Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm SENİ KAYBEDEMEM ÇÜNKÜ RUH EŞİNİ BULDU!

@papatyakadin

Güzeller güzeli prenses ve yakışıklılığıyla ün salmış prensin aşkı giderek büyüyordu prensesin papatyalarının büyümesi gibi. Prens her gün gelip prensese papatyalar getiriyordu. Papatyaları için en verimli toprakları da unutmuyordu. Prenses prensin yaptığı bu jestin karşılığında uzun zamandır bakıp büyüttüğü kızıl papatyaları verdi.

Prensesin bahçesi o kadar güzel olmuş ki görenlerin ağzı açık kalıyormuş. Herkes hayretler içinde bakıyormuş. O kadar mutluymuş ki prenses hayatı boyunca böyle mutlu olmamış hiç. Bu mutluluğunda yakışıklı prensinde payı varmış elbette. Birbirlerine olan aşkları papatyalar gibi masum papatyalar gibi gerçekmiş. Kısa sürede büyüyüvermiş sevdaları. Prens prensesi görmeden yapamıyor, prenses ise her gün gelecek diye yolunu gözlüyormuş. O kadar büyük bir aşk besliyorlarmış ki onların bu aşkını kıskananlar oluyormuş. Hem de prensesin en yakın arkadaşıymış kem gözle bakanlar. Tabii şimdilik öyle… Çok üzülüyormuş prenses bu duruma.

Sevgiyle, aşkla beslediği papatyalarını dikenlerin sarmasından çok korkuyormuş. Ama bu duruma bir çare de bulamıyormuş. Bildiği tek şey varmış o da prensi sevmekten asla vazgeçmeyeceğiymiş.

‘’Seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim, kim ne derse desin…’’

‘‘Sen kurak topraklarıma ekilen en güzel papatyasın. Kimsenin seni benden almasına müsaade etmeyeceğim.’’

Çok mutlularmış, prens papatyalardan yaptığı tacı prensesin saçlarına takmış. Saçlarını koklamış, öpmüş doyasıya.

‘‘Papatyalarımız solmasın hiç’’

‘‘Solmasın papatya kokan kadın!’’

 

 

 

6.bölüm

SENİ KAYBEDEMEM

ÇÜNKÜ RUH EŞİNİ BULDU!

 

‘‘Ee ne diyorsun sevgilim? Ateş ve Şuleyi bir tanıştıralım mı? Hem iki kişinin arasını yapmak sevaptır.’’

‘‘Olur sevgilim. Ben konuşurum Şule ile. Ne güzel bir takım oluruz.’’

‘‘Oluruz tabi niye olmayalım…’’

‘‘Kimleri görüyorum burada. Çifte kumrular nasıl gidiyor?’’

‘‘Ateş ne yapıyorsun? Ulaş nerede?’’ Toprak ve Ateş konuşurken ben sadece onları dinliyordum.

‘‘Çalışıyor. Annem pazardaydı onu almaya geldim. Sizle denkleştik. İyi oldu valla. Kafeye geçiyor muyuz?’’

‘‘Geçeriz tabi. Ben arabayla bırakayım sizi. Papatya ile geçeriz oradan gelirsin sen işini bitirince olmaz mı?’’

‘‘Süper olur. Ben annemi alayım bekleyin az o zaman.’’

Ateş ve ulaş ilk tanıştığımızda bana ikiziz şakası yapmışlardı. Ama benziyorlar birbirlerine gerçekten. İkisinin gözleri de mavi renk. Boy kilo olarak ta birbirlerinin aynısı. Nasıl gülmüşlerdi bana. Aklıma gelince ben de gülümsedim bir an. Toprak fark etmiş olacak ki hem gülümsüyor hem soran gözlerle bana bakıyordu.

‘‘Aklıma geçenlerde biz ikiziz diye şaka yaptıkları geldi de ona güldüm ya.’’

‘‘He, yapar onlar öyle şeyler.’’ İkimiz de kıkırdayarak gülüyorduk. Ateş ve annesi gelince beni Ateş’in annesiyle tanıştırdılar. Daha sonra Toprak’ın lacivert arabasına binmek için karşıya geçtik.

‘‘Ben arkaya geçeyim istersen Ateş mi oturur öne nasıl yapalım?’’ dedim Toprak’a dönerek. ‘‘Yok, sen bin öne güzelim. Bir şey olmaz.’’ ‘‘Peki, bakalım’’ diyerek öne bindim. Toprak arabayı çalıştırıp sürmeye devam ederken radyodan kısık sesle şarkı çalıyordu. Ateş’in annesi poşetlerden bir şey arıyor olacak ki şıkır şıkır sesler geliyordu.

‘’Çocuklar size elma vereyim de yiyin. Taze elmalar vallahi çok güzel görünüyorlar. Gelin sen de al.’’ Omzuma dokunan elle başımı arkaya doğru çevirdim. Bana gelin mi dedi? Ah ne yaptın teyze utançtan yerin dibine girmek geliyor içimden şu an. Şaşkınlık ve utançtan bir şey bile diyememiştim.

‘‘Al al gelin. Utanma yabancı değilsin sen.’’

Toprak ve Ateş rahat rahat gülüyorlardı. Toprak ile göz göze geldik. Ben utanıyordum o ise çok rahattı. Bu durum onun çok hoşuna gitmişe benziyor. Ateş’in annesinin uzattığı meyveyi teşekkür edip aldım. Bu arada Ateş’in evine gelmiştik. Sahile çok yakındı. Demek burada oturuyorlardı.

‘‘Ben kafeye geçerken mesaj atarım sana Toprak, görüşürüz.’’

‘‘Tamamdır.’’

‘‘Görüşürüz Geliiiinn!’’ Ateş üstüne basa basa söyledi son cümlesini. Adım çıktı geline inmez oldu yerine.

‘‘Görüşürüz’’ dedim.

