Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9.Bölüm GÜNLERDEN 12 EKİM GÜNLERDEN SEN

@papatyakadin

Günler günleri kovalamış, aradan zaman geçmiş prens ve prensesin aşkı her geçen gün daha da büyümüş. Birbirlerine olan bağlılıkları daha artmış. Papatyalar toprağa sıkıca tutunmuş, zarafetiyle bahçeyi süslemiş. Bir rüya gibi, bir masal gibi geliyormuş prens ve prensese bu aşk. Bir Papatya Masalı diyorlarmış aşklarına. Ama prensesin kalbinde üzüntü varmış; korkuyormuş biraz. Bu rüyanın bitmesinden, bu masalın sonunun istemediği şekilde olmasından. Kalbine keder tohumları ekmişler, üzüntü ekmişler. Prenses sadece aşkını yaşamaya odaklanmış. Tüm bu korkusuna rağmen sevmekten asla vazgeçmiyormuş. Arkadaşları, çevresi istemese de onu desteklemese de o kalbinin sesini dinliyormuş.

Bugün prensle papatya bahçesinde buluşmuşlar. Prensesin uzun, kızıl, dalgalı saçlarına papatyayı yerleştirivermiş prens. Çok mutlu olmuş kızıl saçlı prenses. Mutluluğu gözlerinden okunuyormuş adeta. Bugün ayrı bir mutluluk daha varmış onun gözlerinde. Prensin yaş günüymüş. Bu yüzden bugün papatya bahçesine gelmişler. Prenses elinde tuttuğu kızıl papatyaların olduğu kahverengi saksıyı prense uzattı.

‘‘Bu papatyalardan bende de var. Aynı toprakları paylaştırdım saksılara. Baktıkça beni hatırla. En güzel hediye bu olur diye düşündüm.’’

‘‘En güzel hediye sensin.’’

El ele tutuşarak yürümeye başlamışlar. Masmavi gökyüzü, papatyaların beyazlığı ve onların birbirlerine olan sevdası dünyayı güzelleştiriyordu. Biraz yürüdükten sonra ilerde bir salıncak gördüler. Prenses yeşil kabarık elbisesini rahat oturabilmek için biraz yukarı kaldırdı. Papatya çiçeklerinin süslediği salıncağın iplerinden narin elleriyle tutuverdi.

Prens tüm naifliğiyle prensesi sallamaya başladı. Hafif esen rüzgâr saçlarını dalgalandırıyordu ikisinin de. Prensesin saçlarının kokusunu çekiyordu içine. Yavaşça durunca salıncak prensesin önüne geçti prens. Sarıldı, boynunun kokusunu içine çekti kızıl saçlısının. ‘‘Cennet Kokulum’’ diye fısıldadı. ‘‘Cennet kokulun seni çok seviyor’’ diyerek karşılık verdi prenses. Utancından al al olmuştu yanakları. Prenseste prense sarılarak karşılık verdi.

‘‘Cennet Kokulum’’ demişti. Çok sevinmişti kızıl saçlı prenses. Bu onun için dünyalara bedeldi.

Peki, onların bu rüya gibi geçen aşk masalı hep böyle mi devam edecekti yoksa prensesin kalbine kötü tohumlar ekenler bu rüyayı bozacak mıydı?

 

9.Bölüm

GÜNLERDEN 12 EKİM GÜNLERDEN SEN

İYİ Kİ DOĞDUN

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN AHİRİM

CENNET KOKULUN

 

Başım onun omuzunda ağacın gövdesinde ki baş harflerimize bakarken bizimkilerin varlığını unutmuştuk. Gözlerimi onun gözlerine çevirdim. Gülümsedim yüzüne, elini tuttum sıkıca. Alnıma bir öpücük kondurup sarıldı bana. Derin bir nefes alıp bizimkilere doğru döndük. Hep beraber arabaya bindik. İkimiz de giderken sadece ağaca bakıyorduk, baktığımız ağaçtaki harflerdi ama gördüğümüz hayallerimizdi. Bir gün gerçekleşeceğini umduğumuz hayallerimiz…

Soluğu kafede almıştık. Hep beraber çaylarımızı alıp üst kata çıktık. Dörtlü çok iyi bir takım olmuş, çok güzel vakit geçiriyorduk. Sohbetlerimiz, kahkahalarımız, eğlencelerimiz çok çok güzeldi. Toprak sazını aldı o güzel sesiyle türkü söyledi. Ben yine mest olmuş gibi dinledim onu. Toprak biten çaylarımızı tazelemek için aşağı indiğinde ben de fırsatını bulmuşken Ateş’le konuştum.

‘‘Ateş video işi tamam mı? Ne yaptın merak ettim.’’

‘‘Hallettim bile video hazır.’’

‘‘Süper! Ben de akşama ikimiz için bir video hazırlayacağım. Yarın büyük gün. Siz artık Toprak’ı oyalarsınız ben burayı hazırlarken.’’

‘‘Merak etme sen o iş biz de. Takılırız biz onunla.’’

‘‘Sen kaçta geleceksin? Ben de yardıma gelirim sana yavrum?’’

‘‘Dersten çıkar çıkmaz eve gelip hazırlanacağım doğru buraya geleceğim. Mesaj atarım sana.’’

‘‘Tamam, o zaman haber bekliyorum senden. Neva’lar ile geleceksin değil mi?’’

‘‘Yok, o gelmeyecekmiş.’’

‘‘Aa! Neden?’’

‘‘Toprak geliyor konuşuruz sonra.’’

‘‘Çaylar geldi canlar.’’

 

Çaylarımızı sohbet eşliğinde içmiştik. Ben yarın için giyeceğim kıyafeti ayarlamamıştım. Hemen eve gidip ayarlamam gerekiyordu. Yarın dersten geç çıkacaktım. Bir de ne giyeceğimi düşünürsem çok geç kalırdım. Daha burası hazırlanacak. Eve gider gitmez ilk işim kıyafetlerimim hazırlamak olmalı. Sonra videomuzu hazırlamalıydım. Bir saat kadar daha oturduktan sonra Şule ders için kalkması gerektiğini söyledi. Ben de bu sayede eve gitmek için kalktım. Toprak beni eve kadar bıraktı. Onu öpüp eve geçtim.

