@papatyakadin
|
5.Bölüm Sen o küçük kızın sevgi dolu kahramanısın. Hiç bırakma o kızı
Yanı başımda titreyen telefonun sesi kulaklarımı tırmalarken uykulu gözlerimi aralamaya çalışıyordum. Telefonumun ekranını kaydırıp gözlerimi kısarak gelen bildirime bakmaya çalıştım. Yeni mesajım varmış. Gözlerimi ovalayarak kendime gelmeye çalıştım. Mesaja tıklayarak mesaj sayfasını açtım. Uzunca bir mesaj… Günaydın mesajı… Tebessüm ederken iyice yorganıma sarılmış küçük kız çocuklarının sevinci yaşıyor misali mutluydum. Günümü güzelleştiriyor, ömrümü güzelleştiriyor bu adam. Toprak hayatıma girdiğinden beri her güne böyle güzel uyanıyorum. Her akşam böyle güzel uyuyorum. Gecemi gündüzümü aşka çevirdi. Kısa sürede bu kadar aşk hissetmek ne kadar doğru bilmiyorum ama aşkın süresi, zamanı yok. Gönül de ne varsa dile o dökülürmüş. Sevmezse böylesi güzel konuşamaz ki. Gözler kalbin aynasıdır derler, sevmese öyle parlamaz ki gözleri bana bakarken. Çocuklar gibi mutlu olmaz, gülüşünden öpmez bir kadını… ‘‘Günümü aydınlatan güneşim,’’ demiş mesajın en sonunda. Bilseler ah ne güzel yüreği… ‘‘Teşekkür ederim yüreği güzel insan. Gününü aydınlatan güneş seni çok seviyor. Günaydın.’’ Yazdım ve gönderdim. Telefonumun ekranını kapatmadan gözlerimi tavana çevirdim. Bugün bir an evvel yanına gitmeliydim. Her anım onun yanında geçmeliydi… Bir yandan Toprak’la mesajlaşırken bir yandan elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Kızlar daha uyuyordu. Benim dersim olduğu için erkenden kahvaltımı yapıp hazırlanmalıydım. Çay suyunu koyup buzdolabından kahvaltılıkları çıkarıp masaya koymaya başladım. Annemi aradım. Mübarek elinde bekliyordu sanki hemen açtı telefonu. ‘‘Kızım, nasılsın?’’ ‘‘İyiyim anne. Siz nasılsınız? Babam, Arın nasıllar?’’ ‘‘Baban işte kızım. Kardeşinde okulda. Ben de temizlik yapacağım, sonra börek atacağım fırına.’’ Annem konuşurken arkadan ses duyuyordum. Acaba ablam mı gelmişti? Dün konuşmuştum ablam bana bir şey söylememişti. Merakla anneme sordum. ‘Sesler geliyor arkadan sanki. Misafir mi var evde?’’ ‘‘Evet, kızım çok güzel misafirlerimiz var. Bir görsen bir tatlılar bir şirinler. Anneannesi yer onları.’’ ‘‘Anne ablam mı geldi?’’ dedim heyecanla ve ekledim. ‘‘siz de bana söylemiyorsunuz aşk olsun.’’ ‘‘Bu sabah geldiler daha. Bana da sürpriz oldu. Bak Duygu ablana veriyorum telefonu.’’ ‘‘Vaylar olsun sana bayan patron. Gizliden gizliye iş yürütüyoruz öyle mi yazdım bir kenara.’’ Ablama söylenirken çayı demlemiş, ekmekleri kesiyordum. Ablamın kıkırdaması duyuldu karşı taraftan. ‘‘Sürpriz yaptım bebeğim. Sen gitmeden denk getirmeye çalıştım ama olmadı.’’ Telefonu hoparlöre alıp Toprak’a mesaj yazdım bir yandan. ‘‘Benim minikler ne yapıyor? Bana resmini at telefonu kapatınca. Bakiyim karnın büyümüş mü?’’ ‘‘Atarım teyzesi. Ultrason fotoğrafını yollarım hatta.’’ Ablamla biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapatıp kızların yanına gidip onları uyandırdım. Kızarmış ekmeklerden bir tanesini alıp çikolata sürdüm. Kızlar da gelince kahvaltımızı birlikte yaptık. ‘‘Bugün alışverişe çıkacağım. Birkaç eksiğim var. Beraber çıkalım mı? Senin dersin saat kaçta Papatya?’’ ‘‘Mısra ben gelemeyeceğim. Dersim öğlen.’’ ‘‘Ben gelirim seninle.’’ ‘‘Tamam, o zaman. Okuldan sonra ne yapacaksın?’’ ‘‘Toprak’ın yanına gideceğim şimdi. Okuldan sonra da yine Toprak’la olacağım. Beni arkadaşlarıyla tanıştıracak. Akşam görüşürüz evde.’’ Aklıma son an da gelen fikirle ‘‘A isterseniz siz de gelin sahile falan gideceğiz gelmek isterseniz.’’ Neva kararsız bir bakışla ‘‘bakalım,’’ dedi. ‘‘Senin neyin var? Bir keyifsizsin.’’ ‘‘Hastayım sadece.’’ Tekdüze bir sesle konuşuyordu. ‘‘hastaneye gidelim dedim sen istemedin. İstersen gidelim ya da Toprak’la bir saat görüşeceğiz dönüşte de olur.’’ ‘‘Yok, git sen.’’ ‘Peki. Sen bilirsin. Ben üstümü giyineyim kızlar size afiyet olsun.’’ Hava biraz bozuk gibiydi. Bordo triko kazağımı siyah taytımı giydim. Bu sefer saçımı atkuyruğu yaptım. Beni aşağıda beklediğini yazan bir mesaj atmış. Vakit kaybetmeden çantamı alıp kapıya yöneldim. Kızlara görüşürüz dedikten sonra siyah ayakkabıları giyip kapıyı kapattım. Merdivenlerden aşağı hızlıca indim. Hemen sokağın başında arabasında beni bekliyordu. ‘‘Selam ben geldim.’’ Toprak benim kapımı açarken ona selam vermiştim. ‘‘Selam güzellik.’’ Diye karşılık verdi bana. Ve arabayı sürmeye başladı. ‘‘Nereye gidiyoruz?’’ diye sordum. ‘‘Kendimize sakin bir yer bulalım. Bir film izleriz beraber sonra bırakırım seni olur mu?’’ ‘‘Olur. Zaten erken geçeyim. Neva hasta gibi hastaneye gideriz onunla.’’ ‘‘Ya geçmiş olsun. Neyi var?’’ ‘‘grip herhalde bilmiyorum ki.’’ ‘‘Hmm, havalardandır. Dikkat edin. Şu ağacın oraya çekiyorum arabayı. Hangi filmi izleyelim karar ver bakalım?’’ ‘‘Bilmem ki… Sen aç bir tane.’’ Romantik bir film açıp izledik. Toprak’la güzel vakit geçiriyorduk. Film izlerken hem de sohbet ediyorduk. Zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Bir saat sanki bir saniye gibiydi. Toprak’a dönüp teşekkür ettim. ‘‘Ben teşekkür ederim bal’’ dedi gülen gözleriyle. Beni arabasıyla eve bıraktı. Aklım bir yandan Neva’da kalmıştı. Kapıdan içeri girdiğimde salonda pencerenin önündeki koltukta oturuyordu. Evin şeklini değiştirmişti yine. Mısra yan odadaydı. ‘‘Nasıl oldun Neva?’’ diye sordum ilgimi belli ederek. Ama onun yüzünde sirke saçıyordu. Bu aralar ne oluyor buna hiç anlamıyorum. Benimle konuşmuyordu, yüzüme bakmıyordu. ‘‘Neden benimle konuşmuyorsun? Hadi hastaneye gidelim beraber bir doktora görün.’’ ‘‘Ben gittim Mısra ile birlikte. Sen sevgilinle vakit geçir. Gelmesen de olurdu. Bir gidiyorsun daha yüzünü görene aşk olsun.’’ ‘‘ Bir dakika… Şu an aşırı derecede saçmalıyorsun. Toprak benim sevgilim ve tabi ki vakit geçireceğiz beraber. Ben sana akşamdan beri gidelim diyorum sen gelmiyorsan benim suçum ne?’’ ‘‘Sen sevgilinle takıl boş ver.’’ ‘‘Şu an dersim var. Okula gitmem gerekiyor. Sen de kendini bir topla.’’ Mısra sessizce konuşmamızı dinliyordu. Ben de çantamı alıp okula gitmek için dışarı çıktım. Meydandan gitmek yerine sağ tarafa dönüp sokak boyunca yürümek istedim. Az ilerimiz de çok güzel bir kafe vardı: Le cante! Değişik ve etkileyici bir isim. Kızlarla birkaç kez gelmiştik buraya. Derin bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Sokağın diğer ucuna gelince sol tarafa dönüp karşıya geçtim. Yolu biraz daha uzatarak dümdüz yürüdüm. Tekrar sola dönüp karşıya geçtim ve okul karşımdaydı artık. Büyük giriş kapısından geçip merdivenlere yöneldim. Basamakları tek tek çıkarken telefonuma bildirim geldi. Mailime bir mesaj gelmiş. Merdivenleri çıkmaya devam ettim. Bizim bölümümüz orta kattaydı. Merdivenlerde biraz fazla olunca çık çık bitmiyordu. Merdivenlerden sağ tarafıma doğru yöneldim ikinci kapı bizim bölüme aitti. Arkadaşlar gelmiş, henüz hoca yoktu. Telefonumun sağ üst köşesinden saate baktım. Daha on dakikamız vardı. Ben de bu sürede gelen mesaja baktım. Süreyya Hanım yapılacak olan eğitimin bilgilerini aktarmış. Bir ay sürecek bir program, konu olarak en temel bilgilerden başlayacak. ‘‘Papatya Hanım, size hazırlanan programın taslağını gönderdim. Sizin içinde uygunsa haftaya pazartesi günü başlayalım.’’ Süreyya hanımın en son bölümde attığı mesaja cevap yazmaya başladım. ‘‘Tabi ki. Benim içinde çok iyi olur. Henüz vizeler yokken çok rahat bir eğitim sunabiliriz. Ben onaylıyorum.’’ Ben mesajımı gönderirken hoca da aynı zamanda içeri girmişti. İçimden ara vermeden dersi bitirmeyi diledim. Çünkü 2 saatlik bir dersimiz vardı. Çabuk bitmeliydi. Duamı ettikten sonra hocayı dinlemeye başladım. ‘‘Arkadaşlar biliyorsunuz dersimiz iki saat. Ara vermeden bir buçuk saatte bitirelim.’’ Tüm sınıf olarak tabi ki onayladık. Dersimiz: Metin yazarlığı. Yazar, yazma uğraşı ve kavramları, dilin gücü ve kelimelerin doğru yazılmasının önemi, yazar olgusunun edebiyat sanatı içindeki önemi ve işlevini kapsayan ve benim de ilgimi çeken derslerden birisi. ‘‘Arkadaşlar bu dersimiz de size bir süre vereceğim. Sizden çocukluğunuzu düşünüp, o çocuğun içinde bulunduğu durumu, hisleri kaleme almanızı istiyorum. Çocukluğunuza dair nasıl cümleler çıkacak merak ediyorum. Çok uzun veya çok kısa olup olmaması önemli değil. Önemli olan yazabilmek, kaleme dökebilmek. Bu şekilde yazarak kalem açma dediğimiz işlevi yerine getireceğiz. Unutmayın ne kadar okursak ve ne kadar yazarsak kalemimiz o kadar kuvvetlenir. Bizler yazdıklarımızdan sonra bakalım neler katabilmişiz, kelimelerimizi ne kadar doğru yazabiliyor, yazar olabiliyor muyuz işte tamam ben yazarım ne kadar diyebileceğiz onu görelim. Hazırsanız kalemleri alalım elimize bakalım neler dökülecek kâğıtlara.’’ Hep bir ağızdan hazırız dedik. Kalemimi alıp çocukluğumu düşündüm. Siz sadece adımı biliyorsunuz değil mi? Bir de okulu, yaşımı falan filan… Ah çocukluğum! Acaba buradaki insanlar nasıl bir çocukluk geçirdiler? Bir an o çocuğu yazmaktan çekinir oldum. Yazabileceğim güzel şeyler sınırlı çünkü. Ben hep anne ve babasının kavgaları arasında büyüyen bir çocuktum. Sürekli onların arasında kalan, birbirleriyle küsünce ona git şöyle de buna git böyle de diyerek iki futbolcunun bir topu birbirine pas atması gibi annemle babam aralarında paslaşıyorlardı benimle. Gözyaşı gördüm, hüzün gördüm, sevgisizlik, kavga, şiddet… Hiç güzel bir çocukluğum olmadı. Arkadaşlarım hep dışladılar beni. Onlarla aynı fikirde olmadığım onlar gibi düşünmediğim için. İnsan herkesle aynı düşünce de olamaz ki… Yüzüm düştü. O kız çocuğuna dair yazabilecek mutlu hiçbir kelime yoktu içimde. Belki de Toprak’a olan hislerim bu yüzdendir. Belki de Toprak o küçük kız çocuğunun kahramanıdır. O küçük kız çocuğu sevgiyi bir tek onda yaşamıştır. Hani çocukların çok sevdiği bir oyuncak olur ya da bir eşyası falan paylaşamaz kimseyle, hep sever. Toprak’ta o küçük kız çocuğunun en değerlisi… Belki her şey hızlı gelişiyor belki çok acele oluyor ama kalbim hissediyor. Sevdiğimi, sevildiğimi. Onun bana bakarken parlayan gözleri, yanımda mutlu oluşu, gülen yüzü beni sevdiğine dair en büyük kanıt. İnsan sevildiğini hisseder de sevmekten kaçar mı hiç? Süremiz dolmuş, herkes tek tek yazdıklarını paylaşıyordu. Dinliyor yorumluyor fikirlerimizi sunuyorduk. Hoca bana da yazdığımı sorunca duraksadım. ‘‘Papatya, güzelim, sen de okumak bizimle paylaşmak ister misin?’’ ‘‘Tabi ki dedim.’’ Ve başladım yazdıklarımı okumaya.
Korkmuştum… Ne yapacağımı bilemiyordum. Korku tüm vücudumu ele geçirmiş gibiydi. Karanlıkta, yatağımın içinde başımı yastığa gömmüş gözlerimi sımsıkı yumup bunun bir an evvel son bulması için tanrıya yalvarıyordum. Bitmiyordu… Ne korkum ne annemin ağlayışlarının kulaklarımdaki uğultusu. Silinmiyordu hafızamdan, gitmiyordu bir türlü. Yattığım yerden doğruldum küçücük bedenimle. Saçlarımı geriye doğru itiverdim. Başımı sol tarafıma doğru çevirip pencerenin kolunu tutup aşağı çevirdim. Kocaman bir boşluk aşağıya doğru. Sanki bir kuyu gibi… Yukarıda ise küçücük bir yer oradan hava geliyormuş. Mutfak boşluğuymuş galiba annem komşumuz Şükran ablayla konuşurken öyle duymuştum. Neden herkesin ki gibi deniz manzaralı ya da bahçe manzaralı değildi benim odamın manzarası? Neden herkesin caddeye, sokağa, gökyüzüne bakar manzarası da ben sadece bu karanlık boşluğa bakıyorum hep? Diğer çocuklardan ne farkım var ki benim? Hayatım boyunca bir karanlık boşluğunda cebelleşip duracağımın şimdiden habercisi miydi? Pencereyi kapatıp, yatağımdan aşağı indim. Sessizce kapıyı aralayıp sağ tarafa doğru ilerledim. Odamın hemen yanında küçücük mutfağımız vardı. İki kişi anca sığacak kadar küçücük… Annemin sesini hemen yan tarafındaki salondan duydum: Ağlıyordu! Daha da korkuyordum, üzülüyordum. Yanına gitsem ağlama anne desem kızar mıydı bana? Cesaret edemiyordum. Tir tir titriyordum. Bir adım attım, bir adım daha ve annemin karşısındaydım. Konuşamıyordum. ‘‘Anne’’ diyemiyordum. ‘‘Neyin var?’’ diyemiyordum. Dudaklarım aralanıyor evet şimdi soracağım, olmuyor! Bir daha deniyorum, kızmayacak hadi sor. 1,2,3 A… Yine olmuyor! Kızmayacak. Hem anneler kızmazlar çocuklarına. Sağa sola bakınıp babamın nerede olduğuna bakındım. Herhalde öteki odadaydı. Annem çok ağlıyordu. Tüm cesaretimi toplayıp ‘‘Anne neden ağlıyorsun?’’ deyiverdim içimde buruk bir his ile. ‘‘Odana git! Diye bağırdı hıçkırıklarının arasından. ‘‘Ama an…’’ ‘‘Git dedim sana!’’ Kaşlarım çatılmış, dudaklarım aşağı doğru büzüşmüş arkamı dönüp odamın kapısına kadar geldim. Kahverengi, camlı kapıyı açıp içeri girdim. Krem rengi iç çerçeveleri pamuk şeker pembemsi gardırobuma baktım. Üst katında 3 dolap, alt kısmından bir çekmece, ortasında 3 dolap biri aynalı. Omuz silktim. İlerledim aynalığıma doğru. Üç çekmece ve altında iki dolap olan büyük aynalı görüntüsüne baktım. Hepsinde pembeydi iki komodin ve yatağımın başlığı. Gri kulpları niye seçmiştim ki… Beni mutlu etmiyordu hiçbiri. Yatağıma doğru ilerleyip yastığıma baktım uzun uzun… Kendimi hemen yorganın altına sakladım. Korkumu, üzüntümü, içimin burukluğunu, içimde biriktirdiğim tüm duygularımı gözyaşlarımla akıttım yastığıma. Hıçkırıklarımı gömdüm oraya. Dişlerimin arasında sıkıştırdım yorganı hıçkırıklarımı bastırmak adına… Uyanmak istemediğim ama uyanacağımı bildiğim uykunun kollarına bıraktım kendimi yastığımın ıslak yüzü değerken pembeleşen yanaklarıma…
Gözlerim dolu dolu, kalbim buruk. Herkes susmuş, ortamda derin bir sessizlik. Karşımda Suna hoca hayranlıkla bana bakıyor. ‘‘Odandan annenin yanına gittiğinde yanındaydım adeta… Bir dejavu gibi yaşadım o sahneyi tekrar tekrar… o zaman olduğu gibi şimdi de yanındayım, yanındayız… Biz yazarak şifalananlar açacağız pencerelerimizi bir dalganın sesine ve o eşsiz manzaraya, yazarak ruhumuzu şifalandıracağız önce… Tıpkı bu içten yazı gibi. Varlığınıza şükür. Nasıl içten nasıl doğal nasıl bizden biri gibi bir yazı olmuş. Aynen devam durmak yok!’’ Şimdi ben mutlu mu olmalıyım bilemiyorum. Hem üzüntü hem mutluluk aynı anda vücudumda dolanıyor. ‘‘Teşekkür ederim.’’ diyebildim. Bir arkadaş ‘‘Ben de bir gün Papatya gibi derin yazabilmeyi isterim.’’ Dedi. Gülümsedim ona. Derin yazabilmek… Bunun için çok acı çekmek gerek. Bilemedim… Bir an aklıma Toprak’tan ayrılma düşüncesi geldi. Düşünmesi bile beni kahretmeye yetmişti. Ya o da bir gün beni bırakıp giderse çok üzülürdüm ben. Sadece üzülmez ölürdüm de. Sevilmeyi hissettiğim, sevmeyi istediğim insandı o. Beni hiç sensiz bırakma olur mu? Suna hocanın dersin bittiğini söyleyen sesi kulaklarıma dolduğunda kendimi hemen dışarı atmak istiyordum. Eşyalarımı hızlıca topladım. Okuldan çıktım. Havayı içime çektim defalarca. Kötü düşünme kızım dedim kendime. Okul kapısında beni bekleyen Toprak’ı görünce kalbime neşe geldi. Arabası yoktu bu sefer. ‘‘Nasılsın güzellik?’’ ‘‘İyiyim. Seni sormalı?’’ ‘‘Seni gördüm iyi oldum.’’ Yüzündeki gülüşü içimi ısıtıyordu resmen. Sahile doğru yürüdük beraber. On dakika sonra sahilin arka sokağına gelmiştik bile. Neva ve Mısra ile karşılaştık. Onlarda gelecek hep beraber vakit geçirecektik. Hem ben geçen sene onun sevgilisi varken üçümüz geziyorduk. Şimdi sıra ondaydı. Sabah biraz gergindi ama şimdi daha iyi görünüyordu. Sohbet ederek yürümeye devam ettik. Sahile giden sokağa girince Toprak beni şaşırtan hareketini yapmıştı. Ara sokağa çekti beni. Buradan direkt sahile geçiliyordu. ‘‘Ne yapıyorsun?’’ dedim şaşkınlıkla. ‘‘Bırakalım onlar yürüsünler oradan biz de buradan gidelim ileride karşı karşıya geleceğiz.’’ Ve yine güzel gülüyordu. Bu adamın gülüşü beni öldürecek bir gün. Ha bir de sesi… ‘‘Delisin sen’’ dedim gülümsememi büyüterek. ‘‘Sana deliyim.’’ İkimiz de sanki yıllar önce kaybettiğimiz o değerli şeyi yıllar sonra bulmuş gibi mutluyduk, huzurluyduk. Öylesine gülüyor öylesine her şeyi yaşamaya çalışıyorduk. Biz birbirimizle çok mutluyuz. Kafamı eğdim önüme düşüncelerimle. O da nesi? Elimde… Elimde hissettiğim o sıcaklık. Anlam veremediğim bir duygu. Gözlerimi elime çevirdim, eli elimdeydi! Elimi tutuyordu. O elimi tutuyordu benim ellerim titriyordu. Kalbimin ritmi değişirken tepeden tırnağa mutluluk vücudumu ele geçirmişti bile. Gözlerimi ona doğru çevirdim. Çok mutluydu. O kahverengi gözleri elmas gibi parlıyor karşımda. Gülmenin ona ne kadar yakıştığını bir bilse. Kalbimi fethediyor adeta. Sanki onun kalbinden kalbime sevgisi damla damla akıyor kalbimi buluyor. Bırak o sevgi aksın Papatya! Sımsıkı tuttum elini. Onun elini tutmak o kadar güzel ki… Hayatım boyunca asla hissedemediğim ve tarifini veremediğim mükemmel ötesi bir duygu. Hızlı atan kalbim ise en iyi göstergesi. Sımsıkı tuttum elini bir daha hiç bırakmak istemiyorum der gibi. Bir daha elimi bırakma der gibi. Sen hep elimi tut olur mu? Sen hiç elimi bırakma… Bizim kızlar karşıdan görünüyorlardı. Eminim onlarda çok sevinecek. ‘‘Bak şimdi görünce şok olacaklar.’’ ‘‘Evet! Her şey o kadar hızlı ilerliyor ki hızımıza yetişemiyorlar.’’ ‘‘Geç bile kaldık aşkım.’’ Ve Neva’nın şaşkın bakışlarıyla karşı karşıyayız. Önce bize sonra ellerimize baktı. Gülüyordu ama şaşkınlık akıyor yüzünde. Tam orta noktada durduk. ‘‘Ooo, bu ne hız? Daha yeni tanıştınız.’’ ‘‘Bundan sonra onun elini hiç bırakmayacağım Neva. Onun elleri hep ellerimde olacak.’’ ‘‘İyi bakalım.’’ Hep beraber yürüdük biraz. Yan yana duran kafelere göz attık. Boş yer çok vardı. Ortada olanlardan bir tanesine oturduk. İçeceklerimizi içtik, sohbet ettik. Toprak’ın telefonu çalınca arayan kişiye göz ucuyla baktım. Ateş arıyordu. Uzaklaşmak yerine yanımda konuşmayı tercih etti. Toprak Ateş ile konuşurken ben de kızlara döndüm. ‘‘Nasıl oldun Neva biraz daha iyi misin?’’ Neva’nın üstünde aşka bir hava vardı. ‘‘İyiyim.’’ ‘‘Sıkılmadın demi Mısra?’’ ‘‘Hayır. Sizinle olmak güzel. Oturuyoruz beraber. Sizleri ve burayı tanıyorum.’’ ‘‘Sevindim buna.’’ Mısra’ya gülümserken Toprak’a döndüm. ‘‘Ateş ve Ulaş buradalarmış, gelelim mi diyorlar.’’ ‘‘Olur, tabi benim için sorun yok. Hem arkadaşlarını tanımak kaynaşmak benim içinde iyi.’’ Kızlar kendi aralarında sohbet ederken Toprak ve ben sahil boyu biraz yürüdük. Tabi ki el ele! Sanki bu kız benim der gibi. Kimse ona bakmasın onu ben seviyorum der gibi. Sahiplenir gibi… Gibi değil tam da öyle. Toprak’ın arkadaşları da gelince hep beraber kalkıp farklı bir kafeye gittik. Yine sahilde ama üst taraftakine. Güzel bir ortam vardı fakat aralarında benim anlamadığım diyaloglar geçiyordu. Çokta takılmadım çünkü anı yaşamak onu yaşamak istiyordum. Ama birisi bu durumdan çok rahatsız gibi görünüyor: Neva
