@papatyakadin
|
7.BÖLÜM Başıma gelen en güzel mucizem! HİSSEDEBİLMEK VE HİSSETTİREBİLMEK TÜM EVRENDE Kİ YAŞANABİLECEK EN GÜZEL MUCİZE…
Gökyüzünün kasveti, kahvemin acılığını bastırıyordu. Hava oldukça insanın içini boğuyordu. Tüm yağmurlar bulutlarda birikmiş, bulutlar ise içini dökmenin anını bekliyor gibiydi. Her şey anını beklerdi. Kahvemden bir yudum alıp bakışlarımı sokağa çevirdim. Bakkal, kafeler, fırın açık ama pek dolu değildi. Sabah saatlerinde olmamızın etkisindendi büyük ihtimalle. Küçük bir kız çocuğu elinde ekmek poşeti ile yavaş adımlarla hareket ediyor, bir çift el ele tutuşmuş, bakkal kapısının önünde oturan teyze… Sokak bundan ibaretti. Kahvemi yudumlamaya devam ederken perdeyi açıp havanın içeri girmesine izin verdim. Masamda duran papatyalarıma, papatyalarımın yanında açık duran defterime çevirdim bakışlarımı. Sol elimle fincanı tutarken sağ elimle defterin kapağını tuttum. Dün yazdığım cümleyi okudum tekrar. ‘‘Sesini her duyduğumda yine yeniliyorum sana… Tıpkı gözlerine baktığım her an da Kalbimin eridiği gibi! Dudak kıvrımıma yerleşen gülümsemem, dolan gözlerim… Aşk bu adam! Telefonumdan saate baktığımda 09.25’i gösteriyordu. Mesajlara girip Toprak’a günaydın mesajı attım. Kızlar uyuyordu hala. Dün Neva ile olan konuşmaları düşündüm. Bu duruma üzülüyordum çünkü ben onun bana her anlamda destek olabileceğine inanmıştım. Arkadaşlık buydu çünkü. Kendi doğrularını benim hayatım üzerinde kurması doğru değil. Ben her zaman saygı duymuş asla özel hayatına onun sınırlarına karışmamıştım. Belki de ben insanlara fazla değer veriyorum. Belki de fazla iyi niyet gösteriyorum. Bu da benim yenemediğim huyum işte… Telefonuma gelen bildirim sesi ile kahve fincanımı masaya bıraktım. Toprak’tan beklediğim mesaj Sumru’dan gelmişti. Akşam mesajlaşmış olanları anlatmıştım. Sonra yazmamıştı, uyuyakalmıştır diye üstelememiştim. Tahmin ettiğim gibi de olmuş. ‘‘Canım günaydın. Gece uyuyakalmışım kusura bakma. Ne yapıyorsun? Nasılsın? Durumlar ne âlem de?’’ ‘‘Günaydın canım, önemli değil tahmin etmiştim zaten. Kızlar uyuyor ben de kahve içiyorum. Toprak’a mesaj attım dönüş yapmadı daha. Öyle işte.’’ ‘‘Kızlar bir şey dedi mi sonra?’’ ‘‘Hayır, en son konuştuklarımız öyleydi işte.’’ ‘‘ Sen her şeyin en doğrusunu bilirsin. Kimin ne dediğini takma kafana. Onu tanıyan onunla vakit geçiren sensin. Zaten yanlış bir şey olmuş olsa kalbin hissederdi. Hem yanlışta olsa bu senin kararın yaşamadan kimse bilemez. O yüzden kalbinin sesini dinle.’’ ‘‘İyi ki varsın Sumru! Sen de olmasan beni kim anlayacak?’’ ‘‘İyi ki sen de varsın Papatyam. Sen yine de o kıza dikkat et. Ben sevemedim hiç. Seni kıskanmıyorsa ben de bir şey bilmiyorum.’’ ‘‘Ama çok saçma insan arkadaşını kıskanmaz ki!’’ ‘‘Karakter meselesi kardeşim. Sen sıkma canını ilişkinizi yaşamaya bak. Mutluysanız kime ne?’’ ‘‘Doğru söylüyorsun.’’ ‘‘Sen yine kahvaltı yapmadan kahve içiyorsun değil mi?’’ ‘‘Aynen öyle’’ ‘‘Kalk kahvaltını yap ben de bitmeyen şu proje var onu halledeyim sonra rahat rahat konuşalım.’’ ‘‘Tamam, canım kolay gelsin sana öpüyorum kocaman.’’ ‘‘Ben de öptüm canım…’’ Sumru ile mesajlaşmamız bittikten sonra fincanımı mutfağa götürmek için oturduğum sandalyeden ayağa kalktım. Şaşırtıcı bir şekilde bizim kızlar bu saatte uyandı. Hiç seslenmeden mutfağa gidip fincanımı yıkadım ve tezgâhın üzerine koydum. Canım kahvaltı yapmak istemiyordu. Odaya geçip masanın üzerinde ki telefonumu elime aldım. Lila rengi koltuğa doğru uzanacaktım ki titreşim sesi ile gelen bildirime baktım. ‘‘Günaydın kızıl Papatyam. Ne yapıyorsun?’’ ‘‘Oturuyordum sevgilim sen ne yapıyorsun?’’ ‘‘Seni seviyorum kızıl Papatyam…’’ ‘‘Ben de seni seviyorum yaşam kaynağım...’’ ‘’Dersin yoksa hazırlan seni almaya geleyim. Özledim be!’’ ‘‘Hemen hazırlanıyorum o zaman. Hazırlanınca mesaj atarım. Öptüm.’’ Mesajı yazar yazmaz telefonu bırakıp gardıroba yöneldim. ‘‘Günaydın Papatya.’’ ‘‘Günaydın Mısra’’ ‘‘Bir yere mi gideceksin? Kahvaltı yaptın mı?’’ ‘‘Yok yapmadım. Kahve içtim canım pek bir şey istemiyor. Toprak gelecek almaya hazırlanıyorum. Siz yapın kahvaltınızı canım.’’ ‘‘Keşke yeseydin bir şeyler ya böyle de olmadı.’’ ‘‘Önemli değil canım. Ben hazırlanayım.’’ Üstümde ki pijamalardan kurtulup siyah kot pantolonumu giydim. Saçlarımın kızıllığına uyan kırmızı sadece omuz detayları açık triko kazağımı üstüme geçirdim. Saçlarımı tarayıp atkuyruğu yaptım. Yüzüme biraz nemlendirici sürüp göz kalemimi çekip ardından maskaramı sürdüm. Son olarak kırmızı tonlarındaki rujumu sürüp parfümümü sıkmayı ihmal etmedim. Toprak’a hazır olduğumu mesaj attıktan sonra yapacağım tek şey onu beklemekti. Neyse ki aşkım beni çok bekletmeden geldi. Siyah çantamı alıp kapıya doğru yöneldim. ‘‘Ben çıkıyorum, görüşürüz.’’ ‘‘Görüşürüz canım.’’ ‘‘Nereye gidiyormuş?’’ ‘‘Toprak’la buluşacakmış. Kahvaltı yap dedim ama kahve içmiş canım istemiyormuş’’ Kapıyı çekerken konuşmalarına kulak misafiri oldum. Ona soracağına gelip bana sormayı denesen benimle iletişim kursan daha iyi olacak sanki. İyice sinirlerimle oynuyor bu kız. Mısra olmasa nasıl iletişim kuracak çok merak ediyorum. Kendi kendime söylenirken aşağıya inmiştim bile. Karşımda onu görünce tüm sinirimi unutmuştum. Bu adamı görmek bile her şeyi unutmaya yetiyor. Yanına doğru yürüdüm. Yanağıma bir öpücük kondururken belimden kavrayıp sımsıkı sarıldı. Onun bu sarılmasına karşılık kollarımı boynuna dolayıp iyice sardım onu. Tamam, işte her şey geçti gitti. Birisine sarıldığınız zaman tüm yorgunluğunuzun, yaşadığınız tüm stresinizin geçtiğini hissediyorsanız bilin ki o insan doğru insandır. Ona sarılmak size huzur veriyorsa iliklerinize kadar hissedebiliyorsanız bilin ki sizi çok seviyordur. Seni seviyorum demese bile olur. Çünkü hissetmek söylemekten daha önemlidir. O karmaşık dünya bir kenarda kalıyor. Unutuveriyorum her şeyi. Bazen hissettiklerinizi anlatamazsınız çünkü o kadar özel hislerdir ki kelimeler yetersiz kalır. Yazdığınız hiçbir cümle tam olarak yetmez. Çünkü bazı şeyler sadece hissedilir. HİSSEDEBİLMEK VE HİSSETTİREBİLMEK TÜM EVRENDE Kİ YAŞANABİLECEK EN GÜZEL MUCİZE… Bu mucizeyi bana yaşatan adam iyi ki varsın… Başıma gelen en güzel mucizem! Kokumu içine çektiğini hissediyordum. Elleri saçlarımda dolanıyordu. Daha sonra saçlarımı avucunun içine alıp kokusunu içine çekti. ‘‘Sen her şeyinle çok güzelsin. Seni çok seviyorum.’’ Bir bebeğe ninni söyler gibi usulca kulağıma fısıldadı. ‘‘Seni en sevdiğin yere götüreceğim, atla arabaya.’’ ‘‘Ben zaten en sevdiğim yerdeyim ömrüm. Yanındayım, seninleyim.’’ ‘‘O zaman en sevdiğin ikinci yere götüreyim.’’ ‘‘Yaşasın Denize gidiyoruz…’’ ‘‘Şu yüzünde ki gülümsemeyi görmek dünyalara bedel sevgilim.’’