Lavaboya geçip elimi yüzümü yıkadım. Saçlarımı toplayıp gardıroba yöneldim. Kırmızı kalın askılı elbiseme baktım. Çok mu iddialı olurdu? Sanki baş başa bir ortamda daha iyi olurdu. Elbiseyi yerine astım. Yeşil dantelli elbiseye baktım. Aslında çok güzeldi. Yok, bu da olmaz. Beyaz elbise de çok günlük bu da olmaz. Kombin yapsam nasıl olurdu? Bel üstü bir pantolon ve üstüne şık bir bluz ya da gömlek. Ah olmaz! Etekle kombin yapsam o da olmaz. Hadi bakalım inşallah bir kıyafet beğeneceksin Papatya.

Kenarda duran siyah elbisemi çıkardım. Üstüme tutup ayna da şöyle bir baktım. Aslında fena değildi. Hemen üzerime giyip elbiseyi üzerimde görmek istedim. Hemen diz altında biten, uç kısmında dantel detayı olan uzun kollu kol kısımlarında da aynı dantel detayı olan sade ve şık bir elbiseydi. Hem beni de çok zarif göstermişti. Gardıropta duran bebe mavisi kenarları yine dantelli olan şalı çıkardım. Akşam hava eserse üzerime alabilirdim. Şalı omuzlarıma attım. Evet ya tamam işte hazırım. Saçlarımı çoğunlukla düzleştiriyorum bu sefer kuaföre gidip su dalgası yaptırırım. Kıvırcık olsun birazda. Hem çok severim kıvırcık saçı. Üzerimi değiştirip kıyafetimi astım. Kombinim hazırdı.

Bilgisayarımın başına geçip çekildiğimiz resimlere bakmaya başladım. Her resimde ayrı bir güzeldik. Hızla güzel bir video hazırlayıp bizim şarkımız olan ‘‘Gerçeğim’’ şarkısını arka plana yükledim. Ve yarına hazırız. Sevgilim yarın senin günün. İnşallah çok mutlu edebilirim seni.

Kapının sesiyle kızların geldiğini anlamak zor olmadı. Hoş geldiniz dedim onlar içeri girerken. Neva hala soğuk davranıyordu tabi ne zaman Toprak konusu açılsa. Ben yine de yarın için onları çağıracaktım. Her biri bir koltuğa uzandılar. Saat geç olmuştu epeyce. Yarın sekizden beşe kadar dersim vardı. Ve erken uyumam gerekiyordu çok yorulacaktım.

‘‘Yarın Toprak’ın doğum günü. Dersten sonra kafede kutlama yapacağız. Toprak’ın arkadaşları da olacak. Ben de çağırdım birkaç arkadaşımı. Siz de geliyorsunuz değil mi?’’

‘‘Ben gelmeyeceğim Papatya, size iyi kutlamalar.’’

‘‘Neden gelmiyorsun?’’

‘‘Daha önce de söylediğim gibi o ortam da olmak istemiyorum. O ortam bana göre değil. İstemediğim ortamlarda da bulunmam. Bunun sen de farkına en kısa zamanda varırsın inşallah.’’

‘‘Keyfin bilir o zaman. Mısra sen gelecek misin?’’

‘‘Bilemedim ki… Sen git ben Neva’yı yalnız bırakmayayım. Hem ders çalışırım.’’

‘‘Tamam, senin de keyfin bilir. Nasıl isterseniz. Ben yatıyorum iyi geceler.’’

‘‘Surat yapıyor görüyor musun Mısra?’’

‘‘Evet, surat yapıyorum. Ben senin her özel gününde yanında olmuştum senin doğum gününde, sevgilinin doğum gününü kutlarken o zamanlar. Hep sizinle beraberdim. Yanınızdaydım. Ama sen ne yapıyorsun? Uzaklaşmaktan başka ne yapıyorsun?’’

‘‘Onların bulunduğu ortamın iyi olmaması geçerli bir neden. O çocuk sana göre değil bunu neden görmek istemiyorsun? Hem bir kere biz kendi kendimize vakit geçirip eğleniyorduk. Onlar öyle değil. Gözün kör olmuş bir şey görmüyorsun. İnsanları iyi tanı Papatya!’’

‘‘Haklısın Neva, insanları iyi tanımalıyım. Size iyi geceler.’’

 

 

 

Nihayetinde dersimiz bitmişti. Bugün zaman hiç geçmek bilmedi. Zamanı iple çektim resmen. Alin ve Lina benimle gelip bana yardım edeceklerdi. Ah onlar iyi ki varlar.

Eve gelince kızlara hiç pas vermedim. Telefonumu açıp bu sabah 6 dakikalık olan ‘‘Seni verene’’ kelimemiz için kimlerin ne yazdığına bakmayı ihmal etmedim. Her işe yetişmeye çalışıyordum. Kalemdaşlarım çoktan yazmışlardı bile. Eve gelmeden kuaföre gidip saçlarıma su dalgası yaptırmıştım. Sadece üzerimi giyinmek kalıyordu geriye. Mesajları hızlıca okuyup cevap yazıp üzerimi giyinecektim. Hemen mesaj sayfasına girdim.

 

Seni verene, niyaz da ettim şükür de,

Gönül sarayımın tahtını,

Tarumarda eyledin,

Güllükte,

Bendeki seni,

Kalbimin dipsiz şelalelerinde çağlatıp

Taşırdım da benliğimden

Durgun sular yapıp, Ara sıra şıkırtısında da dinledim.

Hüma olup tekrar tekrar doğdun

Rüyalarımın gökyüzünden

Lakin sevdiceğim,

Sendeki ben nerede?

Ben onu bilemedim.

 

‘‘Sevgili kalemdaşım, okudukça okumak isteği kalbime ısrarla indi. Son iki cümlen çok vurgulu olmuş. Yazmaya devam edelim. Yazdıkça şifalanacağız.’’ Diye yazdım ve devam ettim cümleme. ‘‘Diğer arkadaşlarımın yazılarına akşama bakacağım. Sevgiyle kalın.’’ Daha fazla okumaya vaktim yoktu, hazırlanmalıydım. Elbisemi üzerime giyip makyaj için aynanın karşısına geçtim. Önce nemlendiricimi sonra bazımı ve fondötenimi sürdüm. Maskaramı ve eyeliner sürme işlemini de tamamladıktan sonra yanaklarıma hafif bir allık sürdüm. Ve saçlarımın kızıllığına denk düşen kırmızı rujum da sürdüm. Aşkım kızacaksın biliyorum ama senin günün sana güzel görünmeliyim. Bebe mavisi şalımı üzerime aldım ve tamam hazırım. Kızlar beni aşağıda bekliyordu. Dolaptan malzeme çantasını aldım ve kızlara bir şey demeden çıktım.

