@papatyakadin
|
Saat 20:15 olmuştu, Ailecek salonumuzda oturup televizyona bakıyorduk. Kardeşim telefondan oyun oynuyor, annem babam çaylarını yudumlarken dizi izliyordu. Ben ise pijamalarımı giymiş bir yandan annemin yaptığı kısırı yiyor. Bir yandan telefondan instagram hesabımda dolanıyordum. Bir süre video izledim, resimlere baktım. Gönderileri gezdim. Takip ettiklerimin paylaşımlarına baktım. Daha sonra whatsapp’a girdim. Orada da pek bir şey yoktu. Tam çıkacaktım ki gelen mesaj bildirimi ile ana sayfaya tekrar döndüm. ‘‘Güzelim, ne yapıyorsun?’’ Sumru’danmış gelen mesaj. Hemen cevap yazdım. ‘‘ Oturuyorum yavrum sen ne yapıyorsun? Bugün görüşemedik hiç.’’ Mesajım hemen mavi tık oldu. Mesaj sayfasından çıkmadan yazıyordu. ‘‘ Aynı bildiğin gibi. Dersler ile uğraşıyordum. Sen neler yaptın? Samsun’a dönüş ne zaman?’’ ‘‘ Yazar eğitmenliği için görüşmeye gittim. Artık karşında eğitimci Papatya var. Gelince de televizyon izlerken uyumuşum. Cuma günü de dönüş yapacağız galiba tam netleştirmedik. Neva ile ev tuttuk. Onun bir arkadaşı daha varmış. Bakalım anlaşabiliriz inşallah. Bizim yurttan arkadaşım gelecekti ama ailesi izin vermemiş.’’ ‘‘ Can kardeşim benim, tebrik ederim seni. Sen hep böyle başarılı olacaksın. Yürekten inanıyorum buna. İnşallah anlaşabilirsiniz. Ben çok yorgunum, yarın ararım seni. Öpüyorum kocaman.’’ ‘‘ Ben de canım.’’ Sumru ile sadece whatsapp üzerinden görüşebiliyorduk. 2 senedir Fransa’da yaşıyor. Okul tatillerinde Türkiye’ye geliyor zar zor. İnsanlar eğitim hayatları için ya da yaşam standartlarını değiştirmek için çıkar yurt dışına Sumru ise acılarından uzaklaşmak için. Daha doğrusu ailesi böylesinin onun açısından daha iyi olacağını düşündüğü için. Ama bu Sumru’ya iyi gelmiyordu. Bu sene gelince tekrar dönmeyeceğinden adım gibi eminim. Çünkü onun burada canı var. Cananı var. Sevdiceği var. Sumru’nun Uras’ı var burada. Kollarında can verdi sevdiği adam. Korkunç bir trafik kazasında. Motor kullanmayı çok seviyordu ikisi de. Bir sinema çıkışı rüzgâra savaş açarcasına sürmüşler motoru. Uras karşıdan gelen araçtaki far ışığının gözlerini kamaştırması ile hızını yavaşlatamamıştı. Bu kadar hızlı gitmeseydi şu an yaşıyor olabilirdi. Maalesef hızını alamadı bariyerlere girdi. O anda ölmüş. Sumru ise yaralanmıştı. Çok şükür sağ salim ama ruhu yaralı. Bir sene psikolojik tedavi gördü. Ailesi burada kaldıkça düzelemez diye yurt dışına çıktılar. Çok zor zamanlar geçirdi. Birlikte paylaştık bu acıyı. Her daim yanında oldum, yalnız bırakmadım hiç. Onunla ağladım. Gözyaşlarını sildim. Teselli etmeye çalıştım. Elimden ne gelirse yapmaya çalıştım. Hep yanında olmaya da devam edeceğim. Sumru benim çocukluk arkadaşım, dostum, kardeşim, can bağım. Hayatta herkese Sumru bir dost nasip etsin yaradan. Daha Sumru ile ilgili