Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.BÖLÜM BİR 17 EYLÜL MESELESİ

@papatyakadin

 

Merhabalar sevgili okurlarım... 3.bölümümüz ile karşınızdayız. bölümler hakkında neler düşünüyorsunuz? kurguyu sevdiniz mi?

PapatyaKadın size keyifli okumalar diler.

 

 

Prenses kabarık güneş sarısı elbisesinin kuyruğundan tutarak bindi bembeyaz kabak at arabasına... Seçeceği en güzel papatyaları düşleyerek kendini rüzgâra kaptırdı. Uzun dalgalı saçlarına yerleştirdiği papatya tacında gezdi elleri. Gülümsedi… Penceresinden bakacağı o güzel papatyaları düşledi tekrar. Bahçesinde sarı papatyalar, beyaz papatyalar, kızıl papatyalar büyütecekti. Küçük bir oturma yeri olsun istiyordu. Rüzgârda hareketlenen güneşten beslenen çiçeklerini seyretmek için. İçinde kelebekler uçuşuyordu adeta. Kıpır kıpır ediyordu yüreği. Babasına sonsuz teşekkürlerini sunarken içinden çiçekçinin önünde durdular. Bahçıvan prensesin inmesine yardım etti.

Bahçıvan çok şirin, tonton bir amcaydı. Çok severdi prenses bahçıvanlarını. Birlikte girdiler çiçekçi dükkânına. Prensesin ağzı açık kalmıştı. Bu çiçekler çok çok güzeldi. Hangisini seçecekti o da bilemiyordu. Çiçek bahçesinde güneş gibi parlıyordu prenses. Menekşelere, sümbüllere, orkidelere, lavantalara, kaktüslere tüm çiçekleri sevdi. Hepsinin güzelliklerine baktı. Ta ki gözleri papatyaları görene kadar.

Elbisesini kavrayıp papatyalara doğru gitti. Beyaz yaprakları papatyalara dokundu önce, sonra kızıl papatyalar dikkatini çekti. Bir papatya aldı eline. Kızıl papatya! Sonra gülleri gördü. Kıpkırmızı gülleri.

‘‘Bahçıvan amca, bu beyaz papatyaları alalım. İri büyük yapraklı olanları. Sonra kızıl papatyaları da. Bir de gülleri alalım. Beyazıyla, kırmızısıyla bir de aşkla olsunlar papatyalar.’’

‘‘Aa! Bir de toprakları çok iyi olmalı. Buradan toprakta alsak mı bahçıvan amca?’’

‘‘Siz nasıl uygun görürseniz prensesim.’’

Çiçekçiye toprak almak istediğini söyleyecekken karşısında gördüğü adama baktı prenses. Karşısında bir prens vardı. Uzun boylu, geniş omuzlu, yakışıklı mı yakışıklı bir prens. Biraz utanarak gözlerini kaçırdı güzeller güzeli prenses. Çiçekçiye dönüp biraz da toprak almak istediğini söyledi. Çiçekçi prensese istediklerini hazırlarken prens gözlerini prensesten alamıyordu.

Çiçekçi prense ne almak istediğini sordu. Prens Papatya alacağım dedi. Bunu duyan prenses kucağındaki papatyalara baktı. Gülümsedi. Prenses birden dengesini kaybedince düşecek gibi olmuş. O sırada prens tutuvermiş prensesi. Prensin elinde ki bir papatya düşmüş yere prensesin elindeki toprak dökülürken. İkisi de eğilmiş yere. Güzelleri güzeli prenses avucuna almış yere düşen toprağı. Prens gözlerini güzelden alamadan almış papatyayı yerden.

Onlar susuyordu gözleri konuşuyordu birbirlerine.

 

 

Büyük gün bugündü. Bu akşam yola çıkıyoruz. Sabaha Samsun’da olacağız. Ben kendim giderim diye söyledim ama bizimkiler hem evi görmek hem de beni bırakmak istediler. Ben de kıramadım onları. Hem otobüste gitmekten iyidir arabada gitmek. Eşyalarımı rahat rahat götürürüm. Hazırlıklarımı yapmıştım. Bir valiz kışlık bir valiz yazlık kıyafetlerimi hazırladım. Küçük valize de ayakkabılarımı, takılarımı koymuştum. Annem bir şeylerimi unutmamı üstüne basa basa söylüyordu. Anne olmak böyle bir şey herhalde.