 

‘‘Merhaba kızlar. Nasıl olmuşum?’’

‘‘Çok, çok güzel olmuşsun.’’

‘‘Ayakkabıların harika.’’

‘‘Teşekkür ederim. Ayakkabılarımı da siyah seçtim. Çok siyah olmamışım değil mi?’’

‘‘Bence çok zarif duruyorsun.’’

‘‘Tekrar teşekkürler o zaman. Hadi pastayı alalım doğru kafeye geçelim. Daha orayı hazırlayacağız. Çok işimiz var.’’

Kızlarla beraber arka sokaktaki pastaneye doğru yürümeye başladık. Burası çok şirin ve küçük bir yer olduğu için her şey ayağının altında. Benim çok hoşuma gidiyor: Tam yaşayacağım yer!

‘‘Merhaba’’ diye seslendim tezgâhın arkasında duran orta yaşlardaki bayana. ‘‘Pasta siparişim vardı, hazırsa pastayı alabilir miyim?’’

‘‘Merhabalar, hoş geldiniz. İsim neydi acaba hemen bakayım ben.’’

‘‘Hoş buldum. Papatya Aysal.’’

Bayan arka tarafa gidip geldikten sonra tezgâhın sol tarafına yöneldi. Her adımını merakla takip ediyordum. En arkada duruyordu pasta. Kadının tırnaklarına sürdüğü su yeşili ojeler dikkatimi çekti. Ojesini kendi sürdüyse çok güzel sürmüş. Ojeye bayılırım ama süremiyorum maalesef. Kendime güldükten sonra bayan pastayı paketlemeden önce gösterdi.

‘‘Papatya hanım, pastanızın görseli bu şekilde. Ben şimdi paketliyorum hemen.’’

‘‘Çok güzel görünüyor, teşekkür ederim.’’

Kızlara dönüp ‘‘ Siyah beyazın asilliği işte görün! Yaşasın Beşiktaş! Toprak bayılacak’’ dedim. Kızlar gülümseyerek beni onayladılar. Pastayı alıp ücreti ödedim ve pastaneden çıkıp kafeye gittik.

‘‘Yenge biz geldik. Zaman kaybetmeden çıkalım yukarı müsait mi ?’’

‘‘Hoş geldiniz tatlım. Boş yukarısı, var mı yapabileceğimiz bir şey?’’

‘‘Yok, yenge sağ ol. Kızlar var hallederiz biz.’’

İyi ki topuklu bir ayakkabı tercih etmemişim yoksa ayaklarım kopacaktı. En arka tarafa doğru geçtik. Burası balkona da çıkıyordu. Pastaları yedikten sonra hemen geçilir diye burayı tercih ettik. Ellerimizde ki malzemeleri bir kenara koyduk.

‘‘Evet, Papatya ne yapalım nasıl bir şeyler istiyorsun?’’ diye soran Alin’e döndüm.

‘‘Bence buradaki masaları birleştirelim. Merdivenlerden buraya doğru her iki kenara aldığım gül yapraklarını serperim. Aralara da aldığım mumları koyarım. Hem mesafede uzun oradan buraya tam olması gerektiği gibi. Buradan da balkona çıkılır. Merdivenin sağ tarafından biri durur konfetiyi patlatmak için. Orayı pek göremez sürpriz olur.’’

‘‘O zaman başlayalım. Hadi Lina masaları birleştirelim Papatya da diğer hazırlıkları yaparken.’’

‘‘Olur. Bu arada bu doğum günün kutlu olsun yazısını nereye asacağız?’’

‘‘Dur bakalım buluruz bir şeyler.’’

Kızlar masaları birleştirip örtüleri sererken ben de malzemeleri çıkardım. Yola gül yapraklarını serdim. Pastayı çıkartıp masanın tam ortasına yerleştirdim. Kalan gül yapraklarını masanın üzerine serpiştirdim. Duvara masanın çaprazın da kalacak şekilde yazıları da astık. Aşağıdan alıp geldiğimiz içecekleri, tabak çatal bardakları da güzelce yerleştirdik. Bu arada Şule, Ulaş gelmişlerdi. Onlarla beraber gelen birileri daha vardı. Bir adam yanında iki kadınla balkona doğru ilerliyordu.

‘‘Merhaba ben bu organizasyon işinden anlıyorum yardımcı olayım isterseniz.’’

Onun adı da Toprak’mış. ‘‘Teşekkür ederim arkadaşlarımla hallettik çok bir şey kalmadı zaten’’

‘‘Mumları yere koyarken altına şöyle bir mendil koyalım yere akar. İsterseniz masanın kenarına gül yapraklarıyla isimlerinizin baş harfini yazayım.’’

‘‘Olur, teşekkür ederim.’’

‘Kız başlamışsınız hemen, yapacak bir şey kalmamış bana.’’ Gülümsedim. ‘‘Tatlım yeter ki iş iste sen, bak şimdi ben bilgisayarı açtım oraya biz Toprak ile yukarı çıkarken sen de oradan bizim şarkıyı aç olur mu? He bir de biriniz de konfetiyi patlatırsınız.’’

‘‘Tamam, olur, sen bana şarkıyı göster.’’

Beyefendiye teşekkür edip Şule ile beraber bilgisayar başına geçtik. Şarkıyı gösterip diğer kızların yanına geçtim. Merdivenlerden gelen sese doğru yöneldim. Gelen Ateş ve diğerleriydi.

‘‘Senin ki aşağıda.’’

‘‘O zaman başlasın gün. Herkes burada galiba. Ben iniyorum dayıyla yengeyi de çağırın.’’

‘‘Tamam, o iş bizde.’’

Gelmişti işte o an. Derin bir nefes alıp heyecanımı bastırdım. Elbisemi düzeltip merdivenlerin başına geçtim. Şöyle son kez baktıktan sonra her şey olması gerektiği gibi herkes de buradaydı. Birazdan buradan geçecek bu anı yaşayacaktı. Çok mutlu ol sevgilim.

Merdivenlerden yavaşça indim aşağıya. Gözlerim Toprak’ı arıyordu. Kapıda oturduğunu fark ettim. Üzerinde kırmızı renk triko kazak vardı. Kot pantolonunun koyu mavi tonu çok hoş duruyordu. Arkası dönük oturduğu için beni görmüyordu. Hadi bakalım bizi yukarda bekleyen misafirlerimiz var.

‘‘Aşkım’’ diye seslendim yanına gelince olabildiğince sesimin titremesini engellemeye çalışırken. Bana pek pas vermiyordu. Beni baştan aşağı süzdü.