anlatacak, yaşayacak çok şeyimiz var. Derin bir iç çektim. Telefonumu koltuğun üzerine bıraktım yavaşça. Mutfağa gitmek için oturduğum yerden doğruldum. Beyaz kapıyı gümüş rengi kulpunu aşağı bastırarak açtım. Tezgâha doğru yönelip mavi kapaklı sürahiden tezgâhtan aldığım büyük yaldızlı bardağa su doldurdum. Bir dikişte bitirdim suyu. İçim yanmıştı adeta. Mutfaktan çıkıp karşıda ki lavaboya girdim. Soğuk suyu yüzüme çarptıkça rahatladığımı hissettim. Derin bir nefes çektim. Soluma dönüp annemin yeşil lale desenli dantel işlemeli havlusuna dokundum. Elimi dantelin üzerinde gezdirirken gülümsedim. Annem benim. Ablama da çok yaptı bu dantellerden. Şimdi bana da yapacakmış iki gözümün çiçeği. Bir yandan gülümserken yüzümü havluyla kurulayıp içeri geçtim. Bizimkiler kendilerini telefona ve televizyona kaptırmışlardı. Ben de ses etmeden yerime geçtim. Telefonumu tekrar elime alıp ekran kilidini açtım. Benim sevgilim yoktu. Lisedeyken saçma sapan bir flörtüm vardı o eğer sayılmıyorsa hiç olmadı. İçimden kendime güldüm. Bizimkiler bu ne kendi kendine gülüyor, deli mi demesinler diye içimden sessizce güldüm. Üniversite de çoğu arkadaşın sevgilisi var. Yurdun önüne bırakmalar, balonlar, hediyeler görmeniz lazım. Kapıdan biri girerdi elinde kalpli balonlar. Öbürü girerdi elinde ayıcık falan hediye. Sonra diğerini sevgilisi bırakırdı. Diğeri el sallardı ya da öpüşürlerdi. Daha neler neler… Bana da bir iki teklif gelmişti ama kabul etmemiştim. Beni etkilemiyorlardı herhalde ondan. Acaba benim de sevgilim olsa nasıl olurdu? İnsan istemez mi sevilmeyi, sevmeyi… İster tabi ki. Nasip diyelim, Allah bilir. Düşüncelerimden sıyrılıp telefona döndüm tekrar. Bildirimlerimde mesaj isteklerinde 1 yazıyordu. Mesajın kimden geldiğini görmek için mesaj simgesine tıkladım. Mesaj istekleri bölümüne tıklayıp bana gelen mesaja baktım. Mesaj tanımadığım birisinden gelmişti. ‘‘Merhaba!’’ yazıyordu mesajda. Kim olduğunu öğrenmek için görüntüle diyerek sayfasına girdim. ‘‘Toprak Akal’’ Ne güzel bir ismi varmış dedim kendi kendime. Daha sonra sayfasında gezinerek fotoğraflarına baktım. Fotoğraflarından biri aynı zamanda profil resmi, sahil kenarında bir kafede, masada otururken çekinilmiş. Üstünde açık mavi bir kısa kollu vardı. Kaşları çok güzel. Kalem gibi aynı. Çenesine doğru hafif uzayan yuvarlak yüz hatlarına sahip. Kirli siyah sakallarına bıyık ve top sakalı eşlik ediyordu. Vallahi ne yalan söyleyeyim maşallahı var. O değil de gözleri çok güzel… Bilgilerine bakıyorum, Samsun’dan bu kişi. Acaba üniversiteden mi? Okul bilgisi yazmıyor. Koyu Beşiktaşlı Toprak. Maşallah boyu da var. Tam manken olacak adam. Çocuğu iyice inceledikten sonra mesaj sayfasına tekrar geri döndüm. Cevap yazacak mıydım? Mesaj atıp atmama arasında gidip geldikten sonra cevap