O günden sonra Toprak ile konuşmamış, Neva ile de bu konu hakkında hiç konuşmamıştık. O gün öylece kapanmıştı o konu. Belki de böylesi daha hayırlıydı. Kim bilir.

Valizleri Arın’la birlikte aşağı indirdik. Son kez eksik bir şey var mı diye kontrol ettim valizlerimi. Taşınabilir şarj aletimi ve kulaklığımı çantama yerleştirdim. Ve artık hazırdım. Dışarıdan gelen babamın sesi artık çıkmamız gerektiğini söylüyordu.

Hepimiz arabaya yerleştik. Babam emniyet kemerini takarken ablamla konuştuğunu söyledi.

‘‘ Ne dedi baba ablam? Geçen bana sürprizim var size diyordu.’’

Babam arabanın anahtarını yerleştirmiş sol ayağını debriyajdan çekerken sağ ayağıyla hafif gaza basarak arabayı çalıştırdı. Arabanının camını hafif aralayarak rüzgârın içeri girmesine izin verdi. Babamın dikkatini dağıtmamak adına kendisi cevap vermeden tekrar soru sormadım.

‘‘Enişten izine çıkacakmış haftaya. Ablan da buraya gelecek. Biraz kalacaklar bizde. Onu söyledi.’’

‘‘ Vay anasını be! Ben gidiyorum bayan patron geliyor. Görüyor musun sen bu işi…’’

‘‘Olsun kızım, sanki bir daha gelmeyeceksin gibi dertleniyorsun.’’

‘‘Oralarda bir koca bulur anne gelmez daha. Ablamı gönderdik sıra bunda. Hepiniz gidin. Krallık bende kalacak ev benim olacak. Ha ha! Yaşasın kötülük!’’

Arın’ın espirisi üzerine hepimiz kahkahaya boğulmuştuk. Gülmekten annemin karnına ağrılar benim gözlerime yaş gelmişti. Annem babamın kaza yapmasından korktuğu için susun diye bizi uyarıyordu ama onlarda gülüyordu. Arın’ın kafasına elimle vurdum. ‘‘Şebek seni!’’ dedim.

Güle eğlene yolu yarılamıştık. Gecenin ilerleyen saatlerinde uyuyakalmışım ki gözlerimi açtığımda çoktan gelmiştik.

Babam arabayı park ederken biz de kahvaltı yapmak için bir kafeye girdik. Ortaya serpme kahvaltı söyledikten az sonra babam geldi. Ben de o arada Neva’ya geldiğimizi, kahvaltı yaptığımızı, onun nerede olduğunu sordum. O zaten buraya yakındaydı, hemen gelirdi. Yarım saate geleceğini söyleyince biz de rahatça kahvaltımızı yaptık.

‘‘Kızım, arkadaşın neredeymiş? Sizi yerleştirelim de biz daha geri gideceğiz. Geç olmadan yola çıkalım.’’

Babamın cümlesinin sonunda telefonuma mesaj bildirimi geldi. Neva konum atmıştı. Babama dönüp ‘‘Konum attı şimdi. Arabaya gerek yok, arka sokakta ev. Meydanın yanında. Konumu çok güzel. Banka, manav, fırın, kafeler ayağının altında hemen. Benim için sahile yakın olsun da başka şey istemem.’’

''Ölüyor sahil diye arkadaş'' Arın'a gülümsedim. Babam hesabı ödeyince biz de yeni evimize doğru gidiyorduk.

Binanın önünde duruyorduk hepimiz. Uzun dar sokağın girişinde duruyorduk tam. Meydan yan tarafımızda gözlerimizi süslüyordu. Hava çok güzeldi. Karşılıklı yan yana evler, kafeler diziliydi. Bizim ev orta katta olanmış. Dışarıdan şirin bir yere benziyor. Ev sahibi gelince binadan içeri girdik. Dar merdivenleri yavaşça çıkıp kapının önüne geldik. Ben kendim bakmamıştım. Görüntülü aramadan görmüştüm sadece. Neva buraya yakın olduğu için o ilgilenmiş, o tutmuştu. Ona güveniyordum. O yüzden çok dert etmedim. Hepimiz içeri girince evi bir inceledim.