‘‘Yanakların kızardı gelin!’’

‘‘Ya Toprak sen yapma bari. Vallahi utandım. Sizin gelininiz sandı beni.’’

‘‘Sansın. Bizim evin gelini olmayacak mısın? Olacaksın. Doğrular bunlar. Gelin hanım.’’ Toprak müthiş eğleniyordu. Aslında güzel bir duyguydu. İnsanlar beni benimsemişler ne güzel. Bizi insanlar beğenmiş, onaylamış. Dünya onaylamış. Neyin utanmasıydı bu… Olsun onunla yaşadığım her duygu benim için kıymetliydi.

Biz kafeye girince herkesin yüzünde güller açıyor. Gülen gözlerle karşılıyorlar bizi. Bizi gören de etrafına neşe saçıyor. Hele Canan yengenin bir gülümseyişi var görülmeye değer. Düşünsenize bir aşk doğuyor hem âşıklar mutlu, hem insanlar mutlu.

Kafenin üst katında oturmuş arkadaşlar gelene kadar sohbet ediyorduk. Buranın ortamı ev gibiydi. Sanki evimde ailemle oturuyorum gibi. Kısa bir sürede hayatım renklenmişti. Tek dileğim bu renklerin solmaması. Her ne olursa olsun bu renkliliğe siyahı düşürmeyeceğim.

‘‘Gençler ne yapıyorsunuz?’’

‘‘Sana birini ayarlıyoruz.’’

‘‘He, ne oldu o iş?’’

‘‘Sanırım oldu o iş. Mesaj geldi şimdi Şule’den. Ben topu sana atıyorum gerisi size kalmış’’ dedim. Şule benim yurttan çok samimi olduğum bir arkadaşımdı. Temiz kalpli çok iyi bir kızdır kendileri. Hem Ateş ile hem de grupça çok güzel olacaktık. Tabi bir de bu gruba Neva’yı ekleyebilirsek iyi olacak ama kendisi bu aralar anlayamadığım hallerde. Bir yandan her şey böyle iyiye gidiyorken bir yandan Neva cephesinden pek iyi geçtiği söylenemez. Ne zaman Toprak’ın yanına gelsem kıza bir şeyler oluyor. Surat asmalar, konuşmamalar. Sanki sevgilim o ben onu ihmal ediyorum. Aman neyse ne şu anı yaşamak istiyorum. Toprak’ın yanındayım ve onunla her anı dolu dolu yaşamak istiyorum.

Ben, Toprak ve arkadaşları çaylarımız eşliğinde sohbet edip gülüşüyorduk. Toprak duvarda asılı olan sazı eline alıp sandalyeye oturdu. Yine yüzünde o âşık olduğum gülümsemesi… Ah yazın bir kenara beni bu adamın gülümsemesi âşık ediyor, bir de sesi…

‘‘Türkü mü söyleyeceksin aşkım?’’

‘‘Eveet,’’ dedi göz kırpmasına eşlik edercesine.

Toprak sazını eline almış akort ayarlarını yaparken bir yandan sohbetimiz devam ediyordu.

‘‘Ben’’ dedi, Ateş ve devam etti. ‘‘Toprak’ı ilk gördüğüm zamanlar, daha yeni tanışıyoruz. Baktım elinde saz uğraşıyor kendi çapında. Tam çalamıyor ama bir düşse üstüne yapacak. Şimdi iyi yine. Ver istersen ben çalayım sen söyle.’’

‘‘Olur. Ayarları yaptım ben. Ne çalacaksın?’’

‘‘Sen ne söyleyeceksin?’’

Onlar kendi aralarında çalacakları türküyü düşünürken ben sevdiğim adamın sesini dinlemek için sabırsızlanıyordum. Söylediği türküleri ilk dinlediğimde sesiyle fethetmişti kalbimi. Sesine âşık olmuştum. Onu gördüğümde de gülüşüne. İyi ki sesi dokunmuş yüreğime iyi ki gülüşü değmiş gözlerime.

Elinde ki çay bardağından bir yudum daha içtikten sonra bardağı masaya geri bıraktı. Ateş vurdu sazın teline. Toprak girdi şarkıya. Tüm hayranlığımla dinlemeye başladım onu.

Karşıdan gideyisun

guzelum mendil salla

Karşıdan gideyisun

guzelum mendil salla

 

Aldiler mi sevdami

Ağla gözlerum ağla oy oy oy oy

Ağla gözlerum ağla

aldiler mi sevdani

Ağla gözlerum ağla oy oy oy oy

Ağla gözlerum ağla

 

Onun sesini dinlemek baharda kuş cıvıltılarının sesini dinlemek gibi… Bir annenin bebeğine söylediği ninni gibi huzur dolu… Onun sesi dalgaların kıyıdaki taşlara vururken çıkardığı o ses gibi öylesi güzel öylesi rahatlatan… Bir hastanın olmazsa olmaz ilacı gibi nasıl ki ilacını alan hasta rahatlar, ağrıları diner, kendini iyi hissederse onun sesi de benim kendimi iyi hissetme nedenim. Onun sesi benim ilacım. Benim şifam. Kalbimin ağrısına merhem.

Ateş çalıyor Toprak söylemeye devam ediyor.

Funduk attum harmana

Kan kırmızı gaybana

Funduk attum harmana

Kan kırmızı gaybana

 

Donattiler sevdami

Geturdiler meydana oy oy oy oy

Geturdiler meydana

Donattiler yarumi

Geturdiler meydana oy oy oy oy

Geturdier meydana

 

O siyah saçlaruni

Ördüm guzelum ördüm

Toprak yönünü bana çevirdi. Yüzü gülüyordu. Gözlerimiz birbirine kenetlendi. Elleriyle saçlarımı göstererek gözlerini gözlerimden ayırmadan devam etti.