yazmaya karar verdim ‘‘Merhaba’’ diye yazarak gönderdim. Ondan cevap gelmesini beklerken sayfasına tekrar girdim. Bilgiler kısmındaki linke tıkladım. İnternet sayfasına atmış olduğu videolar vardı. Şarkı da mı söylüyordu? Acaba sesi nasıldı? Ben bir heyecanla tam videoyu izleyecektim ki kafama gelen darbeyle telefonu düşürdüm. ‘‘Ay’’ iki dudağımın arasından çıkan sesime kıkırdamalar karıştı. ‘‘ Abla, iyice dalmıştın telefona seni uyandırayım dedim.’’ Arın kıkırdayarak konuşuyordu. Yere düşen telefonumu sol elime alıp sağ elimle bana attığı minderi alıp ona geri fırlattım. ‘Şebek seni. Başka işin yok mu senin?’’ ben de hem gülüyor hem söyleniyordum. ‘‘Var.’’ Dedi Arın ayağa kalkarak. ‘‘Mutfağa geçip kahve içeceğim. Sana iyi telefon gezintileri.’’ ‘‘ Teşekkür ederim ablası güzel.’’ Arın’a teşekkürlerimi ilettikten sonra telefonuma geri döndüm. Mesaj gelmişti. Ah Arın tam zamanını buluyorsun çocuğum ya videoyu da kaybettim. Önce gelen mesaja bakayım sonra dinlerim şarkısını. ‘‘Nasılsın?’’ diye yazmıştı. ‘‘Teşekkür ederim, iyiyim. Sizi tanıyamadım ben’’ diye yazdım ve yolladım. ‘‘Ben de beni tanıyın diye size yazdım. Sizin içinde bir mahsuru yoksa sizi tanıma şansından muaf olmak istemem.’’ Güzel yürüyorsun çocuk. ‘‘ Beni nereden buldunuz ki?’’ ‘‘Uzun süredir görüyordum sizi. Konuşmak istiyordum ama tepkinizi bilemediğim için bir şey yapamadım. Hayatınız da biri var mı bilmiyordum. O yüzden sosyal medya hesabından görünce yazmak istedim.’’ ‘‘ Bizim üniversitede misiniz?’’ ‘‘Hayır, ben açıktan okuyorum. Müzikle ilgileniyorum.’’ Müzik demişken ben onun şarkılarına bakacaktım. Anladım diye yazarak internet sitesine girdim. İki videosu vardı. İlk attığı videosuna tıklayarak sesini dinledim. Bir arkadaşı bağlama çalıyor o ise Neşet Ertaş’tan söylüyordu.
Tatlı dillim güler yüzlüm E ceylan gözlüm Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Neredesin sen
Sesi… Ne kadar güzel. Kaç kere dinledim sesini bilmiyorum. Sesini nasıl tarif etsem size? Çok güzel. O kadar güzel söylemiş ki türküyü, o kadar güzel yakışmış ki sesine etkilenmemek elde değil. Bu çocuğun sevgilisi yaşadı vallahi. Düşünsenize sevgilinizin sesi çok güzel ve size şarkılar, türküler söylüyor. Deniz kenarında, sahilde… Dalgaların sesi arkadan eşlik ederken, hafif rüzgâr saçlarınızı dağıtırken. Gözlerinizin içine bakarak mırıldansa… Ahh! Üst taraftan gelen mesaj bildirimine geri döndüm. ‘‘Orada mısın?’’ yazmış. ‘‘Yanlış bir şey mi söyledim? Cevap yazmadın bana.’’ ‘‘Buradayım.’’ ‘‘ cevap yazmayınca benimle konuşmak istemiyorsun zannettim.’’ ‘‘Başka bir işim vardı. O yüzden.’’ ‘‘Papatya.’’ ‘‘Efendim.’’ Ondan cevap gelmesini beklerken internet sayfasına geri dönüp diğer şarkısını dinlemek istedim. Dinlemezsem çatlardım. Üstteki videosuna tıklayıp videoyu başlattım.
