Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm Benim papatyalarım Eylül’de onunla açtı.

@papatyakadin

8.Bölüm

Benim papatyalarım Eylül’de onunla açtı.

Ellerin eksik olmasın ellerimden.

Avuçların eksik olmasın yüzümden.

Ayrılmasın gözlerin gözlerimden

Ne ay gitsin geceden ne sen git benden.

Gel tut yüreğimden

Kocaman bir aşk doğsun bu sevgiden.

 

‘‘Kırmızı kuru gül yaprakları, mumlar, kutlama yazıları, süsler ve aldığım hediyeler… Hepsi hazır. Doğum günü için pasta siparişini de verdim. Beşiktaşlı çok güzel bir pasta olacak, ben çok sevdim. Size de göstereyim resmini.’’

‘‘Ohoo sen şimdiden hazırlamışsın her şeyi. Bizim videoları gönderdin mi Ateş’e?’’

‘‘Gönderdim, diğer arkadaşları da çekiyor, o iş Ateş’in. Bak pasta bu.’’

‘‘Ay çok güzel. Bence Toprak bayılacak.’’

‘‘Teşekkür ederim Alin.’’

‘‘Toprak senin gibi bir sevgilisi olduğu için çok şanslı Papatya.’’

‘‘Ben onun gibi bir sevgilim olduğu için çok şanslıyım aslında. İyi ki var!’’

Bizim kızlar hafta sonu evlerine gittiği için ben de okuldan diğer yakın arkadaşlarımı çağırdım. Onlarla birlikte aldığım malzemelere baktık. Sohbet ettik. Beraberken güzel vakit geçiriyorduk. Birbirimizin dilinden anlıyor, saygımızı asla eksik etmiyorduk. Önemli olanda buydu zaten. Lina, elinde ki makarna tabaklarıyla salona girdi. ‘‘Makarnalar hazır kızlar.’’

‘‘Yemek yapardım ben. İstemediniz. Hem evdeydik güzel olurdu.’’

‘‘Aman boş ver ona uğraşana kadar sohbet ederiz işte, patatesler ve nugget hazır. Tam öğrenci menüsü oldu.’’

‘‘Ben kolaları bardaklara koyuyorum o zaman. Ketçap istiyor mu herkes?’’ diye sordum. Alin Lina’ya yardım etmek için mutfağa geçti. İkisi de mutfaktan evet deyince onların makarnalarına da ketçaplarını koyup kolalarını tabakların yanına koydum. Kızlar kendileri hazırlamak istedikleri için bana basit işler kalmıştı.

‘‘Akşamdan tatlı yapmıştım. Yemekten sonra yeriz. Çay demleyeyim mi? Ya da kahve mi içeriz?’’

‘‘Çay içeriz tatlının yanına. Kahveyi de en son içelim.’’

‘‘Tamamdır Alin, siz geçin ben çay suyunu koyup geliyorum. Biz yerken demlenir o da.’’

‘‘Pastanın resmini bana göstermediniz ama?’’

‘‘Telefonumdan bak Lina. Ocağın altını yakıyorum.’’ Mutfaktan Lina’ya seslenirken ocağın altını yakmıştım. Çayı da tezgâhın üzerine indirip içeri geçtim. Ağzı tıka basa makarna doluyken bir yandan konuşmaya çalışan Lina’ya bakıp gülmeden edemedim. ‘‘Pasta harika görünüyor. Beşiktaşlı değilim ama hakkını yiyemem.’’

‘‘Yavaş kız boğulacaksın.’’

‘‘Yemek varsa affetmem vallahi’’

‘‘Hahahahahah! Allah seni iyi etsin emi! Deli kız’’

‘‘Ee Neva ile nasıl gidiyor? Davranışları aynı mı?’’

Makarnamdan bir çatal alıp kolamı yudumladım. ‘‘Vallahi hiç sorma. Akşam tartıştık. Kıyamet koptu kopacak beni çileden çıkarıyor. Ben gidişatımızı beğenmiyorum hiç.’’ Patateslerden tabağımın kenarına koyarken akşam ki tartışma aklıma gelince sinirlendim ister istemez. Toprak’a bir şey yansıtmıyordum. Aramızda huzursuzluk çıkmasını istemiyordum ama elbet bir gün bir yerde patlak verecek.

‘‘Niye tartıştınız ne oldu?’’

‘‘Ya akşam Toprak kızları da çağır sahile giderken dedi. Tamam dedim. Neyse onlarda sahildeymiş zaten. Gittik oturuyoruz falan Neva’nın bir bakışları var görseniz sanki düşmanına bakıyor gibi. Ses etmedim. Sadece Toprak’la o anı yaşadım. Eve gelince de aşağıda kapıda Toprak gel beraber sokakta bir tur atalım dedi. O da ayrılmak istemiyor yanımdan haliyle. Ne kadar çok vakit geçirirsek o kadar iyiydi bizim için.’’ Beni pür dikkat dinleyen kızlar konunun nereye bağlanacağını merak eden gözlerle bakıyorlardı. ‘‘Eee, sorun bunun neresinde anlamadım?’’ diyen Lina’ya huzursuz bir bakış attım.

‘‘Bardaklarınızı uzatın kola doldurayım. Nugget çok güzel kızarmış tam istediğim gibi valla.’’ Kızların bardaklarını doldururken anlatmaya devam ettim.

‘‘Neymiş efendim ben niye onlarla eve girmemişim, ben niye onlarla vakit geçirmiyor muşum, sürekli Toprak ile berabermişim. Onlarla eve girmem gerekiyormuş. Ben de patladım en sonunda. Senin neyin var dedim. Amacın ne senin ne yapmaya çalışıyorsun dedim. Mısra’da tartışmayın, konuşarak sorunlarınızı halledin falan deyip araya girdi. O da Neva’yı savundu haliyle. Tabi ki vakit geçireceğim onunla dedim. Sen sevgilinle vakit geçirmiyor muydun dedim. Ben de hep yanınızdaydım hatırlasana biz hiç baş başa kalıyor muyduk dedim. Onla bu farklıymış.’’

‘‘Siz şaka mısınız? Gerçekten soruyorum şaka mısınız?’’

‘‘Aman Lina kendi kendine kuruntu yapıyor.’’

‘‘Çok saçma davranıyor. İnsanın sevgilisiyle vakit geçirmesi kadar doğal ne var?’’

‘‘Ben hatırlıyorum geçen sene yurtta kalırken Neva hep sevgilisiyle buluşurdu Papatya hep yanlarında olurdu. Bazen istemiyordu ama onları kırmak istemiyordu. Şimdi Neva’nın sana bu konuda hassas davranması gerekirken böyle ters yapması hiç doğru değil.’’

‘‘Doğru söylüyor Alin. Ama anlayana işte. İyilik yapıyoruz diyoruz ama enayilik yapıyoruz işte. Neymiş Toprak’ın doğum gününe gelmeyecekmiş. Bizimle aynı ortamda olmayacakmış. Bu böyle olmazmış. Geçen bir kız mevzusu vardı ya hani hatırlıyor musunuz?’’

‘‘Evet.’’

‘‘Evet.’’

