@papatyakadin
|
papatyalarım hasta olduğum için aktif olamadım. yeni böölüm ile geldim tekrar. oy ve yorum desteğinizi esirgemeyin benden. papatya kadın keyifli okumalar diler.
Prens gözlerini alamadı yeşil gözlerden. Gidememişti, bırakamamıştı kızıl saçlı prensesi. Kollarıyla sardı bedenini, kokusunu çekti içine. Korkuyordu ama prensesi de çok seviyordu. Gel zaman git zaman prens ve prensesin aşklarının üzerindeki kara bulutlar dağılmadı. Çok korkuyordu narin prenses… Padişah eşini yanına almış prensesi karşısına almış adeta aslan gibi kükrüyordu. Prenses babacığının bu kükremesinden çok korkardı, titriyordu elleri. Biliyordu padişahın söyleyeceklerini… Ve bildiğini de yaşadı. Padişah kesinlikle prensle ilişkisini onaylamıyordu. Annesinin gözlerine baktı ama beklediği o işareti alamadı. ‘‘Hayır,’’ dedi padişah. ‘‘Bizim sarayımıza, şanımıza uygun değil. Kesinlikle uygun bulmuyorum.’’ Ve devam etti padişah prensesin kalbine ok gibi saplanan o cümleyi kurarak. ‘‘Sen ormanlarda onunla geziyorsun, terbiyesiz!’’ Sarayda bir aslan kükredi, prensesin kulakları sağır oldu. ‘‘Bir daha onunla görüştüğünü duyarsam bu saraydan dışarı çıkamazsın!’’ Gözyaşları inci taneleri gibi döküldü yeşillerinden. Ne yani esirleri gibi zindan hayatı mı yaşayacaktı oysa bir suçu yoktu; sadece sevmişti! Ne dediyse dinlemedi padişah, ne kadar başkaldırdıysa sözünü geçiremedi! ‘‘Ama babacığım ben çocuk değilim benim dü-’’ kulakları sağır eden o bağırış sarayın içini hapsetti. ‘‘Kes sesini!’’ Niye dinlemiyorlardı niye hiç anlamak istemiyorlardı. Kalp bu niye kalplerine dönüp bakmıyorlardı? Babasının ‘‘Ormanlarda geziyorsun,’’ sözü çok incitmişti güzel yüreğini. Bu kadar mı inanmıyor güvenmiyordu kızına? Hem ormanlarda gezmiyor kötü bir şey yapmıyordu. Babasına sadece artık büyüdüğünü yetişkin olduğunu ifade edecekti neden sözünü kesti ki? Odasına gitmek için kapının yanından geçtiğinde o cadıları gördü, arkadaş değil cadıydı onlar. Sinsice gülüyorlardı. ‘‘Kazanamayacaksınız. İstediğinizi yapın onu sevmekten vazgeçmeyeceğim.’’ Şimdi prensle nasıl görüşecekti? Çok özlemişti onu hem de çok. Şiddetli gök gürlemesinin ardından yağmur son şiddetle dökülmeye başladı. Kapıdan gelen soğuk prensesi ürpertti. Kalbi çok üzgündü. Ona ihtiyacı vardı ama nasıl ulaşacaktı. Onu kaybetmekle yüzleşmiş ama ayrılmamışlardı. Şimdi gerçekten bitiyor muydu? Bu aşkın gerçekten sonuna mı geldiler?
15. Bölüm
Benim kalbim çok acıyor baba sen neden daha çok acıtıyorsun? Sarayda bir aslan kükredi, prensesin kulakları sağır oldu.
Soğuk rüzgâr saçlarımı üşütüyordu. Yapraklar sararmaya başlamış, sararan yapraklar yerlere dökülüyordu. Yaprakların yere savrularak düşüşünü seyrediyordum oturduğum banktan. Deniz bugün biraz dalgalıydı. Denizin kokusunu çok seviyordum içime huzur dolduruyordu. Göz kapaklarım örttü gözlerimi. Kendimi denizin kokusunu, serinliğini bana getiren rüzgâra teslim ettim. Derin bir nefes eşliğinde açtım gözlerimi karşımda duran maviye… Hava oldukça esiyordu. Sonbaharın ben geldim deme şekliydi. Bu huzursuz anımı telefonumun zil sesi böldü. Çantamdan telefonu çıkarmak için fermuarı açtım. Sağ elimle telefonu alırken diğer elimle çantanın fermuarını kapattım. Babamdı arayan; ben bu telefonu açmak istemiyordum. Ama açmazsam daha da kızacaktı. Tüm cesaretsizliğimle açtım telefonu ‘‘Alo’’ dedim nefesimi tutarak. ‘‘Neredesin sen Papatya?’’ sana da aleyküm selam baba iyiyim sen nasılsın? İnsan yerine konulmadığımı her seferinde hatırlatmak zorunda mısınız?’’ bu konuşmanın ardında gelecek olan huzursuzlukları tahmin etmek zor değildi. ‘‘Sahildeyim baba okula gideceğim birazdan.’’ ‘‘Ben sana ne dedim geçen gün sen ne yapıyorsun? Sen beni niye dinlemiyorsun?’’ ‘‘Be… Ben neyi dinlemedim?’’ ‘‘Sana görüşemeyeceksin demedim mi ben? Hala görüşüyorsun o çocukla. Ben neyim burada he! Senin için çalışıp didiniyorum onca kahrı çekiyorum ben senin yaptığına bak!’ Ben ne yaptım ki baba! Sadece sevdim. Gözlerimin önünde buğu denizi net görmeme engel oluyordu. Konuşursam ağlardım konuşamıyordum. Babamın söylediği son cümle beynime balyoz yemiş etkisi yarattı. ‘‘Utanmadan ormanlarda geziyorsun o çocukla!’ Yanaklarımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerimin önündeki buğu kalktı. Başımın döndüğünü hissettim. Oturduğum yerde yer ayağımın altında kaydı adeta. Bu nasıl bir ithamdı böyle! ‘‘Bir daha görüştüğünü konuştuğunu duyarsam olacaklardan ben sorumlu değilim! Sarayda bir aslan kükredi, prensesin kulakları sağır oldu. O nasıl bir bağırmaydı öyle. Bağırmadan konuşamazdık ki biz. Babam bağıracak çağıracak ortalığı yıkacak yoksa olmaz. Dinleme zahmetinde bulunmaz karşısındakini. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Çat diye telefon kapandı suratıma. Bu kadar mı değersizim baba suratıma telefon kapatacak kadar. Kızını dinlemeye bu kadar mı tenezzül etmiyorsun sen… Babamın kurduğu o cümle kulaklarımda çınlıyordu. ‘‘Ormanlarda geziyorsun o çocukla!’’ Bu ne demek? Orospuluk mu yapıyorum ben bu nasıl çirkin bir yakıştırmadır böyle. Bir baba kızına bunu yapıyorsa el ne yapmaz ki? Bazı babalar kızlarını ilk aşkı değil ilk yarası olur. Ve o yara ömür boyu durur orada. Ne izi geçer ne acısı. O kız çocuğunun saçları hiç taranmadı babası tarafından, hiç okşanmadı. Babası kucağına oturtup dinlemedi kızını hiç. Bir derdin var mı diye sormadı. Elinden tutup hadi bugün seninle vakit geçirelim demedi. Tutup kızını götürmedi parka. Benim kızım ne hissediyor ne düşünüyor demedi hiç. Sen nasıl istersin diye sorulmadı ona çünkü bilemezdi o kız. Anlamazdı, aklı yetmezdi. Büyüklerin doğruları vardı. Ancak büyükler bilirdi biz bilemezdik. Konuşamazdık çünkü onlar sadece bağırmayı bilirdi. Öfkenin, nefretin, sevgisizliğin tohumunu yeşertiyorlardı içimde. Kızına ormanda geziyorsun diye yakıştırma yapan, beni dinlemeye layık görmeyen bir baba. Acaba o da böyle yapar mı bana? Erkekler hep böyle mi? Bağırır, kızar, kendimi değersiz hissettirir mi? Sevgisizliğe boğar mı? Ellerimi yüzüme kapatıp ağlamaya başladım. Korkuyordum babamın annemi dövmesinden, kardeşimin buna şahit olmasından. Çünkü ben defalarca şahit olmuştum buna. Başımı kaldırdım gözyaşlarımı sildim. Saçlarımı geriye atarken aklıma gelen düşünceyle tek kaşımı havaya kaldırdım. Bir an duraksadım. Babam bana ormanlarda geziyorsun dedi de bunu nereden biliyor ki? Rüzgâr soğuk esiyor üşütüyordu. Sınav saati yaklaşıyordu okula gitmek için ayağa kalktım. Ama aklımda hala cevabını bulamadığım o soru kaldı.
Sınavdan çıkmış kantinde sıcak kahvemi yudumluyordum. İçim ısınmıştı biraz olsa. Sumru’nun aramasını beklerken sosyal medya da geziyordum. Aklımda hala o soru dönüyordu. Bildirim çubuğunda babamın facebook adresinden gelen bildirimleri gördüm. Normalde hesaplara girmezdim ama şeytan dürttü ve babamın hesabına girdim. Parmaklarım mesajlar yazısına doğru gitti. Hesaptan çıkmak istedim ama sonra vazgeçip mesajlarda dolanmaya başladım. Bu kızı tanıyorum. Gözlerim gördüğüne inanamadı. Benim arkamdan benim bilmediğim neler dönüyordu böyle? Bu kızla babam ne ara takipleşmeye başladılar? Kahvemden stresle bir yudum aldım. Kahvenin sıcak olduğunu unutup birden içince hem dilim hem içim yandı. Allah kahretmesin ya! Birkaç dakika midemin kendine gelmesini bekledim. Artık daha fazla dayanamayıp mesajlara girdim ve konuşmalara baktım. Ağzım beş karış açık okudum mesajları. Şaşkınlıkla elimi dudaklarıma kapattım. Ah Neva! Evet, o kız Neva. Babama Toprak ile beraber seyir tepesine gittiğimizde çekilmiş resmimizi atmış. Burasını orman diyordu babam. İyi de seyir tepesi burası. Bir dakika Neva nereden buldu bu fotoğrafları? Tabi ya! Salak Papatya nereden bulacak Toprak’ın instagram hesabından. Demek ki oradan takip ediyor sürekli Toprak’ın hesabına bakıyordu. Şuna bak ya sen kimsin de sevgilimi stalklıyorsun? Vay sürtük vay! Konuşmaları görmek için biraz daha yukarı çıktığımda bir kere daha şok oldum. Toprak’ın arkadaşlarıyla içki içerken ki resmini atmış babama. Bir masa etrafında oturuyorlardı. Bu resmi görmemiştim hiç. Bu kız bildiğin Toprak’ı takip etmiş durmuş. Babama yetiştirmiş hemen babamda bu kızın lafıyla bana bağırıyor. Ben nasıl bir şeyin içindeyim ya! Arkadaş dediğim kaltağın yaptığına mı yanayım babamın bu kızı dinleyip beni azarlamasına