 

O KIZIL saçlaruni

ördüm guzelum ördüm

gelinlukler içinde

Benum yarumi gördüm, oy oy oy oy

Benum sevdami gördüm

Gelinlukler içinde benim

Benum yarumi gördüm oy oy oy oy

 

Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Şu an kalsa böylece, kulaklarımda sadece onun sesi gözlerimde sadece onun gözleri… Dursa zaman tam da şu an… Benden hiç gitmese… Bir anda neden böyle duygusallaştım bilmiyorum. Neden onun gitme ihtimalini düşündüm bilmiyorum. Ama o benden gitmemeli. O küçük kız çok üzülür yoksa… Onun o âşık olduğum sesini sadece ben dinlemeliyim. Gülüşü bir tek bana olmalı, kokusunu hiç unutmamalıyım. Elleri ellerimden ayrılmamalı hiç… Neşet babanın dediği gibi

Ben seninim sen benimsin

‘‘Aşkım, iyi misin? Daldın öyle. Bir sorun mu var?’’ Toprak’ın sorusuyla irkilerek kendime geldim. Boğazımı temizledim. Oturuşumu düzelttim. Kendimi topladıktan sonra cevap verdim.

‘‘İ-iyiyim aşkım… Bir şeyim yok. Çok güzel söyledin sesine sağlık.’’

‘‘İyi ol güzelim… Seninle çok işimiz var.’’

‘‘Neymiş o çok işimiz?’’

‘‘Evleneceğiz, çocuk yapacağız.’’ Yine yüzünde çapkın gülümsemesi ve yine o çapkın göz kırpması.

‘‘Manyak seni’’ koluna hafifçe vururken söylendim bir yandan.

‘‘Ne, görürsün evlenince. Bir sürü çocuk yapacağız.’’

‘‘Beşiktaş’a kadro mu hazırlayacağız aşkım? Ne yapacağız o kadar çocuğu manyak ya’’

‘‘Aynen öyle. Düşünsene küçük kartallar ve kartaliçeler var evde. Hiç fena olmaz. Gayet mantıklı bence.’’

‘‘küçük kartallar ve kartaliçeler he, hayal edince çokta fena olmadı ama kadro kuracak kadar değil tabi’’

‘‘Görürsün evlenince’’

Aklıma gelen fikirle küçük bir kahkaha attım. ‘‘O zaman …’’ gülmekten bir an cümleyi toparlayamadım. Öhööm öhömm tamam toparlıyorum kendimi. ‘‘ O zaman kadronun yarısını sen doğur, hayat müşterek’’

‘‘He oldu başka… Deli!’’

Gülmekten karnıma ağrılar girdi desem abartmış olmam. Bu çocuğun yanında gülmemek mutlu olmamak gibi bir lüksünüz yok. Şu an yüz ifadesi görülmeye değer. Onun içindeki küçük çocuk benim içimdeki küçük çocukla yan yana gelince sanki iki yarım bir bütün oluyor gibi. Sanki benim öbür yanım gibi. Biz bir bütünüz ayrılırsak yarım kalırız gibi. Biz birbirinden ayrılamaz bir bütünün parçalarıyız onunla. İkimiz de birbirimize o kadar benziyoruz ki bu yüzden belki de bu kadar birbirimizi sevmemiz.

Ben onun içindeki çocuğu görebiliyorum. O çocuğun neler hissettiğini neler yaşadığını neler yaşamak isteyipte yaşayamadığını hissedebiliyorum. Onun içindeki çocuğu duyabiliyorum. O çocukta benim gibi tıpkı. Benim içimdeki çocuk gibi. Bastırılan duyguları, içine atılan çığlıkları, akamayan gözyaşlarını, ruhundaki yaraları… Sevgiyi, mutluluğu, huzuru… Her şeyi sezebiliyorum. İnsanlar birbirinin aynasıdır derler ya, ben o aynaya bakınca kendimi görebiliyorum. Onda ben varım, ben de o var. Şimdi o iki küçük çocuk tamamlanmış el ele vermiş lunaparkın önünde dönme dolaplara koşuyorlar, pamuk şekeri alıyorlar, trene biniyorlar, şimdi o iki küçük ele ele rüzgâra doğru koşuyorlar, mutlular huzurlular. Ve her ne olursa olsun o iki küçük evrenin neresinde olursa olsun arada kim olursa olsun birbirlerinden hiç kopmayacak ÇÜNKÜ RUH EŞİNİ BULDU!

Gözlerimin daldığı o lunapark bahçesindeki iki küçüğü orada bırakarak Toprak’a döndüm. Sımsıkı sarıldı bana. Boynuna gömüldüm iyice. Kokusunu çektim ciğerlerime. Seni seviyorum diye fısıldadı sesi kulaklarıma. Daha sıkı sarıldım. Daha derinden çektim kokusunu içime. Bende ki duygusallığı fark ettiğine emindim. Dedim ya biz birbirimizin tamamlanan parçalarıyız diye hisseder tabi.

‘‘İyisin güzelim?’’

‘‘Senin yanında iyi olmamak mümkün mü?’’

Alnıma değen dudaklarının sıcaklığında huzuru iliklerime kadar hissettim. O benim kahramanımdı. O küçük kızın kahramanı.

Masada duran çaylarımız soğumuştu. Canan yenge bize yeni çaylar getirmişti bile. Yine o sıcacık gülümsemesiyle bakıyordu bize. Aramızda ki romantikliği bırakarak masaya döndük. Ateş hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. Bana bakınca aklına bir şey gelmiş gibi gözleri açıldı.

‘‘Siz bugün olanı bilmiyorsunuz’’ dedi gülümsemesi yüzünde büyüyerek. ‘‘Pazardan dönüşte annemi eve bırakırken annem meyve uzattı Papatya’ya gelin dedi annem.’’