‘‘O zaman bile ben burada ağlarken üzülürken yanıma gelmedi. Salondan Mısra’ya diyor git bak şuna, ne olmuş falan. Eve geldim Toprak’la konuştuktan sonra. Pencereden bakmış bize hanımefendi ben hemen nasıl affetmişim nasıl inanmışım. Ulan vallahi sinirleniyorum benimle iletişim bile kurmuyor. Gel bana sor. Gel bana söyle söyleyeceklerini. Mısra olmasa ne yapacaktı çok merak ediyorum. Akşamda aynı şeyi yaptı. Bende ters gittim ona. O benim sevgilim tabi ki onunla vakit geçireceğim dedim. Buna da kimsenin karışma hakkı yok dedim.’’

‘‘Bu olanlardan Toprak’ın haberi var mı?’’

‘‘Söylemedim daha bir şey Alin. Çocuğun başını mı ağrıtayım bir de. Ama Neva böyle yaptıkça anlayacak oda elbet.’’

‘‘Kıskanıyor kanka başka bir açıklaması olamaz. Senin önceliği ona vermeni istiyor. Zaten aynı evin içindesiniz. Ne bu haller?’’

‘‘Vallahi şiştim ya. Evde de bir eşya yeri değiştirmeye takmış ha bire eşyaların yerini değiştiriyor. Akşama kadar yatıyorlar o sofra o yatak öylece duruyor. Ya başka oda yok ki çekip kapını baksan işine. Ufak yer. Kendileri derste çalışmıyor. Kızlar benim bu kızla işim var benden söylemesi.’’

‘‘Keşke yurtta kalsaydın kanka. Seninle beraber kalırdık odada. Zaten geçen sene de hep beraberdik. Dersimizi de çalışıyorduk yeri geliyordu eğlencemizi de yapıyorduk. Hem Toprak’la da daha iyi vakit geçirirdin.’’

‘‘Şimdiden keşke demeye başladım. Pişman olmadım değil.’’

‘‘Üzülme, onu da alttan alma tepkini göster. Hadi masayı toplayalım. Çay ne oldu kız?’’

‘Aaa! Kaynadı mı çay? Unuttum ya ben onu.’’

Boş tabakları da alıp mutfağa geçtim. Tezgaha tabakları koyup çaya yöneldim. Kaynıyordu bile. Altını kapatıp demlenmeye bıraktım. Salona geçip boş bardakları da aldım. Lina masayı siliyor Alin ise bulaşıkları yıkıyordu. Ben de çay bardaklarını ve tatlıları masaya getirdim. Tatlının yanına aldığım kurabiyeleri tabaklara koyup masaya götürdüm. Çayları döktükten sonra kızlarda gelmişti.

‘‘Asma suratını ya. Sen şimdiden böyle yaparsan onun eline koz vermiş olursun. Ne yaparsa yapsın hepimiz seni de biliyoruz onu da. Kıskançlığından yapmıyorsa böyle ben de bir şey bilmiyorum.’’

‘‘Akşam ki tavrından sonra gerçekten çok kırıldım ona Alin. Beklemiyordum böyle davranmasını ama kendi bilir. Onun için Toprak’la aramı açacak değilim.’’

‘‘Yani, takma kafana. Bu arada tatlı çok güzel olmuş eline sağlık.’’

‘‘Afiyet olsun canım. Var daha yemek isterseniz.’’

Konuyu değiştirerek başka muhabbetler açtık. Film seyrettik. Kızlara ve kendime bol köpüklüsünden birer Türk kahvesi yaptım. Kahvelerimizi içtikten sonra sanki çok anlıyormuş gibi birbirimize fal baktık. O kadar boş atıyorduk ki gülmekten çatlayacaktık. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan akşam olmuştu. Akşam olandan sonra bugün bana çok iyi gelmişti. Kızlar yurda geçmek için hazırlanırken ben de fincanları mutfağa götürdüm.

‘‘Arada yapalım böyle ya çok iyi geldi.’’

‘‘Seninkiler gittikçe haber et her zaman geliriz. Hatta bir akşam sahile gidelim. Diğer kızları da çağırırız.’’

‘‘İnşallah canım.’’

‘‘Hadi yarın okulda görüşürüz. Dikkat et kendine.’’

‘‘Görüşürüz tatlım.’’

‘‘Görüşürüz kızlar. Yurda geçince haber edin. Merakta bırakmayın.’’

‘‘Tamam.’’

Alin ve Lina’yı uğurladıktan sonra salona geçip perdeleri açtım. Kızlar kapıdan çıktıktan sonra onlara el salladım. Gözden kaybolana kadar onları izledim. Pencereyi açıp serin havayı ciğerlerime doldurdum. Gözlerimi kapatıp birkaç dakika öyle kaldım. Bu inanılmaz iyi geliyordu bana. Başımı hafifçe yukarı kaldırıp gözlerimi araladığımda Ay ile karşı karşıya gelmişti yeşillerim. Gökyüzünün bir sürü yıldızı vardır ama Ay’ı tektir. Eşsizdir, benzersizdir. Gecenin biriciğidir. Her haliyle gecenin karanlığına ışık oluyor, adeta gece ile bütün oluyor tıpkı güneşin gündüzle bütünleşmesi gibi. Bu hayatta her şeyin bir bütünü elbette vardır. Hepimiz bir bütünün parçalarıyız. Ne zaman ki diğer parçamızı buluruz o zaman bütün oluruz o zaman tam oluruz.

Geceyi ışıtan Ay gibi o da benim karanlık hayatımı aydınlattı. Büründüğüm karanlığıma ışık oldu. Gecem güzelleşti, karanlığım anlam kazandı. Diğer parçam geldi bütünleştim. O benim diğer yarımmış, o benim ruhuma eşmiş o gün sahilde gülüşünü seyrettiğimde içime hapsolan o his beni yanıltmadı. Onunla oldukça onu tanıdıkça güzel gözlerine baktıkça benden yansıyanı görüyorum. Biliyorum insan kendine benzeyeni severmiş, o yüzden onu bu kadar sevmem o yüzden onun beni bu kadar sevmesi.

Güneş’in gündüzü ısıtması gibi aşkıyla, sevgisiyle içimi ısıtan o. Parçalı bulutlu sürekli kapalı kalbime ummadığım anda doğmuş, kalbimi aydınlatmıştı. Bahçemde papatyalar açtı. Evet, Eylül’de açtı benim papatyalarım. Eylül’de açmaz ki diyeceksiniz sonbahar mevsimi yaprakların dökülme zamanı diyeceksiniz doğru ama o açtırdı işte. Benim papatyalarım Eylül’de onunla açtı. Güneş gibi doğdu baharları getirdi bana. Denizin parıltısını, kuşların cıvıltısını, bin bir çeşit çiçeklerin doğaya açılışını, sarının tonlarını, çocuk seslerini… Tüm güzellikleri görebilmeme sebep olan adam o. Bu kadar kısa sürede mi diyeceksiniz ona da evet diyeceğim. Çünkü aşkın zamanı, mekânı, saati, yeri yoktur. Ummadığınız anda gelir kalbinize konuverir. Anlamazsınız neden ve nasıl olduğunu. Çünkü aşk hissetmektir, kalbe dokunmaktır. Hissettiğiniz şeyler sizi yanıltmaz. O benim eksik kalan parçamdı, geldi ve bütünleştik.