İçeriye girer girmez karşıda iki oda bulunuyor. Sol tarafta yatak odası sağ tarafta oturma odası var. Kapının sağ tarafına döndüğümde banyo ve tuvalet karşısında küçük şirin bir mutfak vardı. Salona girdim önce. Lila renginde mobilyaları krem rengi halı ile kombinlemişler. Bembeyaz tüller ve güneşlikler odayı aydınlatıyordu. Salonun ortasında çiçek desenli bir masa ve karşıda siyah televizyon vardı. Ev çok güzel yerleştirilmiş. Salondan yatak odasına doğru orta kısımda ikili kapı vardı. İstediğin zaman açabilir istediğin zaman kapalı kullanabiliyordun. Yatak odasında ranza, beyaz gardırop ve beyaz kitaplık vardı. Koridor çok büyük değildi. Lila rengi çiçek desenli yolluk çok şirin gösteriyordu. Çok tatlı bir evdi burası.

Derin bir iç çektim, gözlerimle evi tararken hala. Babam ev sahibi ile şartları konuşurken Neva yanıma geldi. Nasıl diye sordu. Çok beğendiğimi söyledim.

‘‘Senin şu arkadaşın gelmiyor değil mi?’’

‘‘ Yok, canım. Ailesi izin vermemiş ona. Sen ne yaptın? O bahsettiğin arkadaşın gelecek mi?’’

‘‘Evet, haftaya gelecek ama o.’’

‘‘İyi bakal-’’

Sözüm annemlerin bize seslenmesi ile yarıda kaldı. Ev sahibi, Neva, annem, babam ve kardeşim salonda oturup baştan aşağı konuştuk. Ev sahibimiz çok iyi biriydi. Bir eksiğimiz, ihtiyacımız olursa ona söyleyebileceğimizi, her konu da yardımcı olabileceğini söyledi. Sağ olsun.

Bizimkiler gitmeden önce alışveriş yapalım dediler. Onlara çok yüklenmek istemiyordum. Hevesleri de vardı kırmamak için ses etmedim.

Annem bize kaşık. Çatal, tencere aldı. Şu küçük tavayı da alayım lazım olur diyerek küçük boy kırmızı tavayı da aldı. Bize lazım olabileceğini düşündüğü birkaç mutfak eşyası daha aldıktan sonra markete girdik. Biraz bakliyat, hazır çorba, ufak tefek kahvaltılık aldık. Kalanını alırdık zaten biz.

Eve gelince annem eşyaları yerleştirmek için yardım etti bize. Mutfağı yerleştirdikten sonra geriye valizler kalmıştı. Bir yandan annemlerin gitmesini hiç istemiyordum. Arın başka bir şey isteyip istemediğimizi sordu. Onun da gözleri doldu gitme vakti gelince. Babam artık söze girdi.

‘‘Bizden bu kadar. Artık gidelim yolumuz uzun. Önce Allah’a sonra birbirinize emanetsiniz. Geç saatlerde dışarıda olmayın. Okulunuza gidin gelin. Derslerinizi aksatmayın. Bir şeye ihtiyacınız olursa arayın. Ev sahibinizin kız kardeşleri yukarıda oturuyormuş, birbirinize gidip gelirsiniz. Bir şey olursa onlara da söyleyebilirsiniz. Akıllı olun.’’

Babam konuştukça içim bir tuhaf oluyordu. Ayrılık vakti gelmişti. Hep beraber aşağıya indik. Geçen seneden alışıktım ama insan ne kadar alışırsa alışsın canından parça olduğu zaman dayanamıyor. Önce babama sarıldım, sonra anneme. Babam arabaya inerken Arın’a da kocaman sarıldım. ‘‘Dikkat et ablası güzel,’’ dedim. Öpüştük koklaştık ve sonunda gittiler. Araba göz hizamdan kaybolana kadar el salladım onlara. Sonra döndüm binaya, evimizin penceresine baktım.

Gülümsedim, güzel başlangıçlar olmasını dileyerek.