Acımasız olma şimdi bu kadar Dün gibi dün gibi çekip gitme Bırak ta dolanayım ayaklarına Kum gibi kum gibi ezip geçme
Kendimi şarkıyı mırıldanırken fark ettim. Şu bir gerçek ki sesi beni çok etkiledi. Sesinin tonu, kullandığı nağmeleri insanı mest ediyordu. Biraz da komik biri gibi. Böyle nasıl desem size bilemiyorum. İçinde bir çocuk var ama dışı büyümek zorunda kalmış gibi. Türküyü söylerken gülüşü ve dil çıkarması kıkırdamama neden olmuştu. Ama ben kendimi niye kaptırıyorum ki böyle. Kendime gelmem gerekiyor acilen. Evet, kendime gelmem gerekiyor hemen internet sayfasından çıktım. Onunla olan konuşmaları da silecektim ki attığı mesaja kayıtsız kalamadım. Hem konuşmak isteme hem mesaja bak ben de bir değişiğim. ‘‘ Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Dedim ya uzun zamandır seni takip ediyorum. Ne tepki verirsin bilemedim. Hayatında biri var mı bilemedim. Bekledim uzun zaman. Sonra cesaretimi toplayıp araştırmaya başladım. Öğrendim ki hayatında biri yokmuş. Kızar mısın yoksa tersler misin bilmiyorum ama ben sana gönlümü kaptırdım. Bana bir şans vermeni istiyorum. Seni tanımak, gözlerinin içine yakından bakmak istiyorum. Kalbinin sahibi olmak istiyorum. Umarım beni kırmazsın.’’ Ellerimin titrediğini hissettim. Baştan aşağıya vücudumu saran o hissiyat kalbimin atışını hızlandırdı. Bacaklarım titriyordu ellerime eşlik edercesine. Sevmek ve sevilmek mi? Beni biri sevebilir miydi, ben sevebilir miydim gerçekten… Ciğerlerime kadar çektiğim nefesi usulca geri bıraktım. Telefonu ters çevirip biraz düşündüm. Annem mutfağa geçmiş babam ise hala televizyon başındaydı. Ben ise ne cevap vereceğimi düşünüyordum. Benim de bir sevgilim olabilirdi. Sevebilir sevilebilirdim. Ama buna cesaretim yoktu. Kendimi kandırmamalıydım. Mesaj sayfasına tekrar geri döndüm ve yazmaya başladım. ‘‘ Ben ilginiz için bu güzel cümleleriniz için çok teşekkür ederim. Ama ben hayatıma kimseyi almayı düşünmüyorum. Sizi de kırmak istemem. Sevemezsem yapamazsam sizi de üzmek istemem. Kendinize iyi bakın.’’ Yazdım ve yolladım. Mesajım hemen görüldü. Anında bir mesaj daha geldi ondan. ‘‘Bunu bana yapma lütfen.’’ ‘‘Sende mi sırtını döneceksin, sende mi kalbimi kurak bir bahçeye çevireceksin?’’ Bu çocuk ayak mı yapıyor yoksa cidden ciddi mi? Şimdi niye böyle şeyler söylüyor ki? Of! ‘‘Neden böyle şeyler söylüyorsun? Hem uzaktan görmüşsün beni sadece. Tanımıyorsun bile.’’ Gönder tuşuna basıp mesajı yolladım. Beş dakika içinde ondan mesaj geldi. ‘‘ Sen sadece uzaktan gördüğümü zannediyorsun. Ben senin okula kaçta geldiğini kaçta çıktığını biliyorum. Okul çıkışlarında sahile uğramadan yurda dönmezsin. Kahve ve sıcak çikolata içmeyi çok seversin. Herkes etrafı izlerken sen denizi izlersin. Denizin dalgalarına dalar yeşil gözlerin. Dalgaların sesini dinlersin gözlerini kapatıp. Sonra yürürsün sahil boyunca. Bir müddet durursun dalgaların taşlara değip çıkardığı sesi dinlersin. Bazen oturup kitap okursun bazen kulaklığını takar şarkını dinlersin. Her zaman gittiğin kafeye gidersin. Karışık tostunu söylersin bazen de hamburger yersin. Seversin sen. Bir de yazarsın. Papatya figürlü defterin yanından hiç eksik olmaz. Seni daha nasıl tanımıyorum ki ben… ’’ Okuduğum bu mesaj karşısında nutkum tutulmuştu. Beni adım adım takip etmiş. En çok neyi severim