Koltuğa oturup papatya desenli kılıfına hayran olduğum telefonumu elime aldım. Galeriye girip onunla çekildiğimiz fotoğraflarımızdan bir tanesini açıp yüzünü yakınlaştırdım. Ekranda sadece onun yüzü olsun istiyordum. Ah o güzel kahverengi gözleri… Nasıl da güzel gülüşü… Dışarıdan gelen hafif rüzgâr tenimi adeta okşuyor gibiydi. Mayıştığımı hissediyor hafiften uykum gelmeye başlıyordu. Gece geç yatmış sabah erken kalkmıştım. Bu yüzden biraz uyku dengem bozulmuştu. Pencereyi kapatmak için telefonumu koltuğun üzerine koydum. Son kez Ay’a baktım. Gecenin bir tanesi sakın onu bırakıp gideyim deme! Sabah Güneşi de tembihleyeceğim merak etme. Havayı ciğerlerime tekrar doldurup derin bir nefes alıp verdim. Pencereyi kapatıp perdeyi çektim.

Üzerimi değiştirmek için gardıroba doğru yönelirken kızların yataklarına ilişti gözlerim. Özellikle Neva’nın yatağına. ‘‘Neden yanımda olmak yerine araya başkalarını koymayı tercih ediyorsun Neva Ada? Neden kendin gelip destek olacağına başkaları geliyor yanıma? Neden sürekli Toprak’la olmamdan şikâyetçisin? Beni mi kıskanıyorsun diyeceğim ama arkadaşlar birbirini kıskanmaz. Bana uygun mu bulmuyorsun diyeceğim o zaman niye tanıştırdın diye sorarım sana. Madem önce araştırsaydın sonra hayatıma girseydi. Ya da sana göre yanlış olan şeyler bana göre de yanlış olmak zorunda değil. Hiç kimse bir başkasının doğru ve yanlışlarıyla hayatını şekillendiremez. Bunu sana asla yapmadım ama sen neden bana yapmak istiyorsun? Herkesin düşüncesi, bakış açısı farklıdır ve aynı olması her zaman beklenemez. Bunu anlamak işine mi gelmiyor? Cevaplanması gereken bir sürü soru biriktiriyorsun bende. Umarım arkadaşlığımıza ve Toprak’la olan ilişkime zarar vermez bu hallerin. O benim için çok kıymetli çok değerli. O küçük kız çocuğunun kahramanı. O ben de eksik olan her şeyimi tamamlayan yanım. Annem gibi, Babam gibi, abi gibi; dost, arkadaş, sevgili, birini alsalar biri kalır bende. Onu benden asla koparamazsınız bu yüzden. Asla bilemezsin onu sevmemde ki derinliği. Belki o bile bilemez. O küçük kız o gün en yakın arkadaşını kaybetti, gözünün önünde başkasında oluşunu seyretti. Benim o küçüğe sözüm var. Toprak’ı kaybetmeyeceğim dedim. Onu başkası alamayacak asla müsaade etmem, susmam, sessiz kalmam dedim. Ne dersen ne yaparsan yap sen veya başkası onu benden almalarına müsaade etmeyeceğim.

Kırmızı, askılı ve şortlu pijama takımımı çıkarıp üzerime giydim. Bir bardak su içip koltuğun üzerindeki telefonumu alıp yatağıma geçtim. İnce yorganımın tenime verdiği soğukluğa bıraktım kendimi. Telefon ekranımı açıp Toprak’ın resmini büyüttüm tekrar. Merak etme güzel gözlüm seni hiç bırakmayacağım, sana da söz. Bu gece yeteri kadar söz vermiştim sanırım. Artık uyuma vaktiydi çünkü gözlerim kapanmak üzere. Toprak’ın yanağına öpücük kondurup güzel gözlerine bakarak onunla uykuya daldım.

 

‘‘Aşk ne yapıyorsun?’’

‘‘Televizyon seyrediyorum kuzum sen ne yapıyorsun?’’

‘‘Dersin var mı?’’

‘‘Sabahtan vardı dört ders. Öğleden sonra yok. Ben de evdeyim oturuyorum.’’

‘‘Hmm! Ben de şimdi sizin evin önüne geliyorum aşağı insene iki dakika sana bir hediyem var.’’

‘‘Ne hediyesi aşkım?’’

‘‘Gelince bakarsın. Geldim bile ben hadi. Arabada abimin eşi de var. Onu eve bırakacaktım o ara hediyeni vermek istedim.’’

‘‘Tamam, iniyorum ben hemen, görüşürüz.’’

Bu çocuğun konuşurken ki heyecanı, gülüşünün hiç gitmemesi beni bitiriyor. Toprak’ı çok bekletmemek için hemen televizyonu kapattım. Üzerime bir hırka alıp terliklerimle indim aşağıya. Ben kapıdan çıkarken Toprak’ta arabasından iniyordu. Ah o yüzünden gitmeyen gülümsemesi… Bir adamın gülüşüne bu kadar âşık normal mi acaba? Anormal olsa ne yazar ki… Aşığım işte!

‘‘Aşkım, inşallah beğenirsin. Görünce almak istedim.’’

‘‘Sen alırsın da ben beğenmem mi? Açayım mı?’’

‘‘Evde açarsın.’’

‘‘İyi bakalım öyle olsun.’’

‘‘Ben gidiyorum, abimin eşini bırakayım eve işe geçeceğim. Yazarım sana.’’

‘‘Tamam, hadi dikkat et kuzum, görüşürüz.’’

Birbirimizi öptükten sonra Toprak arabasına doğru gitti. Arabayı çalıştırıp hareket ettirince el salladı, ben de ona öpücükler gönderdim. Toprak gidince elimdeki pakete bakıp gülümsedim. İçindekinin ne olduğunu anlamak için elimle dokununca yumuşak bir şey olduğunu fark ettim. ‘‘Ee, hadi bakalım geçelim eve neymişsin görelim. Aşkım ne almış bana.’’ Eve geçip hırkamı askılığa astım. Kendimi hemen koltuğa atıp hediye paketini açtım. Hediye paketi de ayrı bir güzelmiş. Aman Allah’ım bu nasıl şirin nasıl güzel bir hediye böyle. Küçük, mavi gözlü bir panda… Yumuş yumuş hem de çok tatlı.

Senin adın maviş olsun, o zaman hoş geldin maviş. Hemen Toprak’a teşekkür mesajı atalım. Şimdi sabırsızlıkla bekliyordur. Heyecan ve mutlulukla telefonumun mesaj ekranına girip hemen yazmaya başladım.

‘‘Aşkım çok teşekkür ederim. Bu çok güzel bir hediye çok beğendim, bayıldım hatta. İyi ki varsın, seni çok seviyorum.’’

Görünce cevap yazar artık maviş. Sen çok şirin bir şeysin ya… Gece beraber uyuruz artık ne dersin? Bence güzel olur. Ben mavişle konuşurken iki dakika içinde mesaj gelmişti bile.