Bu evin bana neler katacağını bilemeden…

 

 

‘‘E, ne yapıyoruz güzellik?’’ dedim koltuğa otururken. ‘‘Bence şu valizleri yerleştirelim önce aradan çıksınlar. Sonra akşam yemeği için dışarı çıkarız’’ dedim. Neva başıyla onaylayarak ‘‘Hadi o zaman.’’ Dedi.

Gardırobun sağ tarafı benim sol tarafı ise onundu. Kışlıklarımı alta yazlıklarımı ise üst tarafa yerleştirdim. Elbise ve hırkalarımı askıya özenle astım. Evden getirdiğim takı kutumu çıkarıp tek tek takılarımı asıp dolabın altına yerleştirdim. İki tane masadan sağ tarafta olanı ben almıştım. Masamın üzerine kahve bardağımı, defterimi ve kalemimi yerleştirdim. Okuma kitaplarımdan getirdiklerimi üst üste koydum. Ben burada çok alırdım daha koyacak yer bulamam bile. Diz üstü bilgisayarımı da masanın üzerine koydum. Şöyle uzaktan bir baktım da ne kadar şirin oldu burası. Bir eksik vardı ama ne?

Papatyalar.

Annemle alışveriş yaparken bir vazo da almıştım. Mutfağa gidip vazoyu güzelce yıkadım. Kurumasını beklemeden kurulama bezi ile kendim kuruladım. Biraz su doldurup aşağıdaki çiçekçiden aldığım papatyaları koydum; kızıl ve beyaz…

Evet, şimdi oldu.

‘‘ Ay, yoruldum ya. Yemeği sipariş veriyorum, evde yiyelim olur mu Papatya?’’

Yorgun bir sesle ‘‘Olur,’’ dedim.

Buzdolabının üzerinde duran kartlara baktık. Ekmek arası sipariş vermeye karar verince Neva siparişi söyledi. Çok uykum vardı. Yemek yiyip uyumak istiyordum. On beş dakika sonra kapının zili çaldı, siparişler gelmişti. Hemen masaya kurup yemeye başladık.

‘‘Bu ev bize çok iyi gelecek, iyi yaptık ev tuttuk’’ dedi Neva. Dönerimden ısırırken bir yandan Neva’ya cevap veriyordum. Eminim çok komik görünüyordum. ‘‘Yarın ne yapacağız?’’ diye sordum. ‘‘ kahvaltıdan sonra giyeceklerimizi ayarlarız, sonra da gezeriz.’’

‘‘Olur.’’ Dedim.

Dün deliler gibi yorulmuşuz bu sabah kalkamadık. Dün akşama gezmiştik. İki gündür alışmaya çalışıyorduk yeni eve. Yemekten sonra güzel bir duş alıp yattık. Hala yorgunluk var üzerimde. Saat 12:15 olmuştu. Ne sabahı öğlen olmuş. Başımı yeryüzüne indirdim. Neva’ya baktım: uyuyordu. Şimdi diyeceksiniz yeryüzü ne alaka? Ranzanın üst kısmında ben yatıyorum da… Kendimi gökyüzünde ilan ettim. Kendi kendime bir kahkaha patlattım sessizce. Biliyorum farklı bir kişiliğim.

Ben hemen aşağıya inip mutfağa geçtim. Bir çay suyu koydum. Elimi yüzümü yıkadım. Annemle konuştuktan sonra bizimkini çağırdım. Bal rengi dalgalı saçları, şişmiş kahverengi gözleriyle bana bakıyordu.

‘‘Haydi, Neva Ada! Gezmeye çıkamayacağız böyle giderse.’’ Biraz Neva’ya takıldıktan sonra televizyonu açıp çayları doldurdum. Güzelce kahvaltımızı yaptık. Her şey şimdilik normal seyrinde gidiyordu. Kahvaltıdan sonra Neva bulaşıkları yıkadı ben akşama uğraşmayalım diye çorba pişirdim. Yanına sebze yemeği yaptım.

‘‘Artık hazırlanıp dışarı çıkalım. Akşam oldu zaten.’’ Dedim. Geç kalkınca erken akşam olur derdi annem. Biz iki saat hazırlanana kadar dışarı bile çıkamayabilirdik.

Gardırobun karşısında ne giyeceğimize karar vermeye çalışıyorduk. Hava serin gibiydi. Hem deniz kenarında olacağımız için daha serin olma ihtimali vardı.