Hava serinlemişti. Her ihtimale karşı yeşil uzun hırkamı yanıma almıştım. Hemen üstüme giyindim. Toprak ise gri sweat ile çok spor ve şıktı. Gülümseyerek telefonunu eline alıp resimlerimizi çekmeye başladı. Sokuldum iyice Toprak’a. O da beni kolunun hemen altına aldı. Telefonun ön kamerasından fotoğrafımızı çekti. Sonra sosyal medya hesabına giriş yaptı. Adım adım izliyordum onu. Profili düzenleye tıklayıp isminin yanına ismimi yazdı. Az önce çekildiğimiz resmi profil resmi yaptı. Gerçekten çok mu hızlı gidiyorduk? ‘‘Herkes görecek burada. Aşırı hız yapıyoruz.’’ ‘‘Görsünler ne olmuş. Sevgilim değil misin?’’ ‘‘Öyleyim,’’ dedim. Artık kabullen Papatya siz sevgilisiniz. Yarım saat sonra kızların dersi başlayacağı için hep beraber okula gidip kızları bıraktık. Saate baktığımda 18:00 ‘ ı gösteriyordu. Toprak ben ve arkadaşları beraber kafenin yolunu tuttuk. Bizim evin oradaki bugün önünden geçtiğim kafeymiş meğer. Demek sürekli buraya geliyordu. Le cante cafe! İçeriye girdiğimizde sağ tarafta kasa bölümü vardı. Sağ ve sol taraflarda dörtlü masalar. Tam karşımızda merdiven basamaklarını inince kafenin arka tarafı gibi bir yer vardı. Buranın dekoru gerçekten çok güzeldi. Tabi bu kadarla bitmiyor. Bunun bir de üst katı var. Bu tarafa girmeden sağ tarafta yukarıya çıkan merdiven var. İki katlı bir yerdi burası. Ve benim kafelerde en sevdiğim balkon terası. Genişliği ve konforu muhteşem bir yer. Merdivenlerden çıkınca sol tarafta çay ocağı bulunuyor. Hem alt katta hem üst katta lavabo var. Biz girişteydik. Toprak beni kafenin sahipleri olan Canan yenge ve Orhan dayı ile tanıştırdı, yenge ve dayı diye hitap ediyorlarmış. Arka bölüme geçip oturduk. Toprak’ın bir diğer arkadaşı Eren’ de gelmişti. Kapıdan bir kız ve bir adam daha geliyordu. Bunlarda Selvi ve Bartu. Nişanlılarmış. Toprak ayaküstü tanıştırmıştı. Grup tamam olmuştu. Canan yenge çok samimi, içten biriydi. Görür görmez ısınmıştım ona. İki oğlu vardı. Eşiyle beraber çalıştırıyorlarmış burayı. Toprak’ı kendi oğulları gibi seviyorlar. Kahkahalarla sohbetin dibine vurmuştuk. ‘‘ Ben Papatya’yı ilk gördüğümde tamam dedim. Bunlar olur. Birbirlerine çok yakışıyorlar’’ diyen Ateş’e gülümseyerek teşekkür ettim. Canan yenge o tatlı gülümsemesiyle bana dönüp ‘‘Valla sonunda tam kendine göre birini bulmuş bizim sırık. Mutluluğunuz daim olsun’’ dedi. Mutluluktan havaya uçmak üzereydim. Buradan hiç gitmek gelmiyordu içimden. Her şey hayal ettiğim gibi ilerliyordu. Onunla mutluydum, huzurluydum…
O küçük kız çocuğu kahramanını buldu. Eli elimde, gözleri gözlerimde, Kahramanım diye fısıldadım. Sen o küçük kızın sevgi dolu kahramanısın. Hiç bırakma o kızı Hiç! |
0% |