Toprak şoför koltuğuna ben de hemen yanına oturdum. Hava serindi. Her an yağmur yağacak gibi duruyordu. Toprak arabayı yavaşça sürüyor geze geze Denize doğru gidiyorduk. ‘‘Sende ki bu Deniz aşkı nereden geliyor böyle aşkım?’’ ‘‘Bilmem. Seviyorum Denizi. İnsana huzur veriyor her şeyi ile. Kokusunu bir çekiyorsun içine sanki huzuru çekiyorsun. Sanki o an nefes alıyorsun. İnsanın nefes alması için oksijen şarttır ya deniz benim oksijenim gibi. Nefes almak dediğin denizin kokusunu içine çekmek. Sonra o tenine değen hafif rüzgârı insanı öyle bir rahatlatıyor ki bulutların üstündeymişçesine hissediyor insan. Tamam diyorsun durdu dünya. Usul usul okşuyor teninin her bir hücresini. Sanki o an alıyor ne kadar negatif düşünceler varsa, alıp götürüyor sonsuzluğa… Rahatladığını hissediyorsun. Arındırıyor insanı tüm kötülüklerden. Dalgalarını seyrediyorsun, mavisini seyrediyorsun. Her şeyiyle ayrı güzel. Mutluluğunu anlatıyorsun dalgalara hüznünü paylaşıyorsun. Öyle işte aşkım ya.’’ ‘‘Demek senin oksijenin deniz’’ yüzündeki ve ses tonundaki imadan alındığını anlamıştım. ‘‘Senden önce öyleydi. Sen geldin her şey ikinci plana atıldı sevgilim. Benim önceliğim sensin.’’ ‘‘HI tabi tabi öyledir.’’ ‘‘Aşkım ama ya!’’ ‘‘Hıh! ‘‘Bayılıyorum şu tripli hallerine. Çocuksu oluyorsun bitiyorum.’’ ‘‘Herkes öyle der’’ ‘‘Herkes mi? Başlatma herkesine şimdi. Salak.’’ Gülümsemesindeki keyif çapkın bakışları halinden çok memnun olduğunu belli ediyordu. Tam bir gıcık! ‘‘Kıskandı birileri…’’ ‘‘Sus istersen yoksa boğarım seni burada.’’ ‘‘Ne var bu kıskanan hallerin çok hoşuma gidiyor. Kızıyorsun, gözlerinden ateş çıkıyor. Çok tatlı ve güzel oluyorsun.’’ Hiç cevap vermedim. Evet, kıskanç bir insanım. Yapacak bir şey yok. Kim sevdiğini bir başkasıyla paylaşır ki? Bence hiç kimse. ‘‘Senden bir tane daha olsa ikiniz bir arada nasıl çekilirsiniz hiç bilmiyorum.’’ ‘‘Ay kurban ol sen bize. Ben hep bir kızım olsun istiyorum. Kızım olursa da adını Deniz koyacağım. Hayalim öyle.’’ ‘‘Koyarız güzelim.’’ ‘‘O zaman kızımız olursa adı Deniz Eylül olsun.’ ‘‘Deniz Eylül… Ne kadar güzel hem söylemesi hem kulağa hoş gelmesi. Ben de Esila ismini istiyorum.’’ ‘‘Bir anlamı var mı?’’ ‘‘Yo sadece seviyorum aşkım. Sıkıntı yok ikisini de yaparız. Oğlan olursa da Ayaz koyacağım.’’ ‘‘Ben de Ömür ismini seviyorum. Kardeşime Ömür ismini koyacaktım hevesim öyleydi. Sonra beğenmediler. Hem kıza hem erkeğe gidiyormuş olmazmış falan… İçimde kaldı. Ben de dedim bir oğlum olursa koyayım da görün siz.’’ ‘‘İsim seçimlerin çok güzel. Sen hiç merak etme hepsini yaparız.’’ ‘‘ Anca yaparız diyorsun. Galiba ömrümüz çocuk yapmakla geçecek.’’ İkimizde gülüyorduk. Sohbetimiz çok keyifli geçiyordu. ‘‘Hiç şüphen olmasın. Bol bol çocuk yapacağız.’’ ‘‘Manyak ya’’ Sahilin sokağına yaklaşırken Toprak arabayı sağa yanaştırıp bakkalın önünde durdu. Beraber inip küçük, şirin bakkala girdik. Toprak kendine ve bana birer çikolata aldı. Bir yandan çikolatalarımızın kâğıdını açıyor bir yandan arabaya doğru ilerliyorduk. Arabaya tekrar binip sahilin girişine gelince Toprak uygun bir yere arabasını park etti. Sahil neredeyse bomboştu. Deniz dalgalarıyla gökyüzü karanlığıyla iyi bir yağmur yağacağını haber veriyordu önceden. Sahil boyunca el ele yürüdük. Denizi seyrettik. Denizin dalgaları oldukça hırçındı. İskeleye doğru çevirdik yönümüzü. Yürüdük yavaşça. Hava serindi ama üşütmüyordu. İskelenin tam ucunda durmuş birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Başımı göğsüne yasladım. Gözlerimi kapatıp kokusunu çektim ta ciğerlerime. Sımsıkı sarıldım. Tıpkı en yakın arkadaşıma sarıldığım gibi… Onu da çok severdim. O benim en sevdiğim, en yakın arkadaşım, oyun arkadaşım, derdimi dinleyenimdi. Kahverengi yumuşacık tüyleri, zeytin gözleri, beyaz ağzı ve siyah burnu ile çok şirin bir ayıcıktı o. Bir çocuk için oyuncağı en vazgeçilmezidir. Onunla uyur uyanırdım, beraber yemek yer beraber oyun oynardık. Annemin sakladığı bebeklik kıyafetlerimi giydirip bir bebek yapardım; sallardım, mama verirdim, uyuturdum… Bazen de dertleşirdik. Sarılırdım ona, beraber televizyonda çizgi film seyrederdik. Çocuksun işte hele benim gibi yalnız bir çocuksan o sadece bir oyuncak değildir. Senin için her şeydir. Onunla o kadar bütünleşmiştim ki bir insan kalbi olmadan nasıl yaşayamazsa benim içinde en yakın arkadaşım olmadan yaşamak imkânsızdı. Bir gün annem onunla çok oynuyorum diye attım ben