‘‘Bence spor bir şeyler giyelim. Rahat olalım.’’

‘‘Aynen. Hemen kotumu çıkarıyorum üzerine de ayarlarım şimdi. Makyajımı yapıyım önce.’’

Siyah uzun sweat gözüme çarptı. Altına da bir kot ve spor ayakkabı çektim mi tamamdır bu iş. Saçlarımı tarayıp açık bırakmak istiyorum. Toplamak gelmiyor içimden. Rüzgârda uçuşsunlar kızıllarım. Gözlerime rimel ve kalem çekerek hafif bir rujla makyajımı tamamladım.

Dışarıda birkaç saat dolaştık. Panayıra gittik. Geçen sene bu zamanlarda da vardı panayır. Seviyorum ben. Her gelişimde bir şeyler alıyorum. Para cebimde durunca gıdıklıyor beni de. hahay! Bir şeyler yedik sonra. Alışveriş yaptık. Hava kararmıştı. Ben serin olur diyordum ama çok güzeldi. Neva elimizdeki poşetleri eve bırakıp inerken ben onu aşağıda beklemiştim. Birlikte sahilin yolunu tuttuk. Ben ne zaman sahile doğru yürüsem hep heyecanlanıyorum. Sanki daha önce hiç gitmemiş ilk defa gidecekmiş gibi…

Mis gibi deniz karşımdaydı. Sahil boyunca yürüdük biraz. Kafeler doluydu. Çay içenler, okey oynayanlar, tavla atanlar, sigarasını yakanlar… cıvıl cıvıl bir akşamdı. Ben etrafı seyrederken kolumu çekiştiren Neva’ya dönüp soran gözlerle ona baktım.

‘‘Kim var burada bil bakalım?’’ hınzırca gülüyordu. Ama ben hala ortada neler döndüğünü anlayamamıştım. Kimden bahsediyordu bu kız?

‘‘Kim?’ dedim.

‘‘Hani sana yazan birisi vardı ya… Toprak!’

Toprak!

Toprak mı dedi o? Evet, öyle dedi. Neva’nın Toprak demesiyle gözlerimin büyümesi bir olmuştu. Anlamlandıramadığım bir his vücudumun her yerini esir aldı. Burada mıydı? Beni görmüş müydü? Neredeydi? Ben onu göremedim. Etrafa delice bakmayacaktım tabi. Niye böyle telaş yaptım ki ben? Sanırım heyecanlanmıştım. İsmini duymak bile beni böyle heyecanlandırdı. Neva’nın sesi beni düşüncelerimden sıyırırken gözlerim onu arıyordu.

‘‘Heyecanlandın mı sen kız?’’ hala hınzırca gülüyordu.

‘‘Şu zıpzıpların olduğu tarafta. Hafifçe arkanı dön göreceksin.’’

Biz sahile dönüktük. Sahilin girişinde sağ tarafta zıpzıp, salıncak vs. oyunlar vardı. İnsanlar deli gibi eğleniyorlardı. Orada olanların çoğu da erkekti. Kalabalıktı orası onu nasıl görecektim.

‘‘Göremedim.’’

Neva koluma iyice sokulup eliyle çaktırmadan işaret ediyordu.

‘‘Yüzü tam bu tarafa dönük değil, yandan görünüyor bak. Arkadaşları galiba onlarda. Öyle zıplıyorlar. Benimle aynı yöne bak. Elimin işaret ettiği yer tam olarak.’’

‘‘Gördüm.’’

Evet, gördüm onu. Oradaydı, karşımda. Üzerinde Beşiktaş forması ve kot pantolonu vardı uzaktan seçebildiğim kadarıyla. Birkaç dakika izledim onu. Gülümsüyordu. Keyfi yerinde, güzel eğleniyordu. Resim ve videodaki gibi görünmüyordu yakından bakıldığında. Hep derler ya televizyondakinden daha güzelmişsin diye ben de aynı şeyi onun için söyleyebilirim: yakından daha güzelsiniz!

Gülüşünden sonra gözlerine kaydı gözlerim. Çok güzeldi…

‘‘ Hey! Kime diyorum.’’

‘‘Papatyaaaa!’’