‘‘ Ooo! Yakışır ama size, Vallahi sizin bu iş oldu ben söyleyeyim size.’’ Ulaş bizi çoktan baş göz etmişti bile.

Araya dayı da girerek ‘‘Bizim sırık durdu durdu turnayı gözünden vurdu vallahi. Bu kızı kaçırırsan hayatını kaybedersin benden söylemesi.’’

‘‘Ben en başından söylüyorum Maşallah size, çok yakışıyorsunuz.’’ Yengeye ve diğer herkese minnet dolu baktım. Dışardan da iyi bir çift olarak görünüyorduk. Ne mutlu bize.

‘‘Bu arada bir hayırlı olsun da biz alalım. Şimdi Şule ile konuşuyordum. Biz de sevgili olduk Dörtlü takılırız artık. Bir de Ulaş’a buluruz.’’

‘‘Ben almayım teşekkür ettim. Böyle gayet iyiyim.’’ Ulaş’ın pek sevgili niyeti yok gibiydi konuşmasından anladığım kadarıyla. Ateş’e hayırlı olsun dedikten sonra eve gitmek için kalktım ben.

Toprak beni eve bıraktıktan sonra gitti. İçeri girdiğimde gördüğüm manzara karşısında şoka uğradım. Şaka olmalıydı gördüklerim. Benimle dalga mı geçiyor bunlar? Bu evin hali ne böyle? Yattıkları yatak duruyor toplamamışlar. Yemek yedikleri sofrayı toplamamışlar duruyor. Çamaşırlar her yerde. Salonun ortasında sanki savaşın ortasında duruyormuş gibi duruyordum. Yok, artık ya gerçekten. Şimdi burayı toplamasam nereye oturacağım nerede ders çalışacağım ben? Hem yine mi evin düzenini değiştirmişler bunlar? Of! Kızlarla sonumuz pek iyi olmayacak bizim çünkü burnuma gelen kokular hiç iyi değil!

Daha dün temizlemiştim evi ben. Kafayı yiyeceğim. Bana ne dokunmayacağım hiçbir şeye. Ama bu seferde nasıl dururum burada. Yataklarını hiç ellemedim. Onlara ait olan çamaşırları toparlayıp yataklarının üzerine bıraktım. Masadaki bardak çatal tabakları mutfağa tezgâhın üzerine koydum. Bir yandan da söyleniyordum. Öğlene kadar uyuyorlar zaten ikinci öğretimdeler akşam gidiyorlar ne var ki bu kadar evi toplamıyorlar. İçeriden süpürgeyi alıp çalıştırdım. Salonu güzelce çektirdikten sonra kovaya su yapıp güzelce sildim. Camı açıp evi havalandırdım. Ve sonunda dinlenmek için biraz oturdum.

Telefonumu alıp açmasını umarak Sumru’yu aradım. Açmadı. Mesaj sayfasını açıp mesaj attım. Görünce bana dönüş yapacaktı zaten. Rehbere girip Alin’i aradım. Neyse ki o açtı. Evin durumunu anlatınca o da çok sinirlendi.

‘‘Sana gıcıklığına yapıyor. Niye bu kadar sinirlenmiş bende anlamadım.’’

‘‘Kalp kırmamak için susuyorum ama bir gün fena patlayacağım Alin. Belki utanır evi böyle görünce. Aynı evin içindeyiz diye tartışmakta istemiyorum. Bence Toprak ve benle derdi de hayırlısı bakalım.’’

‘‘Aman boş ver takma kafana siz ilişkinize bakın.’’

‘‘Doğru diyorsun. Ya ne diyecektim ben sana. Toprak’ın doğum gününü öğrendim bugün. Ona güzel bir doğum günü hazırlamak istiyorum bana yardımcı olur musun diyecektim.’’

‘‘Olurum tabi ki seve seve’’

‘‘Yaşa sen kız! Yarın okulda detayları konuşuruz o zaman.’’

‘‘Tamam canım.’’

‘‘Görüşürüz.’’

‘‘Görüşürüz.’’

 

Kendimi kitap okumaya öyle kaptırmışım ki geldiklerini duymamıştım. Bir şey söylemedim hiç. İkisi de şöyle bir ortalığa baktılar ve bir şey söylemediler. Ben de çok durmadım üstünde. Mısra televizyonu açtı Neva çay demledi. Ben kitabın bölümünü bitirip onlara dâhil oldum. Masada oturmuş çaylarımızı yudumluyorduk. Kızları da Toprak’ın doğum gününe çağıracaktım. Neva’nın vereceği cevabı merak ediyordum. Daha fazla meraklanmamak adına sorumu sordum.

‘‘Kızlar Toprak’ın doğum günü çok yakın. Ben de bir şeyler düşünüyorum o gün için. Siz de gelirsiniz o akşam.’’

‘‘Ben o ortamda bulunmak istemiyorum bu yüzden gelmeyeceğim.’’

‘‘Ne oluyor sana Neva? Ne bu haller?’’

‘‘Sen farkında değil misin ya o gün kafede hep beraber otururken çok rahatsız oldum ben. Kendi aralarında sürekli imalar şifreli konuşmalar bilmem neler gözün görmüyor mu senin?’’

‘‘Görüyor canım. Onlar arasındaki muhabbet ne diyebilirim? Hem kaç zamandır aralarındayım ben bir şey sezmedim. Çok mu önyargılısın acaba bir de böyle mi düşünsen?’’

‘‘Sen çok safsın ben önyargılı değilim! Daha ne kadar oldu tanıyalı ne doğum günü partisi? Çok hızlı yaşıyorsunuz her şeyi. Hemen elini tutmaya başladın falan?’’

‘‘Bunları bana sen mi söylüyorsun?’’

‘‘Evet!’’

‘‘Anladım Neva! Sen devam et böyle’’ yüzüm asılmış moralim acayip bozulmuştu. Asla beklemediğim tepkileri gördüm cümleleri duydum. Buğlem, haklıydı sanırım. Bazı kararlarımı yanlış vermiştim.