mı? Bunları Toprak bilmemeli çok sinirlenir. Çok üzülür babamın karşı çıktığını duyarsa. Ama zaten duyacak ne kadar gizleyebilirim ki ondan? Ben kara kara düşünürken Sumru aramış ona olan biteni anlatmıştım. İkimizde ne olacağını ne yapmamız gerektiğini bilemiyorduk. Ama bu akşam kıyamet kopacaktı evde bu kesindi. Hava kararıyordu ben de yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladım. Bugün Toprak ile pek konuşmadım. Onun verdiği huzursuzlukta vardı üstümde. İşler hiç istediğim gibi gitmiyordu. Kara bulutlar iyice üstümüze çöktü sanırım gitmeye de niyeti yoktu. Sokağın başında bizim kızları gördüm. Neva Mısra’nın koluna girmiş bana tip tip bakıyordu. İğreniyordum ondan artık. Mısra selam verdi ama oralı olmadım. Neva bana Mısra üzerinden konuşmaya çalışırken içeri girmiştik bile. İkimizde burnumuzdan soluyorduk. ‘‘Sen sınırını çok aştın Neva! Senin ne haddine babamla konuşmak? Ya senin benimle derdin ne kızım? Sana ne benden Toprak’tan bizim ilişkimizden, iyisinden kötüsünden sana ne?’’ ‘‘Bana sesini yükseltme Papatya!’’ ‘‘Bana emir verme Neva!’’ Neva yerinde duramıyor bir o yana bir bu yana dönüp duruyor bana da laf yetiştirmekten geri kalmıyordu. Sesimiz komşulara kadar gidiyor olabilirdi. ‘‘Sen körsün. Adam seni aldatıyor ya hu aç gözünü, O serserinin teki, içkiden kafasını kaldırmıyor ya. Arkadaşlarını görmüyor musun? O senin kaleminde değil. Bir erkeğe bu kadar bağlanma sonuçta erkek bunlar tek dertleri şeyleri.’’ Ben bu kızı öldürürüm ama. Gerçekten elimden bir kaza çıkması an meselesiydi. ‘‘Bana bak ağzından çıkanı kulağın duysun bu bir. Sakın bir daha babamı aramıyorsun bu da iki bunu o kalın kafana sok.!’’ kendimi koltuğa attım. ‘‘Arayacağım. Babanı arayacağım hiç kusura bakma.’’ ‘‘Beni çıldırtma Nevaaaaa!!’’ sesim olduğundan daha da yüksekti. Çileden çıkmıştım resmen. Neva gözü dönmüş gibi dolanıyordu. Sarı saçlarını arkaya doğru attı. Gözleri mutfağı bulduğunda bir sinirle mutfağa gitti. Mısra ile göz göze geldik. O da pek bir şey demiyordu sonuçta Neva’nın arkadaşıydı. Eline aldığı bıçakla salona girdiğinde üstüme yürüyeceğini sandım. Ama Neva beni şaşırtarak gardıroba doğru yöneldi. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Toprak’ın bana aldığı o büyük ayıyı indirdi. ‘‘Neva yeminle bu evden cesedin çıkar!’’ diye bağırdım. Elindeki bıçağı ayıya defalarca kez sapladı. Ayağa kalktım bir hışımla ama önümdeki masayı unutup ayağımı çarptım. Dudaklarımdan çıkan inlemeyle oturdum tekrar yerime. Ayak başparmağım kanıyordu. Çorabıma bulaşan kan lekesinden anlamıştım. ‘‘Hassiktir’’ küfür etmeyen beni de küfür ettirdiniz ya. Neva’nın gözleri ateş püskürüyordu. ‘‘Bu ayı seni bu kadar mı gerdi ya? He bu kadar mı kıskandın?’’ Neva kendince bir şeyler yaptığını sanıyordu. Ne yani yaktınız yıktınız kestiniz astınız adam mı oldunuz? Karşımda elinde bıçakla Neva ve kafa kısmından parçalanan ayı duruyordu. Tüm hücrelerime yerleşen sinirimle ayağa kalktım. Neva’nın boğazına yapışacaktım ki Mısra tuttu beni. Neva’nın elindeki bıçağı aldı. ‘‘Kafayı yediniz iyice kendinize gelin ya’’ diyerek çıkıştı ikimize de. Parmağımı salladım Neva’ya ‘‘Sen göreceksin!’’ dedim. ‘‘İstediğin her şeyi parçala, yak, kır dök. Peki ya kalbime ne yapacaksın Neva! Ona olan aşkımı öldürebilmek için kalbime ne yapacaksın? Hadi kalbimi parçala. Mesele ayıyı onu bunu parçalamak değil. Madem o kadar marifetlisin hadi durma kalbimi parçala. Kan revan olsun.’’ Neva sustu. Buna nasıl bir cevap verilirdi ki zaten. Çok sinirliymiş gibi bıçağı sıkıyordu. ‘‘ Sana onun gerçek yüzünü göstereceğim Papatya.’’ ‘‘Sorumun cevabı bu değil maalesef. Sen de haklısın verecek cevabın yok çünkü. Ne yaparsanız yapın ona olan aşkımı kalbimden söküp atamayacaksınız.’’ Ne kadar sürdü bilmiyorum ama ağız tartışmamız uzun sürdü. Saat gece yarısını geçtiği için Mısra ev sahipleri gelir kızar dediğinde hepimiz sustuk. Toprak birkaç kez aramış mesaj atmış. Ne diyecektim çocuğa nasıl diyecektim. Sadece uyumak istiyordum. Ama uykuda girmiyordu gözüme. Artık ipler iyice koptu. Ama pes etmeyeceğim. En yakın arkadaşımı aldılar benden sevdiğim adamı alamayacaklar.