onu demişti çok üzülmüştüm. Meğer koltuğun altına saklamış. Onu orada görüne nasıl sevinmiş nasıl mutluluktan havalara uçmuştum. Onu kaybetmekten çok korkuyordum çünkü benim için bir tek o vardı. Ama bazen işler sizin istediğiniz gibi olmuyor. İster çocuk olun ister yetişkin; ister genç olun ister yaşlı… Nereden geldiğimizi hatırlamadığım ama eve doğru gittiğimizi hatırladığım o gün… Annemin elinden tutuyordum. Yürüyorduk annemle beraber. Ta ki o dönemece kadar her şey normaldi. Yönümü sağa çevirip bir bina ötede ki evimize gidecektik. Gördüğüm manzara karşısında nutkum tutulmuş, sanki dünya durmuş kendimi kaybetmiştim. Gözlerim gördüğü manzaraya inanamıyor, aklım kabul etmiyordu. Annemin eli elimde yavaş yavaş yürüyorduk. Gri kaldırımın kenarında duran büyük gri çöp kutusunun önünde mahallenin en pasaklı en pis kızı duruyordu. Çok ta sümüklüydü. Huysuz, yaramazın tekiydi. Hiç ama hiç sevmezdim. Ama onun ellerinde tuttuğu, o çöp kutusundan çıkardığı şeyi görünce yani en yakın arkadaşımı, benim tatlı ayıcığımı… Şaşkınlık tüm hücremi kaplamış, gözlerim o küçük ellerdeki dostumdaydı. Hiçbir şey yapamadım. Ama neden hiçbir fikrim yok. Niye sustum? Niye gidip o kızın ellerinden çekip alamdım, niye anneme kızmadım? Niye bağırıp çağırıp sesimi duyurmadım? Niye? Hiç bilmiyorum. Sessizce geçtik gittik oradan. Kalbim kaldı orada; En sevmediğim insanın elinde en sevdiğimi gördüğüm yerde…
Hayata çocukken kaybetmeye başlayınca insan her şeyden korkar oluyor. Sevmekten korkuyor mesela ya onu da kaybedersem, onu da alırlarsa benden diye. Ya da ben de sevilmezsem diye korkuyor. Onu ilk gördüğümde bu yüzden korkuyordum. Ama bu sefer kimsenin onu benden almasına izin vermeyeceğim. Aramıza kim girmeye çalışırsa o gün nasıl sustumsa bugün susmayacağım. O benden ne kadar gitmek isterse ben o kadar gitmeyeceğim ta ki onun beni sevmediğini hissedene kadar. Çünkü insan hisseder sevildiğini de sevdiğini de… O gün ne kadar sessiz kaldıysam bugün o kadar gürültülü olacağım. O küçük kız kaybetti ama bu kadın kaybetmesin diye mücadele edeceğim. Toprak bunları bir gün bilir mi bilmiyorum. Ona anlatır mıyım bende ki yerinin bu denli derin olduğunu bilmiyorum. Ama bileceği tek şey onu hep seveceğim olacak. Saçlarımda hissettiğim öpücüğüyle başımı kaldırıp gözlerine baktım. ‘‘Saçlarını koklamak, öpmek çok güzel.’’ ‘‘Başımı göğsüne yaslamak, kokunda dünyayı unutmak çok güzel.’’ ‘‘Seni çok seviyorum.’’ ‘‘Sana aşığım.’’ Denizin dalgaları git gide hırçınlaşıyordu. Denize doğru dönüp dalgaları izliyorduk. Birazdan iskeleye çarpıp bizi ıslatabilirdi. Dalgalar bir an da hızlanmaya başladı. İskeleye kuvvetlice vuruyordu. Her dalganın iskeleye vuruşunu hayranlıkla seyrediyorduk. ‘‘Dalgalar baya üzerimize geliyor. Geri mi çekilsek?’’ ‘‘Korkma korurum ben seni ıslatmam.’’ ‘‘Kahramanım benim, iyi ki varsın.’’ Gerçekten de dediğini yapmıştı. Aniden gelen dalga hızlıca iskeleye çarpınca Toprak önünü bana çevirip sırtını dalgalara çevirdi. Kollarıyla sardı beni. ‘‘Aşkım ıslandı sırtın hasta olacaksın ya… Gel gidelim yoksa sırılsıklam oluruz burada.’’ ‘‘Ben seni korurum demiştim. Hiçbir şeyin sana zarar vermesine müsaade etmem.’’ ‘‘Şımartıyorsunuz beni bayım’’ ‘‘Şımar hak ediyorsun.’’ Bir yandan konuşurken bir yandan yürüyorduk. İskeleden uzaklaşmıştık çoktan. Yol boyu yürüyorduk. ‘‘Sırtın çok ıslandı mı? Böyle ıslak durursan hasta olacaksın bilemedim ki ya…’’ Üzerindeki gri kıyafetini tek hamle de çıkarınca şaşkınlığımı gizleyemedim. Manyak atlette giymemiş gözümün önünde yarı çıplak duruyordu. ‘‘Kuruyana kadar beklerim böyle’’ deyince güldüm. Daha beter hasta edecekti kendini. ‘‘Bana bak giy şunu hemen daha kötü hasta olacaksın. Arabaya geçelim, hava da serin zaten. Haydi!’’ ‘‘Tamam güzelim.’’ Arabayı dalgaları izleyebileceğimiz şekilde kıyıya yaklaştırtırdı. Sonra kendi şarkımızı açıp dinlemeye başladık. Ben de başımı Toprak’ın göğsüne yasladım. Kollarıyla sımsıkı sardı beni. İşte benim en sevdiğim an. Sevdiğim adamın kollarındayım, güvendeyim. Onun kokusuyla huzurdayım. Deniz tam karşımızda… Allahtan başka ne isterim ki… Saatler sonra okula geçmiştim. Dersler, sunumlar derken okul saati bitmiş arkadaşlarla vakit geçirdikten sonra kafeye gittim. Toprak’ın doğum günü için kafeyi kullanma fikrini sormalıydım yengeye. Ateş i görürse şu video işini de ayarlamalıydım. Ve Ateş kafedeydi. Şule ile takılıyorlardı. Maşallah aralarından su sızmıyordu. Beraber güzel de bir takım olmuştuk. ‘‘Herkese merhabalar.’’ ‘‘Merhaba yavrum. Nerelerdesin sen ya? Bir eve çıktın hiç görüşemiyoruz. Yüzünü gören cennetlik.’’ ‘‘İçeride yavrum.’’ ‘‘Yenge kolay gelsin. Nasılsın?’’ ‘‘Sağol tatlım. Sen nasılsın?’’ ‘‘İyiyim çok şükür. Ya ben bir şey diyecektim. Toprak yokken geldim o yüzden. Haftaya Toprak’ın doğum günü. Ben burada kutlamak istiyorum. Yukarıda bir organizasyon hazırlarız diye düşündüm. Ne dersiniz?’’ ‘‘Tabi ki tatlım. Nasıl istersen kullanabilirsin.’’ ‘‘Ya çok teşekkür ederim. Cansın yenge. Ben bir Ateş’in yanına geçeyim.’’ ‘‘Tamam tatlım. Bir şey istersen buradayız.’’ ‘‘Sağ ol yengeciğim.’’ Her şey istediğim gibi ilerliyordu. Video işini de ayarlayabilirsem bu iş tamamdır. ‘‘Ateş küçük bir şey isteyeceğim sizden. Haftaya Toprak’ın doğum günü. Burada bir kutlama yapacağım. Ben diyorum ki hepimiz birer video çekelim onları birleştireyim. Çok sevinecektir. Yardımcı olur musunuz sizde?’’ ‘‘Oluruz tabi. Hatta sen o işi bana bırak. Bizim bir videomuz var onu da eklerim ben. Güzel de bir video ayarlarım. Sen dert etme o işi.’’ ‘‘Tamam, o zaman bu iş sen de. Çok teşekkür ederim. Hadi ben kaçtım, haberleşiriz.’’ Her şey tamam olduğuna göre eve gidip akşam yapacağım online yazarlık eğitimi için konuları toparlamalıyım. Sevgilim senin için çok güzel bir doğum günü partisi hazırlayacağım. Elimden geldikçe mutlu olması için çaba göstereceğim. Tam iki saat süren eğitimin sonunda kendimi kuş gibi hafif hissediyordum. Yazı üzerine konuşmak, kitaplar hakkında sohbet etmek o kadar iyi geldi ki daha önce neden bu işi yapmadım diye kendime kızdım. Tanışma faslından sonra kısa bir sohbet ettik. En temelden başlamıştık dersimize. Noktalama işaretlerinden, nerelerde hangi noktalama işaretini kullanmamız gerektiğini, noktalama işaretlerinin amacını bilinmesi gereken her konuyu örneklerle işledik. Hangimizin hangi alanlarda neler yazdıklarını whatsapp üzerinden paylaşarak okuduk, yorumladık. Kimisi şiir kimisi düz yazı tarzında, kimisi fantastik tarzında kalemini kullanıyordu. Hiç önemli değil ne alanda ne türde yazdığınız. Yeter ki yazın. Dökün içinizde ne varsa, kendinizi boğulmaktan kurtarın. İnsanlar anlamazlar sizi. Onlar kendi işine geldikleri gibi düşünürler. Herkesle dertleşemezsiniz, içinizi dökemezsiniz. O halde alın kaleminizi elinize dökün içinizi kâğıtlara. Kendinizi yazarak rahatlatıyorsanız eğer yazın yazabildiğiniz kadar. Belki de bir müzik aleti çalarak, şarkı söyleyerek kendinizi rahatlatıyorsunuzdur. Belki de resim çizerek ya da boyayarak… Her ne olursa olsun size iyi gelen hiçbir şeyi bırakmayın. Önce ben döktüm kalemimden düşenleri…
Aynaya bak sevgili kendim; Ne görüyorsun? Kendinden başka ne görüyorsun söylesene? Herkes gider aynada gördüğünle kalırsın ömür ne kadar yazıldıysa. Esas mesele kendin. En dibe batsan da unutma kendinden başkası olmayacak yanında. Biliyorum şefkat dolu bir yürek ihtiyacın olan. Gözyaşlarını silmeyi bilen bir çift el istediğin. Başını koyabileceğin bir omuz sana gerek olan. Dizlerine yatabilmek sadece ruhuna iyi gelecek olan. Huzur dolu bir ses tüm benliğine iyi gelecek olan. Aynaya dön bak! Hepsi sen de. Çünkü gider sevdiklerin en ücra köşelere seninle kalan sendendir yine.
Sonra sevgili arkadaşlarımdan gelenler oldu…
*Ben artık aynaya yansıyan benden bile kaçıyorum. Beni bana işte böyle yabancılaştırdılar.
*Bir de sustuklarım var yüreğimi bin parçaya bölse de söyleyemediklerim ve yazamadıklarım…
*Hafızama kazıdıklarım Yazdıklarımdan çok, Biliyorum ki günahlarım Sevabımdan çok, Yağmurlu günlerim Güneşimden çok, Dönüyorum aşk ile Dünyadan çok
Ve son olarak benim kalemimden döküldü cümleler… Kendi saçlarının bile kendin okşuyorsun. Başını okşadığın el yine senin elin. Kendini bile kendin teselli ediyorsun. Sen hayatın boyunca yalnız kalmaya mahkûmsun anlasana. Kaybetmeye mahkûmsun. Sen bu hayatta yalnızlığa tutsaksın. Sen gece gibisin, karanlıksın. Ay’ın gelmesini bekliyorsun karanlığını aydınlatmak için ama bekleme, gelmeyecek. Sen karanlıkta kalmaya mahkûmsun. Sen geceye tutsaksın. Sen karanlığa aitsin. Derin bir nefes alıyorum en iç acıtanından. Sen kaybedenler kulübünün en zirvesindesin sevgili kendim diye hatırlatıyorum kendime yine. Alış diyor beynim. Sevdiklerini kaybetmeye Kalbinin acımasına Gözyaşlarının akmasına alış. Yüreğinin ağırlığına Gönlünün yorgunluğuna Kimsesizliğe alış!