‘‘Neyse size afiyet olsun ben uyuyacağım. Sabah erken kalkacağım. Yarın sabahtan dersim.’’

‘‘ Yüzünü de öremiyoruz hiç. Nasıl ev arkadaşıysak!’’ Son cümlesini üzerine basa basa imalı bir şekilde söylemişti. Bu kız harbi dalga geçiyor benimle.

‘‘Sizin gibi öğlene kadar yatmayacağım ben sabah erken kalkacağım, uykumu almam lazım. İyi geceler!’’

Tabi bu moral bozukluğuyla uyuyabilirsem. Yatağıma çıkıp arkamı onlara döndüm. Toprak’ın resmini açıp yüzünün her bir zerresini seyre daldım. Başka türlü huzur bulamazdım çünkü. Gözlerim yavaş yavaş bulanıklaşıyordu. Sanırım uyku beni kollarına almakta geç kalmamıştı. Bıraktım kendimi uykunun kollarına…

 

Sabah uyanmaktan nefret ediyordum. Yorganım ve yastığımdan ayrılmak işkence gibi geliyordu. Katlanmak zorundayım mecburen. Haftanın bir günü sabahtan kalkmam gerekiyordu Allah’tan. Hızlıca üzerimi değiştirdim. Kendime güzel bir çay demleyip kahvaltımı yaptım. Çantamı aldığım gibi çıktım.

İlk iki dersten sonra ara verdik. Kızlarla bahçeye indik. Kantinden birer kahve alıp masaya oturduk. Akşam olanları anlattım kızlara. Onlarda benimle aynı fikirdeydi.

‘‘Bu kız çok değişik gerçekten. Allah sana sabır versin. Ama alttan alma sonra çok uğraşırsın.’’

‘‘Haklısın Lina! Aman ya içim şişti. Onu bırakında Toprak’ın doğum günü için neler yapabilirim onu konuşalım. Çok mutlu olsun istiyorum. O beni çok mutlu ediyor ben de o mutlu olsun diye bir şeyler yapmak istiyorum.’’

‘‘Aynen kanka takma boş ver.’’

‘‘ Bence arkadaşları da olsun. Yengeyle konuşayım kafede bir parti düzenleyelim. Toprak çok seviyor kafeyi, yengeyi, dayıyı, arkadaşlarını eminim ki çok mutlu olur. Pastasını Beşiktaşlı yaptırayım. Başka ne olabilir?’’

‘‘Süsler falan alırsın. Çok güzel olur.’’

‘‘Aynen Alin, onları ayarlarım. Şarkımızla güzel bir video hazırlarım. Hatta video demişken ne geldi aklıma… Herkes Toprak için bir şeyler söylesin doğum gününü kutlasın sonra onu bir video haline getireyim. Görünce çok mutlu olur. Ay evet! Bu fikri sevdim. Ya çok mutlu olacak.’’

‘‘Ne zaman doğum günü?’’

‘’12 Ekim, bu ay işte bir şey kalmadı ki…’’

‘‘Evet kalmamış. Bence sen video işini ayarla o düzenle falan uzun sürebilir.’’

‘‘Aynen ben bir Ateş’e yazayım o da ayarlasın arkadaşlarıyla ya da Toprak’a çaktırmadan konuşurum kafedeyken. Ben şimdiden heyecanlandım valla.’’

‘‘İnsan heyecanlanmaz mı kız’’

‘‘ Hafta sonu bizim kızlar eve gidecekmiş bana gelirsiniz beraber bir şeyler yaparız.’’

İkisi de bir ağızdan ‘‘Olur’’ dediler.

Son iki ders bittikten sonra kızlarla vedalaşıp eve doğru yürümeye başladım. Bir yandan Toprak’la mesajlaşıyorduk instagram’dan…

‘‘Neredesin?’’

‘‘Eve gidiyorum aşkım sen ne yapıyorsun neredesin?’’

‘‘Berberdeyim ben de.’’

‘‘Oh, takıl bakalım’’

Karşı kaldırıma geçerken telefonun ekranını kapatıp öyle geçtim. Biraz yürüdükten sonra gelen bildirimle tekrar telefonu açtım. Resim atmıştı bana. Cevap yazıp mesaj sayfasından çıkacakken mesaj istekleri kısmında bir istek gördüm. Kimin ne yazdığını merak edip mesaja baktım. Ben erkektir diye düşünürken bana yazanın kız olduğunu gördüm. Mesaja tıklayıp ne yazıldığına baktım.

‘‘Seninle konuşabilir miyiz?’’

‘‘Bana hemen dönüş yapabilir misin?’’

‘‘Toprak’la ilgili’’

Toprak ile ilgili benimle ne konuşacak bu kız? Toprak’ı nereden tanıyor ne bağlantısı var neler oluyor? Olduğum yerde durdum. Kıza cevap yazdım.

‘‘Ne konuşacaksınız benimle Toprak ile ilgili?’’

‘‘Toprak benim sevgilimdi.’’

Okuduğum o cümleden sonra yutkunamamış neye uğradığımı şaşırmıştım. Pat diye söylenen bir söz beni afallatmış, dengemi sarsmıştı. Her şeyin bu kadar iyi ve hızlı gitmesi normal değilmiş demek ki… Niye kötü düşünüyorum hemen? Belki de düşündüğüm gibi değil, ya öyleyse…

Bir mesaj daha geldi ardından.

‘‘Toprak benimle sevgiliydi seninle sevgili olduğunda. Seninle aldattı beni.’’

Benimle onu mu aldattı? Allah’ım neler diyor bu kız ben neler duyuyorum böyle… Gökyüzüne kaldırdım başımı derin bir nefes aldım. Yalan söylüyor belki de Papatya. İnanma hemen.