‘‘Küs müyüz?’’

‘‘Hayır’’

‘‘Ne bu surat. İyi ki bir yaptıklarımızı söylemedik he.’’

Konuşmuyordu ama nasıl tatlı trip atıyordu bir görseniz. Ya da görmeyin. Kıskançlık perilerim geldi şimdi.

‘‘Burada mı oturacağız? Hadi gel yukarı çıkalım, bir şeyler içeriz.’’ Diyerek elinden tuttum. Biraz naz etti ama kalktı en sonunda. Elinden sıkıca tutuyordum. Merdiven basamaklarını çıkmaya başlarken öylesine heyecanlıydım ki… Umarım onu mutlu edebilirim diye düşünüyordum sadece. Ve bizim şarkımız çalıyordu. Toprak bana baktı ona sadece gülümsedim. Son basamakları çıkıyorduk artık. Işıklar kapanmış sadece mumun yansımalarını görüyordum. Ve o büyük an geldi! Son basamağı çıktık. Toprak bir bana baktı, bir ortama.

Alkış sesleri

İyi ki doğdun Toprak! Nidaları birbirine karışmış, Toprak’ın yüzüne yayılan muhteşem gülümsemesi… Senin gülümsemeni görmek için her şeyi yapabilirim sevgilim.

Işıklar açılmıştı. Aniden gelen bir patlama sesiyle Toprak kulağını tutunca bende şaşırdım. Etrafımıza yayılan rengarenk şeylerden konfetinin patladığını anlamıştım da çocuğun kulağına niye patlatırsın be Ulaş!

‘‘Abi patlamadı ya! Patlatmaya çalışırken dengesiz oldu’’ herkesten kopan kahkahalar, gülüşler…

Toprak bana doğru dönüp sımsıkı sarıldı. Bende ona karşılık verip sımsıkı sarıldım. Kokusunu çektim ciğerlerime. ‘‘Hadi pastan seni bekliyor’’ dedim.

‘‘Birlikte yürüyelim’’ dedi ve elimi tuttu. Masaya doğru yürüdük. O kadar mutluydu o kadar sevinmişti ki anlatamam. Yüzündeki gülümsemeler bir an olsun dinmiyordu. Dinmesindi zaten. Masaya bakınca bana tekrar döndü sarıldı. Ben de sarıldım. Bu sefer kokumu içine çeken oydu.

Birbirimize sarılara sarıla geldiğimiz bu yolun sonunda nihayet pastaya ulaşmıştık. Pastayı görünce bir kere daha yüzünün gülümsemesi büyüdü.

‘‘Çok güzel bu pasta!’’

‘‘Ee bir Beşiktaşlıya Beşiktaşlı bir pasta yakışırdı aşkım. Hadi dileğini tut ve mumları üfle.’’

‘‘Birlikte!’’

Gülümsedim, elimi tutan elini daha da sıkı tuttum. Beraber pastanın karşısına geçtik. Ellerimiz bir gönüllerimiz bir. İkimizden içimizden dileklerimizi geçirip mumları beraber üfledik. Alkış sesleri, gülüşmeler, tezahüratlar… Arkadaşları Toprak’ı kucaklayıp doğum gününü kutluyorlardı. Onları masada bırakıp kenara çekildim. Pastayı kesmesi için pasta bıçağı elimde bekliyordum. Ah o pastayı da yemeye nasıl kıyacağız hiç bilmiyorum!

Toprak pastayı da beraber kesmek isteyince kırmadım onu. Birlikte pastayı kesip dilimledik. Herkese servis ettikten sonra sigara içecek olanlar balkona çıktı, kimisi ileride bulunan masalara oturdu. Biz olduğumuz yerden ayrışmadık.

‘‘Kurabiyelerden vereyim mi? Çok var daha aşkım.’’

‘‘Sağol güzelim, çok bile yedim. Her şey için çok teşekkür ederim. İyi ki varsın, beni çok mutlu ettin.’’

‘‘Dur bakalım bitmedi daha.’’

‘‘Daha ne var ki?

‘‘Görürsün birazdan.’’

‘‘Papatya flaş yanında mı aşağıyı ayarlıyayım ben.’’

‘‘Yanımda tabi unutur muyum Ateş. O zaman inelim aşağıya madem herkeste hazırsa.’’

‘‘Tamamdır.’’

‘‘Aşkım siz inin ben hemen burayı ayarlayıp geliyorum.’’

‘‘Merakla bekliyorum.’’

Toplamak hazırlamaktan daha kolay oluyordu her zaman. Kızlarla beraber beş dakikada halletmiştik bile. Çaylarımızı alıp biz de aşağıya indik. Ateş videoları hazırlıyordu. Muhabbet koyulaşmış herkesin keyfi yerindeydi. Toprak’ın yanına oturdum. Ateş başlatayım mı diye bakınca gülümseyerek onay verdim. Önce Toprak ve benim için hazırladığım videoyu izlemiştik. Toprak bir yandan izliyor bir yandan da bana bakıyordu. Çok mutluydu gözlerinin içindeki parıltıdan anlıyordum. Bizim videomuz bittikten sonra Ateş’in hazırladığı video ekrana geldi. Çok merak ediyordum ben de. Yavaş yavaş herkesin kutlama mesajı geliyordu. Kimisi uyku sersemi çekmiş kimisi şebeklik olsun diye komikleşmiş, kimisi gayet sade bir kutlama yapmıştı. Bizim kızlarla çektiğimiz video… Her şey çok iyiydi. En son da bomba olan Toprak ve arkadaşlarının araba sürerken yaptığı komikliklerin olduğu videoyla bitmişti. Toprak ve arkadaşları gülmekten çatlamak üzereydiler.

Zaman öyle hızlı geçti ki anlayamadım bile. Ne ara bitmişti her şey. Sohbet muhabbet eşliğinde içilen çaylar bitmiş, saat ilerlemiş, gün son bulmuştu. Herkes dağılmaya başlayınca Toprak’ hediyemi vermediğim aklımdaydı. Dilek feneri almıştım uçurabilirsek diye. Fotoğrafımız çerçeveletmiştim. Ben fotoğraflara çok önem veririm. Söz konusu sevdiğim adamsa benim için daha da önemliydi. Yenge ve dayıya teşekkür edip arabayla sessiz bir yere gittik. Ben hediyemi verdim beğenmesini umarak.

‘‘Çok teşekkür ederim güzelim.’’