biliyor. Nerede ne yapıyorum biliyor. Aşk mı bu? Sevgi mi bu? Bir yandan hoşuma gitmişti. Birinin beni böyle düşünmesi, önemsemesi çok güzel bir histi. Ama korkuyordum. Ya ben sevemezsem onu istediği gibi. Kimsenin hakkına girmek istemem. Umut verip yarı yolda bırakmak istemem. Kararsızlığın dibine vurmuştum. Ne cevap yazacaktım? Ne diyecektim? Hem kalbimde kelebekler uçuşuyordu, hem tedirginlik boğuşuyordu. Bir yanım evet diyordu bir yanım hayır. Hangi yanım ağır basıyordu bilmiyorum. Çabuk karar verip cevap yazmam gerekiyordu. ‘‘B-ben ne diyeceğimi bilmiyorum.’’ Ne diyeceğimi bilmiyor muyum? Şimdi niye böyle bir şey yazdım ben… ‘‘ Kalbinin sesini dinle Papatya!’’ ‘‘Kalbin ne diyor sana?’’ Kalbimin kafası karışık desem sana güler misin bana acaba? ‘‘ Kalbine söyle bunu yapmasın bana?’’ kaşlarımı hafif çatarak okudum en son mesajını. Neyi yapmayacaktı kalbim ona? ‘‘ Neyi?’’ ‘‘ Senin sevginden mahrum bırakmasın beni.’’ Kalbim ile aklım savaş açmıştı adeta birbirlerine. Hangisi kazanacak bu savaşı bilmiyorum. Kalbim onun bu sözlerine eriyor, aklım ise tam tersini söylüyor. Güzel olmaz mıydı bir sevenimin olması? Sevmek sevilmek güzel olmaz mıydı? Benim de bu hisleri hissetmeye hakkım vardı. Bir kalbe sığınmak, bir omuza yaslanmak, bir kokuya hapsolmak, bir seste kaybolmak… Hayal etmesi bile güzelken yaşaması kim bilir ne kadar güzel olur… ‘‘Susuyorsun.’’ Ne diyeceğimi bilemiyorum ki dedim kendi kendime. ‘‘ Susma lütfen.’’ ‘‘ Kalbinin güzelliğinden şüphem yok. Belli hoşlanmışsın benden. Gönül bu olur tabi. Ama seni üzmek istemem. Olur ya yapamam. İncitirim seni, kırarım. Hazır değilimdir aşka üzerim bu sefer kendimi affedemem. O yüzden yolun başındayken birbirimizi üzmeyelim.’’ Şu an kalbimin tam tersi şeyler yazıyordum ona. Kalbim başka diyordu aklım başka… ‘‘Sen de mi Papatya? Sana olan sevgimi görmüyorsun. Sen zaten incittin şu an beni. Sen zaten üzdün beni.’’ Kısa bir sessizlik oldu ikimizde . Ne ondan bir mesaj geldi ne benden ona. Etrafa bakındım bir süre. Gözlerim halıdaki desenlere kaydı. Kenarları bordo geçişli, orta kısma doğru taş rengi ve tonları vardı. Koyudan açığa doğru ilerliyordu renk geçişi. Göz kapaklarım yeşil gözlerimi örttü sonra. Kendi içimde boğuşuyordum. Bırakmıştım halıyı izlemeyi. Öyle olur ya bazen tavana dikersin gözlerini bazen halıda bir yere odaklanırsın. Benim yeşillerim halıya odaklanmıştı. Ama aradığı cevabı bulamamıştı. Telefonum titredi yeniden. O mesaj atmıştı büyük ihtimalle. Benden bir cevap bekliyordu. Benden kendi duymak istediği cevabı bekliyordu. Ben ona o cevabı verebilecek miydim? Telefonumun kapanan ekranını açtığımda mesajın ondan değil Neva’dan geldiğini gördüm. Toprak ise çevrimiçiydi. Benden mesaj bekliyordu. Bu sessizliği hangimiz bozacaktı bilmiyorum. Toprakla olan mesaj sayfasından çıkıp Neva’nın attığı mesaja bakmak için Whatsapp’a tıkladım. ‘‘Pişt! Ne yapıyorsun?’’ ‘‘Oturuyorum sen?’’ ‘‘Ben de aynı. Ne var ne yok?’’ ‘‘ İyilik canım. Sen de ne var ne yok?’’ ‘‘Sana sormak lazım. Kiminle konuşuyorsun?’’ Kiminle konuşuyorsun derken neyi kastetti ki… Uzun süre çevrimiçi kaldım diye biriyle konuştuğumu düşündü herhalde. ‘‘ Hiç. Sen yazdın şimdi sana yazdım. Ne oldu ki?’’ ‘‘ Hadi oradan! Bana kim yazdı şimdi bil bakalım.’’ Merak etmiştim gerçekten. ‘‘Kim?’ dedim. O sırada Topraktan bir mesaj geldi. Neva’nın mesaj sayfasından çıkıp Toprak’ın mesaj kutusuna geri döndüm. Neden bir cevap yazmıyorsun diye sitem etmiş. Onu acılar içinde bırakmamamı söylüyordu. Hayat ona çok darbe atmış benimse ona bunu yapmamamı söylüyordu. Bir insan bir insanı bu kadar çok sevebilir miydi? ‘‘Lütfen böyle konuşma. Beni de üzüyorsun. Beni de zor durumda bırakıyorsun.’’ Yazdım ve yolladım. Neva’dan art arda beş bildirim geldi. Bu mesajların ikisinde fotoğraf vardı. Bir ona bir buna iyice kafam allak bullak oldu. Neva’nın attığı fotoğrafları açtım. Toprak ile olan konuşmasının ekran fotoğrafıydı bu. Onlar birbirlerini nereden tanıyordu, ne zaman konuşmuşlardı, tüm bu uğraşlar benim için miydi? Kafamın içinde bir sürü cevaplanması gereken sorular birikmişti. Aynı zamanda çok şaşkındım. Saçlarımdan kayan tokayı elime alıp saçlarımı tepemde topuz yaptım. Mesaj kutusunda hızlıca girip ne konuştuklarına bakmak istiyordum. Meraktan çatlamak üzerindeydim. Fotoğrafın üzerine tıklayarak görüntüyü açtım. Konuşma aynen böyleydi: Toprak: ‘‘Ona açıldım ama beni istemiyor.’’ Neva: ‘‘ Dur, bir dakika hemen umutsuzluğa kapılma. Ne konuştunuz?’’ Toprak: ‘‘ Böyle bir cevap alacağımı biliyordum. Beni istemeyeceğini biliyordum. Yine üzülen ben oldum, yine darbe yiyen ben oldum.’’ Neva: ‘‘İstemedi mi seni?’’ Toprak: ‘‘İstemedi. L’’ Neva: ‘‘O, böyledir. Kolay kolay kendini açmaz kimseye. İçine kapanıktır bu konularda. Bir de ben konuşayım onunla. Belki fikri değişir sen hemen yelkenleri suya düşürme.’’ Toprak: ‘‘ Gerçekten çok dua ederim sana. Onu kaybetmek istemiyorum. Senden haber bekliyor olacağım.’’ Toprak: ‘‘ Bana güzel haberler ver olur mu?’’ Neva: ‘‘Söz veremem ama elimden geleni yapacağım.’’ Toprak: ‘‘ Teşekkür ederim.’’
‘‘ Attığım konuşmaları okudun mu?’’ diye eklemiş mesajın sonuna. ‘‘Bir şans versen mi bu çocuğa?’’ diye sormuş. ‘‘Neva, benim kafam çok karışık. Ben ne diyeceğimi bilemiyorum’’ dedim. ‘‘Tamam, etkilenmedim diyemem yalan olur ama tanımıyorum ki onu. Nasıl olur bilemiyorum.’’ Diyerek ekledim. Yarım saat kadar bu tarz konuşmalar tekrarlandı. Neva onu tanımam için fırsat vermemi söylüyordu bu fırsatı vermeden insanları tanımadan yargılamamam gerektiğini söylüyordu. Doğru söylüyor ama ben buna hazır mıyım bunu düşünmüyordu. Neva, Toprak ile olan konuşmasından bir ekran görüntüsü daha atmıştı. Toprak: ‘‘ Demek istemiyor.’’ Neva: ‘‘ Çok konuştum ama o da kararsız bana kalırsa. Şu an istemiyormuş. Olsun sen sıkma canını, akışına bırak biraz.’’ Toprak: Onu böylesine severken akışına nasıl bırakırım bilmiyorum. Ben onu hep bekleyeceğim. Uzaktan da olsa seveceğim. Sana da teşekkür ederim. L’’ Neva: ‘‘Ya ben de üzülüyorum, konuşma böyle. Sen dediğim gibi akışına bırak biraz.’’ Neva: ‘‘Daha da yazmadı bir şey. En son konuşmalarımız bunlar.’’ ‘‘ Tamam, Neva, ben uyumak istiyorum. Başım ağrıdı, yorgunum. Dinleneyim biraz. Sonra yüz yüze konuşuruz bunları.’’ Neva’dan hemen bir mesaj gelmişti. ‘‘Nedir seni bu kadar tereddütte bırakan şey?’’ Neva’nın sorusunu birkaç kez okudum. Ve kendime sordum bu soruyu. ‘‘Nedir seni bu kadar tereddütte bırakan şey?’’ Sahi neydi beni bu kadar tereddüt ettiren şey? Sevememek mi? Hiç zannetmem. Sevilememek mi? Belki de… Sevilememekten korkar mı insan? Korkar... |
0% |