‘‘Doğru söylediğinizi nereden bilebilirim? Size neden inanayım?’’

‘‘Doğru söylüyorum. Ben öğrenince intihar etmeye bile kalkıştım. Sana mesajları göndereceğim. Onun numarasını, bana yazdıklarını resimleri… Bekle bir dakika.’’

‘‘Hatta ben buradan giderken otogara bile geldi uğurlamaya.’’

Hayır! Resim göndereceğim diyor mesajları atacağım diyor bu kız. Olamaz bu. Olmamalı. Atamaz çünkü yok öyle bir şey! Yalan söylüyor o kız! Evet, evet aynen öyle. Hiç bir şey atamaz çünkü yok öyle bir şey.

Maalesef var öyle bir şey Papatya!

Kızın bana attığı mesajlara ellerim titreyerek baktım. Resimleri görür görmez gözyaşlarımın akmasına engel olamadım. Toprak’ın numarası bu. Evet konuşmuşlar. Aşklı meşkli konuşmalarını okudum. Sosyal medyada isimlerinin baş harflerini paylaşmışlar. Onun isminin baş harfi bu. Otogarda buluştuklarına dair yazılan mesajı okuduktan sonra telefonu kapattım.

Nefes almakta zorlandığımı hissettim. Kalbime bıçak saplanır gibi ince ince giriyordu acı. Kendimi bir an önce eve atmalıydım. Konuşmaların ekran görüntüsünü alıp Toprak’a gönderdim.

‘‘ Keşke bunları görmeseydim. Bunları hak edecek ne yaptım ben? Ne bunlar Toprak?’’

Yürümeye devam ettim. Kafam almıyordu olanları. Neva haklı mıydı? En başından beri anlam veremiyordum onun bu tavrına haklı mıydı yani? Her şey güzelken nereden çıktı şimdi bu. Gözyaşlarım bana isyan eder gibi akmaya devam ediyordu. Adımlarımı hızlandırdım. Kendimi yatağıma atmalıydım. Şu an tek istediğim buydu.

‘‘Bunlara inanma sakın. Bunlar gerçek olan değil. Her şeyi anlatacağım sana Papatya.’’

‘‘Yanına geleceğim birazdan neredesin?’’

‘‘Cevap ver lütfen güzelim?’’

Evin önündeydim. Toprak peş peşe mesaj atmış kendini açıklamaya çalışıyordu.

‘‘Yüzünü görmek istemiyorum. Keşke bunu yapmasaydın bana. Ben seni sevmiştim gerçekten.’’

‘‘Anlatacağım her şeyi. Beni bırakma sakın seni kaybedemem duydun mu beni?’’

‘‘Papatya!’’

‘‘Seni seviyorum.’’

‘‘Seni kaybedemem.’’

Dar merdivenleri hızlı hızlı çıkıp evin kapısına geldim. Ellerim titreyerek anahtarı çantamdan çıkardım. Gözlerim bulanıklaşmış parmaklarım titriyor anahtarı becerip takamıyordum. Sakin olamıyordum. Bir an kalbim tekrar sıkıştı. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım.

Bana stres, sıkıntı, aşırı heyecan, öfke kesinlikle yasaktı. Doğuştan kalbimde delik varmış benim. Sürekli takip altındaymışım. Lise zamanlarımda küçük bir operasyonla muayene etmişti doktorlar. Deliğin kapandığını sadece küçücük bir incelme olduğunu onun içinde seneden seneye kontrole gelmemin gerektiğini söylemişlerdi. Bunu hiç kimseyle paylaşmamıştım çünkü çok ciddi bir durum yoktu ortada. Sadece üzüntüden uzak durmalıydım. Çocukluğundan bu yana üzüntünün göbeğinde yaşayan biri için mümkün değildi tabi.

Gözyaşlarımı silip ellerimin titremesi biraz dindikten sonra kapıyı açtım. Toprak sürekli arıyor mesaj atıyor ama hiç birine cevap vermiyordum. Çantamı yere fırlatıp kendimi de yatağa attım. Başımı gömdüm yastığa akmaması için mücadele ettiğim gözyaşlarımı serbest bıraktım. Belki yarım saat belki bir saat böyle geçti. Yan tarafta Neva ile Mısra’nın konuşmalarına kulak misafiri oldum bir yandan gözyaşlarımı silerken.

‘‘Git bak şuna ne olmuş neyi varmış?’’ ne güzel git bak şuna demek. Kendi geleceği yerde başkasını aracı kılıyor. Bu dostluk mu şimdi? Zor zamanımda yanımda olması gerekirken git bak şuna demek he. Gerçek dostumu görmüş oldum. Ben o ağlarken gözyaşlarını kendi elimle silmiştim. Kendim sarılmıştım ona. Kendim teselli etmiştim. Belki de ben insanlara gereğinden fazla değer veriyorum; fazla önemsiyor, sahipleniyorum. Belki de olmaması gereken şekilde davranıyorum. Yanlış yapıyormuşum. Bu hayatta fazla iyi niyet zarar getirirmiş maalesef ki…

‘‘Papatya geldiğinden beri ağlıyorsun. Bizimle de bir şey paylaşmıyorsun. Biraz konuşalım mı? Konuşmak iyi gelir belki?’’

‘‘Teşekkür ederim ilgin için. Aramızda biraz sıkıntılar oldu o yüzden moralim bozuk biraz.’’

Toprak ısrarla aramaya devam ediyordu. Hiçbir aramasına cevap vermiyordum.

‘‘Seninle konuşmamız lazım. Aşağıda bekliyorum. Sen gelene kadar da gitmeyeceğim.’’

Yazdığı mesajı görüldü yapıp bıraktım. Mısra’ya dönüp konuşmaya devam ettim.

