Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.Bölüm Kutlamadığın doğum günümün tek dileğiydin sen.

@papatyakadin

 

 

Selam papatya kadının papatyaları,

yeni bölüm ile karşınızdayız, olayların reng çok değişti bakalım sizler ne hissedeceksiniz?

yorumlarınızı beğenilerini düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın.

keyifli okumalar

 

16.Bölüm

 

Kutlamadığın doğum günümün tek dileğiydin sen.

Sen kutlamadıktan sonra niye doğdum ki ben…

Şehri ışıklarla boyamayı boş ver sen gel kararan kalbimi boya!

 

Hayat bu sizi en sevdiklerinizle sınar. En güvendiğiniz insanlarla imtihan eder bu dünyada herkesin sınavları başkadır. Kimisi sever sevilmez, kimisi sevilir sevmez. Kimisi anne babasızlığı yaşarken kimisi varlıklarında yokluklarını yaşar. Kimisi çocukluğundan olur kimisi gençliğinden kimisi de hepsinden.

Benim sınavım ise anne babamın reva gördüğü bu rezil hayat. Benim sınavım sevdiğim adamdan ayrı olmak. Benim sınavım kalbi kıskançlıkla dolu dost görünümlü şahsiyetle uğraşmak. En başında korktuğum şeyi yaşıyorum işte. Ben biliyorum böyle olacağını ne olurdu o akşam gitmeseydin Toprak’ın yanına…

Toprak ile göz göze geldiğimizde kalbimin atışları dışardan duyulurcasına atmaya başladı. Ona sarılmamak için zor tutuyordum kendimi. Ne kadar uğraşsam da gözyaşlarım boncuk gibi döküldü gözlerimden.

Toprak’ın omuzunun üstünden kantin bahçesine kaydı gözlerim. Bizim çocuklar pür dikkat bizi izliyordu. Toprak ile karşı karşıya duruyorduk. Neva ise ikimizi ortalamış yanımızda duruyordu.

Toprak yumruk yaptığı sağ elini açarak yavaşça bana doğru uzattı. İçim eriyordu. Başparmağı gözümden süzülen yaşı silerken onun gözleri doluyordu. Sıcacık eli hep yüzümde kalsa ya!

‘‘Üzülme tamam mı sen hiç üzülme’’ Toprak’ın sesini duyduğum an bir çığlık koptu gözlerimden. Gözyaşlarımı silmeye devam ederek konuşmasını sürdürdü. ‘‘ Bizi bu hale getirenlerden Allah hesap soracak. Allah çoluğundan çocuğundan çıkarsın inşallah. Bak bu kadarda büyük konuşuyorum.’’

Dudaklarım titriyordu. Neva’nın yüzüne sinen gülümseme zafer kazanmanın gururuyla çığlık atıyordu. Toprak’a döndü ‘‘Bana atıyorsun bu lafı. Eğer varsa bir hatam çıkarsın Allah. Ama olmadığını ikimizde biliyoruz. Ben razıyım her şeye.’’

Bu kızın sesini duymaya tahammül edemiyordum. Toprak yüzümdeki elini aşağıya indirdi. Kaşları çatılı gözlerinde öfke Neva’ya bakmaya devam etti. ‘‘Allah elbet çıkaracak Neva! Yanına kalır sanma’’

‘‘Neva’’ dedim gözyaşlarımı silerken. ‘‘Efendim,’’ dedi mavi gözlerini gözlerime dikerken. Sarı saçlarını bugün topuz yapmıştı. Elleri cebinde bana bakıyordu. ‘‘Allah belanı versin!’’

Arkamı dönüp hızlıca uzaklaştım oradan. Neva’nın şaşkın bakışları Toprak’ın yıldız gibi parlayan güzel gözlerini geride bırakıp hızlıca yürüdüm. Köşeyi döner dönmez koşmaya başladım. Koştum, koştum, koştum…

Bina kapısından girer girmez merdivenleri koşar adım çıktım. Çantamdan çıkardığım anahtarımla ellerimin titremesi beni zorlasa da kapıyı açtım. Sırtımı kapıya yasladım. Göğsüm hızlı hızlı yükselip iniyordu. Çantamı koridora doğru fırlattım. Olduğum yere çöküp dizlerimi karnıma doğru çektim. Başımı dizlerime koyup hıçkırıklarımı serbest bıraktım.

Kaç saattir kapının önünde ağladığımı bilmiyordum. Gözyaşlarım içimdeki yangını söndürmeye yetmedi. Yetmezdi zaten biliyorum. Başımı yasladığım dizlerimden kaldırdım. Islak yüzüme yapışan saçlarımı düzelttim. Ellerimle yerden destek alarak doğruldum. Bacağım uyuştuğu için tökezledim. Hiç dermanım yoktu. Sabahtan beri ağzıma tek lokma koymamış aç duruyordum. Canım istememişti. Benim canım onu istemişti. Koridorda duran çantamı alıp vestiyere koydum. Banyonun beyaz kapısının gümüş rengindeki kulpunu aşağı indirip kapısını açtım. Işığı yakıp içeriye girdim. Sıcak suyu açıp arkamı döndüm. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarmak için ellerimi gömleğime doğru götürürken aynadaki görüntüm gözüme çarptı.

Ağlamaktan şişmiş gözler, dudaklar, sararmış bir ten dağılmış kızıl saçlar. Gözlerimin yeşili sönmüş. Gözlerimde ki kırmızılık saçlarımı kıskanmış adeta.