‘‘Ne demek hayatım. Sen mutlu ol gerisi önemli değil. Ben dilek feneri aldım, bakalım becerebilecek miyiz?’’

‘‘Gel bakalım bir deneyelim ben de heveslendim şimdi.’’

Tam olarak beceremediğimiz ama az da olsa uçmayı beceren dilek fenerine bakarken ‘‘Şimdi bizim dileğimiz olacak mı olmayacak mı ben anlayamadım da’’ diye söylerken gülümseyerek bana dönüp alnıma bir öpücük kondurdu. ‘‘Biz Allah’tan dua ile isteyelim. Önemli olan o’’

Eridim bu cümlesinin karşısında. Başımı göğsüne yasladım. Ellerimle sardım. Çok seviyordum başımı Toprak’ın göğsüne yaslamayı. Kendimi huzurda hissettiğim tek yer onun kollarıydı.

Karşımda; saçları beline kadar uzanan, kırmızı tişörtü, siyah pantolonuyla parıldayan gözerle bana bakan kız çocuğuna ilişti gözlerim. Çocukluğumdu o benim… Babasına sarılmak için koşan ama asla varmak istediği yere varamayan o küçük çocuğa baktım. Başını yaslayabilecek sadece gözyaşlarının verdiği ıslak pembe yastığa sahip olan masum kızdı o. Kendini hiçbir zaman güvende hissedemeyen, kendi başının çaresine daha küçücük haliyle bakmaya çalışan minik bir beden…

Daha sıkı sarıldım huzuru iliklerime kadar hissettiğim bedene. O benim koşup ta varamadığım babam, başımı yaslayabilmek istediğim ama yaslayamadığım annem, o benim kaybettiğim en yakın arkadaşım, o benim sırdaşım, sevdiğim, her şeyim

O sadece bu dünyaya doğmadı, o benimde dünyama doğdu. Hayallerime, sevgisizliğime, aşkıma doğdu. Onunla beraber ben de doğdum. Bu sadece basit doğum değil, onun varlığı bir mucizeydi.

Başımı eliyle naifçe kaldırdı. Alnını alnıma yasladı. Eli boynumda bir bebeği okşar gibi yumuşak dokunuşlar bırakıyordu. Diğer eliyle belimi kavradı. Dudakları dudaklarımla buluştuğunda gözlerimi kapatıp kendimi ona bıraktım; Her şeyime! Dudaklarının ıslaklığını dudaklarımda hissetmek başımı döndürüyordu… Dudaklarıma kondurduğu öpücüklerin hızlanmasına eşlik ediyordu dudaklarım. Daha da bastırıyordum dudaklarımı, daha içten öpüyordum. Naif öpüşmemiz adeta ateşli bir öpüşmeye dönmüştü. İkimizde hızımızı alamıyorduk. Toprak’ın eli sırtımda gezinirken beni arabaya yaslandırdı. Ellerim sakallarında dolanıyordu. Çok seviyordum onun sakallarını, sakallarına dokunmayı… Dudakları dudaklarımdan yavaşça boynuma doğru inmeye başlayınca gelen ürpertiyle vücudum titredi. Boynumu öperek omzuma kadar indi. Boynum ile omzum arasına kocaman bir öpücük kondurup kokumu içine çekti, sımsıkı sarıldı sonra. Sımsıkı sarıldım Her şeyime!

 

‘‘Seni çok seviyorum’’ diye fısıldadı kulağıma. Gözlerimde ki yaşları özgürlüğüne kavuşmaması için gözlerimi kapatıp onları içeriye hapsettim. Sarılmamı daha da büyüterek kulağına fısıldadım ‘‘Sana aşığım adam.’’ Bedenlerimiz birbirinden ayrılırken gözlerini asla ayırmıyordu benden. Sağ alinin başparmağı ve işaret parmağıyla naifçe çenemi kavradı. ‘‘Güzelim benim’’ dedi ve ekledi. ‘‘ sana sonsuz teşekkür ederim bugün için, beni çok mutlu ettin.’’ Gelen müzik sesinin onun cebindeki telefona ait olduğunu telefon kapanınca anca anlamıştık. Cebinden telefonunu çıkarıp gelen aramaya baktı. ‘‘Bizimkiler, onlarda bugün doğum günümü kutlayacaktı.’’ Dedi. ‘‘Ne bekliyorsun o zaman aşkım ben eve geçeyim sen de eve geç ailenle vakit geçir.’’ Diyerek karşılık verdim. ‘‘Seni bırakayım eve o zaman’’

 

Eve geçmeden önce biraz yürüyüş yapmak istedik. Karşımızda deniz, solumuzda kafe, sağımızda park… Hava tam yürüyüş yapılacak gibi hafif rüzgârlı insanın tenini okşuyor gibi adeta. Havayı içime çektim derin bir nefesle. Elimi tutan Toprak’a baktığımda çoktandır bana baktığını fark ettim. Gülümsedim kahve gözlerine dalamışken. Beni kolunun altına aldı usulca. Ona sarılmak, onun kokusu beni derin bir huzura kavuşturuyordu. Huzur bulmak demek ona sarılmak demekti benim için, onun kokusu demekti huzur.

Başımı yasladım yavaşça yürürken. Alnıma bir buse kondurdu. ‘‘ Parka geçelim mi? Salıncağa bineriz biraz.’’ Evet, şimdi içimizdeki çocukları özgür bırakma vaktiydi. En bir sevdiğim an. ‘‘Çok iyi olur ahirim.’’ Sağ tarafa doğru geçerek kaldırımdan parka girdik. Yolun kenarında denizin karşısında kalıyordu. Büyük salıncağa karşılık oturduk. Onunla çocuklaşmak muazzam bir duyguydu. Yavaşça sallanıyorduk. Ellerimi ellerine aldı, Parmaklarını parmaklarımda gezdirerek okşuyordu. Dudaklarının ellerimin üzerine bıraktığı dokunuş, nefesi ve sakallarının değişi kalbimi okşamıştı. Elimi yanağına uzattım. Sakallarını okşadım usul usul. Elini elimin üzerine koyup öptü. Beklemediğim bir şekilde ellerini belime sarmalayıp sarıldı. Boynuna doladım ellerimi ona karşılık vererek. Birbirimize sımsıkı sarılmıştık. Nefesi boynumu gıdıklarken kokumu içine çeke çeke öptü. O an ağlamamak için dolan gözlerimi sıkıca kapattım. Anın duygusallığına kapılmıştım.