O günün üstünden iki gün geçti. Kafamı sınavlara veremiyordum. Ne annemle ne babamla konuşmadım hiç. Toprak bende ki durgunluğu fark edince anlatmak zorunda kaldım. Onun üzülmesi en son isteyeceğim şey. Tek başıma halletmem gerekirdi. Toprak ayrılmak istediğini söylemişti ama kabul etmedim. Bir Neva için ayrılmayacaktık tabi. Babamla konuşmayı teklif etti. Bunu nasıl yapacaktık bilmiyordum. Babam asla kabul etmezdi bilmez miyim ben… Babam hala ayrılmadığımızı öğrenmiş. Kimden tabi ki Neva’dan. Şaşırdık mı hayır! Evde kanepe de oturuyordum. Akşamüstü sularıydı. Elimde kahvem kitabım önümde dünyayı sessize almaya çalışıyordum. Biraz olsun kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Ta ki çalan telefonumun sesini duyana kadar. Yine babam arıyordu. Sıkıntıyla bir of çekip aramayı cevaplandırdım. ‘‘Neredesin?’’ ‘‘Evde,’’ baba demeden babam bana nasıl cevap veriyorsa öyle cevap verdim ben de. ‘‘O kulaklarını aç beni iyi dinle. Ben seni okuldan almaya gelecektim bu akşam. Amcan durdurdu beni. Bak hiçbir şeyi gözüm görmez gelirim duydun mu beni?’’ Yazıklar olsun dedim içimden. Okuldan almaya gelmek ne demek. Hangi hakla eğitim hayatıma son verecek? Sebep ne? Kızın birine aşık oldu diye mi? Orospuluk mu yaptım ben hırsızlık mı yaptım sevdim ya nedir bu? ‘‘Baba ben çocuk değilim kaç yaşı…’’ ‘‘He öyle mi? Büyüdün de kafa mı tutuyorsun bana sen. Büyüdün de kendini bir şey mi sanıyorsun? Lafa bak daha dünkü şey gelmiş kafa tutuyor. Gelmiş ne diyor bana. Bir daha duyarsam eğer oradayım bil.’’ Dıt dıt dıt dıt… İyi de ben bir konuşsaydım, bir dinleseydin. Ben sadece çocuk ya da ergen değilim kendi kararlarımı kendim verecek yaştayım diyecektim. Beni yine konuşturmadı yine dinlemedi. Ben bu kadar değersiz miyim? Benim aklım fikrim kendi kararlarım yok mu? Ya hu ben ilkokula değil üniversiteye gidiyorum. Bu nedir? Öfkem göğüs kafesime sığmıyordu. Nefret fokur fokur her bir zerremde kaynamaya devam ediyordu. Titreyen ellerim telefonu tutmakta zorluk çektiği için masanın üzerine bıraktım. Gözlerimin önüne bir karaltı çöktü. Kendimi kanepeye doğru bıraktım. Kalbim çok acıyordu. İnce ince sanki bıçak saplanır gibi acıyordu. Benim kalbim çok acıyor baba sen neden daha çok acıtıyorsun? Oysa babalar kızlarını çok severmiş. Çok düşkün olurlarmış. Sen beni sevmiyor musun baba? İnsan evladını sevmez mi? Sen sevmiyor musun baba? Seviyor olsan kalbimi acıtır mıydın böyle. Bir baba kızının gözyaşlarının sebebi olur mu? Olmamalı! Ama bak ben ağlıyorum, beni ağlatıyorsun baba. Senin kızın benim Neva değil ki… Senin beni dinlemen lazım onu değil. Ben kızıma güveniyorum demen lazım onun bunun lafıyla ormanlarda geziyorsun dememen lazım. Benim kızım sevmiş onun hayatı onun duyguları o iyi bilir demen lazım senin kızın benim ben! Bir çocuğu dünyaya getirdiniz ya diye köleniz gibi davranamazsınız. Doğurdunuz, baktınız büyüttünüz anne babasınız diye bir insanın hayatıyla oynayamazsınız. Zaten yapmanız gereken sorumluluklarınızı lütufmuş gibi sunamazsınız. Senin için deyip suçluluk duygusunu aşılayamazsınız. Bizler mi doğmak istedik siz doğurmayı seçtiniz. Bizler mi dünyaya gelmek istedik siz karar verdiniz. Şimdi gelip de kızınızın bir cümle kurmasına bile müsaade etmiyorsunuz. Siz evlatlarınızın sahibi değilsiniz, evlatlar size Allah’ın emaneti. Peki ya bu emanetlere nasıl sahip çıkıyorsunuz? Kızların ilk aşkı babaları olurmuş; sen benim ilk yaramsın baba! Dünyadaki en kuvvetli bağ anneleri ve kızları arasındaki bağmış; sen benim en yakın arkadaşımı elimden alarak o bağımı kopartan ikinci yaramsın anne!