Böyle kaç kez baktık bu aynaya biz. Çocukluğumdan beri aynada gördüğüm yüz bu şekilde. Annem dayak yerdi ben ağlardım. Babam bağırırdı ben ağlardım. Annemle babamın kavga seslerini duymamak için kulaklarımı kapatırdım. Sessiz sessiz ağlayan annemin yanına giderdim bana kızar git yat derdi. Giderdim yatardım ağlardım. Ayna da gördüğüm yüz yine böyleydi.

Aynadaki görüntüme uzandı parmaklarım. Acınası halime. Buruk bir gülümseme yerleşti dudağımın kenarına. O günü anımsadım.

Annem ve babam yine kavga ediyordu. Artık beynim bünyem ses götürmüyor dayanamıyordum. Onları salonda bırakıp odama gitmiştim. Dershaneye gidiyordum üniversiteyi kazanmak için. İlk sene kazanamamıştım. Kitaplarımı çıkarıp testlerimi çözmeye odaklansam da içeriden gelen bağırış sesleri kulaklarımı tırmalıyor beynimi deliyordu.

Ağlaya ağlaya ders çalışmaya çalışıyordum. Bir yandan cevap anahtarından cevapları kontrol ederken bir yandan gözyaşlarımı siliyordum. Sonunda çalışmayı bırakmış yatağıma yatıp ağlamıştım içim sökülene kadar. Sabah uyandığımda gözaltlarım morarmış ve gözlerim şişti.

Makyaj masama geçtim. Yüzüme nemlendirici sürdükten sonra fondöten ve gözaltlarıma kapatıcı sürdüm. Siyah göz kalemimi gözlerime sürdükten sonra rimel çektim. Hafif pembe rujumu sürdüm. Kırmızı bir elbise giymiştim hatırlıyorum.

Kulakları çınlasın Hasret hocamızın. Türkçe dersimize giriyordu çok severdim kendisini. Ders anlattığı esna da bana da dönüp baktı biraz.

‘‘Papatya’’ dedi. Hasret hocanın gözlerine bakıp gülümsedim onu dinlediğimi belli ederek. ‘‘Ne güzel olmuşsun bugün. Gözlerin çok güzel görünüyor. Maşallah sana.’’

Gülümsedim. ‘‘Teşekkür ederim hocam’’ dedim. Yutkunarak önüme döndüm. O gün anladım ki bir kız güzelleşmek için değil acılarının izini gizlemek için yapar makyajını. Ve o kızı güzel yapan makyajı değil acılarıdır.

Her güzelsin denildiğinde o güzelliğin altındaki acıyı göremedi kimse.

Sıcak suyun buharı aynadaki görüntümü kaybettiğinde gözlerimi önüme devirdim. Kıyafetlerimi çıkarıp kendimi duşun altına attım. Su her zaman iyi gelirdi bana. Ben hep suyun altına atardım kendimi.

Başımı soğuk duvara yasladım. Yukardan akan suya gözlerimden akan yaşlar eşlik ediyordu.

Su parmaklarımı büzüştürdüğünde çıkma vaktinin geldiğini anladım. Suyu kapatıp bornozumu giydim. Saçlarımı havluya sarıp banyodan çıktım. Gözüm yatakta duran telefona kaydı. Yatağın kenarına oturdum. Onunla konuşamadıktan sonra bu telefon neye yarardı?

Ekran kilidini açtım, bir sürü bildirim, mesaj vardı ama ondan ne bir arama ne bir mesaj yoktu. Sabah günaydın mesajları akşam iyi geceler mesajı atanım yoktu artık. Kocaman bir boşluğun içinde savruluyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Onsuzluk çok dokunuyordu. Gözlerimin önüne düşen siyah şeyi görünce irkildim. Başımdan düşmek üzere olan kırmızı havluyu elimle attım yere.

‘‘Sen miydin?’’ dedim. Maviş gözleriyle bana bakıyordu. Ellerimin arasında ne kadar da masum gözüküyordu. ‘‘Biliyor musun ma- maviş b- biz ayrılmak zorunda ka- kaldık.’’

‘‘Maviş ben onu çooook özledim’’ mavişi bağrıma basıp hıçkıra hıçkıra ağladım. İçim acıyordu benim. Ne kadar süre mavişle öylece ağladık bilmiyorum. Gözlerim acımaya başlamış dilim damağım kupkuru olmuştu. Islak saçlarımı geriye atıp mavişi elimden bırakmadan mutfağa su içmeye gittim. Bir bardak suyu bir dikişte içtim. Öyle rahatlamıştı ki içim…

Odaya gidip üzerime iç çamaşırlarımı giydim. Siyah pijamalarımı dolaptan alıp üstüme giydim. Saçlarımı tarayıp kuruladım. Beyaz perdeyi araladığımda dışarının epey karanlık olduğunu gördüm. Saatten haberim yoktu hiç. Su matarama suyumu doldurup ranzama çıktım. Kızların geldiğini kapı sesinden anladım. Onlarla konuşmayı düşünmüyordum.

Kendilerine yemek hazırlayıp masayı kurdular. Arkam dönük olsa da seslerinden duyuyordum her şeyi.

Sumru ile mesajlaşıyor olanları ona anlatıyordum. O da olmasa ne yapardım bilmiyorum. Mısra beni yemek yemeye çağırdığında teklifini geri çevirdim. Benim bir şekilde bu evden çıkmam yurda geri dönmem gerekiyor. Bunu da nasıl yapar babamı nasıl ikna ederim bilmiyorum.