‘‘Beğenmene çok sevindim aşkım. Beğeneceğini düşünerek almıştım. Ben de seni çok çok seviyorum.’’

‘‘Bu arada işi ektim. Senin de dersin yokmuş kafede buluşalım mı?’’

Bu çocuk deli biliyor musunuz? İşi ektim nedir ya, ah deli sevgilim benim. Aşk işte insana neler yaptırıyor. Pencereden gökyüzündeki güneşe baktım. Gece Ay’ı tembihlemiştim şimdi sıra sende. Gündüzü böyle aydınlatmaktan vazgeçme tamam mı? Hayatıma güneş gibi doğan sevgilime hemen bir mesaj çektim.

‘‘Tabi ki evet, sana her zaman evet aşkım. Ne zamana gelirsin hemen hazırlanayım.’’

‘‘Sen her halinle güzelsin hiç gerek yok süslenmene. Birazdan orada olurum.’’

‘‘hadi öptüm o zaman, ben hazırlanıyorum.’’

Hava fena değildi bugün. Elbise ve etek giymek arasında gidip gelirken etek giymeye karar verdim. Dizlere kadar olan kırmızı eteğimi giydim. Üzerine beyaz renk kalın askılı bluzumu giydim ve efil efil bir kıyafet oldu. Saçlarıma hızlıca fön çektim. Sadece gözlerime kalem ve rimel çekip dudaklarımı parlattım. Hem çok vaktim yoktu hem de biraz doğal olmak en iyisiydi. Çok tatlı oldum vallahi. Mavişi alıp yatağımın üzerine koydum. Çantamı aldığım gibi aşağıya indim. Hemen kafeye doğru ilerledim. Kafenin aynı sokağında evimin olması benim için büyük bir avantaj. Hemencecik sevgilimin yanına geliyordum. Oh ne güzel.

Kafeden içeriye girdiğimde yine Canan yengenin muhteşem gülümsemesi yüzündeydi. Ne zaman görse beni ya da bizi yüzünde güller açıyordu. Yengeye selam verip içeri girdim. Toprak gelmişti bile. Hemen yanına gidip sarıldım. Masaya geçip oturduk.

‘‘Bir şey içecek misin?’’

‘‘Yok, aşkım ya sen içeceksen iç.’’

‘‘Bu arada tekrar teşekkür ederim hediye için. Çooooook güzel.’’

Yüzündeki gülümsemesi, gülen gözlerinin içi… Saatlerce izlesem asla bıkmam. Gülüşün hiç solmasın sevgilim. Sen hep gül. O âşık olduğum gülümsemesiyle bana cevap verirken ben gözlerinin kahvesine çoktan dalmıştım bile. ‘‘Beğenmene çok sevindim. İçimden geldi öyle görünce almak istedim. Daha çok şeyler alacağım ben sana. Çok mutlu olacaksın.’’

‘‘Sen hep böyle gül, hep böyle gözlerinin içi parlasın, yanımda ol, elimi hiç bırakma, hep sev ben başka bir şey istemem. Sadece sen ol. Sen bana verilen en güzel hediyesin. Senden daha güzel bir hediye yok.’’

‘‘Seni çok seviyorum.’’

Biz Toprak’la sohbet ederken Selvi içeri anlam veremediğim bir sinirle girdi. Masamıza gelip oturdu. Neye sinirlenmişti bu kadar bilmiyorum. Henüz çok bir muhabbetimiz de yoktu. Daha yeni tanıyordum. Neye sinirlendiyse epey kızmış bakışlarından ateş çıkıyordu resmen. Ne olduğunu sorduğumuzda karşı tarafta bir dükkân açılışı olduğunu ama benim anlayamadığım bir şeyler olduğunu söyledi. Ne olmuştu orada da sinirlenmişti bilmiyordum.

‘‘Kadını gördükçe sinirim bozuluyor. Yaptığı iş değil ya.’’

‘‘Sakin ol canım. Niye bu kadar sinirlendin ki?’’ Ben ona sorumu yöneltirken Selvi’nin gözü karşı taraftaki dükkândaydı. Birazdan gidip orayı dağıtması an meselesiydi. En azından ben öyle sezmiştim. Ve şunu söylemeliyim ki sezgilerim kuvvetlidir. Tam da hissettiğim gibi oldu. Oturduğu yerden ayağa hala yüzünde duran o sinirle söylenerek ayağa kalktı.

‘‘Yok, ben duramayacağım burada oraya gidiyorum. Sen de gelir misin Toprak?’’

‘‘Sen de gelir misin Toprak mı dedi o? Toprak ne alaka pardon da? Benim sevgilim onunla niye gidiyormuş? Kendi işini kendi halledemiyor mu bu kız? Şu an acayip gerilmiştim. Umarım Toprak gitmeye kalkmaz yoksa çok pis atışırız onunla diye içimden geçirirken dönüp Toprak’a baktım. Son derece ciddi ve bozuk bir bakış attım. Toprak fark etmiş olacak ki gidip gitmemek arasında bocalıyordu. Yüzündeki gülümseme farkındayım kızdığının ama gideyim dercesine netti. Ne yapacaktı gidip sanki gelsin nişanlısı dursun yanında Allah Allah!

‘‘Ee canım ben geliyorum hemen.’’

Ve benim sevgilim sevgilisini masada bırakıp gitti. Git sen git ben sormam mı sana sanki… Birisi nispet yapmıştır kız da sinirlenmiştir ne olacak başka kadınlar arasında. Tüm sinir hücrelerim aktifleşmiş bir şekilde bekliyordum onu. Acayip sinirlenmiştim. Ve belki de hatta belki değil kıskanmıştım. Benim bir erkek arkadaşım olsa o bir şeye sinirlense beni yanına çağırsa ben de gitsem o ne yapardı? Bu sorudan önce benim erkek arkadaşım olmasına müsaade etmezdi. Kesin vereceği cevap ‘‘Belanı sikerim’’ olacaktır. Kendisi benden de kıskanç. Gerçi bir akrep burcu kadını olarak benim kıskançlığım bir başka. Belki de bu kadar kıskanç olmanın sebepleri başkadır. Çok sevdiğiniz, değer verdiğiniz şeylerin bir başkası tarafından alınması sizi çok üzüyordur ve kaybetme korkusu içinizi kaplamıştır. Aslında yaşadığımız her şey; tavırlarımız, davranışlarımız, karakterimiz travmalarımızla, yaşadıklarımızla şekilleniyor. Bir daha aynı hataları yapmak istemiyorsun. Kaybetmek istemiyorsun. Kıskancım ve evet kaybetmekten korkuyorum.

Düşüncelerimi içeriye gelen Selvi ve Toprak’ın sesi böldü. Selvi yine söylenip duruyordu. Hiç ilgilenmiyordum çünkü umurumda değildi. Toprak ise hemen yanıma oturmuştu ona da pas vermiyordum. Kızdığımı anlamalıydı. Oradan buradan sohbet etmeye devam ediliyordu masada. Ben pek dâhil olmuyordum. Toprak birer çay getirdi hepimize. Sonra sigarasını yaktı.