Kendimden öyle geçmişim ki Neva’nın bana seslendiğini fark edememişim. Kendimi toparlayıp bana seslenen Neva’ya döndüm. Neva’nın gözlerinin içi gülüyordu. Aklından çok şeyler geçiyordu belli.

‘‘Ee, gördün çocuğu ne düşünüyorsun?’’

‘‘Kız deli misin sen? Çocuğa seni istemiyorum dedim. Daha ne düşüneceğim? O kadar konuştu, ısrar etti. Ben reddettim. Şimdi gel tekrar konuşalım falan diyemem tabii.’’

‘‘Aman sen de var ya… Ben gider konuşurum.’’

‘‘Ne yaparsın?’’

Koluma girip beni boş bir banka oturttu. Kendisi de karşıma geçti ve konuşmaya devam etti.

‘‘ Aranızı ben yapmak istiyorum canım. Konuşmaktan, tanımaktan ne zarar gelebilir. Bir konuşun. Birbirinizi tanıyın. Kimse karşısındaki insanı tanımadan bilemez. Belki çok iyi anlaşacaksınız. Mutlu bir ilişkiniz olur. Birbirinize iyi gelirsiniz. Bunu bilmek için tanışmanız birbirinize şans vermeniz lazım. Bu fırsatı kaçırma.’’

Yavaşça aldığım nefesi geri verdim. Denize baktım. Gecenin siyahını üzerine örtü gibi örten denize… Hafif esen rüzgârı hissettim benliğimle. Dalgaların kıyıya vuruşunu seyrettim. Başımı sağ tarafıma doğru çevirdim; onun olduğu tarafa. Gülüşünü seyrettim tekrar. Gözlerine baktım. Neva koluma dokundu hafifçe bir cevap beklediğini belli edercesine.

‘‘Peki’’ dedim. ‘‘Sen mi konuşacaksın? Ne diyeceksin ki? Hem ya istemezse. O beni istemedi şimdi ben de onu istemiyorum derse?’’

‘‘Sen o işi bana bırak!’’

‘‘Öyle olsun bakalım.’’

‘‘Papatya!’’

‘‘ Hıh!’ seslendim sadece. Konuşmadan.

‘‘Etkilendin değil mi?’’

‘‘Dur bakalım. Coşma hemen öyle.’’

‘‘Ben gidiyorum şimdi onunla konuşmaya.’’

Elim ayağım titremeye başlamıştı şimdiden. Neva yanımdan uzaklaşmıştı bile. Burada sessizce bekleyecek miydim? Acaba arkamı dönüp baksam mı? He, oldu canım dibine düşer gibi. Boş ver sahili seyredelim daha iyi olur. Yok, çatlarım ben kendimi bilmez miyim? Hafifçe başımı çevirdim tekrar. Ayy! Çocuğun yanında. Ona sesleniyor. Kalbim ağzımda atıyordu resmen. Of! Başımı tekrar çevirdim onların olduğu tarafa doğru. Belediyenin önüne geçmişler, konuşuyorlar ama ne konuştuklarını bilemiyordum. Neva’nın yüzü gülüyordu. Büyük iştahla anlatıyordu bir şeyleri. Toprak ise gayet iyi görünüyordu. Dışarıdan bakılınca her şey yolunda gibi ama dediğim gibi dışarıdan bakınca.

Bir süre daha konuştuktan sonra Neva’nın merdivenlere doğru yöneldiğini gördüm. Toprak’ın beni onlara bakarken görmemesi için hemen önüme döndüm. Cebimden telefonumu çıkarıp sanki telefonla ilgileniyormuş gibi görüneyim diye öyle sosyal medyada gezinmeye başladım. Sadece parmaklarım haberleri geçiyordu. Aklım onların konuşmasındaydı. Utanmıştım bir yandan da. Of!

‘‘Ben geldiiim!’’

Arkamda hissettiğim el ile sıçradım olduğum yerde. Manyak aklımı almıştı. Zaten heyecan ve stresten ölüyorum burada. Yaptığı işe bakın ya. Bir dakika, böyle neşeli olduğuna göre konuşma iyi geçmiş olmalıydı.

‘‘Ne konuştunuz?’’ diye sordum heyecanla.