Saat gecenin on biri olmuş çoktan. Onunla mesajlaşamamak ondan haber alamamak onunla konuşamamak şu göğsüme dünyanın ateşini vermişler de yan demişler gibi yakıyor. Yok mu bunun bir yolu? Böyle olmamalı ki… Benim o küçük kıza sözüm var. O en yakın arkadaşını kaybetti ama ben en sevdiğimi Toprak’ı kaybetmeyecektim. Söz vermiştim.

Telefonumun birden titremesiyle ufak çaplı bir korku yaşadım. O kadar dalmışım ki düşüncelere titreşimde olduğunu bile unutmuşum. Arama ekranında ki yazıyı görünce yataktan doğruldum. Parmaklarım titriyor yüreğim pır pır ediyordu. Bu aramayı görmeyi çok özlemişim.

EFULİM ARIYOR…

Aramayı hemen cevaplandırdım. Telefonu kulağıma götürdüm. ‘‘Alo’’ dedim. ‘‘Papatya’’ Aman Tanrım ağlıyor muydu o? Sesi titriyordu. Ağlamaklı bir hali vardı. ‘‘Efendim’’ dedim. ‘‘Ben seni çok seviyorum’’

Parmaklarım beyaz çarşafı avucumun içine hapsederken dudaklarım çığlığın duyulmaması için kilitleniyordu. Kurban olduğum ben de seni çok seviyorum. ‘‘Papatya bunun hesabını soracağım ona sen merak etme’’ Toprak içmiş belliydi sesinde. Ateş, ulaş yanında olmalıydı. Acaba başka kim vardı?

‘‘Yaptığı yanına kar kalmayacak bunu bedelini ödeyecek.’’ Onun da içi yanıyor o kadar belli ki sesinde. Ben onun beni sevdiğini biliyorum en önemlisi hissediyorum. Kim ne derse desin Toprak bile seni sevmiyorum dese asla inanmam. Ben onun gözlerinde gördüm o aşkı. Kalbinde hissettim bir kere. ‘‘Bak yanlış bir şey yapma öfkeyle. Herkes Allah’ından bulacak elbet. Beni de üzme öyle ne olur?’’

Ne kadar ağlamamak için kendimi tutsam da sesim bunu belli ediyordu. ‘‘Yoo Papatya o kız seni aldı benden bunu bırakmam yanına. Bak çocuklarla konuştuk. Plan kurduk hatta valla bak. Alacağız onu atacağız arabaya Allah ne verdiyse hayatını sikicez onun!’’

Toprak sesi artık öfkeyle acıyla karışık yüksek çıkıyordu. Allah kahretsin ki yanına da gidemiyorum. Hemen babama yumurtlar. Babam gelir buraya olmaz Toprak’ın yanından ayrılamam. En azından okul bitene kadar.

‘‘Toprak bak nolur kendine gel. Elimi kolumu bağlıyorsun böyle. Bak sakin ol öyle düşünelim tamam mı? Hiç kimsenin yaptığı yanına kalmayacak için rahat olsun. İçmişsin belli yanındakilere söyle eve bıraksınlar seni aklım sen de kalır. Tamam mı Toprak?’’

‘‘tamam,’’ dedi sanki son nefesini veriyormuş canı kalmamış gibi. Konuşmamızı en başından beri dinleyen Neva’ya takıldı gözlerim. Mısra’ya bir şeyler söyledi. Boğazıma kocaman bir yumru oturdu. Yutkunamadım. Başımı mavi kılıfının üzerinde çiçek desenleri olan yastığa çevirdim. Telefonum beyaz çarşafın üstünde titrediğinde gözlerim ekrana kaydı. Kalbim yerinden çıkacak derecede atmaya başladı. Resmen kalbimin atışını duyuyordum.

Günlerdir telefonuma düşmeyen bildirim sesi, mesajını göremediğim o ekran… Az önce aramış şimdi ise mesaj atıyordu. İlk defa o aradığında kalbim acıyor mesaj attığında canım yanıyordu.

Tuttuğum nefesim ciğerlerimi yakarak odanın duvarlarına esti, canımın acısı kulaklarımda yankılandı. Hıçkırıklarımı içime atmak için kilitlendi dudaklarım. Bir feryat koptu içimde; içim şimdi yangın yeri, ateş çemberi… Ateşin sıcaklığı sardı soğuk çehremi. Gözyaşımın hiçbir damlası söndüremedi sevda ateşini…

 

Gönderen: Efulim

Mesaj: Seni çok sevdimL

 

Otobüsün kalkmasını beklemek için giriş bölümündeki sandalyelerden birine oturmuş gelen gideni seyrediyordum. Doğum günüme 3 gün kalmıştı ve benim içinde bulunduğum duruma bakın. KASIM 7 Papatya’nın doğduğu gün. Toprak ile beraber olacağımı düşünmüştüm. Sevdiğim adamla geçirecektim en güzel günümü. Şarkımızda ki gibi gözlerinin içine bakıp ‘‘Sen en güzel hediye’’ diyecektim.

En güzel günlerimi kursağımda bırakanın en güzel günleri mahvolsun.

Otobüs otogara giriş yaptığında gözlerim etrafı aradı. Bir haftalığına gidiyordum kalbimi burada bırakıp gidiyordum. Belki kafam dağılır iyi gelir diye söylemişti Sumru bana onsuzluk iyi gelmezdi.

Otobüse geçip cam kenarına oturdum. Her zaman cam kenarına oturmayı tercih ederdim. Kulaklıklarımı takıp şarkımızı son ses açmış tüm yolculuk boyunca dinleyip durmuştum. Bir yandan Sumru ile mesajlaşıyor onunla sohbet ediyordum.

