kalbim yaralandı. Kulaklarımı kapatıp buradan kaçmak istiyorum. Sanırım insan kaçamıyor her şeyden… Tıpkı benim de kaçamadığım gibi. ‘‘Papatya seni sevmiyorum.’’ Dedi, arkadaşlar dedi. Bana seni sevmiyorum dedi. Kulaklarım duydu bunu. Gözlerimin içine bakarak dedi. Bıçak saplandı kalbime, çok acıyor. Yer ayaklarımın altından kaydı bir boşluğa düştüm. Toprak’ı buğulu görüyordu yeşillerim. Yok, ağlamayacağım. Ne dedi o? ‘‘Papatya seni sevmiyorum.’’ ‘‘Papatya seni sevmiyorum.’’ ‘‘Papatya seni sevmiyorum.’’ Dondum kaldım, şimdi ne diyeceğim ben? Ne yapacağım? Bu büyük aşk bitti ve Neva kazandı. Yapma Toprak ne olur? Şaka yaptım de kızmam bak vallahi. Vazgeçtim de, seni seviyorum de… Susma ne olur. Bak buradayım tut elimi hadi. Tutmadı elimi, susuyor öylece karşımda. Gözyaşlarım boğazıma doğru akınca hissettiğim ıslaklıkla kendime geldim. Hayır, olmaz ağlamamalıyım. Susuyor Toprak. Başını öne eğdi. Şimdi bu kadar severken nasıl gider insan? ‘‘Papatya.’’ Mısra’nın sesi kulaklarıma dolduğunda en net tavrımla ‘‘Kes sesini’’ dedim ona bakmaya tenezzül bile etmeden. Ben şimdi onu burada bırakıp gidecek miyim? Evet, kızım gideceksin. O gelmiyor sen gideceksin. Gözyaşlarımı sildim. O kadar donuk bir şekilde hareket ediyordum ki sanki sudan çıkmış balıktım ve ne yapacağımı bilmiyordum. ‘‘A… Anladım.’’ Ben neden konuşurken ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Nefret ediyorum bu huyumdan. Ağlama işte konuşamıyorsun. ‘‘O zaman Allah’a e.. emanet ol. Bir daha çıkmam karşına. O k… kazandı.’’ Tamam, Papatya kafeden çıkınca ağlayacaksın. Hıçkıra hıçkıra hem de ama şimdi değil. Gözlerim neden dinlemiyor beni neden… Bakışlarında hüzün var, görüyorum. Elinden en sevdiği oyuncağı alınmışta küsmüş çocuklar gibi mahzun, somurtkan. Gitme dersen gitmem ki… Hiçbir şey demedi. Bana artık gitmek düştü. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Titreyen dizlerime rağmen ayağa kalkmayı başardım. Ayaklarım gitmek istemiyordu. Kalbim çok acıyordu. Kara bulutlar kapladığı gökyüzünde şimşekleri çaktırdı. Merdivene doğru yürüdüm. Gök gürlüyordu çokça… Merdivenin başından iki basamak aşağı indim. Yüzümü son kez onun yüzüne çevirdim. Şimşek çaktı, gök gürledi, kara bulutları dağıtamadık üstümüzden. Gök gürledi ve yağmur sağanak sağanak aktı gözlerimden. . Son kez bakıyordum gözlerine, kirpiklerine, dudaklarına, sakallarına, yanağındaki benine… Öyle üzgündü ki bunu görüyordum bana bakan o güzel yüzünde. O bana böyle bakarken gitmek nasıl zor benim için. Bir basamak daha indim aşağıya, bir basamak daha… Ve kayboldu yüzü… Elimi ağzıma kapattım sıkıca. Buradan çıkınca ağlamalıydım ama yüreğim dayanmıyordu. Parmaklarımla sildim gözyaşlarımı, boğazımı temizledim ve indim basamakları. Umut kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Yenge nereye diye sordu ama gülümsedim sadece. Gözlerim dolmuştu ve ağlayacaktım konuşursam. ‘‘Papatya çok üzüldüm gerçekten.’’ Hahahahahha! Hahahahhah! Ay gerçekten sinirlerim bozuldu. ‘‘Üzüldün mü?’’ dedim alaycı bir tavırla. ‘‘Sen sadece sus tamam mı? Sevgili arkadaşın ve sen sadece sus!’’ Kafenin kapısının önünde durdum. Şimdi ben buradan onunla ayrılmış olarak mı çıkacağım diye sordum kendime. Bitti mi yani? Gelir belki beklersem hem dayanamaz o bana. Aldığım nefes ciğerlerimi acıtmaya yetiyordu. Acıdan gözlerim yaşarıyordu. Gelmeyecek Papatya! Ama ben şimdiden onun kokusunu çok özledim. Hapishaneden kurtulmayı bekleyen mahkûm gibi gözyaşlarım yanaklarıma doğru akıyordu. Yanaklarıma süzülen yaşları sildim. Gelmeyecekti belliydi. Kimsenin dikkatini çok çekmek istemediğim için bir adım attım yürümeye başladım. Aslında hiç gitmek istemiyordum. Neva Meltem ile arası çok iyiydi. Meltem Sinem ile beraber aynı evde kalıyorlardı. Belki Sinem ile sohbet iyi gelirdi. Gelmezdi biliyorum. Bana ondan başkası iyi gelmezdi… Gözyaşlarımı içime atmaya çalışarak yürümeye başladım. Onu içeride öyle bırakmış gidiyordum. Ayaklarım gitmemek için direniyordu. Kalbim yerinden sökülürcesine acıyordu. Ben sadece yürüyordum. Onunla el ele yürüdüğüm bu sokakta şimdi onsuz yürüyordum. ‘‘Papatya!’’ Adımlarım olduğu yerde durdu. Biri adımı söyledi. Bu birinin sesi onun sesine ne kadar benziyordu. Olduğum yerde sabitlenmiş duruyordum. Adımı bir kez daha duydum o tanıdık sesten. ‘‘Papatya!’’ Mısra’ya baktım, önümde yürüyen Neva’ya baktım. Geri dönecek miydim yoksa duymamazlıktan gelip gidecek miydim? Aşağı inmiş bana seslenmişse vardır bir diyeceği elbet… Omuzumun üzerinden ona doğru baktım. Kafenin kapısının önünde duruyordu. Yanında Ateş vardı. ‘‘Gelir misin?’’ dedi. Son kez sarılacak mıydı? Gidersem canım daha çok yanardı ama gitmezsem de aklımda kalırdı. Ateş bir şey mi demişti Toprak’a acaba? Adımları mı kafeye doğru çevirdim. Yavaş adımlarla Toprak’a doğru yürüdüm. Sabit bir yüz ifadesi ile ona doğru giden beni izliyordu. Önce Ateş’e baktım. Bir şey demedi. Gözlerimi Toprak’ın gözlerine çevirdim. Tam karşısında duruyordum. Kollarımı önümde kavuşturdum. Nasıl duracağımı bilemedim. Az önce ayrıldığım sevgilime nasıl davranmalıydım? Elini yanağıma doğru getirdi. Avucuna aldı yüzümü ve öyle sıcak okşadı ki gözlerimin dolmasına engel olamadım. Niye yapıyorsun şimdi bunu be adam! Gözlerimin içine öyle bakıyor ki seviyorum işte seni. ‘‘Ben seni bırakmayacağım Papatya tamam mı?’’ Hı! Kulaklarım ne duydu benim? Ne oldu da fikri değişti bu kadar çabuk? Elini yüzümden ayırmadan sokağın az ilerisindeki Neva’ya baktı. Yüzünde çok ciddi bir ifade vardı. Kirpikleri ne güzel öyle! ‘‘Onlara inat bırakmayacağım seni. Bitmeyecek tamam mı? Onlar ne yaparsa yapsın bitmeyecek. Nereye gidiyorsunuz?’’ ‘‘Arkadaşa. Benim sınıftan onun da mahalledenmiş. Oraya gidiyoruz.’’ ‘‘Tamam, kafan dağılsın git. Mesajlaşırız tamam mı?’’ ‘‘Hı hı.’’ Biz şimdi yeniden barıştık. Az önce ayrılmıştık. Kaç dakika ayrı kaldık acaba hiç bilmiyorum. Dünyanın en kısa ayrılığı olabilir mi bence olabilir. Hislerim karıştı. Beni bırakmamış olmasına çok sevindim ama afalladım. Ben demedim mi beni seviyor diye… Keşke yüzüm hep avuçlarında kalsa… Toprak’ın yanından ayrıldım. Kızlarla Sinem’lere geldik. Ben hala olanların şokunu atlatamıyordum. Salak gibi olmuştum şu an gelmesem daha mı iyi olurdu bilemedim. Kızlar bizi masaya davet etti. Meltem öylece yüzüme bakıyordu sanırım ağladığımı belli eden gözlerime bakıyordu. Neva önce bana baktı sonra Meltem’e baktı. Resmen gözleriyle anlaşıyorlardı. Hepsi birden masadan kalktı ve içeriye gitti. Terbiyesizliğin bu kadarı! Hayır, hakkımda konuşacaksınız biliyorum anlıyorum bari bu kadar belli etmeyin. Misafiriniz varken odaya dedikodu yapmaya gitmek ne demek ya! İçeri geldiklerinde gözleri benim üzerimdeydi. Ah bir laf etseler bana da ben de ağızlarının payını versem. Ama ben onlar gibi terbiyesiz değilim. Misafir olarak gelmişim sonuçta. Çaylarımızı içtik kızların yaptığı kek ve kurabiyelerden yedik. Onlar sohbet etti ben olabildiğince uzak durmaya çalıştım çünkü acayip negatif elektrik yüklenmişti bana. En sonda kızlar kalkalım deyince hiç itiraz etmedim. Teşekkür edip çıktık. Eve gelir gelmez mavişi yanıma aldım ve uyudum.
Okulun çıkış kapısında onu gördüm. Arabaya yaslanmış beni bekliyordu. Sınavdan çıkmıştım. Çok güzel geçti havalara uçmam gerekiyordu ama dünkü olanlardan sonra buna bile sevinememiştim. Toprak’ın yanına gittim. Acaba farkında mıydı bana bakarken gözlerinin içinin yıldız gibi parladığının… Hiçbir şey demeden sımsıkı sarıldı bana. Sen hep sarılsan bana olmaz mı sevgilim… Onun sarılmasına karşılık ben de kollarımı boynuna doladım. Hiç bırakmak istemiyordum. Omzuma öpücük kondurduktan sonra yüzüme baktı. ‘‘Başımın tatlı belası,’’ dedi. Kurban ol benim gibi belaya sırık seni… ‘‘Aşk olsun bela mıyım başına öyle mi düşünüyorsun? Eğer öyleyse giderim başına bela olmam,’’ dedim. Gülümsedi belimden kavrayarak kendine çekti. ‘‘Nereye gidiyorsun? Seni seviyorum,’’ dedi. Gülümsedim. ‘‘Bize gidiyoruz. Kaldığımız yerden devam,’’ göz kırptı ve arabayı gösterdi. Ben de hiç itiraz etmedim. Az sonra Toprak’ın evine gelmiştik. Artık sık sık geliyordum. Bazen büyük ablasına bazen küçük ablasına gidiyorduk. Benim boşluklarıma göre ayarlıyorduk. Çok seviyorlardı beni. Ben de onları tabii. Salonda bir saate yakındır oturuyorduk. Çaylar içiliyor sohbetler ediliyordu. Efsun evde bir şeyler hazırlamış kendi annesine oturmaya gidecekmiş. Efnan abi bana döndü, ‘‘Papatya’’ dedi. ‘‘Efendim abi,’’ diye yanıtladım onu. ‘‘Sen de gelsene bizimle.’’ Beni her gördüğünde suratı düşen Efsun gözlerini devirdi. Ay tatlım ben de seni sevmiyorum rahat ol. Aslında gitmesem daha iyi olur diye düşündüm ama onlar beni aralarında görmek istiyor. Hem dünden sonra Toprak ile aramız düzelmişken tekrar tatsızlık çıksın istemiyordum. ‘‘Tamam, abi olur gelirim. Teşekkür ederim.’’ Efnan abi Toprak’ın koluna girdi. Efsun içeriden elinde kısır yaptığı borcamı tutuyordu. Bir buçuk yaşlarındaki oğlu Demir Efe’yi Toprak ile ben aldım. Çocukları çok sevdiğim doğrudur. Çocuk gelişimi bölümünü ikinci üniversite olarak dışardan bitirmiştim. İki yıllık ama olsun. Kendimi sürekli geliştirmeyi çok seviyorum. Ve kesinlikle buna devam edeceğim. Ah akşam gezmelerini, yürüyüşlerini çok seviyorum. Bana da çok iyi gelmişti. Biraz sonra Efsun’un evine gelmiştik. İçeriye davet edildikten sonra tereddüt ettim ama gelmiştik bir kere. Küçük, şirin bir evleri vardı. Evde yarım kalan çay faslı burada bitecek belli. Efsun’un annesi benim kim olduğumu sorduğunda Efsun ‘‘Toprak’ınki’’ dedi. Abi o nasıl bir tanıştırmadır. İnsan ismimi söyler Toprak’ın kız arkadaşı der. Ah be Efsun bu kadar görgüsüz müsün yoksa kıskançlığın vergisi mi? Kısa bir tanışmadan sonra herkes çaylarını içmeye devam etti. Gözlerim Toprak’ı bulduğunda gülmemek için kendimi zor tuttum. Efnan abi ile beraber kulaklıkları takmış köşede oturuyorlar. Efnan abi kaş göz işaretiyle kapıyı gösteriyordu. Toprak çaktırmadan el salladı bana. Gülmemek için kendimi zor tuttum. ‘‘Çok ayıp’’ diye fısıldadım ama o sadece güldü. Ah ulan siz ya! Güzel akşamdan sonra ben eve geçtim. Geçmez olaydım. Evin halini görür görmez kan beynime çıktı. Yedikleri sofra sabahtan beri duruyor orada. Salon berbat mutfak berbat. Her seferinde güzel geçen günümü mahvedecek bir şey buluyorlar. Tamam bir şey demiyorum. Ne yapıyorlarsa yapsınlar. ‘‘Ne oldu suratın sirke satıyor hanım efendi’’ askılığa ceketimi ve çantamı astım. Telefonumu aldım cevap vermeden mutfağa geçtim. Sigara içecek Toprak ile mesajlaşacaktım. ‘‘Hey kime diyorum ben?’’ Ya sabır! ‘‘Ne var Neva?’’ ‘‘Barıştınız değil mi?’’ Ulan şimdi küfür edeceğim kendime yakıştıramıyorum. ‘‘Sana ne?’’ ‘‘Barışmamış olsan şimdi bu kadar rahat olamazdın. Madem sen anlamıyorsun onun kişiliğini baban anlatır sana.’’ Ağzının ortasına bir tane vursam da duvarda fotokopisi çıksa ne sevinirim. Umarım babamı işin içine katmaz. Cidden beni çok yoruyor bu mesele artık. Daha dün onu kaybetmekle yüzleştim. Bu bile beni mahvetti. Tartışmaya mecalim yoktu, sustum ve sigaramı içtim. Sumru’yla mesajlaşarak ona olanları anlattım. Mesajlaşırken uyuyakalmışım. Uyandığımda farkettim. Bugün sınav vardı hemen kalktım bir şeyler atıştırdım. Dişlerimi fırçalayıp yüzümü yıkadım. Hemen giyinip çıktım. Bugünün sorunsuz geçmesini umuyordum. Bugün sınavdan sonra kafeye gitmiş çay içip klasik bir gün geçirdik. Bugün Eren, Bartu ve Selvi’de vardı. Bu Selvi’ye de ayar oluyordum. Birine ısınamıyorsam bir daha ısınamıyorum ve kesin o kişide bir haltlar çıkıyor. Sezgilerim güçlü. E ne de olsa akrep burcuyum. Toprak sigara almak için dışarı çıkacaktı. Ama sazının akortlarını yapması gerekiyordu. Ben almayı teklif ettim. Zaten hemen iki dükkân ötedeydi bakkal. Selvi Toprak’tan bir şey almasını söyledi; haspam! Kalk kendin al. Ayrıca nişanlın karşında oturuyor ona söylesene Toprak babanızın uşağı mı? Herkes mi beni sinir etmek için var anlamıyorum ki. ‘‘Tatlım ben sevgilim için gider alırım sigarasını. Ayrıca yanında nişanlın var ona söylesene Toprak’a söyleyene kadar.’’ Oldukça soğuk bir ses tonu sert bir yüz ifadesi ve memnuniyetsiz bir gülüşle söylemiştim, iyi etmiştim. ‘‘Şaka yaptım zaten,’’ dedi yüzü asılırken. Gülümsedim, ‘‘Hmm, ee bundan sonra herkes kendi sevgilisine söyler ihtiyacını şaka yapmana gerek kalmaz. Ben hemen gelirim sevgilim.’’ Cevap vermesine müsaade etmeden çıktım. Efsun bir Selvi iki… Pardon Neva bir nasıl unuttum ben onu. Arkadaş bir düşün yakamızdan ya. Babalarının uşağı var sanki hiç sevmediğim hareketler… Bakkaldan hem Toprak’a hem kendime bir sigara aldım. Çok vakit harcamadan kafeye geri döndüm. Selvi’nin bakışları soğuktu. İyi oluyor oh! Mesafesini bilsin yapışmasın sevgilime… Ay kıskanmaya mı başladım ben? Kıskanırım ne olmuş sevgilim değil mi? Toprak akort ayarlarken ben de onu seyrettim. Bana bakarken imalı gülümsedi. ‘‘Kıskançlık akıyor senden’’ hoşuna gidiyor senin de sırık. ‘‘He akıyor ne olmuş? Ayrıca hiç sevmem böyle ayak işlerinin yaptırılmasını. Nişanlısı orada oturuyor gitsin o yapsın. Sen niye yapıyorsun?’’ ‘‘Haklısın balım’’ dedi bana bakarken. ‘‘Kuzum yarın sınav var ben kalkayım sen oturacak mısın daha?’’ Sazını masaya bırakırken konuşmaya devam etti. ‘‘Hallettim ben de. Gel seni bırakayım ben de eve geçerim. Aslında çocuklarla biraz içsek mi?’’ ‘‘Aşkım, hayır! İçmeni istemiyorum. Sana zarar veren her şeyden uzak dur. Sonra hasta olacaksın o güzel gözlerin şişecek ne gerek var. Hem dayanamam ben o zaman.’’ ‘‘Tamam tamam üzülme sen’’ yanağına bir öpücük bıraktım. ‘‘İçeceksen de çok içme tamam mı?’’ beni yanlış anlamasını onu kısıtlamaya çalıştığımı zannetsin istemiyorum ama içsin de istemiyorum ona zarar veriyor çünkü. Saçlarımı öptü ‘‘tamam’’ diye fısıldadı. Toprak beni eve bıraktıktan sonra o da kendi evine geçti. Çok şükür bizim kızlar uyuyordu. Ben de kendimi hemen uykunun kollarına bıraktım yarının ne getireceğini bilemeden.
‘‘Ay bu sınavlar ne zaman bitecek acaba? Sınav mı bize giriyor biz mi sınava giriyoruz anlamadım?’’ ilahi Alin! Bir kahkaha patlattım. ‘‘Sorma ya bu biraz zordu, inşallah güzel notlar alırız emeğimize değer.’’ Meltem ve Sinem yanımızdan geçerken onlara da pek pas vermedim. Önceki akşam yaptıkları hoş değildi. Çok samimiyete gerek duymuyordum. Onların yanından sessizce geçip gittim. Alin ve Lina ile birlikte sahile doğru yürüyorduk. Hava mis gibiydi. Olanları kızlara da anlattım. O günü hatırladıkça kalbim kötü oluyordu. İyi ki gitmedi benden. Sahilde iskeleye doğru yürümüş oradaki merdivenlere oturup denizi seyrediyorduk. Bu akşam bizim eğitim bitiyordu ve ben bunu unutmuştum. Son veda konuşmasını yapacaktım. Herkes sesimin şiire yatkın olduğunu okumamı istiyordu. Aslında benim aklımda bambaşka bir fikir var. Toprak’a şiir okumak istiyorum. Hangi şiiri okumalıyım bunun için eve geçince şiirlere bir göz atmalıyım. ‘‘Kız ne gülüyorsun öyle ne geçiyor aklından?’’ Lina’nın sorusunu cevaplayacaktım ki çalan telefonumu açmam gerekiyordu. Arayan babamdı. Hayır olsun inşallah. İçimdeki his beni bu sefer yanıltır umarım. ‘‘Efendim baba,’’ diyerek açtım telefonu. Öfkesini kusmak isteyen o ses tonunu duyduğumda içimdeki sesin haklılığını anbean anlıyordum. ‘‘Neredesin sen?’’ Ama neler oluyordu? ‘‘Sahildeyim baba kızlarla oturuyorum. Ne oldu?’’ ‘‘Sen hala o çocukla görüşüyor musun?’’ benim burnuma hiç güzel kokular gelmiyordu. Alin ve Lina’ya doğru baktım. Sorar gözlerle bana bakıyorlardı. Boğazımı temizledim. ‘‘Evet, baba bunu biliyorsunuz zaten,’’ ‘‘Görüşmeyeceksin bundan sonra. Bir daha duymayacağım. Aklın beş karış havada geziyorsun Papatya. Arkadaşın anlamış onun nasıl biri olduğunu sen anlayamamışsın.’’ Beynimden aşağı kaynar sular döküldü; yandım da yandım. Aklım beş karış hava da he vay be. Benim babam arkadaşım olacak o kızın lafına beni arıyor vay anasını. Tabi ben kimim ki neyim ki… Babam konuşmaya devam etti. Sesi yüksek çıkıyordu. Babamla hiçbir zaman normal bir şekilde konuşamazsınız ki o ancak bağırmasını bilir, küfür etmesini bilir bir de dövmesini bilir… ‘‘Çocuğun arkadaş ortamı iyi değilmiş, içkisi de varmış senin ne işin var böyleler ile’’ Hayır bu kadar bağıracak ne var ben bunu anlamıyorum. ‘‘Baba’’ dedim tüm cesaretimi toplayarak. ‘‘Tanımadan kimseyi yargılama hele bir başkasının lafına bakarak asla h- ’’ cümlemi tamamlayamadan babam lafımı kesti. ‘‘Ben sana diyeceğimi dedim yoksa olanlardan ben sorumlu değilim.’’ Çat telefon kapandı. Keşke cümlemi bitirseydim baba. Ben hiçbir zaman cümlemi bitiremedim ki… Bir kere olsun dinlemeye tenezzül etmediler ki… Çünkü onların doğru kalıbı var. Onların kendi inandıkları var. Ben ne düşünüyorum, ne hissediyorum, kimim neyim insan mıyım onların umurunda değil ki… Ama benim hayatım kayıp gidiyor! Elimdeki telefonu hüsranla kucağıma indirdim. Yaptın yapacağını Neva. ‘‘Papatya üzülme şimdi sinirle Neva’nın doldurmasıyla öyle konuştu ama zamanla kabullenecektir.’’ ‘‘Ben bunu Toprak’a söyleyemem. Neva ile konuşacak Neva babamı daha çok dolduracak babam daha çok üstüme gelecek. Korktuğum şey başıma geldi şimdi.’’ Lina sırtımı sıvazladığında öyle somurtkan bir şekilde denizi seyrediyordum. Sahil çok güzeldi. Böylesi güzelliğe bu konuşma hiç olmadı. Etraf kalabalık insanlar kendi halinde. Sıkıntıyla iç çektiğimde kucağımdaki telefon titredi. Babam arıyor zannettim karnıma ağrı saplandı bir an. Ekranda bir an ‘‘Süreyya Hanım’’ yazısını görünce rahatladım. Hal hatır sorma fasıllarından sonra ‘‘Papatya’cığım arkadaşların katılım sertifikaları hazır. Mail ile gönderim sağladım sana bakabildin mi?’’ ‘‘Hemen bakacağım Süreyya Hanım’’ gülümseyen o naif ses tonunu insanı sakinleştiriyordu. ‘‘Şu an biraz ara vereceğiz eğitime editörlük için uygunsan haftaya bir kitap var sana yönlendirmek isterim yazarımızı, ne dersin?’’ Ah be Süreyya Hanım tam zamanı sanki. Kabul etmesem mi diye düşündüm. Kabul edecektim, bu benim işim ve ne olursa olsun yapacağım. ‘‘Tamam, Süreyya Hanım bana uyar. Diğer eğitim süreci ne zaman başlar? Ben İstanbul’a geldiğimde uğrayayım yanınıza bir plan program hazırlarız.’’ ‘‘Olur tabi biz de ancak hazırlık yaparız yoğunuz biraz. O halde haberleşiriz, sağlıkça kal,’’ ‘‘Siz de’’ Kızlarla göz göze geldik. Onlarda üzülmüştü bu duruma. Teselli ediyorlar destek oluyorlar sağ olsunlar. İşe yarar mı bilmiyorum ama yine de iyi ki varlar. Kim ne derse desin ben de Toprak’tan vazgeçersem benim adım Papatya değil! Kızlarla vedalaştıktan sonra bir hışımla eve gittim. İçeriden gülüş sesleri geliyordu. Gamsızlığın bu kadarı pes artık! ‘‘Ne yaparsan yap Toprak’tan ayrılmayacağım!’’ gülüşü bozuldu. Benimle neyin yarışındaydı bu kız? Sanki ikimizde Toprak’ı seviyoruz da paylaşamıyoruz gibi. Neyin hırsı bu? Gözünü hırs bürümüş. Gardırobun üzerinde duran oyuncak ayıya baktı en nefret dolu bakışıyla. Kıskançlık! Bunu başka açıklaması yok. Cebimde hissettiğim titreşim ile irkildim bir anda. Elimi sol cebime atıp telefonu çıkardım. Toprak arıyordu. Gelirken onu aramıştım ama açmamıştı. ‘‘Aşkım beni aramışsın,’’ dedi. Mutfağa geçerek kapıyı kapattım. ‘‘Evet açmadın ama neredesin ne yapıyorsun diye merak ettim.’’ Araba sürüyordu gelen seslerden anlıyordum. ‘‘Efsun hediye alacakmış çarşıdaydım eve bırakacağım şimdi güzelim’’ Birazdan sinirden beynimden ateşler çıkacak hazır olun. Ya sabır! ‘‘Öyle mi ben rahatsız etmeyim efendim sizi. Siz Efsun hanımın ayak işlerini yapmaya devam edin. Zaten ne buluştuğumuzda aramızdan ayrılıyor ne konuşabiliyoruz. Zaten kocası yok bu kadının sen hallet ya sen ne yapıyorsan yap!’’ telefonu suratına kapattım. Yeter ama bu ne ya… Her şeye de Toprak koşmak zorunda mı? Telefonum tekrar titredi sinirle açtım telefonu ama karşıdan gelen sesin Toprak’a ait olmadığını anladığımda bir durdum. Arayan annemmiş, hemen boğazımı temizledim sakinleşmeye çalıştım. Babamdan sonra annemin araması hiç hoş değildi. ‘‘efendim anne!’’ ‘‘Ne yapıyorsun?’’ evet başladı bizim sorgu… ‘‘Oturuyorum mutfakta anne bir şey mi diyeceksin sesinden öyle anladım.’’ Annem direkt konuya girdi. ‘‘Babanla konuştum, seni aramış konuşmuş. O çocukla olmaz tamam mı?’’ sinirden gülüyordum. Tabi canım kalbime söylerim hemen başkasını sever. Tanrım aklıma mukayyet ol! ‘‘Sebep neymiş acaba anneciğim öğrenebilir miyim?’’ Ayağımı sinirden yere vuruyordum adeta ritim tutturmuştum. ‘‘İçkisi armış kızım Neva öyle söylemiş babana. Dövme falan yaptırıyormuş, arkadaş ortamı iyi değilmiş.’’ Sakinliğimi korumaya çalışarak konuştum. ‘‘Bak anneciğim yaptırdığı dövme geçici bir dövme bu kimseyi ilgilendirmez herkes hür. İçki konusuna gelecek olursak Toprak ayyaş değil bir şey değil. Bana söyler misin bizim sülalede içki içmeyen kaç kişi var? Senin kendi kardeşin içiyor adam demeyecek mi siz kendiniz içiyorken bana karışıyorsunuz diye… Hem siz Neva’nın lafına göre nasıl hareket edersiniz ben çocuk değilim.’’ Of ömrüm boyunca anneme babama laf anlatmaya çalışmaktan çok yoruldum ben ya. ‘‘Babam olmaz diyor ben ne diyeyim Papatya?’’ ‘‘Karısı değil misin onu da ben mi düşüneyim? Ona olmaz buna olmaz yeter ya!’’ telefonu suratına kapattım. Hatta telefonumu komple kapattım. Bugün artık bir kişiyle daha konuşmaya mecalim yoktu. Geri kafalılığın bu kadarı. Çocukluğumdan beri ailemin yükünü omuzlarımda taşımaktan çok yoruldum. Bir kukla gibi yaşamaktan, benliğimin görülmemesinden usandım. Hiçbir evlat anne babanın uzaktan kumandası değildir kontrol altına alınsın. Sırf doğurdu anne diye baktı baba diye evlatlarının bir birey olduğunu unutamazlar. Duygularımız, düşüncelerimiz, hislerimiz, kararlarımız kimsenin kontrolü altında olamaz. Böyle bir şey yok. Herkes ne olursa olsun bir bireydir. Bugün susturduğunuz evlatlarınızın gün gelir konuşmasını istersiniz işte o zaman da her şey için geç olur. Evlatlar ebeveyn değildir. Bu kadar yükü sırtıma yükleyemezsiniz. Beni bu kadar yalnız bırakamazsınız. Hele başka birinin düşüncelerine inanıp kızınızın hayatı hakkında hüküm kesemezsiniz. Benden aldığınız bir çocukluğum var. Eğer ki gençliğimi de mahvederseniz sizi ömrüm boyunca affetmem ki… Zaten yaralı kalbim bu sefer öldürürsünüz! Duvarın dibine çaresizce çöktüm. Dizlerimi karnıma çektim. Akmaması için dakikalardır direnen gözyaşlarımı serbest bıraktım. Başımı dizlerime gömdüm ağladım, ağladım, ağladım… Papatya başka bir şey yapamazdı çünkü. Başımı kaldırdığımda karşımda duvarı gördüm. Gördüğüm sadece duvar değildi. O bağırışlar, kapanan kapı, annemin çığlıkları… Ağlayan ben, bir salon kapısına bir odanın kapısına gidip ‘‘Allah’ım yardım et’’ diye feryat eden sesim. ‘‘Baba aç kapıyı annemi dövme diye bağırırken yumrukladığım kapı. O kapıdan annem çıktığında içeri girdim. Annemin gözünün altında kan izleri vardı. Babamın elinde kandamlaları. Anlatmıştım ya daha önce size. Ömrüm boyunca unutamayacağım bir travma. Çok yorulmuştu babam annemi dövmekten. Allah belasını versin! Babamdan bir kere daha nefret ettim o gün. Omzumun üzerinden sağ tarafa batığımda duvara sıçramış kan izlerini gördüm, dondum. Konuşmak istedim konuşamadım. Hareket etmek istedim edemedim. Ben o günden beri hep olduğum yerde kaldım. Konuşamadım, yürüyemedim, gidemedim. Annem en sevdiğim oyuncağımı çöpe attığında en yakın arkadaşım dediğim o ayıcığı çöpte başkasının elinde gördüğümde de böyle olmuştum; donmuştum. Ben hep dondum. İstediğim gibi duygularımı dışa vuramadım. Hislerimi belli edemedim. Matematik öğretmenim çok akıllı çok çalışkan ama nedense tahtaya hiç kalkmıyor demişti. Papatya çok zeki bir kız diye iltifat etmişti. Ben donuyorum öğretmenim, ben yapamıyorum, bu travmayı aşamıyorum. Kulaklarımı kapattım elimle, gözlerimi yumdum beynimin içinde resmini çiziyordu o görüntü. Kafamı duvarlara vurup parçalamak istiyordum. Silin git kafamdan işte defol git. İçime hıçkıra hıçkıra ağladım, sessizce hıçkırarak. Şimdi de benden sevdiğim adamı almaya kalkıyorlar. Kalbimi yerinden söküp beni öldürmek istiyorlar farkında değiller. İçeride ışıkların kapandığını gördüm. Yerde duran telefonuma ilişti gözlerim. Hayır, açarsam Toprak’la konuşurum. Şimdi bu halde olmaz. Ona anlatamam… Kendi başıma halletmem lazım. Mutfak kapısını yavaşça açtım. Kendimi direkt yatağa attım. Mavişi bağrıma bastım, başımı yastığa gömdüm. Hıçkırıklarımı içime göme göme ağladım. Tek bir soru vardı kafamda Ya onu da kaybedersem? Ben onu çok seviyorum… Çok seversek hep mi kaybederiz? |
0% |