‘‘Çok içiyorsun sigara, bırakman gerekmiyor mu senin?’’

‘‘Bir şey olmaz’’

‘‘Aa! Senin rahatsızlığın var bir şey olmaz diyorsun.’’

‘‘Bir şey olmaz dedim ya Selvi.’’

‘‘Ama nasıl olmaz senin akci-’’

‘‘öhöömmm’’Selvi’nin söyleyeceği sözü kaş göz işareti ile beni göstererek böldü. Kızın lafını ağzına tıkadı. Ayrıca ne oluyor burada böyle ya. Ben gerçekten gerilmeye başladım. Hayırdır yani kendi aralarında ne bu konuşma üstelik ben buradayım. Toprak benden ne saklıyor? Selvi’nin bilip benim bilmediğim ne var? Selvi önce bana sonra Toprak’a bakarak ‘‘Bilmiyordu galiba’’ dedi. Toprak sitem edercesine bakış atıp iyi halt ettin dercesine başını salladı. Daha fazla dayanamayarak konuşmaya girdim.

‘‘Burada neler olduğunu bana açıklayacak mısın?’’

‘‘Aşkım yok bir şey vallahi.’’

‘‘Bir daha tekrarlamayacağım. Burada ne olduğunu açıklayacak mısın? Ben senin sevgilinim ve arkadaşının bilip benim bilmediğim ne var? İstersen daha fazla sinirlendirme beni?’’ kaşlarım çatık, yüzümde sadece kızgınlık ifadesi vardı. Gözlerimi gözlerine kilitlemiş dudaklarından dökülecek cümleyi bekliyordum. Hem masada bırak git hem de gizli konuşmalar yapın yanımda. Oldu canım başka.

‘‘Aşkım önemli bir şey yok gerçekten.’’ Evet, beni böyle daha fazla sinirlendir aşkım. Aferin sana!

‘‘Toprak!’’ ses tonumu biraz yükselterek ciddileştiğimi fark etmesini istedim. ‘‘Vallahi kalkar giderim bir daha yüzümü göremezsin. Hayırdır ya arkadaşın bilecek ama ben bilmeyeceğim öyle mi?’’

‘‘Tamam, haklısın aşkım. Ben daha önce bir rahatsızlık geçirdim. Selvi onu diyecekti. Akciğer rahatsızlığı.’’

‘‘Bunu bana niye söylemiyorsun?’’

‘‘Üzülme diye bahsetmedim.’’

‘‘Konuşacağız bu konuyu seninle sonra.’’

‘‘Neyse ben kalkayım, şunlara bakayım gelirim birazdan’’ hiçbir tepki vermedim ona masadan kalkıp gitti. Toprak bana bakıyordu. Yönümü ona çevirip konuşmaya başladım.

‘‘Neden böyle bir şeyi bana söylemiyorsun? Neden saklıyorsun?’’

‘‘Dedim ya üzülmeni istemedim.’’

‘‘İnsanlardan duymak daha mı iyi oluyor? Biz sevgiliyiz farkında mısın? Biz seninle ciddi düşünüyoruz, evlilik düşünüyoruz. Böyle mi olacak peki? İyi ya da kötü birbirimizin her şeyini bilmeliyiz. Üzülecekmişim de ne demekmiş öyle… Ortada bir şey varsa beraber üstesinden geleceğiz. Biz birbirimize yoldaş olacağız hayat arkadaşı olacağız. Biz iyi günde de kötü günde de hep yan yana olacağız. Lütfen benden saklama. İnsanlardan duymak yerine senden duymak isterim.’’

‘‘Peki, tamam. İyi ki varsın.’’

‘‘İyi ki sen de varsın. Seni çok seviyorum ben.’’

‘‘Biliyorum ben de seni çok seviyorum.’’

Ellerimi boynuna dolayıp sımsıkı sarıldım. Ona sarılmak bana çok iyi geliyordu. Onun kokusunu içime çekmek onun yanında olmak dünyanın en güzel şeyi. Kendimi geri çektiğimde ellerimi tutuyordu. O güzel gözleriyle yüzündeki gülümsemesiyle bana bakıyordu. O bana hep gülüyordu. Sanki karşımda cenneti izliyor gibiydim. Bir mucizeye bakar gibi bakıyordum ona. Yıllardır bir parçam kayıpmış onu bulmuş eksik yanımı tamamlamışım gibi. O benim diğer yanım. Soluma taht kuran adam. Çok seviyorum çok. Keşke kalbimi açıp gösterebilsem sana bak senin aşkına bürünmüş sen diye atıyor diye gösterebilsem. Kalbim bütünüyle sen. Seni karşıma çıkaran hayata sonsuz teşekkürler.

‘‘Lavaboya geçip bir saçımı başımı düzelteyim. Gelirim birazdan kuzum.’’

‘‘Tamam güzelim.’’

Üç basamağı çıkıp sağ tarafa yöneldim. Işığı yakıp içeri girdim. Musluğu yukarı kaldırıp suyun akmasına izin verdim. Soğuk suyla ellerimi yıkadım. Saçlarım, yüzüm çok dağılmamıştı. İyi görünüyordum. Sol taraftan havlu kâğıt alarak ellerimi kuruladım. Arkamı döndüğümde Toprak oradaydı, beni mi izliyordu o. Ellerini birbirine geçirmiş göğsünde duruyordu. Gözleri benim üstümdeydi. Ve yine gözlerinin içi parlıyordu. Yüzünde hafif bir tebessüm beliriyordu.

‘‘Aşkım ne yapıyorsun orada?’’

‘‘Hiç, seni seyrediyordum. Niye seyredemez miyim sevgilimi?’’

‘‘Seyredebilirsin tabi ki yavrum.’’

Toprak yavaşça yanıma yaklaştı. Gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Duvara doğru yaslandı. Ben de karşısına geçtim. Gözlerimi asla gözlerinden ayırmıyordum. Mümkün olsa zamanı durdururdum onun gözlerindeyken. Mümkün olsa durdururdum dünyayı. Ah mümkün olsa bir saniye bile ayrılmasam yanından. Bir saniyem bile onsuz geçmese. Onun olmadığı zaman dilimi benim için boş, anlamsız. O yanımdayken anlam buluyor her şey. O olmayınca dünyanın, yaşamanın bir anlamı yok. O benim oksijenim, o olmayınca nefes almıyorum ben. Bir nevi ben onunla yaşıyorum. Onsuzken bir ölüden farkım yok. Onun yanındayken bile onu özlüyorum ben. Onun yanındayken bile doyamıyorum ona ben. Gözlerinin içinde kaybolmaya bile doyamıyorum.

Elini kaldırıp yüzüme getirdi. Avucunun içine aldı yüzümü. Avucuna bir buse kondurdum. Gözlerimi kapatıp yanağımı avucunun içine bıraktım. Sıcacık eline, huzur veren parmaklarına. Sağ gözümden akan bir damla yaşı parmağıyla silerken hissettim parmaklarını. Ellerin eksik olmasın ellerimden. Avuçların eksik olmasın yüzümden.