Sonunda İstanbul otogarına gelmiştim. O kadar mutsuz o kadar üzgünken nasıl normal gözükeceğimi hiç bilmiyorum. Tek istediğim bu bir haftanın çabucak geçmesi.

Eve geldiğimde annem ve babamla hiçbir şey olmamış gibi konuşuyorduk. Annem sorguya çeker diye düşünmüştüm ama hiç konusunu bile açmamıştı. Kardeşim Arın ile birlikte dışarıda kahvaltımızı yapıp İstanbul sokaklarında gezdik.

Havalar soğuduğu için yazlık kıyafetleri giyemiyorduk. Üzerime siyah şişme yeleğimi almıştım. Siyah pantolonum ve tozpembe triko kazağımı giydim. Bir kafeye oturup çay içip sohbet ettik. Daha sonra bir AVM ye girip her katını gezdik. Alışveriş olmazsa olmazdı bizim için. Canımın içi bir tanecik kardeşim benim. Ablalık duygularım depreşiyordu her zaman.

Duygu ablamın ikiz bebeklerinin cinsiyeti geçen hafta belli olmuş, biri kız biri oğlan bebişleri olacağını öğrenince aşırı mutlu oldum. İkizlerin teyzesi olacağım ve bu müthiş bir his. Arın ile beraber bebek kıyafetleri almak için kendimizi mağazaya attık.

Cennete mi düştüm dedim Arın’a dönüp. ‘‘Abla bayılıyosun bebek kıyafetleri görünce. Sende ki bu bebek aşkı ne böyle?’’ Ah canım benim. Benim için bir kahve kokusu bir deniz bir kitap bir de bebek kokusu vazgeçilmez. Huzur onlarda çünkü. Tabi bir de Toprak’ta.

‘‘Abla niye durdun öyle. Gözlerin doldu ne oldu?’’ Bir şey olmadı ablacığım sadece onu çok özledim. Ama ablan şimdi kendini toplamak zorunda. Boğazımı temizleyip gülümsememi yüzüme yerleştirdim. ‘‘He sen de anne olmak istiyorsun ama henüz bebek yapacak kocayı bulamadın diye üzülüyorsun değil mi?’’ Eşek seni ya!

Gülümsedim. ‘‘Aynen öyle ablacığım. En acilinden anne olmam lazım. Ama şimdi bizim yeğenlere kıyafet bakalım. Baksana,’’ diyerek önümüzde duran elbise ve tulumları gösterdim.

Bir erkek bir kız için bebek tulumları, takımları ve battaniyeleri aldık. Rengarenk minik çoraplar, bir mavi bir mor renk nohut battaniye aldık. Daha sonra üst kattaki mağazaları gezdik. Kız bebek için pembe elbise erkek bebek için yeşil takım aldık.

Alışveriş bittikten sonra waffle yemek için avm ye yakın bir kafeye geçtik. En sevdiğim tatlı magnolya ve waffle, bayılıyorum bu ikiliye.

Eve gelince anneme ve ablama kıyafetleri gösterip gülüp eğlendik. Dizi izledik yedik içtik. Günü bitirdik.

Bazen kahvaltıyı ben bazen annem hazırlıyordu. Akşam yemeklerini ben yapıyordum. Bir şekilde zamanın geçmesi için dua ediyordum. Samsun’a dönmek için can atıyordum resmen. Onu çok özledim. En azından bir sokakta bir köşede uzaktan da olsa ona görme ümidim oluyor orada.

Geleli üç koca gün oldu. Kupamda şekersiz kahvemi yudumluyordum pencerenin kenarında gökyüzü seyrettiğim esnada. Bugün Süreyya hanımın yanına uğrayıp yazarlık eğitmenliği hakkında sohbet ettik. Özlemiştim iyi gelmişti. Editörlük için zaman istedim kendisinden. Bu durumda canım bir şey yapmak istemiyordu.

Kahvemden bir yudum daha aldım. saat 00.00 gösterdi. An itibari ile 7 Kasım’a girdik. Bugün benim doğum günüm. Onunla geçireceğimi düşündüğüm onsuz geçen doğum günüm. Sen kutlamadıktan sonra niye doğdum ki ben…

‘‘Şehri ışıklara boyayacağım o kadar güzel bir doğum günü yapacağım ki çok mutlu olacaksın,’’ demişti bana. Şehri ışıklarla boyamayı boş ver sen gel kararan kalbimi boya!

Düşüncelerime o kadar odaklanmışım ki telefon zil sesini duyduğum an korkudan sıçradım. Elimdeki kahveyi üstüme döktüm. ‘‘Allah kahretmesin!’’ diye hayıflanarak kupayı sehpanın üstüne koydum. Ya toprak ise diye düşündüm. Yüreğim ağzıma geldi. Elim ayağım titredi. Heyecanı doruklarda yaşadım an be an.

Titreyen parmaklarım telefonun üstünde gezinirken gelen mesajın Sumru’dan olduğunu gördüm. Ah be Sumru yüreğime iniyordu. Toprak sanmıştım ben. Belki unutmuştur hiç hatırlamıyordur bile. Boş versene Papatya.

Sumru doğum günümü kutlayan uzun mesaj yazıp pasta emojisi göndermiş. Canımın içisin sen be en güzel dost. Teşekkür edip bolca kalp attım. Kirlenen pijamamı değiştirdim. Umutsuzca telefona baktım durdum.

Sabah uyandığımda telefonuma gelen doğum günü mesajlarına cevap vererek geçirdim zamanımı. Kahvaltı faslından sonra annemle biraz temizlik yaptık. Akşama kadar kitap okudum, mandala boyadım.