Arkadaşlarla birlikte her gün kalem açma çalışması yapacaktık. Bunun için bir kelime verip belli bir sürede yazmalarını isteyip iyi geceler diledim ve kendime döndüm. Perdeyi aralayıp akşamın karanlığını seyrettim. Yazdığım bir cümle geldi gözümün önüne. ‘‘Sen geceye tutsaksın. Sen karanlığa aitsin.’’ Belki de bu yüzden karanlığı bu kadar çok seviyorum; ait oluğum için. Bu yüzden gece ile bu kadar bütünleşiyorum; tutsak olduğum için. Gece benim için kendimle baş başa kaldığım içime döndüğüm tek yer. Gözyaşlarımı akıttığım, hüznümü paylaştığım, koynunda uyuduğum tek yer. Çocukluğumdan beri her şeyimi gece ile paylaşırım. Gecenin zifiri karanlığında yorganımın altında çocuk aklımla olanları idrak etmeye çalışırdım. Gece olunca kendimle konuşur neden böyle oluyor diye sorardım hep. Çocukluğunuzdan vurulunca büyüseniz de o yara orada bir yerlerde sızlıyor hep. Her şeyi içinize atıyorsunuz. Çocuk olduğunuz için size sadece sus diyorlar ya da git yatağına yat… Oturduğunuz sofrada yemeğinizi yerken ansızın bir tartışmanın koynunda bulursunuz kendinizi. Ağlayarak kalkarsınız sofradan. Oysaki bir çocuğun istediği tek şey anne babasıyla güzel bir akşam yemeği yemek. Ama size zehir olur. Artık tartışmalara o kadar alışırsınız ki bugün de böyle mi olacak diye sorarsınız hep. Okuldan koşa koşa gelirsiniz anneniz mutfakta ağlıyor olur. Oysaki bir çocuğun görmek istediği manzara bu değildir. Sonra anneniz size ‘‘babanı ara, eve geldim annem yoktu’’ diye söyle der, tembihler. Ama siz onların arasında kalmak istemezsiniz, yapmak istemezsiniz. Ama hayır deme lüksünüz yoktur. İstemeye istemeye denileni yaparsınız. Birbirlerine karşı olan tutumlarını öğrenmek için arada savrulursunuz. O başka bir şey der bu başka bir şey der. Sonra oturur dersiniz ki ben neye inanacağım? Ben ne yapacağım? Küçücük bir çocukken hayatı sorgulamaya başlarsınız. Hayat bu kadar acımasızdır işte. Daha o zamanlar ne yapacağınızı bilemezsiniz. Daha küçük bir çocukken koşa koşa yatağınıza gider yorganınıza sarılır, başınızı yastığa gömer ağlayarak uyursunuz. Dolan gözlerimden süzülen yaşları parmaklarımla sildim. Ben hep gözyaşlarımı kendim sildim. Hiç kimse silmedi benim gözyaşlarımı. Saçlarımı hiç kimse okşamadı. Yastığıma sererdim saçlarımı her bir telini usulca okşardım. Kimsesiz kalınca insan her şeyine kendi yetmeye çalışıyor işte. Başını koyuyorsun kendi dizine mesela. Kolların sarıyor bedenini, insan kendine sarılıyor. Ne zaman karşımda ağlayan birini görsem dayanamam gözyaşlarını silerim. Derdi olan olsa sonuna kadar dinlerim. Sarılırım sımsıkı sanki derdini yüklenecekmişçesine. Tutarım ellerinden yalnız olduğunu hissetmesin diye. Okşarım saçlarını, güldürmeye çalışırım. En iyi ben bilirim birine ihtiyaç duyup ta kimsesiz kalmayı… Mutfağa gitmeye karar verip ayaklarım harekete geçince karşımda duran ayna da kendimi gördüm. Kızıl saçlarım dağılmış, gözlerim hafif kızarmış… Gülümsedim o kıza. Mutfağın kapısını kapatıp, pencereyi açtım. Sigara paketimi açıp bir sigara yaktım. Kulaklıktan son ses gelen müzikle beynimdeki düşünceleri öldürmeye çalışıyordum. Biten sigaramın yerine yenisini yakıp telefonumdan Toprak ile olan resmimizi açtım. Gözyaşlarım bu gece beni hiç dinlemeyecekti. Bir yandan gözlerimi silip bir yandan ona fısıldadım. ‘‘Beni hiç bırakma!’’ Birini öyle bir seversiniz ki onu en yakın arkadaşınız yerine koyarsınız. Anneniz olur babanız olur; kardeşiniz, dostunuz, sevgiliniz olur. Biri gitse biri kalır sizde… Aşkta neden yoktur. Seversiniz sadece. Aşkta zaman da yoktur. Eğer o doğru kişiyse hissedersiniz zaten. Bakışını seversiniz mesela, o bakışta sizin içinizde bir yerlerde bir şeyleri gördüğünü bilirsiniz. Gülüşünü seversiniz yüzünüzde kocaman bir tebessüm oluşturan, kalbinize şifa olan o gülüşü… Sesini seversiniz ruhunuza dokunan. Sevmek için illa bir nedene gerek olmaz ki varlığını seversiniz, yokluğunu seversiniz, seversiniz işte nedensiz… Sevdim işte. Biten sigaramı söndürüp kül tablasını yıkayıp tezgâha koydum. Dişlerimi fırçalayıp yatağıma geçtim. Kulaklık kulağımda bizim şarkımız çalıyor. ‘‘Gerçeğim olduğuna sevindim.’’ Şu yalan dünyada gerçeğim olduğun için teşekkür ederim sevgilim. Resmini açıp telefonu duvara yasladım. Gülüşünü seyrederek uyumalıydım. Bu en güzel uykum olacaktı belli. Gözlerinin içinde kaybolmalıydım uykuya. Gördüğüm en son yüz onun yüzü olmalıydı. Seni seviyorum diye fısıldadım. Seni çok seviyorum…