‘‘Başkası varmış benimle konuşurken’’ dedim zar zor yutkunurken ve devam ettim konuşmaya. ‘‘ Kız mesaj attı bugün işte seviyormuş onu falan…’’

‘‘Peki, Toprak ile konuştun mu bu durumu?’’

‘‘Evet, daha doğrusu onun açıklama yapmasına fırsat vermedim. Durumu öğrendi sadece. Aman aşk kim ben kim? Böyle olacağı belliydi. Sonunda üzüleceğim belliydi.’’

‘‘Ne bileyim en azından onu bir dinle. Elbet bir açıklaması vardır. Üzülme ya’’

Mısra’ya cevap vermek yerine susmayı tercih ettim. Israrla çalan telefonuma çevirdim yeşil gözlerimi. Hala arıyordu. Belki de dinlemeliydim onu. Belki de hiç dinlememeliyim. Kafamın içinde cevabını veremediğim sorularla gözlerimi pencereden gökyüzüne doğru çevirdim. Maviyi seyrettim bir süre. Bulutların şekillerini inceledim. Onu düşündüm sonra. Mantıklı bir açıklaması olabilir miydi? Belki de yalanları dizecekti boncuk gibi… Diyelim ki yalan söyleyecek Papatya, ya bu yalanlar seni kaybetmemek için olacaksa? Onu dinlemeden bu sorulara cevap veremeyecektim. Ve yine telefonum çalıyordu. Bu sefer aramasını cevaplandırdım.

‘‘Sonunda açtın güzelim. Aşağıda seni bekliyorum her şeyi açıklayacağım sana. Hadi gel!’’

‘‘Tamam.’’ Tekdüze bir sesle cevap verip telefonu kapattım. Lavaboya geçip elimiz yüzümü yıkadım. Gözlerimden ağladığım belli oluyordu. Bunun için yapabilecek bir şeyim yoktu. Saçlarımı toplayıp telefonumu aldım. Kızlara bir şey söylemeden kapıyı açıp çıktım. Dar merdivenleri oldukça yavaş bir şekilde indim. Gerçekten de kapının önünde bekliyordu. Hiç yüzüne bakmadım. O ise gözlerini bir saniye bile benden ayırmıyordu. O konuşmadan ben de konuşmadım.

‘‘Hadi gel. Sana arkadaşımla her şeyi anlatacağım. Hiçbir şey zannettiğin gibi değil güzelim.’’ Elimi tutmak istedi ama kendimi geri çektim. Meydanda ki kafede oturan arkadaşını gördüm. Onunla bu konunun ne ilgisini olduğunu düşünürken kafeye doğru yürüyorduk.

‘‘Gel otur şöyle.’’

‘‘Ne içersin? Bir şeyler söyleyeyim.’’

‘‘Hiçbir şey içmek istemiyorum. Ne söyleyecekseniz söyleyin gideceğim. İşim gücüm var.’’

‘‘Bakar mısınız? Bize üç limonata getirir misiniz?’’

‘‘Hemen efendim’’

Garsona limonataları sipariş ettikten sonra bana dönüp konuşmaya başladı.

‘‘Bak canım Eren sana şimdi her şeyi anlatacak hiçbir şey bildiğin gibi değil. Dinle lütfen.’’

‘‘Efendim limonatalarınız, afiyet olsun.’’

‘‘Hadi güzelim iç’’

‘‘İstemez!’’

‘‘Papatya, benim yüzümden bir yanlış anlaşılma olmuş aranızda.’’ Eren nihayetinde konuya girmişti. Asık suratımla sadece dinliyordum. Devam etti cümlelerine.

‘‘ Sana yazan kız benim sevgilimdi. Bazı sebeplerden dolayı ayrılmak zorunda kaldık. Ben de Toprak’tan yardım istedim. O mesajları Toprak değil ben yazdım. Evet, otogara da Toprak gitmişti ben ise uzaktan izledim. Burada tüm suçlu benim, Toprak sadece bana yardım etti. Ben benim yüzümden aranızın açılmasını istemem. Sen de sakın bu sebepten dolayı bırakma Toprak’ı. Ben sevmediğim biriyle nişanlıyım. Nasip her şey. ’’

‘‘Bak her şeyi anlattı sana Papatya. Ben seni seviyorum bunu sen de biliyorsun.’’

‘‘Benim yüzümden ayrılmayın sakın vicdan azabı çekerim gerçekten. Siz ilişkinize kaldığınız yerden devam edin.’’

Hiçbir söylenene tepki vermediği gören Toprak Eren’e dönüp ‘‘Sen biraz bekler misin?’’ dedi ve yanıma gelip elimi tuttu. ‘‘Gelir misin yalnız konuşalım biraz.’’

‘‘Çek elini lütfen’’

‘‘ Çekmem. Hadi gel!’’

Elimden tutarak arabasına doğru götürdü beni. Nereye gidecekti hiçbir fikrim yoktu. Ben duyduklarımı mantık çerçevesine oturtmaya çalışıyordum. ‘‘Hadi bin arabaya’’ diyerek araba kapısını açtı. Biraz duraksadıktan sonra arabaya bindim. Kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçti. Sahile doğru sürdü arabayı.

‘‘Sen anlayana kadar sana anlatacağım. Sen affedene kadar seni bırakmayacağım. Bak her şeyi anlattı sana. Eren’in sevgilisiydi o kız. Benim telefonumdan mesajlaşıyorlardı. Arkadaşım o benim kırmak istemedim haliyle. Dedi ya zaten istemediğim biriyle nişanlıyım diye o gün gidecekti kız gider misin son kez göreyim dedi onun için gittim.’’

Yüzüne bile bakmıyordum. Geçip giden denizi seyrediyordum sadece. Tepkisizliğimi fark edip konuşmaya devam etti.