Akşam yemeğimden sonra hemen odama çekildim. Doğum günümü kutlayan mesajları okuyordum. Odamın kapısı çalındı. ‘‘Abla müsait misin?’’ Arın’ın sesiydi. ‘‘Gel ablası güzel müsaitim.’’

‘‘Abla hemen aşağı gelmen lazım. Duygu ablamın çok sancısı var annem seni çağırıyor.’’ Hay Allah!

Eteğimi düzeltip hemen Arın ile beraber odadan çıktık. Merdivenlerden inerken birden elektriğin gitmesiyle her yer karanlık oldu. Dudaklarımın arasından bir inilti çıktı. Arın tutmasaydı düşebilirdim. ‘‘Arın elektirik gitti. Ablam annem nerede?’’

Arın’dan ses gelmiyordu. ‘‘Arın,’’ kimseden ses çıkmıyordu. Bu karanlık beni iyice korkuttu. Merdivenin başında çaresiz kaldım böyle. Önümü göremiyordum. ‘‘Hey kimse yok mu neredesiniz korkuyorum karanlıktan’’

Ardı ardına gelen patlama sesi ve birden ışıkların yanmasıyla dizlerim korkudan titremeye başladı. Hep bir ağızdan ‘‘İyi ki doğdun, iyi ki doğdun’’ nidalarını duyuyordum. ‘‘Allah bildiği gibi yapsın sizi emi öldüm korkudan’’

Hepsi karşımda gülüyor, eğleniyordu. Arın konfetileri patlattı her yer o kadar renkli oldu ki bir anda. Ama benim içimde ki dünya karanlık. Annem babam doğum günü işlerinden anlamazlar hatta gereksiz buldukları için yapmazlar. Ablam ve kardeşim benim için hazırlamışlar.

İyi ki doğdun yazıları, çikolatalı pasta, börek kurabiye, içecekler. Her şeyi hazırlamışlar. Ablamın yanına gidip ona sarıldım teşekkür ettim. Çok tatlı sarı tonunda dizlerinin altında biten kısa kollu bir elbise giymiş. Karnı belli oluyordu artık. Arın’a dönüp onu da kucakladım. Zayıflıktan ölecekti çocuğum inadına yememeye direnç gösteriyordu. Annemi babamı kucaklayıp teşekkür ettikten sonra pastayı kestim. Resimler çekindik, pastamızı yiyip içeceklerimizi içtik. Geçen ay Toprak’ın doğum gününü kutladığımız an geldi gözümün önüne içim burkuldu. Acımı yalnız kaldığımda geceye saklamaya bırakmalıydım.

Ablam bana altından çok güzel bir kolye seti almış. Takıları sevdiğimi biliyor. Arın ise bana üzerinde Duygu ablam ben ve Arın’ın olduğu bir kupa yaptırmış ve tabi ki yanına iki tane de kitap almış. ‘‘Artık kahveni yudumlarken kupanda kitabını okursun, seversin sen.’’

‘‘Aslında hava soğuk olmasaydı deniz kenarında kutlayalım istiyorduk. Sen seversin denizi.’’

‘‘Severim abla’’

‘‘He bu papatyalarda sana yine seversin sen’’

Toprak’ı da severim ben... Kutlamadığın doğum günümüm tek dileğisin sen!

Kocaman bir buket papatya ve yanına da çikolata almayı unutmamışlar. Canlarım benim. Hepsine çok çok teşekkür ettim. Sarıldım.

 

 

Bu güzel akşamdan sonra günler yine hızlı geçmiş artık dönme vaktim gelip çattı. En sevdiğim an işte hemen gitmeliyim. Bizimkilerle vedalaşıp otobüse bindim. Cam kenarına geçip kulaklıklarımı taktım ve yolun beni Toprak’a kavuşturması için dua ettim.

Uzun yolculuğun ardından nihayet eve geldim. Sanki günlerdir oksijensiz kalmışımda buraya gelmiş oksijenimi bulmuşum gibi hissettim. Okula gidip gelirken ya da çarşıya gittiğimde görürdüm belki onu.

Derslere girmeyi canım hiç istemiyordu. Ama maalesef girmek zorundaydım. Bugün akşama kadar derslerimiz vardı. İşkence gibi geçmişti adeta. Ve bugün de Toprak’ı görememiştim. Belki kafededir şimdi. Bir dakika ötemde ama yanına gidemiyorum.

Çaylarımızı yudumlarken televizyonu izliyorduk. Daha doğrusu kızlar izliyor ben sadece boş boş bakıyordum.

Neva benimle konuşmaya çalışıyor aslında iyi niyetli olduğunu benim çok saf olduğumu Toprak’ın bana iyi gelmeyeceğini anlatıp duruyordu. Benim bir şekilde bu evden yurda geçmem lazım. Bunun için de önce annemle konuşmalıyım.

Telefonum masanın üzerinde titreyince isteksizce aldım gelen mesaja baktım. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Parmaklarım titriyordu. ‘‘Toprak’’ adını sevinçle anınca kızlar bana dönüp baktı. Onların bilmemesi iyi olurdu ama oldu artık.

‘‘Konuşabilir miyiz papatya? Seni çok özledim.’’

Kurban olurum ben sana adam ben de seni çok özledim. İyi ki yazdın iyi ki… Tabi ki onun mesajına cevap verecektim ve verdim de ‘‘Konuşabiliriz tabi’’ dedim.