Yüzümü yüzüne yaklaştırdı iyice. Aramızda hiç mesafe kalmayana kadar birbirimize yaklaşmıştık. Bedenlerimiz birbirine değiyordu. ‘‘Çok güzelsin, çok özelsin. İyi ki çıktın karşıma. Kalbim sen diye atıyor. Senin aşkınla dolu. Kalbim, bütünüyle sen oldu. Kızıl saçların, gözlerin, gülüşün, sesin, o kadar güzel ki her bir detayın, her bir hücrene aşığım.’’ Fısıltıyla söylediği sözleri kalbime işlerken parmakları kızıl saçlarımda dolanıyordu. Onun saçlarıma dokunması beni1 çok mutlu ediyordu. Ne güzel kızıllarıma dokunan ilk eller bu eller. Daha da yakınlaştı bana. Saçlarımı avucuna aldı önce. Gözlerini kapatıp saçlarımın kokusunu çekti içine. Bir süre kaldı öylece. O güzel kahverengi gözleri gözlerime baktı. Burnunu burnuma yasladı. Yüzüm avuçlarının içindeydi. Nefesini yüzümde hissediyordum. Bedenlerimizin arasında hiç mesafe yoktu. Dudakları dudaklarıma değerken nefesinin sıcaklığı kalbimin ritmini hızlandırıyordu. Göğsüm hızlı hızlı yukarı kalkıp iniyordu dudaklarını dudaklarıma bastırdığında. Bir eliyle belimi kavradı. Bu hareketi çok hoşuma gitmişti. Kendimi ona bıraktım. Beni öpmesine izin verdim. Onun beni öpmesine karşılık dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Gözlerini kapattığında gözlerimi kapattım ve bu bir öpme değil öpüşmeye döndü.

Bir eli belimde bir eli saçlarımda öpüşmemiz daha da hızlandı. Saçlarımla oynaması beni daha da tahrik ediyordu. Dudaklarının tadı onu daha da arzulamama sebep oluyordu. Ellerimi yüzüne doğru kaldırdım. Yüzünü avuçlarımın içine aldım. Beni tek hareketiyle duvara doğru çevirdi. Ellerimle yanaklarını okşarken dudaklarımı iyice dudaklarına yapıştırıp kokusunu çekebildiğim kadar içime çektim onun bana verdiği karşılıkla. Öpüşmemiz bittikten sonra ikimizin elleri yüzümüzde nefeslerimiz birbirimizin yüzüne çarparken bulduk kendimizi. Nefes nefese kalmıştık. Derin bir nefes çekip başını başıma yasladı.

‘‘Seni çok seviyorum’’ diye fısıldadı kulağıma. Sımsıkı sarıldı bana. Başımı boynuna getirip kokusunu çektim içime. ‘‘Hep sev olur mu?’’ diye fısıldadım kulağına.

Hep sev olur mu? Çünkü ben seni hep seveceğim.

‘‘Kızıl papatyam benim. Çiçeğim…’’ dudaklarıma bir öpücük kondurdu sonra sarıldı. Bu onunla ilk öpüşmemizdi ve son olmayacaktı. Bizim hiçbir şeyimiz son olmayacaktı. Olmamalıydı çünkü…

İçeri geçip oturmaya devam ettik. Bir şeyler içip sohbet ettik. Ortam her zaman ki gibi çok güzeldi. Çünkü o yanımdaydı. Az önce yaşadığımız yakınlaşma bizi birbirimize daha da çekmişti. Bugünü asla unutmayacağım. Ben onunla yaşadığım hiçbir anımı UNUTMAYACAĞIM!

‘‘Bebeğim görüşürüz yarın. Nasıl yarın olacak hiç bilmiyorum. Senden bir dakika bile ayrı kalmak istemiyorum.’’

‘‘Al benden de o kadar. Keşke hep yan yana olsak…’’

‘‘O da olacak güzelim. Çok güzel günlerimiz olacak. İnan bana.’’

‘‘İnanıyorum sana.’’

Dudaklarıma kondurduğu öpücüğe karşılık verip arabadan indim. Ben eve o ise kendi evine gitti. Ben eve geçtiğimde kızlar yoktu. Okuldan gelmemişlerdi. Fırsat bu fırsat hemen yatağıma geçtim. Onlar gelmeden uyumalıydım. Gerçekten hiç konuşmak bile istemiyordum en son tartışmadan sonra. Bu nereye kadar böyle gidecek bir fikrim yok. Aman neyse ben uyumalıydım ve öyle de yaptım.

 

Sabah uyandığımda kızlar kalkmıştı. Neva her zamanki gibi sinir bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Mısra ile muhabbetimiz iyiydi. Onunla bir sorunumuz olmuyordu belki de birbirimizi çok tanımadığımızdandır. Bu arada bizim gruba whatsapp üzerinden her gün bir kelime yazıp o kelimeyle ilgili 6 dakika boyunca yazmalarını istiyordum. Bugün ‘‘YOLUNDA’’ kelimesini vermiştim. Dersim öğlen olduğu için kimin ne yazdığına bakıp onlara fikir ve düşüncelerimi belirtebilirdim. Çayımı yudumlarken kimin ne yazdığına baktım. Yine çok güzel cümleler dökülmüştüm kalemdaşlarımdan…

 

Yolunda değilse hiçbir şey aldırma

Vardır Yaradan’ın bir bildiği

Ya sabrını sınıyordur

Ya sana güzellikler hazırlıyordur

Yolundaysa eğer her şey

Otur şükret, dua et biraz da tereddüt et

Bu iyiye mi kötüye mi alamet

Hayat bu işte bazen yolunda bazen rayında bazen de

Zorlu sınavlar kapında

Ama en önemlisi de nefes alıp v eriyorsun hala

 

Ne kadar güzel kelimelere dökmüş. Mesajına cevap vermek için yazının üzerine tıklayıp yanıtla kısmına tıkladım ve düşüncemi bildiren cümleyi yazdım. ‘‘Vardır Yaradan’ın bir bildiği

Ya sabrını sınıyordur Ya sana güzellikler hazırlıyordur’ Bu cümle hepimize umut olsun. Rabbim hepimize elbet güzel yollar hazırlıyordur. O yollardan geçebilmek dileğiyle. Cümlelerine sağlık kalemdaşım.’’ Ve okumaya devam ettim.

 

Her şey yolunda gidiyor

Sensizliğin getirdiği;

Mutluluğum, huzurum

Yalnızlığımın gece mavisi,

Sensizlikle içtiğim kırmızı kadehimle

Yolunda giden hayatımı ruhumun dansı yaptım.

 

Her arkadaşımın kaleminden o kadar güzel cümleler dökülüyor ki mest olmamak elde değil. Sevgili kalemdaşımın mesajına hemen yanıt yazdım. ‘‘ Yalnızlığımın gece mavisi nasıl güzel bir cümle olmuş. Sensizlikle içtiğim kırmızı kadehimle Yolunda giden hayatımı ruhumun dansı yaptım nasıl derinden etkiler bir cümle insanı bu cümleyi okuyunca anladım. Yüreğine sağlık.’’