‘‘Sen anlayana kadar sana anlatacağım demiştim. Bak her şeyi anlattı sana. Eren’in sevgilisiydi o kız. Benim telefonumdan mesajlaşıyorlardı. Arkadaşım o benim kırmak istemedim haliyle. Dedi ya zaten istemediğim biriyle nişanlıyım diye o gün gidecekti kız gider misin son kez göreyim dedi onun için gittim.’’

Denize seyre dalan yeşillerimi onun gözlerine çevirdim. O anlatırken onu izledim tek kelime etmeden. Ne yapacaktım? Bu anlatılanlara inanacak mıydım? Ne kadar doğru ne kadar yanlıştı hiç bilmiyorum ama karşımdaki adamın benim için mücadele etmesi şu an ki tek gerçekti. Böyle bir şey gerçekten varsa ve bunlar yalansa bile o bizim için mücadele ediyordu. Eğer gerçekten sevmeseydi, istemeseydi evet öyle der geçer giderdi. Kız bulmak kolay niye bu kadar uğraşsın ki… Onun için bir önemi olmasa hayatında tutabilmek için bu kadar uğraşmazdı. Belki de ben çok masumca düşünüyorum her şey bambaşkadır. Öyle olsa bile o beni seçmişti onu değil. Anlatılanlar yalan olsa bile onun çabası gerçekti.

‘‘Tamam, bir daha anlatıyorum.’’

‘‘Tamam, lütfen! Anladım tekrar tekrar anlatmana gerek yok. Şiştim ya’’

‘‘ Gitmeyeceksin değil mi? Ayrılmak yok’’

Sen bana böyle bakarsan, böyle gülümsersen nasıl giderim ki senden şapşal… Bir adamın gözlerine, gülümsemesine bu kadar yenik düşülür mü? Aşk bu mu?

‘‘İyi tamam. Ama bir daha olmasın böyle bir şey.’’ Yüzünde ki gülümseme büyümüştü. Tam haylaz bir çocuktu. O iki küçük çocuk oyun oynarken ufak bir anlaşmazlık yaşamıştı. Birisi öbürüne küsmüşte yaramaz çocuk gönlünü almaya çalışıyordu. Çocukluk işte ya onların sevgisi hep gerçektir. Küs kalamazlar hiç. Bizimki de onlar gibi!

 

‘‘Seni çok seviyorum.’’

‘‘İyi’’

‘‘Sen yanımdasın ya istediğin kadar trip atabilirsin. Kız, küs, bağır çağır ama hiç gitme benden.’’

‘‘Sen de uslu dur o zaman’’

‘‘Tamam Sevgilim.’’

O haylaz gülümsemesi, masum bakışları yok mu gel de kız işte! Niye kıyamıyorum bu adama ben?

‘‘Geri dönelim mi sevgilim? Ya da nereye gitmek istersin oraya götüreyim seni.’’

‘‘Ben direkt eve gideyim. Dinlenmek istiyorum eve bırakır mısın?’’

‘‘Bırakırım kızıl papatyam.’’ Direksiyonu sol tarafa kırarak evin yoluna doğru döndü. Gözlerini benden ayırmayı ihmal etmiyordu. Sıcacık elini elimde hissettiğimde bakışlarımı eline çevirdim. Sımsıkı kavradı elimi, usulca öptü sonra.

‘‘Sen benim hiç solmayacak kızıl papatyamsın!’’ diye ekledi. Gülümsedim sadece. Evin önüne geldiğimizde sımsıkı sarılıp alnımdan öptü. Ben ise hala soğuk davranıyordum. E olacak o kadar.

‘‘Eren’e selam söylersin. Sonra görüşürüz onunla da.’’

‘‘Tamam, papatyam, seni çok seviyorum bunu unutma. Benim için sadece sen varsın. Hep böyle olacak.’’

‘‘Peki, görüşürüz.’’

Arabadan inip bina kapısına yöneldim. Kapıyı açıp eve çıktım. Telefonumu sessize alıp masaya bıraktım. Geldiğimi fark eden Mısra hemen yanıma geldi. Neva ise oturduğu koltuktan kımıldama arzusunda bile bulunmadı. Bulunmasın zaten.

‘‘Ne yaptınız Papatya?’’

‘‘Hallettik Mısra, detayları sonra anlatırım olur mu? Biraz kendimle kalmak istiyorum.’’

‘‘Tabi ki, aranızın düzelmesine sevindim.’’

‘‘Teşekkür ederim.’’ dedikten sonra Mısra salona Neva’nın yanına geçti. Aramızın düzeldiğini anlatıyordu. Sessizce dinledim onların konuşmalarını. Nasıl olur diye söyleniyordu. ‘‘Az önce ağlamıyor muydu bu kız? Ne dediler de böyle bir şeye hemen inanıyor? Vallahi pes! Hala gerçekleri göremiyor.’’

Gerçekleri göremeyen sensin Neva Ada! Senin baktığına herkes bakar ama senin onda gördüğünü herkes göremez. Çünkü ona benim gözümle bakmıyorsun. Bakamazsın da!

Gerçek aşk bir yanlış var diye bırakılmaz. Ama sen nereden bileceksin ki…

Onları kendi konuşmalarıyla baş başa bırakıp masama oturdum. Papatyalarımı sevdim. Aldım önüme kalemimi kâğıdımı yazmaya başladım. Yazdıkça rahatlamalıydım çünkü. Yazdıkça kendime gelmeliydim.

Bıçak darbesi vurur gibi acıyan kalbime şifa getirirdi yazmak. Parmaklarım ağrıyana kadar yazmalıydım. Kalbimin acısı geçene kadar. Ona dair yazmalıydım. Sevgimi, aşkımı ona olan hislerimi yazmalıydım. Sesi geldi kulaklarıma sonra gülüşü sonra gözleri ve kalemden kâğıda bu satırlar döküldü:

 

‘‘Sesini her duyduğumda yine yeniliyorum sana…

Tıpkı gözlerine baktığım her an da

Kalbimin eridiği gibi!

Loading...
0%