‘‘Ciddi misin sen ya?’’ ‘‘Evet aşkım. Bugün erken gideyim dedim. Git dediler. Amcam sen bu aralar çok değiştin çok mutlusun dedi. Bugün çalışma git kızın yanına dedi yolladı. Seni yanıma çok yakıştırdılar.’’ ‘‘Ya buna çok sevindim gerçekten. Ne güzel herkes bizden yana.’’ ‘‘Seni ben çok seviyorum ya.’’ ‘‘Ben de seni seviyorum sevgilim. En kocamanından hem de.’’ Akşamın serinliğinde yürüyorduk yol boyunca. Elleri her zamanki gibi ellerimdeydi. Daha sıkı tuttum elini, daha sıkı tuttu elimi. Çocuklar gibi mutluyduk ikimizde. O kadar güzel gülüyordu ki onun her gülümsemesinde daha da âşık oluyorum ona. Bir gülüşe bu kadar âşık olunur mu? Olunur. ‘‘Aşkım gel panayıra doğru gidelim. Biraz gezeriz.’’ ‘‘Olur aşkım. Daha ne kadar sürecek panayır acaba?’’ ‘‘Bilmiyorum aşkım. Hadi gel şuradan dönelim.’’ Kalabalığın içine doğru yürüdük. Benim hoşuma gidiyordu bu tarz şeyler. Okul çıkışlarında buradan geçerdik arkadaşlarla. Bir tur atmadan ve bir şeyler almadan çıkmazdık. Toprak ile beraber taraftar kıyafetlerinin satıldığı tezgaha doğru ilerledik. Birkaç kıyafetlere baktık. Bir şeyler almak istiyordu ama ben istemedim. Daha sonra Karadeniz yöresine ait kıyafetlerin olduğu bölüme geçtik. Çok güzel puşiler, tülbentler, yöresel kıyafetler vardı. Az ileride ayakkabıcılar, çantacılar, takıcılar vardı. Geze geze ilerliyorduk. Anlam veremediğim bir şekilde elimi daha sıkı tutup karşıdan gelen birileriyle bakışıyordu. ‘‘Aşkım sana bir şey diyeceğim şimdi. Karşıdan gelenleri görüyor musun?’’ ‘‘ Evet, bize bakıyorlar şu an ne oldu ki?’’ Toprak’ın tarif ettiği kişiler ile yan yana geçtiğimizde yüzündeki aşırı keyifli gülümsemesiyle bana dönüp konuşmaya devam etti. ‘‘Onlar bizimkilerdi. Abim, ablam, babamdı.’’ ‘‘Neeee!’’ ‘‘Evet’’ ‘‘Allah canını almasın senin. Bilerek getirdin beni bu tarafa değil mi?’’ ‘‘Evet aşkım. Bu taraftan geçeceklerdi. Ben de sen gelmezsin diye söylemedim. Görsünler istedim seni. Zaten tanıştırırım yakında seni bizimkilerle.’’ ‘‘Deseydin keşke el ele tutuşuyorduk ayıp oldu öyle ya. Sen var ya sen…’’ ‘‘Yok, canım ne ayıbı. Hem ben senin elini asla bırakmam. Bunu hiç unutma.’’ ‘‘Unutmam sevgilim.’’ ‘‘Ne diyeceğim. Düne göre hava güzel. Sahile gidelim mi? Arkadaşlarını da çağır onlarda gelsin. Neva pek katılmıyor bize.’’ ‘‘Sahile gidelim tabi çok iyi olur. Neva’ya bir yazayım. Zaten hafta sonu ders yok gelir galiba. Bu aralar anlamadığım hallerde. Niye böyle bilmiyorum.’’ ‘‘Bir sorun mu var?’’ ‘‘Yok, aslında aşkım. Neyse hadi gidelim. Mesaj atarım şimdi ben de.’’ Bir yandan Neva’ya mesaj atıyordum. Geleceğini zannetmiyordum ama ben yine de şansımı denemek istedim. Çok geçmeden Neva’dan mesaj geldi. ‘‘Aşkım sahildeymişler zaten. Gelin dediler.’’ ‘‘İyi o zaman güzelim.’’ Güzel bir akşam olmasını diliyordum içimden. Rüzgâr efil efil esiyordu. Denizi gören gözlerim ışıldamıştı çoktan. Sahil kalabalıktı bu akşam. Kumsalda oturanlar, kafelerde oturup tavla atan okey oynayanlar, yürüyenler, iskeleye gidenler… Gözlerim bizim kızları arıyordu. Bankta oturduklarını söylemişlerdi. Sanırım görmüştüm onları. Onlara doğru ilerledik. Neva bizi görünce pek sevinmedi gibi ama Mısra gayet iyiydi. ‘‘Ne yapalım?’’ diye sordum. ‘‘Kumsala inelim mi? Müzik çalıyor dinleriz, bir şeyler içeriz.’’ ‘‘Ay çok iyi olur bana uyar,’’ diyerek fikrimi söyledim. Kızlarda onaylayınca merdivenlerden inerek kumsala geçtik. Biraz ileride boş bulduğumuz alana geçtik. Armut koltuklardan iki tanesini yan yana getirip Toprak ile beraber oturduk. Neva ve Mısra’da karşımıza geçmişlerdi. Birer içecek söyleyip çalan şarkıları dinlemeye başladık. Denizin dalgaları, rüzgârının tende bıraktığı muazzam his… İnsana her şeyi unutturuyor. ‘‘Gel buraya’’ diyerek kollarıyla beni kendine çekti. Başımı göğsüne yasladım. O da bana sarıldı sımsıkı. Biraz üşümüştüm. Toprak’ta fark etmiş olacak ki kulağıma eğilip üşüyüp üşemediğimi sordu. Biraz üşüdüm diye söyleyince içecekleri getiren garsondan şal istedi. ‘‘Gel sırtına sarayım şalı üşüme. İyisin değil mi üşüyor musun?’’ ‘‘Üşümüyorum, teşekkür ederim.’’ Başımı iyice göğsüne yaslamıştım. Elleriyle omzumu okşuyor, başıma öpücük konduruyordu. O an öyle mutluydum ki hayatımda yaşadığım en güzel an diyebilirdim. Bir annenin bebeğine titrediği gibi titriyordu üstüme. Bu tutumu ise beni çok mutlu ediyordu. Gözlerimi kapatıp çalan şarkıya kulak verdim. Onun kollarında onun kokusunda beni mutsuz edebilecek hiçbir şeyi düşünmek istemiyordum. Onunla geçirdiğim her an çok özeldi ve kötüye dair bir şeyin değmesini dahi istemezdim. ‘‘İyisin değil mi aşkım? Üşüyorsan söyle bak.’’ ‘‘Yok, kuzum üşümüyorum. Senin sevginin sıcaklığı ısınmama yetiyor nasıl üşüyebilirim ki…’’ ‘‘Sana ölürüm ben ama ya’’ ‘‘Ölme kuzum yaşa sen, yaşayalım beraber.’’ ‘‘Ömrüm yettikçe hep yanında olacağım. Seni sevmek için yaşayacağım.’’ Gülümsedim sadece. Şükrettim varlığına. Kızlarla beraber sohbet ettik, içeceklerimizi içtik. Neva’nın soğukluğunu Toprak’ta fark ediyor mu bilmiyorum ama bakışlarından anlayabiliyordum. Pek memnun değildi bu durumdan. Hâlbuki ben hep onların yanındaydım. İstemesem bile sırf arkadaşım kırılmasın diye giderdim. Ondan da bu tutumu beklerdim. Daha ılımlı olmasını, mutluluğumu paylaşmasını. Böyle yapması nereye kadar gidecek? İlişkimize zarar verecek mi insan düşünmeden edemiyor. Her şey güzel olmasını diledim içimden. Hava çok güzeldi, ortam çok güzeldi. Çalan şarkılar, gençlerin sohbet sesleri, denizin dalga sesleri tam düşlediğim ortamdı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım hiç. Huzurluydum, mutluydum. Neva ve Mısra yarın sabah evlerine gideceklerdi, iki gün evde olmayacaklar. Ben de Alin ve Lina’yı çağırıp Toprak’ın doğum günü için bir şeyler hazırlayacağız. Bugün okul çıkışı videolar çektik ve onları Ateş’e gönderdim. Böyle çektikçe gönderiyordum. İnşallah onu çok mutlu edebilirim. ‘‘Kalsak mı artık? Saat epey geç oldu.’’ Keyifsiz konuşan Neva’ya Toprak cevap verdi. ‘‘Ben eşlik edeyim eve kadar size. Tek gitmeyin bu saatte.’’ Hiç kimseden ses çıkmamıştı. Toprak üstümdeki şalı alıp masanın üstüne koydu. Ben de çantamı alıp kalktım. Toprak’ın elini tutup kumsaldan çıktık. Evin yolunu tuttuk. Onun yanından hiç ayrılmak istemiyordum. İmkânım olsa yirmi dört saat onunla olurdum. Bir gün o da olacaktı… Kapının önüne gelmiştik. Toprak’tan ayrılacağım için üzgündüm. Ama ona belli etmiyordum tabi. Toprak bir an da aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi. ‘‘Siz çıkın eve ben Papatya’yı beş dakikalığına alayım sizden. Şu sokakta bir tur atalım beraber.’’ Neva’nın gözlerinden ateş püskürüyordu. Dik dik bakışlarını üstümde gezdirirken Mısra’ya döndüm. Onun için her şey normaldi. Neva’nın bakışlarını umursamadan Toprak’a döndüm. ‘‘Olur, sevgilim.’’ Dedim. ‘‘ Kızlar ben gelirim birazdan.’’ Toprak elimden tutmuş kızlar içeri girerken boş sokakta yürüyorduk. ‘‘Ne yapayım ayrılamıyorum senden. Keşke hep yan yana olsak.’’ Az önceki duygularımı sesli söylemişti resmen. Birden gece ağladığım geldi aklıma. Ona beni hiç bırakma diye fısıldamıştım. Biz birbirimizi hiç bırakmamalıydık. Bomboş sokakları dolana dolana yürüdük. ‘‘Biz birbirimizi hiç bırakmayalım’’ dedim bir an da. ‘‘Bırakmayalım’’ dedi o güzel gözleri gözlerime bakarken. Elleri yanaklarımda usulca geziniyordu. Gözlerimi kapatıp yüzümü avuçlarının içine bıraktım. Avucunun içine bir buse kondurdum. İyice yanaştım yanına. Aramızda hiç mesafe kalmamıştı. Resmine değil gözlerinin içine bakarak söyledim bu sefer. ‘‘Beni hiç bırakma!’’ |
0% |