Mesajları olurken saate baktığımda ders vaktinin yaklaştığını fark ettim. Başka mesaj atan olmadığı için telefonu kapatıp üstümü giyinmeye geçtim. Bu yazar eğitmenliği bana çok iyi geliyordu. Ne zamandır yazmıyor kitap okumuyordum. Bu akşam kendime vakit ayırmalıyım. Yazarak dünyadan uzaklaşıp kendime iyi gelmeliyim. Ama önce hazırlanıp okula gitmeliyim sevgili kendim.

Fuşya renkli kalem eteğimi ve üzerine giyeceğim beyaz arkadan fermuarlı düz model gömleğimi çıkardım. Hemen üzerime giyinip hafif bir makyaj yaptım. Saçlarımı düzleştirdim ve hazırım. Kızlara çıkıyorum diye seslendim. Bilerek Neva’ya karşı bir adım atmıyordum onun da bana bir adım atacağı yoktu. Olmasındı. Kendi bilir.

Mis gibi havada yürüyerek okulun bahçesine geldim. Kantinde oturanlar bahçede bankta oturanlar cıvıl cıvıldı. Toprak okula geldiğini söyleyen mesaj attığı için kapıda bekliyordum. Şule ve Ateş’le geliyordu. Neyse ki çok beklememiştim. Tam oturacaktım karşıdan geldiklerini gördüm. Gördüm de bir dakika benim gözlerim doğruyu mu görüyor? Bir düğün, nişan falan mı vardı yoksa doğum günü veya bir parti mi vardı? Muhakkak birinden biri vardır çünkü bana doğru gelen bu yakışıklının hali başka türlü açıklanamazdı.

‘‘Selam bebek’’

‘‘Selam Şule’ciğim nasılsın?’’ birbirimizi öperken bir yandan konuşuyorduk. Ateş’e de selam verip gözlerimi Toprak’a çevirdim. Baştan aşağı süzerken onu hayranlığım artıyordu. Mavi pantolon ve yeleğini patlatan beyaz gömleği, ben buradayım diyen ayakkabısı, saçları ve top sakalıyla muhteşem ötesi duruyordu. Ben pek sevmem öyle top sakalı ama benim aşkıma yakışıyor. Harbiden bu çocuk niye böyle giyindi düğüne gider gibi çok merak etmiştim. Bir ceketi eksikti üstünde. Güneş gibi parlayan gözleri, geceme doğan ay gibi gülümsemesi… Ah tamam kendimi toparlıyorum.

‘‘Bu şıklığını neye borçluyuz?’’

‘‘Hiç içimden geldi öyle. Senin için giyindim.’’

‘‘Sen benim için mi giyindin böyle özel bir güne gider gibi?’’

‘‘Evet, evdekiler bile şaşırdılar. Valla yakında tanıştırabilirim seni haberin olsun. Seni çok merak ediyorlar’’

‘‘Ne diyeceğimi bilemedim’’

‘‘Dersin var mı Papatya yoksa dersten mi çıktın?’’

‘‘Dersim var Şule. Yeni geldim ben de. Siz bir yere mi gidecektiniz?’’

‘‘Bizimkilerin takıldığı bir seyir tepesi varmış. Her yer ayağının altında görünüyormuş. Ateş çok anlattı. Toprak’ı da aldık seni almaya geldik.’’

‘‘İyi de ders var ama.’’

‘‘Gitme derse ne olacak ki? Hem hava da çok güzel, lütfen ya.’’

‘‘Ay bilemedim ki şimdi nasıl olur?’’

‘‘Hadi ama ya bak Toprak’ta hazırlandı o kadar. Çok önemli bir konu mu işlenecek?’’

‘‘Aslında hayır. Sadece yazılarımızı paylaşacağız zaten devamsızlığımda yok.’’

‘‘Ee daha ne o zaman hadi Papatya kırma bizi.’’

‘‘İyi tamam hadi gidelim. Sizi mi kıracağım.’’

Hayatım da hiç ders ekmemiştim ama olsun. Benim için bu kadar özenmiş, hazırlanmış nasıl kırabilirdim onu. Kıramazdım ki… Çocuklar gibi mutluydu bir görseniz. Onu öyle gördükçe bende mutlu oluyordum. El ele tutuşarak Şule ve Ateş’in arkasından arabaya doğru yürüyorduk. O benim elimi hiç bırakmazdı ki… Şule ve Ateş arkaya bindi bende öne Toprak’ın yanına oturdum. Gidelim bakalım beylerin takıldığı yere. Şansımıza hava da çok güzeldi. Güzel bir şarkı açıp eğlenerek gittik yol boyunca. Biraz uzak bir yer arabayla gelinir anca. Arabayı kenara bir yere park ettikten sonra aşağı indik. Ortam alabildiğine yemyeşildi. Hep beraber dümdüz ilerledik. Deniz manzarasına karşı ahşaptan yaptıkları salıncak vardı. Hep beraber oturduk. Aşırı eğleniyorduk. Çok güzel bir takım olmuştuk.

‘‘Demek buraya geliyorsunuz?’’

‘‘Aynen, arkadaşlarla geliyoruz bazen içiyoruz.’’

‘‘Bana bak Toprak sen hala içmiyorsun değil mi?’’

‘‘Yok aşkım içmiyorum sen istemiyorsun ya. Buraya da sizinle geldim daha valla bak.’’

‘‘İçme zaten istemiyorum. Sana zarar veren hiçbir şeyi yapmanı istemiyorum biliyorsun bunu. Duyarsam, görürsem bozuşuruz.’’

Toprak kolunu boynuma sararak kendine doğru çekip sarıldı. Hep beraber gülüp eğleniyorduk. Gelirken yolda durup bakkaldan kola, cips falan almıştık. Bir yere oturup içeceklerimizi içtik, cipslerimizi yedik. Ateş ve Şule ortamı gezmeye gidince ben salıncağa oturup denizi seyretmeye başladım. Uzaktan çok hoş görünüyordu. Deniz her türlü güzeldi zaten. Toprak salıncağı hafiften sallayarak yanıma oturdu. Başımı onun göğsüne yaslayıp denizi öyle seyrediyordum. En sevdiğim şey başım onun göğsünde deniz gözlerimin önünde.

‘‘Sakın içme tamam mı? Senin zarar görmeni istemiyorum. Sigarayı da azalt artık kendine çok dikkat et. Kendin için benim için BİZİM İÇİN.’’

‘‘Deneyeceğim AHİRİM’’

‘‘Deneme sevgilim yap. Sen benim için çok değerlisin.’’

‘‘Peki güzelim. BİZİM İÇİN.’’