‘‘Valla işte konuştum. İlkten o beni istemedi ne yapayım dedi. Beni istemiyorsa yapacak bir şey yok falan filan de-’’

‘‘Ben sana demiştim Neva. Çocuğu reddettim. Onu istemediğimi söyledim. Ben olsam ben de tekrar kabul etmezdim’’ dedim Neva’nın sözünü yarım bırakarak.

‘‘Ama dinlemiyorsun ki sen beni.’’ Sesimi çıkarmadım onu dinlediğimi belirtir gibi.

‘‘Birazdan gelecek. Arkadaşlarına söylemeye gitti. Kafelerden birinde buluşturuyorum sizi.’’

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Kalbim atabileceği en yüksek hızda atıyordu. Ellerim titriyor, heyecan vücudumun her yerindeydi. Ben ve o. Hiç planda yokken, burada uzaktan görmüş ve şimdi şu karşıdaki kafelerden birinde oturup konuşacaktık. Yakından. Karşı karşıya… Rüzgârın dağıttığı kızıl saçlarımı geriye doğru attım. Önüme düşen tutamı kulağımın arkasına aldım. Sanırım kalbim ve beynim arasındaki savaşı kalbim kazanacaktı. Ne kaybedebilirim ki onu tanıma fırsatı versem dedim kendime. Mutlu olmak benimde hakkımdı. Sevilmek, önemsenmek bu hisleri tatmayı ben de isterdim. Hayat ısrarla onu karşıma çıkarıyorsa vardı bir bildiği.

‘‘Hangi kafede oturacağız?’’

‘‘Hah şöyle ya! Şu ilk sıradakinde. Öteki taraflar çok dolu zaten. Biz geçelim yavaştan onlarda gelir derken geliyorlar bile.’’

Evet, büyük an gelmişti. Ben heyecandan ölüp gitmezsem bu akşam daha da bana bir şey olmaz. Oturduğumuz banktan kalktık. Neva destek verircesine koluma tutundu. Yavaş adımlarla arkamızı sahile dönüp kafeye doğru yürümeye başladık. Neva beni durdurup ‘‘Bak eğer çocuk iyi biri çıkmazsa sonra beni kötü bilme. Ben sadece birbirinizi tanıyın istedim.’’ Dedi. Tamam deyip geçtim. Zaten heyecanlıydım şu an onu duymuyordum bile. Sanki ilk defa sevgilim oluyor, ilk defa buluşacakmışım gibiydim. Daha önce de olmuştu ama ben böylesi hissetmemiştim.

‘‘Geldiler işte’’ dedi Neva. Evet gelmişlerdi. Yanında iki arkadaşı ve o. Şu an karşımdaydılar. İçeri geçip boş olan bir yer bulup oturduk. Ellerimi sıkmaktan terlediğini hissetmiştim. Asla yüzüne bakamıyordum. Sakin olmam gerekiyordu biliyorum. Kendimi motive ederek biraz olsun heyecanımı bastırmaya çalıştım. Ben kendimi motive ederken garson yanımıza gelip bir şey isteyip istemediğimizi sordu. Birer çay söyledikten sonra tüm gözler bizdeydi. Konuşmamızı bekliyorlardı ama biz birbirimize akıp gözlerimizi kaçırmaktan başka bir şey yapmıyorduk. Yapamıyorduk. Sonunda sessizliği bizimki bozdu.

‘‘Eee, ne bekliyorsunuz? Konuşsanıza.’’ Dedi gülerek. Biz de gülümsedik. Ama yine konuşamıyorduk.

‘‘ İş başa düştü o zaman. Toprak Papatya, Papatya Toprak. Tanıştırmış olayım sizi.’’ Hepimiz gülmüştük.

‘‘Tanıştığıma memnun oldum o zaman’’ dedi Toprak. ‘‘Arkadaşlarım Ateş ve Ulaş.’’

Sesi… İlk dikkat ettiğim şeydi. Daha geçenlerde internet sitesinden söylediği türkülerde dinlemiştim. Şimdi karşımda benimle konuşuyordu. Sesi çok güzeldi. Bir de gözleri. O kafasını başka yöne çevirmişken ona bakıyordum. Yüzünü bana döndüğü esnada ben kafamı çeviriyordum. Onun bakışlarının yüzümde gezdiğini hissedebiliyordum.