Sevilmeyi tattığım, huzuru yaşadığımsın sen. Gülüşü yaralı bu kızı gülüşünden öpensin sen. Gönlüme sevda diye ilmek ilmek işlediğim nakışsın sen. Ömrüme baharı getiren ağlayan gözlerime gülümsemeyi öğreten, acıyan kalbime şifasın sen. Senin cennet kokulunum ben. İlk ve ikinci yarama merhemsin sen. Bu papatyanın oksijenisin sen Toprak!
Oysa ben ona daha şiirler okuyacaktım belki de yazacaktım en güzel aşk cümlelerini. Beyaz tavan gözlerimin önünde kararıp duruyor. Yerinde durmuyor hiç bu tavan da. Sanki yer ayağımın altından kayıyor. Boğazımda düğümlenen hıçkırıklarımı serbest bıraktım acıyan kalbime inatla. Telefonum tekrar çaldığında bakmadım babam olduğunu düşünerek. İkinci kere çalınca dönen başıma aldırmadan oturur vaziyete geldim. Masanın üzerinde duran telefona baktım. Efulim arıyordu. Ne diyecektim ben ona nasıl açardım telefonu… Babam bize izin vermiyor mu diyecektim babam zaten kimseye izin vermiyordu ki. Ne diyeceğim ben ona şimdi babamın gözünde bir hiçim babam beni hiç dinlemez umursamaz o yüzden ayrılmalıyız mı diyecektim. Ben şu an aşık olamam mı diyecektim. Ya da ne sen içki içiyorsun mu diyeceğim sanki bizimkiler hiç içmiyormuş gibi. Ben ailemin gözünde aklı beş karış havada gezen kızım mı diyecektim bu nasıl onur kırıcı bir hareket böyle. Ne diyebilirim şimdi ona? Ailemin beni düşürdüğü şu duruma bakın!
En arka sırada hırkamı kendime sararak oturmuş telefonumla oynuyordum. Sınavdan çıkmıştık. İşlememiz gereken bir ders olduğu için hoca ek ders olarak bize ders verecekmiş. On dakika mola verdik. Ben de bu molayı telefonda boş boş gezerek geçiyorum. Normalde kitap okuyan ben moral bozukluğundan sevdiğim şeyleri bile yapamıyorum. Ders notlarım iyiyken bu gidişle düşer gibi gözüküyor. Alin ve Eda yanıma doğru gelirken telefonum titredi. Eda’yı sevdiğimi pek söyleyemiyorum maalesef. Telefonum ısrarla çalınca arama ekranına baktım. Neva arıyordu. Hiç istemeyerek açtım. ‘‘Ne oldu?’’ ‘‘Mısra ile alışverişe çıktık. Senin de para vermen lazım onun için aradım.’’ ‘‘ Tamam, okula gelin benim on dakika molam var. Aşağı inerim şimdi vereyim parayı alın ne alırsanız.’’ Sinirlerimi tepeme çıkartacak o cümleyi kurdu. ‘‘Sen gel oraya mı gelelim bir de!’’ haspam ayağına çağırıyor. ‘‘Çarşıdan burası yürüsen beş dakika sürmez benim dersim var tabi sen geleceksin Neva ben mi geleceğim ayağına? Dersin yok işin yok zahmet et gel Allah Allah!’’ ‘‘Oraya gelip vakit mi kaybedelim?’’ Alin sinirlendiğimi anladı gözlerime boş ver dercesine baktı. ‘‘Tamam o zaman madem gelemiyorsun alışverişi yapın üstüme ne düşüyorsa ben eve gelince vereyim.’’ Telefonu kapatmaya niyetleniyordum ama Neva buna fırsat vermiyordu. ‘‘Para yok üstümüzde o kadar nereden yapacağız alışverişi?’’ Dakikalardır tuttuğum sinirim bir an da boşaldı. Sol elimi sinirden yumruk yapmış sıkıyordum. Sesim tahmin ettiğimden yüksek çıktı. ‘‘Ulan bana bak sen benle oyun mu oynuyorsun?’’ Hayatta en sevmediğim şeylerden biri de insanların her şeyi kendi ayaklarına kadar beklemesi. Kendinden başka bir şeye toz kondurmaması. Kimse kimsenin maşası değil. Hiç kimseyi kendi keyfimize göre kullanamayız. Ben kılımı kıpırdatmayım ayağıma gelsin, o yapsın o etsin. Sikerler öyle işi! Artık sinirlerime hakim olamamış bağırıyordum. Herkes bir an da dönüp bana baktığında Alin kolumdan tutup ‘‘Gel karşı sınıf boş oraya girelim’’ dedi. Bir yandan sınıftan çıkarken bir yandan Neva’yla konuştum. ‘‘Bana bak beni dellendiriyorsun kızım ben senin ayağına gelecek bir kız değilim sen kendine gel. Bak vallahi bu işin sonu hiç iyi değil. Kendi ayaklarınla gelirsin alırsın parayı he yok ben ayaklarımı yoramam kibrimden burnum havada diyorsan yap alışverişini üstüme düşen ne ise veririm. O da işine gelmiyorsa siktir git!’’ Onun bir şey demesine fırsat vermeden telefonu kapattım. Sinirden burnumdan soluyordum. Oturduğum yerd duramıyor sol bacağımla ritm tutuyordum. ‘‘Papatya sakin ol şu salak kıza uyma aklınca kendini bir halt sanıyor işte.’’ ‘‘Alin çıldırıyorum ben böyle şeye gelemiyorum. O kim ki ayağına gideceğim onun bu hava ne bu kibir ne ben gelemem böyle şeye.’’ Kapı açılma sesini duyunca ikimizde sese doğru döndük. Lina’nın geldiğini görünce önümüze döndük. ‘‘İyi misin birden bağırdın sinirlendin öyle,’’ ‘‘Neva varken iyi olunur mu?’’ Lina elinde ki suyu bana uzatıp ‘‘su iç sakinleştirir su eline yüzüne dök güzelce. Bu kızın alıp veremediği ne?’’ ‘‘Biliyor musun?’’ dedi Alin ‘‘Ayıyı da parçalamış evde çok kavga etmişler. Ben bunların sonunu iyi göremiyorum. Papatya’nın babasını aramış şimdi babası izin vermiyormuş.’’ ‘‘Yok canım daha neler! Deli mi bu kız? Onun ne haddine? Papatya keşsek aynı eve çıkmasaydın onunla.’’ ‘‘Kızlar ben böyle olacağını bilseydim çıkar mıydım? Ama böyle de olmaz benim yurda geri dönmem lazım ama babam çok kızar ve asla izin vermez ben bilmem mi?’’ Telefonum tekrar çalınca kimin aradığına bakmadan gelen çağrıyı açtım. Şimdi canını okumaz mıyım Neva!’’ ‘‘Ne var gene Neva beni iyice çileden çıkartıp kendini mi öldürtmek istiyorsun?’’ sesimi iyice yükseltmiş tam olarak bağırıyordum. ‘‘Aşkım,’’ Ne! Aşkım mı? Karşı taraftan gelen ses erkek sesiydi ve aşkım diyordu. Düşündüğüm şeyi yaşamış olmamak için çok dua ettim ama telefonu kulağımdan alıp ekrana bakınca tam da düşündüğüm şeyi yaşıyor oluşumun çaresizliği ile kalakaldım. ‘‘Papatya ne oluyor? Niye bağırıyorsun öyle?’’ Ağlamak istiyorum. Evet tam olarak şu an ağlamak istiyorum. Telefonu kulağıma tekrar getirdikten sonra boğazımı temizledim. Bir açıklama yapmak zorundaydım. ‘‘Şey… Ben… Seni Neva sandım.’’ ‘‘Okulda mısın?’’ ‘‘Evet’’ ‘‘Çıkınca konuşalım.’’ Tamam deyip telefonu kapattım ve sinirden ağlamaya başladım. Buna bir son vermem lazımdı yoksa Toprak elimden kayıp gidecekti. Dersi hiç dinlememiş sadece vaktin geçmesini beklemiştim. Okuldan çıkınca da eve gittim duş alıp ranzama oturdum. Saçlarım ıslak duruyor yeni taramış öyle bırakmıştım. Ne yapacağımı nasıl hareket edeceğimi bilemez halde tavana bakıyordu yeşillerim. Annemin benden aldığı en yakın arkadaşım gibi seviyordum onu. Ben ona nasıl söylerim. Belki de söylemem daha iyi olur. Bir çözüm yolu bulur. Ama ben annemi babamı tanıyorsam nuh derler peygamber demezler. Oysa ne kadar özenirim kızıyla arkadaş gibi olan annelere ve babalara. Bazı anne babalara kızarlar değil söylersem halleder diye bahsederler. Keşke bende onlardan olsaydım. Niye bir çocuğun kaderi anne babalar yüzünden mahvolur böyle? Toprak mesaj atınca gözyaşlarım inci gibi döküldü. Söylemek zorundaydım. Eğer babam gelip alırsa beni Toprak ile bir daha çok zor görüşürüm. Telefonu alır elimden hem eve de hapseder nasıl konuşurum o zaman? En azından şimdi buradayım yine bir şekilde onu görebilirim konuşabilirim. Bu yüzden bazı şeylere susmalıyım. ‘‘Ne oluyor Papatya anlatacak mısın?’’ Derin bir nefes aldım parmaklarım klavyenin tuşlarında gezinirken. Artık her şey olacağına varacak. ‘‘Neva babamla konuşmuş bizim çekildiğimiz resimleri göndermiş. Senin içki içtiğinde ki fotoğrafı falan elinde ne varsa. Babam da beni aradı’’ yazdım ve yolladım hemen görüldü mesaj. ‘‘Eee’’ dedi ben de devam ettim yazmaya. ‘‘Babam olmaz diyor. Toprak ne dediysem dinlettiremedim. Babama neler anlattı bilmiyorum ama babam kesinlikle olmaz diyor. Neva ile sürekli kavga ediyoruz.’’ ‘‘Tamam sen üzülme belki de böyle mutlu olursun,’’ diye yazmış. Ben sensiz mutlu olmak falan istemiyorum ki… Bir daha da yazmadı Toprak. Neva yanıma geldi. Elindeki telefonu bana doğru uzatarak bir şey gösteriyordu. Gözlerimden ona olan öfkem okunuyordur muhtemelen. ‘‘Bak,’’ dedi ve devam etti. ‘‘O ayı ile olan resmi burada seni kandırıyor. Bak hesabına eklemedik kız yok seni aldatıyor. O arkadaşları da sağlam pabuç değil,’’ ‘‘Neva’’ ‘‘Efendim’’ ‘‘Siktir git! Bak ayrıldık kurban olduğum rabbim bunu yanınıza bırakmasın’’ onun konuşmasına müsaade etmeden odaya gidip kapıyı kilitledim. Hemen Sumru’ya mesaj attım. İki dakika içinde beni aradı. Sumru’ya olanları anlattım. Ağlamamak için direniyordum ama boşaydı gözlerim beni dinlemiyordu bile. Hıçkırıklarımı bastırmaya çalışıyordum konuşmaya çalışırken. ‘‘Bebeğim babanla değil de annenle konuşsan babanı ikna eder sonuçta.’’ ‘‘Annem mi Sumru hıh güldürme beni. Babamın arkasına sığınıyor korkudan. Ağzına yapışmış bir olmaz lafı başka bir şey yok.’’ ‘‘Toprak’ı tanımıyorlar yüz yüze görmediler hem ailesini de tanımıyorlar. Bir kızın lafına bakarak ayrıl demesi hiç mantıklı değil. Babana desen diretsen olmaz mı?’’ ‘‘Sumru almaya gelirim diyor ki gelir. Toprak’tan hep ayrı kalırım o zaman. Telefonumu alacak elimden ne yapacağım o zaman evden de çıkarmazlar beni hapis hayatı yaşatırlar. Burada da son sene zaten. Hiç değilse görürüm belki arada sırada. Zaten çok uzak ne yapayım ben’’ Sinirle soludu Sumru. ‘‘Oha amk! Nasıl bir zihniyet bu böyle.’’ Gözyaşlarımı elimle silerken konuşmaya devam ettim ‘‘Sumru ben annemi babamı hiç affetmeyeceğim’’ ‘‘Kuzum benim,’’ Ardından gelen hıçkırıklar, parmaklarım gözyaşlarımı silmeye yetişemiyordu. Kara bulutlar çöktü üstümüze. Gecenin karanlığına hapsolduk. Karanlık dünyamı aydınlatan adamdı şimdi o aydınlığımı aldılar benden zifiri karanlığın içinde boğuluyorum. Sabaha kadar Sumru ile konuşmuş durmadan ağlamıştım. Bir ara uyukladım sanırım. Sıfır moral ile güne başlamak zorundaydım. Üzerime yeşil hırkamı alıp kahvaltı yapmadan çıktım evden. Mısra uyuyor Neva ise benim arkamdan çıkmış geliyordu. Binanın dış kapısının önünde durdu ayaklarım. Gözyaşım akmaya hazır vaziyette bekliyordu. Omzumun üzerinden sol tarafımda duran çöp kutusuna baktım. O gün parçalanan o ayıyı buraya atmıştık. Elim titriyordu kapağı açmak isterken. Gözyaşlarımı silip titreyen elimi çöp kovasının kapağına doğru uzattım. Hıçkırıklarım boğazımda yumruk misali yerini koruyordu. Çöp kovasının kapağını açtığımda içi bomboştu. Çöpçüler almış olmalı büyük ihtimalle. Yumruk bir an da çözülüverdi hıçkırıklarım içime doğru koptu. Gözyaşlarım sele büründü. Koluma değen el ile irkildim. Refleks olarak aniden başımı sağ tarafıma çevirdim. Neva yanımdaydı. Koluma girmiş mavi gözlerini benim gözlerime kilitlemiş duruyordu. Sessiz kaldım. ‘‘Papatya konuşalım mı hem yürüyelim hem de beni dinle.’’ Zaten yürüyecektim okula gidiyordum. Hiçbir şey demeden yürümeye başladım. Gözyaşlarımı sildim saçlarımı düzelttim. Neva koluma girmiş ama ben ona herhangi bir adımda bulunmadım. ‘‘Bak ben seni seviyorum sen benim arkadaşımsın. Senin kötülüğünün asla istemem. Bak aldatıyor seni hem görüyorsun sen de arkadaş ortamı iyi değil. Senin ailen onu ailesi anlaşamazlar yapıları farklı. Sen çok duygusalsın seni anlıyorum.’’ Neva konuşurken okula gelmiştik. Evimizle çok yakındı zaten on dakika anca sürüyordu. Yüzümde en ufak bir ifade belirtisi yoktu. Hiçbir şey demeden içeri girdim. Yerime oturup hocanın sınav kağıdını dağıtmasını bekledim. Üç soru vardı hemen hızlı bir şekilde hepsini cevapladım. Kağıdı önlü arkalı ful doldurmuştum. Kesin yüksek alırdım sınavdan. Sınavdan sonra direkt lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkadım. Aynada yüzüme bakınca kendime üzüldüm. Gözlerim hafif kızarmış yüzüm biraz soluktu. Derin bir nefes alıp tekrar yüzümü yıkadım. Ağıt havlu ile yüzümü kurulayıp lavabodan çıktım. Çıkış kapısına doğru ilerlerken Neva yeniden koluma girdi. ‘‘Sana bir şey söyleyeceğim’’ Kapının önünde durdum. Sağ tarafta kantinde oturan kişilere baktım. Kimisi kahve içiyor kimisi hararetli şekilde sohbet ediyor. Dışarısı soğukla sıcak arasında kararsızlığı dibine kadar yaşıyor. Sessizliğim karşısında Neva tekrar konuşmaya başladı. ‘‘Bak gerçekten senin iyi bir arkadaşın olmasam bunu söylemem sana. Gerçek arkadaşlar böyle olur. Babanla konuştuk normalde sana söylememem gerekiyor ama ben söyleyeceğim. Baban dedi ki takip et onları eğer Toprak ile görüşürse bana söyle dedi. Telefon dokümanlarını çıkartıp bakacakmış eğer konuşursan. Bir de bizimle beraber gezmeni söyledi.’’ Dondum. Kaskatı kesildim. Bir buzdağının içinde hapsolmuş gibiydim. Yaşadığım şoku dibine kadar hissediyordum. Kulaklarımın bunu duymamış olduğunu diliyordum ama iç sesim bunun gerçek olduğunu gözüme soka soka söylüyordu. Başımı Neva’ya doğru çevirdim. ‘‘Ne dedin sen?’’ Benim babam… Babam ya… Bu kızla işbirliği yapıyor. Ben koskoca kız, üniversiteye giden artık kariyer hayatına odaklanan yetişkin olan birey olan ben ya. İlkokula geliyordum neydim ben? On yaşında mıydım ben kime emanet ediyordu beni? Arkadaşımla işbirliği yapmak ne demek? Beni takip ettirmek ne demek? Bana hiç mi güvenmedin be baba! Bu kadar mı değersizim senin gözünde… Telefon dokümanlarını çıkartmak şu devirde bu ne geri kafalılık neyin nesi? Beni arkadaşımın gözü önünde küçük düşürdü. Şimdi onun için babasının emri altında olan bir kızdım ben. Onurumu gururumu zedeledin baba. Bu kötülüğü kızına neden yaparsın? Eğer anne ve babanız arkanızda değilse tek başınıza kendinize dağ olmanız gerekiyor. Ve bu çok acı! Keşke kulaklarım bunları duymasaydı. Baba senin Neva’ya karşı beni savunman gerekirdi. Benim kızım kendi kararlarını verebilir yanlışında doğrusunda yanındayız bu hayat onun diyebilmeliydin. Kızımın kişisel hakları kendi bireysel alanları var diye koruyabilseydin keşke. Sen beni vurursan baba el ne yapar? ‘‘Çek elini Neva!’’ olabildiğince sessiz e kırgın çıktı sesim. Merdivenlerden inmeye başladım. Neva arkamdan koşuyordu. ‘‘Papatya’’ ‘‘Sesini kes. Burada bir rezillik çıksın istemiyorum. Sus tamam mı?’’ Gözlerimden dökülen yaşları silmeye çalışıyordum kimse ağladığımı görmesin diye. Saçlarımı elimle geriye doğru iterken gördüğümle şeyle durdum. Şule, Ateş ve Ulaş kantinde masa da oturuyorlardı. Yanlarında ise Toprak vardı. Sağa sola bakıyordu. Beni arıyordu gözleri. Biliyorum ben beni görebilmek için geldi. Ah be nasılda özledim onu. Şimdi gidip ona sarılsam hiç bırakmasam. Kokusunu çok özledim. Bir içime çeksem o güzel kokusunu. Elleri ellerime değse. Bana yine cennet kokulum dese. Allah’ım kalbim çok acıyor. Ben nasıl yaparım onsuz. Gözyaşlarım yaramaz çocuk gibi hiç duruyordu yerinde. Gözlerimin önündeki buğuda görüyordum onu. Babamın söyledikleri Neva’nın yaptıkları. Ve Toprak! Ağlamamalıydım onca insanın içinde. Rezillik olurdu bu. Hele Toprak ağlarken görmemeliydi beni. Hemen çıkmalıydım bahçeden. Sahile gitsem deniz iyi gelirdi ama ağlamam lazım kendimi eve atsam Neva evde olacak. Ayaklarım benden bilinçsizce hareket etmeye başladı. Ateş ve Şule bana bakıyordu. Toprak’a baktığımı gördüklerinde onların bakışları da Toprak ile buluştu. Toprak anlamış olacak ki arkasını döndüğünde bakışlarımı çevirdim hemen. Gözyaşlarımı silip hızlıca bahçeden çıktım. Neva arkamdan yüzsüzce geliyordu. Adım seslerini duyuyordum. Umarım Toprak beni ağlarken görmemiştir diye içimden geçirirken sesini duydum. ‘‘Papatya!’’ Canımın içi adımı sesinden duymayı ne de çok özlemişim. Eğer arkamı dönersem ağlarım ama dönmezsem çok özledim bu kadar yakınıma gelmişken görsem ne olur? Parmakları yanağımla buluştuğunda soğuk havadan bir anda sıcacık havaya geçmiş gibi ısındım. Gözyaşlarımı sildi. Öyle güzel bakıyordu ki bana gözlerinin içinde hapsolmak istedim. ‘‘Ağlama,’’ dedi ‘‘Bize bunu yaşatanları Allah çoluğundan çocuğundan çıkarsın. Bu kadar da büyük konuşuyorum.’’ Çenem titriyordu gözyaşlarım süzülürken. ‘‘Benim bir yanlışım varsa çıkarsın Allah’’ dedi Neva. ‘‘Üzülme ne olur.’’ Sesi titriyordu Toprak’ın. Papatya toprağından koparılmış bak solmaya başlamış nasıl üzünülmez ki… Kalbim çok acıyor baba görüyor musun? Kızının canını çok yakıyorsun. Ciğerimi parçaladın baba bak! Toprak seni çok seviyorum. Bana bu kaderi yaşatmaya içiniz nasıl el verdi? |
0% |