Şarkımızı açıp dinledik denizi seyrederken. Bizimkilerin kahkaha sesleri gelmeye başlamıştı. Onlar buraya gelince biz kalktık salıncaktan. Toprak sıra bizde dercesine işaret etti. Şule ve Ateş salıncağa geçince onları baş başa bırakıp etrafı gezmeye biz çıktık. Bulunduğumuz yerden aşağı doğru yürüdük tabi ki el ele. Bu arada resim çekinmeyi ihmal etmiyorduk. Çok güzel pozlar veriyorduk. Her bir fotoğrafta ayrı bir güzeldik. Yürümeye devam ederken Toprak pembe çiçeklerin olduğu tarafa yürüdü. Dalından kopardığı pembe çiçeği bana uzattı. Pembe gönlüm sende diyordu yani. Bana uzattığı çiçeği teşekkür ederek aldım, mis gibi kokuyordu. Teşekkür ederek yanağına bir öpücük kondurdum. Eliyle saçımı boynumdan geriye doğru atıp bedenini bedenime yaklaştırdı. Dudakları dudaklarımı bulduğunda gözlerimi kapattım. O kadar güzel dokunuyordu ki dudakları dudaklarıma öptükçe daha da öpesim geliyordu. O kadar naif o kadar yumuşak… Dakikalarca öpüştük. Dudakları dudaklarımda gözlerim gözlerinde… Kuş cıvıltıları, yeşillik… Onun olduğu her yer huzur. ‘‘Teşekkür ederim’’ diye fısıldadı. ‘‘ Ne yaptım ki?’’ dedim. ‘‘Sahi ne yaptın sen bana böyle?’’ ‘‘Sadece sevdim’’ dedim. ‘‘Hep sev olur mu?’’ diye fısıldadı. Dudaklarına bir öpücük kondururken ‘‘Ben seni hep seveceğim’’ dedim.

Etrafı biraz daha gezdikten sonra bizimkilerin yanına gitmiştik. Yere örtü serip oturduk. ‘‘Ya arada yapalım böyle çok iyi geldi’’ diyen Şule’ye katılarak ‘‘Aynen ya güzel oldu gerçekten.’’ dedim. Birer bardak daha kola koyup içtik. Aldığımız diğer abur cuburları paylaşarak onları da yedik.

‘‘Geze geze gidelim mi?’’ Ateş’in teklifini geri çevirmedik. Bundan sonra ki durak büyük ihtimalle kafe olurdu. Hep beraber arabaya doğru yürüdük. Hemen bir şarkı açıp camı araladım. Toprak çoktan arabayı çalıştırmış yavaş yavaş sürüyordu. Acelemiz yoktu. Geze geze gidiyorduk. Çalan şarkıya eşlik ediyorduk. Arada Toprak şarkı söylüyordu biz susuyorduk.

‘‘Şurada duralım mı ya? Otururuz biraz. Şarkı açalım arabadan eğlenmeye gelmedik mi?’’ Bu kızın enerjisinden istiyorum ya. Şule’nin dediği yöne doğru arabayı çevirdi. Çınar ağacının altındaydık, yolun kenarında. Arabadan bir örtü çıkarıp çam ağacının altına serdik. Oynak bir müzik açınca Toprak ve Ateş başladı oynamaya. Ben bayılıyorum bu ekibe ya. Toprak tam bir şebek. Şu hareketlere şu oynamalara bak sen. ‘‘Yorulmadınız mı? Gelin oturun az.’’ Diye seslenince müziğin sesini kısarak yanımıza geldiler. Toprak ağacın gövdesine bakıyordu. Aklından bir şeyler geçtiğini hissediyordum. Elini cebine götürerek avucuna bir şey aldı. Ne olduğuna bakmak için gözlerimi eline çevirdim. Bu bir çakıydı. Ne yapacağını anlamaya çalışıyordum.

Yavaş adımlarla ağaca doğru yaklaştı. Elindeki çakıyı ağacın gövdesine uzattı. Bir şeyler yapıyordu. Tüm dikkatimi ona verip izlemeye başladım. Bir şekil miydi tam anlayamıyordum. Bu bir harfti. Benim ismimin baş harfi ‘‘P’’ adımımı ağaca kazacaktı? İzlemeye devam ettim. İsmimin baş harfinin yanına ‘‘T’’ yani kendi baş harfini yazdı. Ağaca bizim baş harflerimizi kazıdı. Sonra öylece baktı harflere. ‘‘Bu ağaç büyüdükçe bizim isimlerimizin de baş harfleri büyüyecek, kocaman olacak’’ dedi. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Ellerimle harflerin üzerine dokundum. Bu hareketi beni çok duygulandırmıştı. İleriki zamanlarda buraya yeniden geldiğimizde bu ağacı görüp bugünleri hatırlayacağımız bir anımız olmuştu. Belki de çocuklarımızla gelirdik.

‘‘Belki de çocuklarımızla geliriz belli mi olur? Düşünsene Esila ve Ayaz yanımızda ya da Deniz Eylül ve Ömür ya da Defne aman hepsi birden işte gelmişiz falan hep beraber buradayız. Çocuklarımıza gösteriyoruz. Çok güzel oldu aşkım. Eline sağlık.’’ Daha fazla konuşursam ağlardım kendimi biliyorum. O yüzden hemen kestim konuşmayı. Toprak’ın gözlerinin dolduğunu fark ettim. Öylece ağacın gövdesindeki kazıdığı isimlerimizin baş harflerine bakıyordu.

‘‘İnşallah’’ dedi.

Çınar ağacı büyüdükçe bizim isimlerimizde büyüyecekti. Onlar büyüdükçe bizim aşkımızda büyüyecek. Yani bizim aşkımız hiçbir zaman bitmeyecek, son bulmayacak. Büyüyüp koskocaman bir sevgiye dönüşecek. Kalpte hep izi kalan bir sevda olacak. Bu harfler ağaca kazındı bizim sevdamız ise kalplerimize. Hiç kimse silemez. Bizim sevdamız öyle bir sevda ki ruhumuza işlemiş. Kalbimize dokunmuş. Biz öyle bir aşk denizine dalmışız ki dalgalar büyüdükçe aşkımız da büyüyor. Kimin gücü yetebilir ki bizi bizden almaya? Kim silebilir bu ağaçtan isimlerimizin baş harfini ya da kim silebilir kalbimizden sevdamızı? Hiç kimse.

İleri de bir gün burada Toprak ve ben yine olacağız. Bu sefer kucağımızda bebeğimizle ya da burada koşuşturan çocuklarımızla. Gözümün önünde canlandı birden. Kulaklarımı doldurdu haylazların sesi. Burada koşuşturan küçük çocuklar. Ben anne yüreğiyle onlar koştururken durun koşmayın diyeceğim Toprak rahat bırak çocukları diyecek. Belki de ikimizin kucağında bebeklerimiz olur onlara anlatır ‘‘Bir gün annenizle gelmiştik buraya isimlerimizin baş harfini kazımıştım ben bakın ne kadar büyümüş’’ diye anlatırken ben onu seyredeceğim benim kucağımda kızımızla onun kucağında oğlumuzla. Belki çocuklarımızın ismini de kazırız. Kocaman bir aile oluruz.

Derin bir nefes alıp dolan gözlerimden yaş akmaması için başımı gökyüzüne çevirdim. Burada ağlamamalıydım. Bakışlarımı tekrar Toprak’a çevirdiğimde dolan gözleriyle ağaca bakıyordu. Başımı omzuna yasladım. Birlikte ağaca bakıyorduk, isimlerimizin baş harfine. Birlikte hayallerimize bakıyorduk. Sevdamıza bakıyorduk. Şimdi olduğu gibi her zaman olacağı gibi

BİRLİKTE!

Loading...
0%