‘‘Ağzın kulaklarına varıyor. Hiç anlamıyorsun hiç. Erkek kızım bunlar şimdi seninle konuşacak ondan sonra kendi ayrılacak niye biliyor musun? Çünkü erkekler kızları ter eder onlar terk edilmez.’’

‘‘Yeter artık Neva kendi hayatına bak düş yakamdan’’

‘‘Şimdi kızıyorsun bana ama ileride anlayacaksın. Sen erkekleri tanımıyorsun.’’ Telefonu elimden aldı ve mesajlara baktı. ‘‘Özlemiş miş. Bak ne yazmış ayrılmayalım ben sensiz yapamıyorum cart curt… Ah bu erkekler. Yüz verme kızım’’

‘‘Bu seni ilgilendirmez Neva. Ayrıca benim ağzımdan mesaj atma lütfen ver telefonumu.’’

‘‘Bak gör şimdi göreceksin gerçek yüzünü.’’

Toprak’a benim hissetmediğim şeyleri yazmasına müsaade edemezdim. O kimdi ki?

Neva hızlı hızlı bir şeyler yazıyordu ve telefonu kesinlikle bana vermiyordu. en sonunda dayanamayıp elinden aldım. ‘‘Buna hakkın yok Neva’’ dedim. Neler yazmıştı öyle. Hep terslemiş. Toprak ‘‘Seni seviyorum Papatya yeniden deneyelim ben sensiz yapamıyorum’’ diye yazmış canım benim ya.

Mutfağa gidip su içtim. İçeri döndüğümde Neva tekrar telefonumu almış bir şeyler yazıyordu. Hızlıca elinden çekip aldım. ‘‘Yeter artık gerçekten. Bana ait olmayan düşünceleri sözleri yazamazsın.’’

Neva’nın eli boş kalırken ben de telefon ekranına baktım. ‘‘İstemiyorum’’ yazmış. Oha! ‘‘Bana yazma bir daha bitti,’’ yazmış bunlar ne böyle?

‘‘Nasıl yaparsın bunu ya?’’

Şimdi bir daha hiç yazmayacak. Ne yapacağım ben nasıl çıkacağım bu işin içinden?

Toprak hesaplardan çıkış yapmış. Allah kahretsin!

Bu olayın üzerinden iki gün geçti. Ev tartışmalarımız bitmiyordu kesinlikle. Ve ben ne derslerime odaklanabiliyordum ne de kendi hayatıma. Cesaretimi toplayıp konuşmak zorundaydım bizimkilerle.

Kızlar bardakta mısırlarını yerken ben düşüncelerimle boğuşuyordum. Dışarı hava almaya çıkmış biraz gezmiştik. Bardakta mısırı çok severdim ama canım istemiyordu. Karton bardakları çöp kutusuna attıktan sonra yolumuza devam ettik.

Evin ve kafenin olduğu sokağa girdik. Derin bir iç çektim. Şimdi şu kafeden içeri girsem o da orada oturuyor olsa sarılsam boynuna. Yine türküler söylese dinlesem. Ah tamam ağlamayacağım.

‘‘Eee hadi şenlenelim biraz ya şarkılar söyleyelim’’ bu Mısra şaka mı?

İkisi de çok eğleniyorlardı. Neva’ya her geçen gün nefret besliyordum her yaptığından sonra kendinden defalarca soğutmayı başarıyordu. Ve yine o günlerden birini yaşıyorduk. Neva ve Mısra aniden koluma girdiler. Ne oluyor dercesine bakış attım. İkisi de yüksek sesle şarkılar söylemeye başladılar.

‘‘Hadi kız sen de söyle Papatya!’’ sinirlerim gerçekten bozuluyordu. Benim kalbim acıyor canım yanıyor onlar şarkı derdinde.

Kolumu çekmek isterken Neva daha sıkı tuttu. Mısra ile beraber daha da eğlenceyle şarkılarını söylüyordu. Başını yukarı kaldırıp imalı şekilde bağırarak şarkıyı söylediğinde ben de kafamı kaldırdım.

Kafenin önündeydik. O kadar dalmış ve herşeyden bihaberdim ki geldiğimiz yeri bile görememişim. Toprak, Ateş, Ulaş, Bartu, Eren terastaydı. Şule ve Selvi de vardı sanırım onları görememiş ama sesini duymuştum. Neva bilerek böyle davranıyordu. Kendince nispet atıyor biz eğleniyoruz havasını veriyordu.

Toprak’la göz göze gelince kalbim eridi. Orada, yakınımda ama dokunamıyorum, öyle çok özledim ki onu kokuna çok ihtiyacım var çok!

Neva’ya sinirli bakışlarını attı çocuklar ki haklılardı. Pişmiş kelle gibi sırıtıyordu kızlar yanımda. Kolumu sertçe çektim. ‘‘Bana bak kendine gel, kendinize gelin ne yapıyorsunuz siz?’’

Toprak’ın görüp görmediğini göremiyordum. Bir yandan yürüyorduk ve Neva çok bozulmuştu.

‘‘Benim canım yanıyor ben acı çekiyorum siz kalkıp ne yapıyorsunuz ya… Ben Toprak’a böyle davranmam. Her şeyden önce yaşanmışlıklarımız var saygısızlık etmem. Düşün yakamdan artık.’’

Binanın kapısında ikisi de morali bozuk bana bakıyordu.

Olabildiğince sert ve yüksek sesle bağırdım ‘‘Düşün yakamdan!’’ boğazım acımıştı biraz.