Dudakları boynumdan kulağıma doğru tahrik edici dokunuşlarla ilerlerken kalbimin ritmini değiştiren o cümleyi söyledi. ‘‘Cennet kokuyorsun!’’ en sevdiği oyuncak ona alınmış gibi sevinen kız çocuğunun sevincini yaşıyordum. Her defasında ruhuma dokunmayı biliyordu. ‘‘Cennet kokulum’’ diye fısıldadı tekrar.

Aşk bu adam! Evet, aşkın ta kendisi. ‘‘Seni seviyorum adam’’ gülümsemelerimiz yüzümüzde papatyalar açtırırken yarım saatin sonunda salıncaktan inmiş arabaya doğru gidiyorduk. Beni eve bırakıp kendisi de eve geçti.

İçeri girdiğimde kızlara bir şey demeden odaya geçtim. Neva’nın beni öldürmek isteyen bakışları üzerimde geziniyordu. Oralı olmadım hiç, kendimi ranzaya bıraktım. Üzerimde ki bebe mavisi şalı yatağın ayakucuna koydum. Makyaj temizleyici mendilimi ahşap desenli çekmecemden çıkarıp banyoya geçecektim bu fikrimi çalan telefonumun sesi böldü. Beyaz kapıya arkamı dönüp yatağın kenarında yerde duran çantama yöneldim. Fermuarı tek elimle açıp çalan telefonumu aldım. Arayan Toprak’tı. Daha fazla bekletmeden açtım.

‘‘Efendim aşkım.’’

‘‘Bebeğim napıyosun?’’

‘‘Makyajımı temizleyecektim şimdi aşkım, sen napıyosun? Evde misin?’’

‘‘Aşkım hiç bozma seni almaya geliyorum. Bizimkiler seni görmeyi çok istiyor.’’ Ne dedi o? Onunkiler beni mi görmek istiyormuş? İyi de çok erken değil mi bu tanışma nereden çıktı böyle? Normalde aileler tanışmadan uygun olmaz pek yani bizimkilerde böyle bu en azından. Ne diyecektim ben şimdi ona?

‘‘Aşkım orada mısın?’’

‘‘B- buradayım canım. Şey şaşırdım sadece beklemiyordum. Bilemedim ki…’’

‘‘Kırma beni lütfen. Al kızı gel dediler kızı almadan gelme eve seni almayız dediler. Çok istiyorlar seni görmeyi.’’ Heyecanı ses tonuna yansımış öyle onu dinliyordum. Gözlerim bana bakan kızlara kaydı. Bugün onun günüydü ve onu kırmayacaktım.

‘‘Tamam, aşkım ben birazdan inerim.’’

‘‘Seni seviyorum’’

Elimdeki makyaj temizleme mendilini çekmeceye tekrar yerleştirdim. Ayna da saçlarıma ve makyajıma tekrar bakıp kendime çekidüzen verdim. Bebe mavisi şalımı ve yerde duran çantamı elime aldım. Kızlara bunu söylemeyecektim. Artık onlara hiçbir şey söylemeyecektim. Çünkü Neva ile gidişatımız bundan sonra pek iyiye gidecek gibi değildi.

‘‘Nereye gidiyorsun Papatya?’’ Neva’nın yönlendirmesiyle bana nereye gittiğimi soran Mısra’ya dönüp ‘‘Sahile,’’ dedim. Başka bir açıklama yapmadım. Aşağıya indiğimde beş dakika sonra Toprak’ta gelmişti. Lacivert renginde ki arabasına doğru yürüdüm. Hemen yanındaki koltuğa oturdum. Toprak hiç durmadan gaza bastı. Çok mutluydu, mutluluğu yüzünden okunuyordu. ‘‘beni kırmadığın için teşekkür ederim.’’ gülümseyerek yüzümü çevirdim ‘‘Ne demek sevgilim.’’

Dört katlı, beyaz renkli, uzun balkonların olduğu binanın önüne arabasını park etti. Sanırım evleri buradaydı. Benden önce arabadan inip kapımı açtı. Benim centilmen sevgilim. Ben de arabadan inince Toprak arabanın kapısını kapattı. Beraber binaya doğru yürüdük. Merdivenleri çıktıktan sonra ilk kattaki daire kapısının önünde durduk. Toprak’ın zile basmasıyla kapının açılmasını bekledik. Kapıyı genç bir bayan açtı. Toprak gülümseyen yüzüyle elini omzuma destek verircesine uzattı.

İçeriye girdiğimizde bizi geniş bir salon karşıladı. Oldukça geniş ve ferah bir eve benziyordu. Kapının sağ tarafında kalan oturma odasına ilerledik. Fildişi rengindeki koltuklara mürdüm rengi berjerler eşlik ediyordu. Gayet spor bir takımdı. Kapıdan girişte sol tarafta duran televizyon ünitesi koltukların rengine uyumlu fildişi renginde seçilmiş. Ünitenin sol tarafında yarı kısmında kapak bulunan yarı kısmı üçlü raf şeklinde açık duran bir dolap duruyordu ve üniteye hava katıyordu. Ünitenin alt kısmı ise ortasında kapaklı yan taraflarında çekmece şeklinde şık duruyordu. Duvarlar fildişi renginin bir tık koyusu kullanılmış ve tablolarla desteklenmiş. Orta sehpa ise mermer görünümlü desen de mürdüm rengi ile desteklenerek mobilyayla kombinlenmiş. Ve içerisi biraz kalabalıktı.

İçeriye girdiğimizde gözler üstümüzdeydi. Herkes bize bakıyordu. ‘‘hoş geldiniz, gelin içeri buyurun’’ bize kapıyı açan genç kadın salona buyur ettikten sonra mutfağa geçti. Boyu benden bir tık kısa. Saçları küt kesim tarçın bakır rengindeydi sanırım yeni de boyatmıştı. Abisinin eşi olduğunu söyledi. Toprak içeri girince önce anne ve babasıyla tanıştırdı. Onlara selam verip ellerini öptüm. Daha sonra abisi, ablası ve kardeşiyle tanıştırdı. Bugün doğum günü olduğu için herkes kutlamaya gelmiş. Diğer odadan gelen çocuk seslerinin yeğenlerine ait olduğunu söyledi. Ben koltuğa annesinin yanındaki boş yere oturmuştum. Toprak ise bir sandalye almış masanın yan tarafında benim karşımdaydı. Adının Efsun olduğunu söylediği abisinin eşi elinde pastayla içeri giriyordu. Pastayı evde yapmışlardı sanırım. Ev pastasına benziyordu. Pastayı masaya koyup elinde ki mavi çakmakla pastanın üzerinde ki mumları yaktılar. Toprak pastanın mumlarını üfleyince hepimiz alkışladık.