‘‘Memnun olduk biz de.’’

‘‘Memnun olduk biz de.’’

Arkadaşların sesi düşüncemi bölmüştü. ‘‘Ben de memnun oldum’’ dedim gülümseyerek.

Yavaş yavaş konuşmaya başlamıştık. Bir yandan çaylarımızı içiyor bir yandan konuşuyorduk. Heyecanım biraz geçmişti.

‘‘Anlaşıldı, sizi zorla konuşturacağız.’’

Onu reddettiğim için belki de konuşmayı benden bekliyor olabilirdi. Ortam yeteri kadar hoş beş muhabbetlerle dolmuştu. Aklımdaki soruları sorup cevap alma zamanıydı o zaman.

‘‘Eee, anlat o zaman, ne zaman nerede gördün beni? Ne zamandır takip ediyorsun?’’ diye sordum. Rahat konuşamadığı her halinden belliydi. Arkadaşlarına baktı bir ara sonra bana dönüp gözlerime baktı.

‘‘Seninle yürüsek biraz öyle konuşsak olur mu?’’ diye sordu.

‘‘Olur’’ dedim. ‘‘ooo!’’ sesleri yükseldi masadan. Bizimkinden daha doğrusu. ‘‘Konuşun bakalım’’ dedi imalı bakarak.

Gülümseyerek ayağa kalktım. Bana yol vererek centilmenlik göstermeyi ihmal etmemişti. Çıkıştan sola doğru dönüp sahil boyunca yürüdük. Masadakiler bize bakmadan duramıyorlardı. Meraktan çatlıyordu şimdi Neva. En sona kadar sohbet ederek yürüdük. Pür dikkat onu dinliyordum.

‘‘Her şey daha önce sana anlattığım gibi. Bir okul çıkışı gördüm seni. Arabamla geçiyordum o sırada. Aslında çok geçtim ama sen hiç fark etmedin.’’

‘‘İnan, hatırlamıyorum ya da dikkat etmemiş olabilirim.’’

‘‘Önemli değil. Öyle işte. Sonrasını biliyorsun zaten’’

‘‘Biliyorum.’’

Yürüyüşümüzü bitirmiştik, denize dönmüştük yüzümüzü. O anlatıyordu ben dinliyordum. Ben anlatıyordum o dinliyordu. Birbirimizi anlatıyorduk birbirimize. Onun sesini duydukça kalbim ferahlıyordu. Heyecanım baya gitmişti. Sohbetimiz daha keyifliydi.

‘‘Beşiktaşlısın sanırım’’ dedim ‘‘Evet, ya sen hangi takımlısın?’’

‘‘Ben de Beşiktaş! Hatta kartaliçe diğer ismim.’’

‘‘İşte buna çok sevindim.’’

''Ayrıca birazcık fazla kıskançlığımda var, baştan söylemiş olayım. Sonra deme bu kız niye böyle diye.'

''Yok ya demem. hem seven insan kıskanır. Ben de birazcık fazla kıskancım.'' susmuş sadece gülümsüyorduk birbirimize.

Kollarımı dayadım ahşap korkuluklara… Nefesimi derinden çektim, gözlerim denizin dalgalarını seyrediyordu. Deniz, ben ve o… Bu an böyle ölümsüzleşebilir mi acaba? Başımı ona doğru çevirdiğimde gördüğüm manzara karşısında nutkum tutulmuştu. Gözlerim gözleriyle buluşmuştu. Bana bakıyordu. Evet, doğru duydunuz. Ben denize o bana bakıyordu. Beni seyrediyordu. Denize bakmak yerine o beni izliyordu. Ve ben bu anın bitmesini istemiyordum.

Gözleri hala gözlerimde… Hafif bir tebessüm yerleştirdim yüzüme. ‘‘S-sen, manzaraya bakmıyor muydun?’’ dedim biraz utangaçlık biraz şaşkınlık içerisinde.

‘‘Manzarama bakıyorum ben zaten.’’

 

Ve aklımla kalbim arasındaki savaşı kalbim kazanmıştı…

Bu savaşın kazananı kalbim olmuştu. Geçsin tarihe o zaman bugün: 17 EYLÜL!

Bizimkisi Bir 17 Eylül meselesi…

Loading...
0%