Sabah olunca okula giderken annemi arayıp babamla konuşması için ikna ettim. Umarım ikna olurdu. Benim en kısa zamanda yurda geçmem gerekiyordu.

. Alin ve Lina ile kantinde otururken Eda yanımızdan geçti. Sabah ki olanlardan sonra götü kalmıştı hanımefendinin.

‘‘Ne oldu Papatya anlatsana?’’ Lina’nın sorusu üzerine anlatmaya başladım.

‘‘Dün ki olanları biliyorsunuz zaten. Sabah Eda’ya geçtik. Neva’ya bir kez daha şok oldum. Onu tanıdığım güne lanet olsun.’’

‘‘Sen iyice dolmuşsun gerçi senin onu şimdiye kadar gebertmen bile lazımdı da neyse… Anlat bakalım.’’

Alin’i başımla onaylayıp devam ettim. ‘‘Eda’ya anlatıyordu marifetlerini. Ayıyı parçalamış almış bıçağı bilmem ne. Bir gururlanıyor bir böbürleniyor. Öyle gülerek anlatıyor görmeniz lazım. Yok neymiş Toprak karakteri bozuk biriymiş beni kurtarmış. Yok kafeden geçerken bağıra bağıra şarkı söylemiş yok istemiyoruz diye söylemişiz.’’

Suyumdan bir yudum aldım. ‘‘O değil de bunu pişkince benim yanımda anlatıyor ve Eda’da büyük bir zevkle dinledi inanabiliyor musunuz?’’

‘‘Orospu!’’

‘‘Orospu!’’

İkisi de bir ağızdan küfür ettiler. ‘‘Çok sinirlendim ya. Bu kız bu kadar karaktersiz miymiş ya?’’

‘‘Öyleymiş Lina’cığım baksana. Midem bulandı vallaha.’’

Alin ve Lina konuşurken onları dinledim. Daha sonra olanları da anlatıp tekrar suyumu içtim. Ağzım, dudaklarım çok kuruyordu. Başıma giren ağrı beynimi mahvediyordu.

Allah’tan başka ders yoktu da rahattım. Bir anda kalbimin acımasıyla elim kalbime ulaştı.

‘‘Papatya iyi misin?’’

Kalbime adeta bıçak saplanıyordu. Ne zaman biterdi bu kalp acısı?’’

‘‘Papatya iyi misin?

Alin Lina’ya suyu vermesini söylüyordu. Lina suyu masadan alıp şişenin kapağını açtı. Alin eline dökülen suyla yüzümü ıslattı. Su çok iyi gelmişti.

‘‘İyiyim kızlar. Böyle vuruyor arada kalp acısı.’’

‘‘Daha iyi misin acıyor mu hala Papatya?’’

‘‘İyiyim gerçekten Alin,’’

‘‘Su alayım mı kantinden ister misin?’’

‘‘Sağ ol Lina’cığım. Daha iyiyim sağ olun kızlar. Başım çok ağrıyor eve gidip bir ağrı kesici içip uzansam iyi olur.’’

‘‘Seninle gelelim mi canım?’’

‘‘Yok siz işinizi yapın iyiyim ben geçti kalbimin acısı.’’ Sahi geçti mi kalbinin acısı?

Kızlarla vedalaşıp evin yolunu tuttum. Yürüme mesafesinde olduğu için beş dakika sonra evimdeydim. Kızların dersi bugün çok olduğu için geç geleceklerdi ve evde sessizlikle baş başa kalacağım için çok mutluydum.

Pijamalarımı giyinip rahatladım biraz. Bir ağrı kesiciyi bir bardak suyla içtim. Başım fena zonkluyordu. Elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım ve hiç kurulamadım. Pencereyi açıp hafif soğuk havanın yüzüme çarpmasını hissettim. Biraz rahatlamak iyi gelmişti.

Her telefon çalışında her mesaj bildirimi geldiğinde kalbim yerinden çıkacak gibi oluyorum. Belki ondan bir mesaj alırım umuduyla bakıyorum hayal kırıklarıyla elim boş kalıyorum. Yine telefonuma bildirim sesi geldi ve ben tüm umutsuzluğumla gelen mesaja baktım.

Sumru mesaj atmıştı ve bir diğer mesaj bildirimi de ondandı. İnanamıyorum bana mesaj attı. Ellerim heyecanın verdiği yetkiye dayanarak titriyor, kalbim ağzımda atıyordu. Hangisine cevap vereceğimi bilemedim. Önce Sumru’nun mesajını açtım.

‘‘Müsait misin sana bir şey söyleyeceğim canısı’’ saçlarımı geriye attım. Yanaklarımın kızardığını hissediyorum. Hem sevinç hem mutluluk havaya uçuracaktı beni. Sumru’ya cevap yazıp hemen Toprak ne yazmış diye baktım.

‘‘Konuşabilir miyiz?’’

Hemen whatsapp’tan Sumru’yu aradım. İlk çalışta telefonu açtı. Onun konuşmasına fırsat vermeden hemen atıldım. ‘‘Kankaaaaaaaa Toprak yazdı bana!’’

‘‘Sakin ol şapşal kız, yerinde duramıyorsun değil mi?’’ kıkırdadım Sumru’ya. ‘‘Vallahi duramıyorum kanka. O kadar özledim ki onu…’’

‘‘O zaman konuş kanka. Toprak’ta benimle konuştu onu anlatacaktım sana?’’

‘‘Dur bir yandan cevap yazayım’’ Toprak bana İnstagram üzerinden mesaj atmıştı. Numarama niye yazmadı ki şimdi. Aman neyse ne yazmış mı yazmış Papatya boş ver.