Ailesiyle tanışma amaçlı biraz sohbet ettik. Bu arada pasta ve çayları ikram etmişti Efsun. Ilımlı bir ortam vardı. Abisi şakayla karışık ‘‘ Bu akşam devirelim bir büyük Toprak,’’ dedi. Toprak pastasını yutmaya çalışırken bana doğru dönünce göz göze geldik. Kesinlikle içmesini istemiyordum o da biliyordu. Yani arada sırada olur da alışkanlık haline gelmesi işin kötüsü. Onun ileride sağlık sorunları yaşamasını, ona bir şey olmasını istemediğim için içki içme konusunda biraz katı davranıyordum.

Gülerek bana bakıyordu. ‘‘İçelim mi bilemedim,’’ dedi. Bu çocuk tam bir gıcık. ‘‘Hıı hıı’’ diye mırıldandım gülümsememi yüzümden eksik etmeden. Annesinin hoşuna gitmiş olacak ki o da benim gibi ‘‘hı hı’’ yaptı gülerek. Çay eşliğinde sohbet etmeye devam ediliyordu. Tabakları toplayan Efsun’a yardım etmek için ayağa kalktım masa da kalan diğer tabakları da ben aldım. Salondan çıkışta hemen yan taraftaki kapıdan mutfağa girdik. Mutfakta genişti. Elimdekileri gri renkteki tezgâhın üzerine koydum. Mutfak dolapları beyaz, kulpsuz sade ve şıktı. Bu tarz mutfak dolaplarının sade oluşunu çok beğeniyorum. Beyaz renkteki mutfak masasının üzerinde duran tepsiyi alınca yardım edilecek bir şeyin olup olmadığının sordum. Gerek olmadığını teşekkür ettiğini söylediğini. Ben de içeri girecekken Toprak ile kapıda karşılaştım.

‘‘Sıkılmadın değil mi yavrum?’’

‘‘Hayır canım. Yardım edilecek bir şey var mı diye sordum, yokmuş. Ben de içeri geçiyordum.’’

‘‘Bizimkiler bayıldı sana.’’

‘‘Öyle mi dersin?’’

‘‘Dedim bile. Ortam nasıl? Sen ne düşünüyorsun?’’

‘‘Yani ilk defa geldim. Tanımıyorum kimseyi öyle ama iyiydi. Gayet ılımlı, samimi bir ortamdı. İnşallah her şey böyle güzel devam eder.’’

‘‘Edecek aşkım.’’

‘‘Aşkım ben kalkayım saat geç oldu. Siz de vakit geçirin.’’

‘‘Tamam, aşkım ben bırakırım seni.’’

Salona geçince herkesten müsaade istedim. ‘‘Ben kalkayım, herkese iyi akşamlar. Tekrar görüşmek üzere.’’

‘‘Sen yurtta mı kalıyorsun Papatya?’’ diye soran abisine dönüp ‘‘ Hayır, evde kalıyorum arkadaşlarla. Bu sene böyle yaptık bakalım.’’

‘‘Hmm, iyi bakalım bir ihtiyaç olursa haberimiz olsun.’’

‘‘Çok teşekkür ederim, sağ olun.’’

‘‘Her zaman bekleriz, buyur gel’’

‘‘Sağ olun, inşallah. İyi akşamlar tekrar.’’ Bebe mavisi şalımı üzerime alıp kapıya yöneldik. Çantamdan titreşim sesi geldiğini hissettim. Toprak ayakkabılarını giyerken telefonumu çıkardım. Mısra’dan mesaj gelmişti. Hem de birkaç kez. İçeride telefonu elime almamıştım ayıp olmasın diye. Arabada bakmak için mesajları kapattım. Beraber aşağı indik. Her zamanki gibi Toprak’ın yanına şoför koltuğuna oturdum. Toprak yerleşirken ben de gelen mesajlara baktım.

‘‘Kaçta geleceksin Papatya?’’

‘‘Çok geç saate kalma, erken gel eve.’’

‘‘Orada mısın?’’

Eve erken mi geleyim? Ne diyor bunlar ya hu… Oldu bir de bana liste çıkarsınlar kaçta eve geleyim kaçta evden çıkayım, nasıl hareket edeyim. Tamam, anlıyorum gelmiyorlar, gitmiyorlar. İlişkimizi onaylamıyorlar. Beni yönlendirmek nedir ya. Annem babam mı sanıyorlar kendilerini çocukları mıyım onların. Sevgilim mi eşim mi ne? Gerçekten kabak tadı vermeye başladılar.

‘‘Toprak ile beraberim.’’ Yazdım ve gönderdim. Bu delirtecek onları biliyorum. Ayrıca kimseye hesap verme gibi bir zorunluluğum yok cevap vermememden takmadığımı anlamaları lazım.

‘‘Aşkım sana çok teşekkür ederim bugün için. Var ya senin doğum gününde burayı inleteceğim. Havai fişekler patlatacağım. Çok güzel olacak.’’

Telefondan başımı kaldırıp Toprak’a döndüm. ‘‘Ne demek aşkım benim. Sen yanımda ol ben başka bir şey istemem.’’

‘‘Hep olacağım.’’ Gelen mesaj bildirimiyle telefona baktım.

‘‘Kimden mesaj geliyor?’’

‘‘Kızlar’’ dedim tek kelimeyle. ‘‘Onlar neden gelmedi bugün. Bu aralar sanki bir şeyler var gibi.’’ Bu zamana kadar evde Neva ile olanları Toprak’a yansıtmamaya çalışmıştım ama sorun sanırım giderek daha da büyüyecek. Geçiştirmekte bir yere kadar. En iyisi Toprak’a anlatmak her şeyi.’’

‘‘Aşkım kendisi gelmek istemedi. Zaten pek istemiyor ilişkimizi. Arkadaş ortamından pek haz etmemiş. Kafede oturmuştuk ya bir ara hep birlikte. Orada arkadaşların imalı konuşmuştu falan rahatsız olmuş. Ortam iyi değilmiş. Cart curt. O zamandan beri bir değişik ben de anlayamıyorum.’’

‘‘Ne ortamı iyi değilmiş ya ne konuşuyor bu? Ne yapmışım ben neyimi görmüş ki böyle konuşuyor? Ayrılmamızı mı istiyor Neva bu mu yani… Ben bir konuşayım mı derdi ne?’’

‘‘Bence şimdi konuşma. Bir bakalım ne yapacak yani böyle mi devam edecek ne bileyim’’

‘‘Şimdiden bunu yapıyorsa bizi ayırmak için de uğraşacaktır. Evde de huzursuz edecek seni. Ben buna müsaade etmem. Neler olur bilemem.’’

‘‘Çok biliyor, baksın işine. Dur bakalım belki devam etmez böyle. Gidişata göre bakarız bir şeyler.’’

Bizim evin başında ki sokağa gelmiştik. Telefonu çantama yerleştirdim. Toprak’ın keyfi kaçmış gibiydi. ‘‘Aşkım takma kafana. Hem çok güzel ve özel bir gün geçirdik ve daha gün bitmedi o yüzden takmıyoruz. Tekrar iyi ki doğdun aşk!’’

‘‘Seni seviyorum, iyi ki varsın.’’

‘‘Ben de seni çok seviyorum hayatım.’’

‘‘Evde canını sıkarlarsa söyle bana tamam mı?’’ gülümseyerek cevap verdim. ‘‘Baş üstüne efendim.’’ Yanağına bir öpücük kondurup arabadan indim. Camdan bana seslendi. ‘‘Sen binaya girene kadar buradayım. Girdiğini göreyim öyle gideceğim.’’ Aşk bu adam. ‘‘Tamam, sen de dikkat et görüşürüz.’’ Ben binanın kapısına doğru yöneldim. Anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım. İçeri girmeden Toprak’ a doğru baktım. Beni izliyordu. Ona el sallayıp içeri girdim. Merdivenleri çıkıp evin kapısına geldiğimde onlarla zerre muhatap olmak istemiyordum. Eve de girmek zorundaydım. Anahtarı çevirip kapıyı açtım. Kızlar salonda oturuyordu. Neva her zamanki gibi tüm siniriyle bana bakıyordu. Kan davalıyız galiba benim haberim yok. İçeri girip çantayı askılığa astım.

‘‘Neredeydin Papatya? Merak ettik seni saat geç oldu. Mesajlarıma da cevap vermedin.’’

Telefona bakıp ‘‘Aaa! Evet saat gece üç buçuk falan. Aynen ya bu saatte eve gelinmez. Ya siz iyi misiniz? Saat kaç dediğiniz on bir. Ayrıca bugün Toprak’ın doğum günü olduğunu biliyorsunuz ve ayrıca sorguya mı çekiliyorum?’’

‘‘Bu kadar yükselmene gerek yok Papatya. Ev arkadaşıyız biz. Birbirimizden tabi ki haberimiz olmalı. Eve geldin tekrar gittin,’’

‘‘Sahile gittik, baş başa kaldık.’’

Mısra’nın kibar ve düşünceli bir arkadaş modundaki haline dayanamadı galiba Neva araya girdi. ‘‘Sahile diyorsunuz abi, ben pencereden baktım. Sahile gitmek için yolun solundan direkt gidilir. Siz sahil yoluna değil başka yere gittiniz.’’

Sinirlerim parmak uçlarımdan vücuduma yayılmaya başlıyordu. Ve ben sinirlenirsem burada iyi şeyler olmazdı. Hesap vereceğiz kıza inanabiliyor musunuz? Bir de takip ediliyorum. Derin bir nefes al Papatya ve sakinliğini koru. Onun amacı zaten bu. Senin damarına basıp zıvanadan çıkarmak.

‘‘Ben size hesap mı vereceğim? Ayrıca nereye gittiğim sizi ne derece ilgilendirir? Ayrıca belki başka bir yere uğradım veya bir işimiz vardı da öyle gittik. Ve bu kimseyi ilgilendirmez. Sanki bu iş kabak tadı vermeye başlıyor ve ben hiç hoşlanmıyorum.’’

Böylesi mutlu bir günü bu şekilde bitirmek istemiyordum. Daha fazla tartışmaya girip bu kızı dövmeden içeri geçtim. Kahretsin ki iki oda birbiriyle tek kapıdan ayrılıyor. Resmen tek oda salonla birleşik. Üzerimde ki elbiseyi çıkartıp hemen pijama takımlarımı giydim elbiseyi kirli sepetine atıp makyajımı temizleyince kimseye bir şey demeden hatta surat yaparak yatağıma geçtim. Toprak mesaj atmıştı. Mesaj bildirimine bakıp mesajı okumaya başladım.

‘‘Aşkım ne yapıyorsun? Evdekilerle bir sorun yaşadın mı merak ettim.?’’ Söylemese miydim diye bir pişman oldum ama illa ki bir yerden patlak verecekti ki vermeye de başlıyordu. Yine de her şeyin iyi olması için dua ediyordum.

‘‘Şimdi yatağa attım kendimi aşkım. Biraz söylendiler verdim cevaplarını ben.’’

‘‘Ne yapmak istiyorlar? Dertleri ne?’’

‘‘Aman aşkım boş ver, havlayan köpek ısırmaz konuşsun dursunlar.’’

‘‘Ne dediler dedim bana ikiletme da’’

‘‘ Geç geldim diye söylendiler. Ben ailenle tanıştıracağını söylememiştim. Sahile gidiyoruz dedim. Pencereden bakmışlar da sahile gitmemişler falan dedi.’’

‘‘İşi gücü yok mu onun bizi takip ediyor hesap mı verecekmişiz? Kızdırmasınlar beni, seni de üzmesinler iyi olmaz.’’

‘‘Ben verdim cevabını merak etme aşkım. Sizi ne ilgilendirir falan dedim. Hesap mı vereceğim dedim. Altta kalmadım. Ne yaparlarsa yapsınlar umurumda değil. Ben seni seviyorum.’’

‘‘Ben de seni seviyorum.’’

‘‘Hadi uyuyalım’’

‘‘Uyuyalım sevgilim.’’,

‘‘İyi ki varsın, hep ol… İyi geceler.’’

‘‘Hep seninleyim iyi geceler.’’

Bugün çok güzeldi, sevdiğim insanım mutlu edebilmiş, yüzündeki gülümsemeyi izleyebilmiştim. Ailesiyle tanımıştım. Bunun önüne hiçbir şey geçemezdi. Eğer birini seviyorsanız sevginizin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermeyin. Bugün ufak şeyler yarına daha da büyüyebilir. Daha da büyümemesini umut ediyorum.

Ah’ bir de onu çok seviyorum.

Loading...
0%