‘‘Konuşabiliriz Toprak’’ yazdım ve yolladım. Can kulağıyla Sumru’yu dinlemeye koyuldum.

‘‘Merhaba kardeşim diye yazmış işte kanka bende merhaba falan dedim. Beni tanıdın mı dedi ben de evet dedim.’’ Sabırsızlıkla konuşmayı öğrenmek istiyordum. ‘‘Eeeee sonra,’’ dedim Sumru cümlesini bitirmeden. ‘‘Kız dur sakin ol anlatıyorum ya, şimdi kalpten gidecek’’ kıkırdama sesini duyuyordum. ‘‘Vallahi gidicem ben kalpten gitmeden anlat hadi.’’

İç çekerek konuşmasına devam etti. ‘‘Bir durum oldu dedi işte Papatya ile yollarımız ayrıldı dedi ben onu çok seviyorum dedi’’

Gözlerim fal taşı gibi açıldı, ağzım kulaklarıma çoktan geçti. Oturduğum yerde sevinçten zıpladım. ‘‘Ağzını yüzünü yerim ben bu adamın yaaaa… Ben de onu çok seviyorum.’’

‘‘Deli kız ya! ben de öyle dedim. Papatya’da seni seviyor dedim sana çok değer veriyor dedim ben de ona değer veriyorum dedi. Konuşmak istiyorum ama çekiniyorum ne diyeceğini bilemiyorum dedi. Sen ona seni istemiyorum mu dedin?’’

‘‘Kız yok ben der miyim hiç öyle. Geçen akşam Neva telefonu aldı o konuştu. Ben ona nasıl derim öyle.’’

‘‘O Neva’nın ben taaa….. Ayar oldum hee saçını başını yoldurtmasın içimdeki çingeneye çıkartmasın bak!’’

‘‘Ah kanka babam olmasa ben yapacağımı biliyorum. Neyse anlatsana.’’

‘‘Tamam. Benden konuşmamı istedi ben de sen konuşursan daha iyi olur ama ben yine de konuşurum dedim. Ailesi beni istemiyor dedi üzgündü baya. Ne olacak bilmiyorum dedi’’

‘‘Çok biliyor bizimkiler. Tövbe ya ağzımı bozacaklar benim.’’

‘‘Bence konuş kanka bak seviyor ki uğraşıyor. Bir konuş bakalım o ne diyor ne yapabilirsiniz?’’

‘‘Aynen. Geçen de yazmıştı sana beni tanımak için. Geçen dediğimde ilk zamanlar. Şapşal çocuk ya’’ kelebekler karnımda uçuyordu adeta.

‘‘Evet seni tanımak istemişti. En yakın arkadaşından dinleyeyim dedi. Ay aklıma ne geşdi şimdi diyor ki Toprak daha önce kaç sevgilisi oldu’’

Kahkahayı patlattım. Ben bu adamı yerim ya yerim. ‘‘Adamın aklına gelene bak. Kanka sen ne dedim kız söyle hadi hadi…’’ gülüşlerimiz havda uçuyordu.

‘‘Olanı söyledim kanka. O öyle çok sevgili hayatı olan biri değil dedim. Zaten Topraktan önce bir tane vardı değil mi?’’

‘‘Aynen kanka’’

‘‘Senin kaç sevgilin oldu dedim de beni karıştırma diyor’’

İkimizin kahkahaları büyüyordu. Konuşma o kadar güzeldi ki uzun zamandır ilk defa böyle güldüm. Gülmekten gözlerimden yaş geldi. Sumru gayet keyifli sesiyle bana eşlik ediyordu. ‘‘Onu niye karıştırmayacakmışız şuna bak, ama tabi şimdi o sayısını bilmiyordur çıktığı kızların’’ ve devam ettim gülmeyi kesmden.

‘‘Beni karıştırma he şebek herif’’

‘‘Öyle diyor valla, Kız hiç güleceğim yoktu vallahi biz hep gülelim böyle.’’

‘‘Amin aşkım inşallah canım dostum benim.’’

Biraz gülüp konuştuktan sonra esas meselemize geri döndük. ‘‘Eee yazdı mı?’’

‘‘Aha şimdi yazdı kanka’’

‘‘Nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama pek iyi değilim sensiz.’’

‘‘Nasıl iyi değilsin Toprak!’’

Sumru telefonun diğer ucunda konuşmalarımızı an be an dinliyordu.

‘‘Öyle şimdi hastaneye gidiyorum.’’

‘‘Ne hastanesi niye dikkat etmiyorsun kendine hiç’’

‘‘Sensiz ne gerek var ki?’’

‘‘Ben olsam da olmasam da sen dikkat et kendine Toprak’’

‘‘Peki sen hep olsan olmaz mı?’’

Ah canımın içi olmaz olur mu hiç. Ben hep seninle olurum be. ‘‘Sumru be bizimkiler ikna olmazsa ne olacak?’’

‘‘Yelkenleri düşürdün gene be kuzum yapma böyle.’’

Toprak tekrar bir mesaj yazdı. Hemen bildirime tıklayıp mesaj ekranına geri döndüm. ‘‘Yeniden deneyelim Papatya. Oturup konuşalım birbirimizden vazgeçmeyelim. Bir yolunu bulalım.’’

Hep onu çok istiyor hem de nasıl olacak diye endişe ediyordum. Az önce ne kadar çok sevinçliydim. Şimdi ise kara bulutlar yıldızları kapladı.

Şimdi bir karar verme zamanı.

Peki ya ne karar vermem gerekiyor benim?

 

Loading...
0%